ŞAKADIR ŞAKA!

ŞAKADIR ŞAKA!

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Kas 20, 2014 23:57

ŞAKADIR ŞAKA!


Şöyle bir haberlere göz atanın, aklı duruyor. İnsanın duyduklarına, okuduklarına inanası gelmiyor. Bunlar gerçek olamaz, şakadır diyorsun…

Ülkemiz bu kadar aşağılara düşürülemezdi, ne olursa olsun, değerlerimiz, bu derece yerlerde sürünemezdi…

Bunu nasıl başardılar, başımıza bu deli takkesini nasıl geçirdiler anlamaya çalışıyorum.

Her dakika, her saniye, her yerde, her yazılı, sözlü, görüntülü basın yayında terörist başı, yani baş katil, adıyla anılıyor. Adamdan sayılıyor, on beş yıldan beri bir adamızda hapis yatan hükümlü caniye, lider sıfatı ekleniyor, bunun adı üstünde yorumlar yapılıyor. Şaka değil, ciddi ciddi bu katil, her an ulusun gözüne sokuluyor… Bu durumu kimse yadırgamıyor. Açın bakın herhangi bir televizyon kanalını, bir gazeteyi, bir yerinde, bir an da olsa, bu on binlerin katilinin adını duyacak mısınız, duymayacak mısınız? Baş katilin bir resmini görecek misiniz, görmeyecek misiniz? Deneme bedava.

Bir deli kuyuya bir taş atar, kırk akıllı çıkaramazmış. Bu atasözünü, sağlamasıyla yaşatıyorlar bizlere. En son, Dersim deyip Dersim’le kalkıyorlar bölücü korosunun elemanları. Dersim, Tunceli’nin eski adı. Cumhuriyet’in yedi düvelce kıskanılan, yoluna ha bire taş konulan zor yıllarında, isyan çıkartılan, devlete başkaldırtılan yerin eski adı böyleymiş. Günümüzde bu adla bir yer yok ülkemizde. Şimdi tüm derdimiz burası. Hem de eski adıyla anarak, eski adı dayatarak. Şaka değil gerçek. Cumhuriyetimizin en görkemli, en şerefli, en bağımsız ilk dönemini doladılar dillerine; günümüz rezilliklerini, vatana ihanetleri görmezden gelen, kendine bile saygısı olmayan, bir merkezden yönetilen, kurulu saat gibi davranan insancıklar… Günümüzün yolsuzluklarını, art arda çıkarılan, devleti din devletine dönüştürecek, Cumhuriyet’in canına okuyacak ihanet yasalarını, PKK, Ermeni terörüyle “kim vurdu” ya giden, katilleri bilinmeyen, yakalanmayan, yakalanması engellenen binlerce şehidimizin yerde kalan kanını bıraktık; yüce kurtarıcımızla, Cumhuriyetimizle uğraşıyoruz, uğraşmalarına izin veriyoruz…

Bu yetmiyor, yok Amerika’yı kim keşfetmişmiş, bunun merakındayız… “Delirdiniz mi, bu nedir bu? Bu tartışma hangi aklın işidir? Olsa olsa bu bir şakadır, şaka!” demeyin. Açın bir gazeteyi, açın bir haber kanalını gözlerinizle görün, kulaklarınızla duyun!..

Bilim adamları, kadınları, tarihçi geçinenler, siyasetçi artıkları, hepsi hepsi sırayla ekrandalar. “Amerika’yı kim keşfetti?” sorusunu ağızlarından köpükler saçarak tartışıyorlar. Bu malın alıcısı da var; trene baktırır gibi televizyon başına oturtulanımız, okuma sevgisi aşılayamadıklarımız, eğitimsiz bıraktıklarımız olmasa kime bilgiçlik taslayacaklar? Ne verilirse onu yiyen, beyinciğini bir kırıntı besleyemeyen, aldatılarak, kimi zaman korkutularak bu duruma düşürülmüş, geleceği elinden çalınmış, yoksul, muhtaç bırakılmış, kafasının içi boş çuvala döndürülmüş kişi o kadar çok ki…

