RESİM

RESİM

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Oca 01, 2015 17:54

RESİM


Eski yılın, en önemli olayı, bence “ Resim.”

Boş beşik gibi boş, bir ulusun çığlığının beyaza boyanmış resmi gibi, irkiltici, iç acıtan bir boş duvar. Bomboş duran, boş boş bakan, boşluktalığı, içi boşluğu, hiçi, tenekeliği, tamtakırlığı, değersizliği anlatan boş duvar.

Milli Güvenlik Kurulu Toplantısı, yılın son gününde yapılan toplantının resmi iki gündür ortalıkta. Bilgiağında bu resmi görmeyen, duymayan, ertesi gün gazetelerde görmüştür… Toplantı yeni sarayda, yeni salonda yapılmışmış. Bir önceki toplantıdan tek ayrı yanı varmış: Duvardaki “Resim! ”

Daha doğru deyişle “Duvarda, karşıda, tam ortada, masanın üstünde, salonun baş köşesinde “ Resim” yokmuş.

O toplantıdakilere, o yerleri, o sanları veren, bu yurdu, ordusuyla, ulusuyla birlikte düşmanlarından kurtarıp, bağımsız vatanı Türk Ulusu’na armağan eden, Cumhuriyetimizin kurucusu, Türk devrimlerinin yaratıcısı, yürütücüsü, Türk’ün kaderini değiştiren yüce önder Mustafa Kemal Atatürk’ün resmi olmadan, duvarın tam ortasına asılmadan, resminin önünde toplanılmadan yapılan bir toplantı.

Bu toplantıya karşı, tek, Yeniçağ yazarı Arslan Bulut’un son yazısında bir eleştiri - yorum gördüm:

“Kaldı ki Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, halka “Türk Milleti bilinci” kazandıran Atatürk’ün resmini, yeni sarayında yaptığı ilk Milli Güvenlik Kurulu toplantısında ortadan kaldırarak, sadece Atatürk’ü değil, onun millet mefkûresini de tanımadığını gösterdi.”

*
O kadar hızlı devşiriliyoruz, o kadar hızla dönüştürülüyoruz ki, ne, ne zaman yapıldı soranı bir anda yanıtlamak zor.

İşte, “Andımız” kayıp! Hani her gün okuyacaktık, okutacaktık, çocuğumuza günü onunla başlatacaktık? Birkaç ay yazıldı, çizildi, söylenildi, kendi kendimize sinirlendik, öfkelendik, küfürler ettik… Sonra tısss…

Türkiye Cumhuriyeti’nin (T.C.) simge ses imlerine (harflerine) karşı çıkıldı, bu simgenin yazımı her yerden sırayla kaldırıldı. Pasaportlardan bile sessiz sedasız T.C harfleri kaldırıldı da çoğumuzun haberi bile olmadı. Cami şerefesi görünüşlü ay yıldız resmi konan bir baskıyla süslü artık yeni pasaportların iç sayfaları. Eski pasaportlarda kendimizi bildiğimizden beri her sayfasına basılan, sayfaları belli belirsiz baştan başa dolduran T.C. baskılı görüntüyü arayın ki bulasınız! Yine kimseden ses çıkmadı, çıkacağı da yok… Ortalık sessiz… Tıs yok!

Daha önce okul duvarlarından Atatürk köşesi, lise ders kitaplarından “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” (Gençliğe Sesleniş) bulundurma zorunluluğu kalktı.

Yüksek okullardan “Devrim Tarihi” dersi zorunlu okutulmaktan çıktı. Yine ortaöğretimde, Atatürk, kurtuluş savaşı, Türk Ordusu… gibi ulusal konular öğretilen "Milli Güvenlik” dersi kaldırıldı.

Ders kitaplarında, ilk sayfaya, kapağa İstiklal Marşı yazılması zorunluluğu çoktandır yok. Sıra geldi İstiklal marşımızı statlardan, toplantı başlangıçlarından silmeye.

