SADAKA EKONOMİSİ VE SÖMÜRÜ
ALİ ERALP
Seçim yaklaşıyor. Belediyeler yoğun bir çalışma içerisinde. Kömür kamyonları vızır vızır
Sokaklarda, caddelerde
Yoksullar yol gözlüyor, garibanlar ellerini açmış, yardım bekliyor.
Varsa sadaka, yoksa sadaka!.. Siyasal sadakat, (bağlılık) sadaka ile sağlanmaya çalışılıyor.
İki kilo pirinç, beş kilo makarna, üç kilo nohut, 10 torba kömür dağıtarak memleketi kurtaracaklarını sanıyorlar. Bugün içinde yaşadığımız sosyal sıkıntılar, halkımıza uygun görülen dilencilik yaşantısı hep bu sadaka ekonomisinin sonuçlarıdır. Sadaka ekonomisi demek, ABD, AB, IMF egemenliği ve sömürüsü demektir. Sadaka ekonomisi demek, Deniz Feneri, Yimpaş, Kombassan ve çöp bidonlarından, semt pazarlarından yiyecek artıkları toplayan milyonlar demektir. Bunlardan birisi olmadan ötekisi olmaz.
Bir yandan yardım, öte yandan vurgun
Rüşvet, kayırmacılık, soygunculuk, yolsuzluk diz boyu
Almış başını gidiyor. Suçları kanıtlanmış nice dolandırıcılar, üçkâğıtçılar, büyük bir pişkinlik ve utanmazlık içinde, ellerini kollarını sallayarak, Türkiyenin her yanında boy gösterirken; AKPye muhalif kişiler, kuruluşlar ve basın baskı altında. Sürekli izleniyor, tedirgin ediliyor, cezalandırılmaya çalışılıyor. Ülkesini seven, ülkesinin yabancılar tarafından talan edilmesini istemeyen çevreler, bireyler suçlanıyor, kovuşturuluyor. İnsan emeğine değer verenler, terörist ilan ediliyorlar. Ama ordu düşmanı, bayrak düşmanı, sömürge yanlısı vatansızlar el üstünde tutuluyor, ödüllendiriliyorlar.
Böyle bir uygulama, böyle bir düşünce yapısı, dünyanın neresinde görülmüştür? Nasıl bir anlayıştır bu?
Vatanın bağımsızlığını savunmak suç. Bayrağı savunmak suç. Hele hele Türkiye Cumhuriyetini ve Atatürkü savunmak en büyük suç
Günümüzde ulusalcılık suç olup çıkmış.
Ama ümmetçiler, liboşlar, mandacılılar, bölücüler baş tacı. Rüşvet alıp vermek, hayali ihracat yoluyla hazineyi zarara uğratıp, haksız kazanç elde etmek günlük olaylardan sayılıyor
Saf, temiz vatandaşların dini duygularından yararlanarak bağış toplamak, sonra da bunları iç etmek siyasal İslamcılar tarafından gelenek, görenek haline getirilmiş.
Ahmet Taner Kışlalı bir yazısında Tanrıyı kim kullanır? diye sorar, sonra da şöyle yanıtlar:
Giordano Bruno ne güzel söylemiş: Kötüler Tanrıyı, Tanrı ise iyileri kullanır!..
Tanrı peygamberleri kullanmış. Bilge kişileri kullanmış. Atatürk ve benzeri devrimcileri kullanmış.
Ya Tanrıyı kimler kullanmış? Gerilere gitmeye ne hacet!.. Ne demiş Türkiyedeki Nurcuların önderi Mehmet kutlular: 28 Şubat sürecinin planları Gölcükteki Deniz Kuvvetlerinde yapıldı. Depremin üssü de orası. Depremin olmasında başörtülü öğrencilerin okullara alınmaması da rol oynadı
Ne yazık ki bunlar Türkiyenin gerçekleri. Din iman adına Müslüman Müslümanı kandırıyor. Dolandırıyor. İnanç hortumculuğu yapıyor. Servet, mal-mülk sahibi oluyor, siyasal çıkarlar elde ediyor.
Günümüzde inanç hortumculuğu ulusal olmaktan çıkıp; uluslar arası, sınırlar ötesi bir ün kazandı. Bu alandaki yeteneğimizi, becerimizi bilmeyen, duymayan kalmadı. Çok şükür!.. Alman basını Deniz Feneri Davasını en büyük nitelikli bir dolandırıcılık davası olarak tüm dünyaya tanıttı. Hollanda da dava açmaya hazırlanıyor.
Yeri gelmişken şunu da hemen vurgulayalım: Şu sıralar siyasal İslamcılar arasında en geçerli meslek din ticaretidir. Altın çağını yaşamaktadır. Oysa Türkiyede gerçek ticaret, yani çarşılarda pazarlarda yapılan alışveriş bitmiş, tükenmiş bir durumda. Esnaf kan ağlıyor. Kepenkler iniyor, işyerleri bir biri ardı sıra kapanıyor. Köylü isyanlarda
Gençlerimiz iş bulma kuyruklarında, çile dolduruyor. İşsizlik, çaresizlik karabasan gibi çökmüş sevgili yurdumuzun üstüne. Üretim, istihdam, büyüme, enerji, su sorunları çözüm bekliyor. Dünyayı kasıp kavuran kriz kapımıza gelip dayanmış. Hatta içimize girmiş. Önlem alınması gerekiyor. Ama kimler alacak? Nasıl alacak? Hangi kafayla?..
Şu anda cari açık 57 milyar dolar. Bu bir rekor. Büyüme hızı 1,9a gerilemiş. Oysa Türkiye her yıl yüzde 7 civarında büyümeli ki işsizlik azalsın. Ama ne gam!.. İktidara göre her şey yolunda gidiyor. Sorun yok. Her şey tozpembe
Ne var ki gerçek bu değil. Çoluğu çocuğu ile açlığı iliğinde duyanlar biliyor gerçeği, en iyi. Bıçak kemiğe gelip dayanmış
Aydınlar, demokratlar, devrimciler bu çarpık gidişe ilgisiz kalamazlar artık. Bu inanç hortumculuğunu görmezlikten gelemezler. Dinci faşizmin ayak seslerine kulaklarını tıkayamazlar. Çünkü bu kavga cumhuriyetle Ortaçağın, şeriatla demokrasinin, küreselleşme ile ulusalcılığın, kısaca aydınlıkla karanlığın kavgasıdır.
Halkımızın boynuna dolanan ABD, AB, IMF ve siyasal İslamcı zincirleri kırılmadan kimse esenlik, mutluluk, özgürlük yüzü göremeyecektir