Bu sözleri, dünkü toplu açılışın (inanırsanız,155 eğitim kurumu), baş konuşmasından aldım. Birdenbire ortaya atılan “Amerika’yı Müslümanlar keşfetti,” sözüne itiraz edenlere bu yanıt. Kimin konuştuğunu, bu tartışmayı kimin başlattığını, bizi, bunlar diye kimin ayırdığını söylemeye gerek var mı? Konuşmada “bunlar” diye bir kesime sesleniliyor. Ayrıca “millet” diye “ümmet”e dendiğinin kanıtı bu sözler:

“Bu işin uzmanlarından önce bizim kendi gençliğimiz araştırmadan incelemeden buna itiraz etmeye başladılar. Koca koca adamlar da itiraz etmeye başladılar. Köşe yazarları da itiraz ediyor. Çünkü bunlar bir müslümanın bunu yapabileceğine inanmadılar. Karadan gemileri yürüttüğüne de inanmıyorlar. Taş üstüne taş koyamadılar bunlar. Kendi milletine inanmıyorlar. Kendi ilim insanlarının bilgileriyle alay edenler ancak kendilerini küçültürler.”

Bir de şu çağda, şu döneminde dünyanın, eller aya değil Mars’a giderken, kuyrukluyıldızlara on yıl boyunca uzayda araç ilerletirken, bizlere “İmam Hatip” okullarının övgüsü yapılıyor, her bulunan fırsatta. Sayılarının artışı, bu tür eğitime devlet yönlendirmesi, eğitimde ikilik sayılmıyor. Yasalarımıza aykırı görülmüyor din ağırlıklı toplumu bölücü eğitim. Tam tersine bu durum iktidarca, iktidardan beslenenlerce, tescilli hainlerce bir övgü konusu. Anıtkabir’in karşısındaki bir okulu (Alpaslan Ortaokulu) tüm itirazlara karşı bir meydan okuma olarak imam okuluna çevirmişler, gazeteler yazdı. Bir kaç sene sonra tüm okulların bu tür okula dönüşeceklerinin de işareti veriliyor böylece. Türkiye gibi Atatürk devrimleriyle aydınlanmadan geçmiş, çağdaşlık yolunda çok yol almış bir ülke, ortaçağ karanlığına, ezberci eğitime, ulusalcılıktan ümmetçiliğe döndürülecek yeniden öyle mi? Şaka olur da, şakanın böylesi olur mu?

Güneş cenneti ülkemizde, bu devirde, bu ileri teknik çağında, güneşi çok az gören en ileri ülkelerin bile sımsıkı sarıldığı güneş enerjisini bıraktık, rüzgâra sırtımızı döndük, çevresini öldüren, ağaçların, suyun, toprağın katili termik santrallara sarıldık. Şaka değil, gerçekten böyle. Yüzbinlerce ağacı bir gecede kestirir olduk. Önceden kesilen milyonlarca ağacı zaten unuttuk, kesilecek milyonlarca orman ağacı, zeytin ağacı sıradayken…

Nükleer santrallardan hiç söz etmeyelim. İkisinin yapımı başlamış, üçüncüsü yoldaymış desek, hem de birincisi Akdeniz’in incisi, gözbebeği Mersin’de, diğeri, Karadeniz’in incisi, en korunmuş, en tarihi- kültürel bölgesinde, Sinop’ta desek… Sinop burnuna, İnceburun’a, oranın yeşilliğini yok ederek santral yapacaklar, santralın zehirli atom çöpünü de kentin ortasından, burnun karaya tek bağlantısı olan, daracık bir yerinden geçirecekler, böyle bir akıl dünyada yok desek, bundan habersiz olanlar şaka diye bağıracaklardır. Güneş ülkesi, rüzgâr ülkesi bir cennet ülke, modası geçmiş, vazgeçilmiş bir enerji üretimini, eskimiş teknik yapısıyla, çevresini zehirlemede birinci olmuş, santral patlatan Japonya’dan, dünyaya ilk atom santralı kazası yaşatan, binlerce vatandaşının ölümüne sebep olan, yüz binleri sakat bırakan ama buna aldırmayan, insanın bir değeri olmayan Rusya’dan almaya kalkışır mı? Ülkesini, kendine hayrı olmayan, yayılmacılıkta birinci, sömürgeci bu iki canavara teslim eder mi?