Bir iki vatan düşmanı, geçen hafta başında bunda öncülük ettiler, gazetelerden bu haberleri anımsarsınız… Sonra da bir anda buna yasak gelecek. Eski sünnet düğünlerindeki yaygara koparılacak:

“Oldu da bitti maşallah!”

Bu son olay, hepsinin üstüne tüy dikti.

Yeni bir yapı yapılmış. Herkesin bilmezden, duymazdan, ne için yapıldığını anlamazdan geldiği bir dev yapı. Ben diyeyim, bin, siz deyin bin yüz elli, o desin, bin iki yüz elli odalık yapı. Nerede? Ankara’da. Neden yapıldı? Yönetim binası. Hükümet binasının büyüğü. Neden Cumhurbaşkanlığı için normal boyutlarda bir yeni yapı yapılmadı da, aklın alamayacağı büyüklükte bir yapı uygun görüldü? Bunun nedenini dağdaki çoban bile biliyor, olan bitenden uçan kuşun haberi var ama bizim muhalefet partilerimiz, milletvekillerimiz, yargının, ordunun başları bilmezden geliyorlar. Bu yapının, bölünmüş, parçalanmış, birleşik yapılı bir ülke yönetimi için özel olarak yaptırıldığını bilmezmiş gibi davranıyorlar. Yemek epey pişmiş, pişen yemeğin adı konacak. Bebek doğdu doğacak, adı, giyinip kuşanınca, kundağına sarılınca konacak…

*
Bazı simgeler yaşamsaldır. Olmazsa olmaz simgelerdir.

Sonra bir kez, Anayasa delinse ne olur denemez. Delinirse ardı gelir. Sonuç paramparça olmadır.

Bir kez hırsızlık etsem, ne olur diyemezsiniz. Yasaları bir kez çiğneyen on kez de çiğner, yüz kez de… Harama bir kez el uzatan, hep uzatır, korkusu, utanması kalmaz.

Bir kez bir olumsuzluğa göz yuman, o işin sorumluluğunu yüklenmiştir. Bütün olacak olanlar onun suçudur… Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.

Nasıl ordumuzun yapısıyla oynandı? “Sarı öküzü” vermeyecektik diye dövünüldü de ne oldu? Cumhuriyetimizin bekçisi ordumuz, şu anda aynı ordu mu?

Türkçe ders kitaplarımızda, özellikle beşinci sınıflar için hazırlananlara kesinlikle konulan bir şiirimiz vardır: “Resim.” Behçet Necatigil’in yazdığı ünlü şiir. Hepimizin ezbere bildiği, bir başlayınca duraksamaksızın söylediğimiz dizeler…

Her gün,/ Enginlerden engin, / Yücelerden yüce, / Bir duygu sarar bizi,/ Bu sınıfa girince.” diye başlar bu şiir.

Neden sınıfa girince yüce bir duygu sarıyor öğrencileri? Kimi görüyorlar? Yanıtı sonraki dört dizede verilir:

“Kürsünün üstünde bir resim: /Gözleri denizlerden mavi, / Bakışları güneşlerden sıcak, / Dört mevsim.”

Bu resim nasılmış, neyin simgesiymiş, arkası gelir:

“Kürsünün üstünde: / Atatürk’üm, arkasında Albayrak, / Kollarını kavuşturmuş göğsünde.”

Resmin nasıl olduğunu, arkasında bayrağımızla nasıl yüce bir görüntü oluşturduğunu öğretir size bu dizeler. Ardından bu resmin neden orada durduğu, durması gerektiği, duracağı, kesin, yalın bir dille söylenir:

“Bu resimle başlar günümüz, / Karşımızda Atatürk’ü gördükçe, / Kıvançla dolar, taşar gönlümüz.”

Bu dizeler bir söz veriştir:

“Çalışkanız, çünkü, / Çalışınca, / Bakarız, Atatürk güldü.”

