
AKP iktidarları döneminde bazı millet ve Cumhuriyet düşmanları “evliya-mazlum-şehit” diye tanıtılmaya, kabul görmeye başladı. Bu yazımızda onlardan birisi olan Said-i Nursî’yi kısaca anlatacağım.
Said-i Nursî (1878-1960) gençliğinde Abdülhamit’e, olgunluk çağı ve yaşlılığında Cumhuriyet’e/Atatürk’e karşıdır. Van’da “Kürtçe eğitim verecek” bir medrese açmasını istediği (Kürtçülük yaptığı) yahut akli dengesi bozuk olduğu için Abdülhamit II tarafından bir süre hapishanelerde tutulmuştur. Kafkas cephesinde Ruslara esir düşmüş, oradan Almanya’ya kaçarak esirlikten kurtulmuştur.
Said-i Nursî İstiklal Savaşımıza katılmamıştır
Said-i Nursî 1918-1922 yıllarında İstanbul’dadır. Milletimiz, Atatürk ve silah arkadaşlarının öncülüğünde, Mehmet Akif Ersoy, Denizli Müftüsü Hulusi Hoca, Amasya Müftüsü Hacı Tevfik Efendi, Ankara Müftüsü Rifat Börekçe gibi hocalarla İstiklal Savaşı verirken Said-i Nursî İstanbul Çamlıca’daki bir villada yeğeni ile oturmuş, Dar-ül Hikmet’ül İslamiye adındaki kuruluştan “görev karşılığı” para almış, “Haya ve Namus, Çocuk Düşürme” gibi konularda yazılar yazmıştır.
Said-i Nursî Cumhuriyet düşmanlarının yanındadır
Said-i Nursî işgal yıllarında, İngilizlerin desteğiyle kurulan “Kürdistan Teali Cemiyeti, Kürt Yayılma Cemiyeti” gibi cemiyetlerin yanında olmuştur.
Bu yıllarda Said-i Nursî, “Teali-i İslam Cemiyeti/Cemiyet-i Müderrisin” gibi cemiyetlerde Mustafa Sabri, İskilipli Atıf Hoca gibi Milli Mücadele karşıtı kişilerle birliktedir. O’nun bu yıllarda tek olumlu hareketi, işgalcilere karşı bir risale yazması, Atatürk ve arkadaşlarının idamı için hazırlanan fetvanın ilmen geçersiz olduğunu açıklamasıdır.
Düşmanlar yurdumuzdan kovulduktan sonra, Atatürk kendisinin de fikirlerinden yararlanmak üzere Said-i Nursî’yi Ankara’ya çağırmıştır. Said-i Nursî Ankara’daki milli hükümete yardımcı olacağı yerde, “namaz kılmıyorsunuz, şeriatı kaldırıyorsunuz” diye karşı çıkmış, Atatürk’e “Deccal” (dinsiz) demiştir.
Said-i Nursî Şeyh Sait İsyanına destek vermiştir
Said-i Nursî, Şeyh Sait isyanı çıkmadan önce, namaz kılınmazsa isyan çıkacağını belirtmiş, bağımsız Kürdistan için kurulan “Azadi Örgütü”nün yetkilileri ile görüşmüştür. İsyana katılmadığını açıklamış olsa da şu tür açıklamalarda bulunmuştur: “Ben birader-i azamım Şeyh Sait Efendinin hayfını aldım. Birader-i Azamım Şeyh Sait Efendi, büyük bir şeref ve derece ile vazifesini tamamladı. Ben de bu hadisede onunla beraber cihada Diyarbekir’de şehadete nail olmayı arzuluyordum. –Şeyh Sait ile- beraber istişare neticesinde yardımlaşma esaslarını tesbit edebiliriz. Bir süre sonra Diyarbakır’ın Lice veyahut Piran mıntıkasında görüşmek şartıyla birbirimizden ayrıldık. Van’a, Bitlis’e gittim. Aldığımız kararları oranın şeyhlerine anlattım. Diyarbekir’e gittim. Fakat Şeyh Efendiyle görüşemedim.”
Kardeşim Şeyh Sait kıyama başladığı zaman Van’da mağarada idim. Kendisine bir mektup yolladım. Mektubumun cevabını alamadan duydum ki, kardeşim Sait ayaklanmıştır. Düşündüm ki, mağaradan çıksam bile bir faydası olamazdı. Sonra beni yakalayıp sürgüne gönderdiler. Altı yıl süre ile dizlerime vurarak esef çekip memleketimizde fiili olarak yapılan MUKADDES CİHATTAN mahrum kaldım.
Hapishane ve sürgünler benim elimi kolumu bağladı. Ben niçin Diyarbekir’de şehit edilen 46 kişinin içinde yoktum diye kederler ve gamlarla teessürümle ağladım.”
Şeyh Sait İsyanı’ndan dolayı sürgün edilip uzun süre bu suçlamadan dolayı hapishanelerde yatan Said’i Nursî’nin bu sözlerinden anlaşılacağı gibi, kendisi İngiliz destekli bu isyanın içinde doğrudan yoksa bile isyanın yapısını hazırlamada vardır.
Said-i Nursî Amerikancıdır
Biz 1918-1922 yılları arasında kurtuluş savaşı verirken Said-i Nursî ABD’nin İstanbul’daki siyasi komiserine varmış, “Kürt milli halklarının sağlanması konusunda yardımcı olmalarını” istemiştir.