Bırakın sosyetikleri, sıradan iş yerleri bile artık adlarını Türkçe sözcüklerden almıyor. Bir İngilizce merakı aldı başını gitti. Sonunda Türkçemizin başını yiyecekler! Bu sosyetiklerin, sanatçı geçinenlerin ülkemizde gezdikleri, gittikleri geldikleri yerleri gazetelerden okuyorsun. Bütün yer adları İngilizce. Birçoğu Tarzanca. Türkçe sözü, İngilizce okunuşuyla mı, yazılışıyla karışık mı, her ne şekilde yazıyorlarsa, sözleri maymunlaştırıyorlar. Barışın böyle yazılacağı kırk yıl düşünseniz aklınıza gelir miydi? “Barısch.” “Atakann” adının İngilizcesi de bu sanırım. Bazılarına Türkçemizin güzelliği, Türkçenin uyumlu sesleri, Türk harfleriyle kusursuz yazımı batmış olmalı…Dilimize sinsice sokulmaya çalışan o üç virüsü de unutmayalım. V sesimizin yerine w yazmaya meğer ne kadar çok meraklı varmış… Bunların çoğu hain, bölücü; bir kısmı bilgisiz, okuma yazması kıt olduğu için böyle yapıyor.

Alın size radyonun, maydanozun yeni yazımı: Radio Mydonose.

TV(te ve) sesleri tüm dünyada televizyonun simge yazılışıdır. Her dil bu sesleri kendince okur. Bizde? Ti vi diyorlar, ti vi! “T” sesi “ te” diye okunmuyor, bir çok televizyonun adı, falan tivi, filan tivi… Kendine ulusalcıyım diyen yazarların çoğu da bu akıma kapılmışlar. “V” de “ve” değil, ne gülünç, tutmuş “vi” olmuş bu dillerini eşek arısı sokasıcaların dilinde!

Bir bölücü adam, adı Türk, kendi Türk düşmanı olan bir televizyon kanalında geçen akşam, izleyenler söyledi, Arapçadan çeviri yapıyor gibi, o aslında olmayan bölücü ağızdan tümce okuyor, ardından Türkçesini söylüyormuş. Olmayan bir dili böyle ispatlayacaklar, var saydıracaklar akıllarınca.

Hem İngilizceyle, hem bir dil sayılmayan, toplama sözcüklerden oluşan yerel ağızlarla bizi çökertiyorlar. Bir biri, bir diğeri yumrukluyor başımızı… (Sarmaşık gibi ortalığı saran Arapça yazıları da, bu tehlikenin büyüklüğünü de akıldan çıkarmayalım.) Bunların o kadar çok sesi çıkıyor ki, bizi bezdirdiler, yıldırdılar neredeyse… Üstelik bağrımızda yetiştirmişiz, bal kaymağa bulamışız onları, okullarımızda okumuş, Atatürk’ün devrimleriyle, dilimiz Türkçeyle adam olmuşlar. Bir kısmı yolunu bulmuş, paraya boğulmuşlar. Sonunda da arabalarının markalarıyla, kollarına taktıkları saatleriyle, elbiseleri, inciği boncuğu ile övünen, yeri geldiğinde de bizi sokan yılan çıyanlara dönüşmüşler…

Bu yazdığım yerler 16 Kasım 2014 tarihli bir gazeteden: Beşiktaş Çarşısı’nda imiş Zalatta. Buradaki etler, burgerler (neyse burger?) acayip lezzetliymiş. Zalatta demek ki bir lokantanın adı. Salata sözünden bozma. 6 Aralık’ta İstanbul Gümüşsuyu’ndaki Park Hotel Bosphorus’ta 27. Best model of The World yarışması varmış. Anadolu Ateşi Dans Topluluğu’nun Ataşehir’deki Ülker Sports Arena’da Troya gösterisi sahnelenecekmiş… Alaturka Rekords Grubu’nun Zorlu Center PSM’de konseri 22 Kasım’daymış. Ataköy taraflarındaki Aqua Florya sanki bir eğlence yeriymiş. Nişantaşı’na koysanız yadırganmazmış. Walkin 29 en dikkat çeken mekânıymış buranın.