Bu dizeler de durum bildirmesi:

“Bir yanlışlık yapsak / Bulutlanır gözleri / Anlarız Atatürk üzüldü.”
“Kalksak, gitsek gerilere / Otursak arkalarda; / Başımızı kaldırmadan duyarız: / Atatürk orada!”

Atatürk resimleri, sınıflarımızın başköşelerinde, tam karşı duvarda bulunur. Devlet kurumlarında, müdürlerin başı arkasında, en üstte Atatürk resmini görürüz.

Yıllar önce anımsarsınız Avrupa Birliği’nin bir raporu çok tartışılmıştı. Devlet kurumlarımızdan Atatürk’ün resminin kaldırılmasını istiyorlardı. Bizi eritebilmelerinin önündeki tek engel Atatürk’tü. Atatürk’ü silebilseler bizim işimizi bitirmeleri çocuk oyuncağıydı…

Almanya’da biz Türkler, aynı yurdumuzdaki gibi sınıflarda öğretmenlik yaptık. Okulun boş bir sınıfı Türkçe dersleri için bize verilirdi. Sınıfı Türkiye’deki gibi süslerdik. Karşı duvara Atatürk resmi, karatahtanın hemen üstüne. Yanda Gençliğe Hitabe, ötede “İstiklal Marşı.”

Bölücüler- dinciler dışındaki tüm Türk öğretmenleri sınıflarını böyle donatmışlardır. Alman yetkililerden eleştiri geldiğin de, neden bu resmin yanında bizden biri yok dendiğin de, yanıt çoktan hazırdır:

“ Değil sizin tarihinizde, dünya tarihinde Atatürk’e eş değer bir devlet adamı yok ki, Atatürk’le yan yana resmi asılsın!”

"Eğer olsaydı sizlerde de bir büyük adam, önce sizler duvarınıza asardınız. Hani?"

Atatürk resimleri, Türk egemenliğinin, bağımsızlığının, aydınlanmasının simgesi gibidir… Atatürk’ün başardığını başaran, bir ulusu ölmek üzereyken, tüm umutlar tükenmişken, kendi aydını bile başkalarından yardım umarken, sömürge olmayı önerebilirken, ölümden, tutsaklıktan, karanlıktan kurtaran başka bir ad biliyorsanız, söyleyin!

Atatürk’ü tüm dünya biliyor. Tarihle ilgilenen, Türkleri tanıyan herkes önünde eğiliyor. Okumuş Batılı Atatürk’ü biliyor. Az eğitimlisi bile bir şekilde öğrenmiş. Sorun size söylesin, en büyük Türk’ü sorun, Türk ulusunun önderi kim deyin! Atatürk, Doğuluların da, bağımsızlık isteyen ulusların da önderi. En basit bir yaşanmış örnek. Bir alışveriş merkezinin önüne bir Afgan kökenli (yaşı elli yaş civarı), tezgâh açmıştı yaz başında. Zeytin- turşu- mezelik ürünler satıyor. Bizim Türk olduğumuzu bir şekilde öğrenince, ellerimize sarıldı: “ “Kemal Atatürk’ün milleti, sizin ne büyük atanız var, bize örnek olmuştur.” dedi. Sonra, Ağustos’ta yapılacak seçimleri, adayları eleştirmiş, Türk Milleti’nin düştüğü bu duruma çok şaşırıyoruz, demişti.