Said-i Nursî diyor ki:
“Küre-i arz’ın en büyük devleti Amerika’nın bütün kuvvetiyle din hakikatlerine taraftar çıkması ve İslamiyet ile Asya ve Afrika’nın saadet ve sükunet ve müsamaha bulacağına karar vermesi ve yeni doğan İslam devletlerini okşaması ve teşvik etmesi ve onlarla ittifaka çalışması, kırk beş sene evvel olan müddeayı (iddiaları) ispat ediyor, kuvvetli şahit olur.”
Said-i Nursî DP’nin ABD’ye destek vermesini, Amerikan elçisinin dediklerini kabul etmesini önermiştir. Said-i Nursî’nin Amerikancılığı o kadar ileri gitmiştir ki, 1950’de NATO’ya girmek için Kore iç savaşına asker gönderen DP’yi kastederek:
“Hükümet Kore’ye asker gönderiyormuş, eğer bana da izin verseler, 5000 genç Nur talebelerimle gönüllü olarak komünistlerle harp etmek için ben de giderim” demiştir.
Said-i Nursî’de bu kadar Amerikancılık olur da talebelerinde olmaz mı? Bugün de Fethullah Gülen denen birisi çıkar, Amerika’yı “dünya gemisinin kaptanı” olarak ilan eder ve gider, Amerika’ya yerleşir.
Said-i Nursî’ye göre Risale-i Nurlar ve Nurcular
Said-i Nursî’ye göre Risale-i Nurlar Kuran’ın hakikatleridir, Mehdi’nin programıdır, Kuran Risale-i Nur’a işaret eder. Said-i Nursî’ye göre Risale-i Nurlar ikinci dünya savaşına girmemizi önlemiştir, Risale-i Nurları çekirgeler ve kuşlar bile dinler, Risale-i Nurları okuyanların evleri yangınlardan korunur, Risale-i Nurlar, Kuran’ın cesedine girmiş Kuran ruhudur. Risale-i Nurlar Kuran’ın aynasıdır. Said-i Nursî’ye göre, Risale-i Nurlar kendisine “istek ve iradesinin dışında hissettirilmiştir, Risaleler kendi malı değildir, kalbine ihtar edilen risaleleri yazmak zorunda kalmıştır.
Said-i Nursî, “Nurcular, Nur şakirtleri/talebeleri” gibi kişileri “meziyet ve üstünlükleri olan kişiler” olarak tanıtır, Nurculara ayrı bir değer verir.
Bu iddialar karşısında Allah’ın söyledikleri
Allah’ın Kuran’da yaptığı açıklamalara göre:
Mutlak hakikat Hz Muhammed’e indirilen Kuran ayetleridir, Kuran’ın hiçbir ayeti Risale-i Nurlara işaret etmez, İkinci dünya savaşına girmeyişimizi Risale-i Nurlar değil zamanın devlet adamlarımız önlemiştir. Çekirge ve kuşların Risaleleri dinlemesi yalan ve evhamdır. Bir kişinin kendisine risaleler yazdırıldığı iddiası, kendisini “Rasül” yerine koyma sapıklığıdır. İslam’ın tevhit inancına göre Kuran dışındaki tüm sözler kutsal değildir, Vahiy Hz Muhammed ile sona ermiştir.
Nurcuların diğer Müslümanlardan üstün olduğu iddiası da asılsızdır. Bu tür iddialar bölücülüktür, dinen ve aklen hiçbir değer taşımazlar.
Sonuç:
1) Said-i Nursî, kendisinin iddia ettiği gibi Allah tarafından görevlendirilmiş biri değildir. Nurcuların ve din sömürücüsü siyasetçilerin inandıkları gibi Said-i Nursî mübarek birisi de değildir. O, kendisini ağıra satmasını bilen, inanç bozan birisidir.
2) Milli kahramanlarımız ve milletimiz işgalci İngiliz, Yunan ve İtalyanlara karşı cephelerde savaş verirken Said-i Nursî milli mücadeleye katılmamış, İstanbul’daki bir villada oturmuştur. Düşüncelerinden yararlanmak isteyen devlet adamlarını dinsizlikle suçlamış, tehlikeli girişimlerde bulunmuştur.
3) Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulma ve temellenme yıllarında Said-i Nursî emperyalist, bölücü/yıkıcı iç-dış şer odaklarına destek vermiş, TC’ne karşı başlatılan isyanda bulunamayışının acısını itiraf etmiştir.
4) Said-i Nursî Tam bir Amerikancıdır. Bu yüzden O, şimdiki Amerikancı hoca ve siyasetçilerin fikir babasıdır. Said-i Nursî, Müslümanların Batı boyunduruğuna girmeleri için elçilik ve katiplik yapmıştır.
5) Said-i Nursî tefrikaya düşmemizde, tevhit inancımızın bozulmasında, Kuran’ı bırakıp şirke yönelmemizde rol sahibidir. Yani O, hayatı ve düşünceleriyle Müslüman Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin fitnesidir.
6) Biz Said-i Nursî fitnesini sağduyulu davranarak, Kuran Müslüman’ı olarak önleyebiliriz. Yoksa, “nurculuk fitnesi” bizim külümüzü savuracaktır.
Not: Said-i Nursî ile ilgili bilgi ve belgeleri kaynaklarıyla birlikte verecektim. Bu durum yazımızı çok uzatacağından yararlandığım kaynakları ismen veriyorum: Emirdağ Lahikası (Said-i Nursî), Said-i Nursî Fethullah Gülen ve Laik Sempatizanları (Alpaslan Işıklı), Meczup Yaratmak (Mustafa Yıldırım), Cumhuriyet Tarihi Yalanları 2. Kitap (Sinan Meydan)
Yusuf DÜLGER, 2 Ekim 2012