Bu yerler, bu adlar keşke şaka olsaydılar… Kendimize, dilimize saygımızı bu derece yitirmeseydik…

Sanatsal gösteriler, gösteri merkezlerinde değil artık. Konserler salonlarda yapılmıyor. Salon değil oraların yeni adı: “Congresium.” Örneğin Zorlu Center’de bir sürü konser var Kasım sonunda, Aralık’ta. Center nedir demeyin. Cahil kalmayın o kadar canım… Küçük Amerika olmak kolay mı? Boşuna mı tartıştırıyorlar sizle birlikte tüm dünyayı, Amerika’yı kim buldu diye? Bir bildikleri vardır, bu küresel çete boşa koymaz…

Yeni bir kahve markasının adı, By Dibek. Sütlü Türk kahvesiymiş. Dibeği anladık anlamasına da by (be-ye) ne demek çıkaramadık dediğinizi duyar gibiyim. İki sessiz harf Türkçede bir hece oluşturmaz, bir anlam taşımaz sözünü boşuna diyorsunuz. Yeni dilimiz İngilizce değil miydi, şaka mıydı bu Tarzanca yazılar, adlar, konuşmalar? Şaka mı, dilimize olmayan bir dili (yerel ağızları) ortak koşma çabaları?

Çocuklarımıza yeni koyulan adlara üşenmeyin bir bakın. Adlarımız bundan böyle, değişik olsun, yabancı ada benzesin, bu benzerlik de kesmezse yabancı adla çocuğumun adı aynı olsun diye değiştiriliyor… Yer adlarından sonra hızla yayılan bir moda bu. Gün gelecek, Türk adlarını yabancılardan kimse ayıramayacak… Bakın bu adlar, soyadı Türkçe olan, anası babası Türk, ülkemiz çocuklarının adları: Vakaris, Ceylin, Melis, Melissa, Lisa, Alin, Erva, Arya, Bera, Almila, Aleyna, İlayda, İleyza, Esila, Belis, Alis, Amis, Mira, Mitras, Ada, Minel, Dora, Karen, Nisa, Cihad, İkra... İngiliz’in adları başı çekiyor. Türkçe yazım kuralına uyulmadan yazılan sonu “d” ile biten Arapça adlar… Kırk yıllık Cihat bile Cihad olmuş. Bunların ardından eski Yunan medeniyetinin Yunanca adları çok moda. Adlarımızı koruyan yasalara ne oldu demeyin! Korunan hangi değerimiz kaldı ki? Yayılmacı, açgözlü, vatanımızda gözü olan Yunan, yerli işbirlikçileri eliyle, meydanı boş bulmuş, adlarıyla, gözde büyütülen, kendileriyle bir ilgisi olmayan eski Yunan kültürü, uydurulan Anadolu Yunandı, siz sonradan geldiniz hain masalıyla bizi algılarda tutsak ediyor, ta karnımızı deşiyor, bizi çarpışmadan, beynimizden, gönlümüzden teslim alıyor… Önceki gün konuşuyoruz köylülerle aşureye çağrıldığımız bir evde. En yaşlısı, gözünün feri kaçmış, iki büklüm yürüyeni, ülkemizin en güzel yerleri Akdeniz kıyıları olmalı, buraların değerini bilin, yabancılar elinizden almasınlar sözüme karşı dedi ki: “Buraları biz de başkasından almışız. He, şu mezar (Likya mezarı) bizim mi? Yunan’ın!” demez mi? Üzüntüden, sinirden ölecektim.