Biz de bu duruma çok şaşırıyoruz… Bu suskunluğa, her dayatılana sessizce boyun eğilmesine…

*
İstiklal Marşı tartışmalarına dönersek…

Bir ulusun gelenekleri olur, alıştığı, değişmeyen davranışları olur. Olmazsa olmaz koruduğu değerleri olur…

Bunlardan biri de toplantılarda, spor karşılaşmalarında, anmalarda, önemli günlerde İstiklal marşı okunmasıdır. Bağımsızlık marşıyla kendimize güveni pekiştirmek, başımızın neden dik olduğunu bir kez daha bilinçle belleklerde yinelemek güzel bir gelenektir, iyi bir toplumsal yasadır…

Sıra bunu kaldırmada. Yine bu konuya da yaşanmış bir örnek verelim. Değerli komutanımız Erdal Sarızeybek , Aralık sonunda yurtdışındaydı. Toplantılar yaptı, Türkiye’nin içinde bulunduğu tehlikeleri, bölücülük tehlikesini anlattı. Bu toplantılardan birinde, alınan kararlar üzerine, artık toplantıları İstiklal Marşı ile açmayacaklarını konuşuyor dernek yöneticileri. Üyeleri öyle istemişmiş, karar alınmışmış, böyle toplantılarda İstiklal Marşı okunmayacakmış…

Acaba öyle mi oldu? Siz öyle sanın…

Bunu duyan Erdal Sarızeybek, anında tavrını koymuş: “Ben İstiklal Marşı okunmayan bir salonda konuşmam!”

Sonunda her toplantısında güldür güldür İstiklal marşı çalınmış, toplantıya gelenler de bir ağızdan İstiklal Marşı’na katılmışlar…
Bu yanlış karar, anında, bir yürekli kişinin direnişiyle bozulmuş…

Durumun çözümü bu kadar kolaydır. Bu kadar basittir… “ Ben öyle bir salona girmem, orada devlet işlerini konuşmam!” denince, bunu diyen askeri, Türkiye’de, Milli Güvenlik Kurulu’nda, kim baskı altına alabilir?

Milli Güvenlik Kurulu üyesi paşalar, en önemlisi Genel Kurmay Başkanı, bomboş duvarı görünce saltanat sarayındaki salonda, içeri girdiği gibi çıkamaz mıydı:

“Ben Türkiye Cumhuriyeti Ordu komutanı olarak böyle bir uygulamaya katılmam, böyle bir yerdeki toplantıya katılmam! Atatürk resmi asılmadan o salona beni kimse sokamaz!” deseydi, paşaya kim ne yapabilirdi?

Hapse mi atılırdı? Atılsın! Kahraman olurdu! Onu hapse atanlarsa rezil olurdu!

Rütbesi mi inerdi? Görevden mi alınırdı? Hepsi yapılsın! Durumu, ulus görürdü!

Çağdaş ülkelerde görevler, kişiye özel değildir, o gider, diğeri gelir… Aynı görevi yapacak yüz binler, milyonlar sıradadır…

Cumhuriyetin kuruluşundan beri benimsenmiş bazı uygulamalar böyle bir anda değiştirilebilir mi? Yeni bir devlet kurarsanız, istediğinizi yapabilirsiniz!

Yeni bir devlet de ben kurdum oldu aklıyla kurulur mu? Bu vatan masa başında, hileli- hilesiz oy sandıklarıyla, dağıtılan avantalarla kurtarılmadı ki?

Cumhuriyet, kanla, irfanla kuruldu…

Duvarlarındaki resimler böyle kolayca indirebilir mi?

Yeni yılın ilk günü bugün. “Yeni Yıl Türk Ulusu’nun umut yılı olsun!” diyen diyene…

Uyanıp, silkinip kendimize gelmeli! Evlerimizden, okullarımızdan, devlet kurumlarından Atatürk resmini indirmeye kalkışanları kadın - erkek, küçük - büyük, genç - yaşlı, yanıtlamalı:

“Bu resimle başlar günümüz, / Karşımızda Atatürk’ü gördükçe, / Kıvançla dolar, taşar gönlümüz.”

“Yeni Yıl Andımız” için söylenmiş sanki bu şiirin bu son dizeleri:

“Yaprak yaprak dökülürken önümde / Her yıl dört mevsim; / Sınıflar içinde yalnız bu sınıf / Resimler içinde yalnız bu resim!”

Feza Tiryaki, 1 Ocak 2015
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x