Bu, dünden, en yeni haberlerden biri: Altıncı sınıf bir ders kitabından canlıların üremesi konusu yeni baskısında çıkarılmış. Üreme bilgisi sakıncalı bulunmuş. Öğrenilmese de olurmuş, ayıpmış bu gibi konular. Hadi buna utanmanız kalmışsa araştırmadan şaka deyin! Buna karşı din kitabı dersine (Kuran Dersi) son teknolojik ürünlerle katkı sağlanmış. Büyük paralar harcanmış çocuklarımızın Arapçayı Arap gibi okumalarına, boğaz seslerini taklit etmelerine… Sureleri değişik seslerin okuyuşundan dinleyerek, bilgisayarda görüntülü izleyerek, dağıtılan ses kayıtlı izleme aygıtlarına parmaklarıyla şöyle bir dokunarak kolayca ezberleyeceklermiş imam okuluna gitmeyen ama her biri imam gibi yetiştirilen çocuklarımız…

Hani şu bin odalı saray var ya, 2012 yılında yapımına başlanan, iki yıldan az bir sürede kaç milyar dolara bitirilen. Buranın yapımı borç alarak olmuş. Nereden mi? Hemen şakadır demeyin, bir duyun önce: TOKİ’den. Başbakanlığa bağlı inşaat kuruluşundan. Göğe direk beton tabutluklar dikmede, milleti yüksek yapılara üst üste tıkıştırmada pek usta olan kamu şirketinden.

Burada iş bitti mi? Bitmedi. Hani iktidarı, muhalefeti bu bin oda neyin nesidir, ne için kullanılacak, neden bin oda, neden bu büyüklük diye soruyor, bu konu tartışılıyordu ya, bu tartışmalara nokta konulmuş: Bin oda yetmezmiş, 250 oda daha yapılacakmış. Bu da yetmezmiş, oraya kaç bin kişilik cami dikilecekmiş. Bu da yetmezmiş, ne o yeşil yeşil ormanlık bölümler? Atatürk Orman Çiftliği’nde ağaç da neymiş? Hepsi kesilmeliymiş…

Ah yanlış söyledik: Yeni Mahalle Çiftliği diyecektik. Cumhuriyetimizin kurucusu yüce önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk ulusuna bağışladığı bu çiftlik ad değiştirmiş. Adından Atatürk’ü almışlar. Hemen başladınız değil mi şaka demeye? Boşuna çaba, bu haberin şaka olmadığını dağdaki çoban bile duydu da siz duymadınız mı? Yenimahalle’nin bir mahallesi oluvermiş bataklıkken cennete döndürülen, Ankara’nın akciğeri olan bu yerler…

Önümde şaka gibi bir reklam sayfası. “Hepsi burada com” imiş bu ürünlerin duyuranı. Gazetenin bir sayfası bu resimli duyuruya ayrılmış. Hangi ürünleri mi duyuruyorlar? Sırayla yazayım: Prima, Alo, Perwoll, Dove, Palmolive, Pronto, Pyrex (Multicook, Vitroceramic, Borosilikat), Lipton. Şimdi söyleyin bu reklam duyurusu hangi ülkeden? İngiltere’den mi, Almanya’dan mı? Nereden? Tek bir Türkçe ürün adı geçmediğine göre, Türkiye olamaz, öyle değil mi? Oysa durumumuz tıpkı o şarkıdaki gibi: “Olur olur, bal gibi olur!” Yabancıya teslim olursan, yabancı ürünlere kapılarını ardına kadar açarsan, kendi ürettiklerini bile yabancı adla tanıtırsan, niye olmasın?

Şaka gibi ama inanın bu yazdıklarım da şaka değil:

Her anımız, her günümüz gerçek üstü geçiyor. Eminim şu anda ekran gülleri, bülbülleri, o çığırtkan, ince sesleriyle çığırıp, kin kusup duruyorlardır kendilerini adam eden Türkiye Cumhuriyeti’ne… Bölücüler bir zamanlar yurtdışında bile diyemediklerini, ülkemizde, Meclis’te, televizyonlarda yüzümüze karşı diyorlar… Bölünmez bütünlüğümüze saldırı serbest. “Devleti koruyan yasalar nerede?” sorusunu soran sorana.

Uyuşturucuyla örgütünü besleyen PKK’yı, kaçakçılarını bıraktık, Deniz Seki’yle uğraşıyoruz. “Şakanın böylesi!” diyecek, haberden haberi olmayan. Şaka değil, gerçek: Günah keçisi seçilen, bu yüzden aylarca peşine düşülüp takip edilen, sonra yeniden hapse atılan bir kadın şarkıcı var karşımızda, işin aslı bu.

Hürriyet gazetesindeki bu başlık şakadan öte. Yukarı kaldırdığı çıplak bacaklarına çizme giyen bir artist resminin üstüne yazılmış: “Rol için Kürtçe öğrendi.”

Şakadan geçilmiyor bu resimli haberde. Şakanın büyüğü: “Kürtçe” sözü. Böyle bir dil mi var? Bu işlerden az çok haberi olan bunu okuyunca sorar: “Hangi ağzı öğreniyormuş?” der. Birbirini anlamayan kaç tür ağız. Kimine göre beş, kimine göre dört, kimine göre üç. Ziya Gökalp şöyle saymış: Kurmanç, Zaza, Soran, Goran, Lor. Siz hiç böyle birbirini anlamayan, birbirinden bambaşka ağızlara topluca bir ad verildiğini duydunuz mu? Hem de öyle kurnazca, sinsice verilen bir ad ki! Türkçenin sesleriyle oynayarak, neredeyse sesteşi bir söz türetiyorlar, olmayan bir dile Kürtçe diyorlar. Demekle kalmayıp böyle bir şey varmış gibi başlıyorlar bu konuda haberler yaymaya, konuşmaya, anlatmaya…

Bölücüğü kendine iş edinmiş Radikal’den, Hürriyet başlığına almış bu uydurulmuş, türetilmiş, özel amaçlı haberi; bu başlıkla da ballandırarak veriyor: Kürtçe(?) dizi ve sinema gibi popüler sanat alanlarında hızla kendine yer ediniyormuş, dikkat çeken eğilim ise, dizi ve film oyuncularının Kürtçe(?) öğrenmeye başlamalarıymış.

“At Babo at!” Sizi kim tutar? Sizin gözünüz dönmüş bir kere, akıl baştan gitmiş, öyle şımartılmışsınız! At pazarında eşekler osurur olmuş…

Sonra iki arada bir derede, Türk sineması sözüne bile ırkçı tanımı vuruyor bu bölücülerin kudurmuşları. Türkiye sineması denecekmiş, tüm ırkları, dilleri karşılaması için. Ya bunlar aklını oynattı, dünyadan, ülkemiz gerçeklerinden haberleri yok, ayda büyümüşler; ya biz çok aptal görünüyoruz, ne dersek, ne yaparsak yutarlar bu salaklar deniyor. Yoksa bunların hepsi şaka mı?

Söyleyin, bu başlık şakadan başka ne olabilir?

“Dünyadaki başkanlık sarayları” başlığı attırmışlar gazetelere bin odalı kaçak sarayın resmini başa koyup. Algı yönetimi iyi yapılıyor. Çocuk kandırır gibiler… Burasına yapılırken sözüm ona - neden gerek varsa- başbakanlık sarayı dediler. Açılışında, cumhurbaşkanı burayı kendisine istedi, biz ne yapabiliriz, burası bundan böyle cumhurbaşkanlığı sarayı olacak, duyduk duymadık demeyin diye yeni durumu bir iyice bellettiler. Son aşamaya yeni geçilmiş. Yoksa nasıl böldürecekler ülkemizi? Ağızlardaki bakla çıkmış. Yepyeni bir yönetim biçimimiz doğacak pek yakında anasından, toplum buna alıştırılıyor: ““Başkanlık.”

Aldırmayın bu da şakadır şaka! Hiç doğru olur mu?

Feza Tiryaki, 19 Kasım 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x