Sarı Öküz =) “KIBRIS’I VERELİM” diyenlere ithaf olunur ...

Forumda gereksiz, yanlışlıkla açılmış veya kilitlenmiş başlıklar buraya taşınır.

Sarı Öküz =) “KIBRIS’I VERELİM” diyenlere ithaf olunur ...

İletigönderen MedceziR » Çrş Haz 20, 2007 18:03

Eski zamanların birinde bir öküz sürüsü yaşarmış. Yaşarmış yaşamasına, ama civardaki aslanlar bir türlü rahat bırakmazmış onları. Hemen her gün saldırırlarmış sürüye. Öküz dediğin öyle yabana atılır bir hayvan değil ki, bir araya toplandılar mı kolayca defetmesini bilirlermiş o koca aslanları.
Gerçi bir iki sıyrık alırlarmış, ama yine de boyun eğmezlermiş aslanların zorbalığına.
Gün geçtikçe aslanları almış bir kaygı. Tavşan, fare gibi küçük hayvancıklarla beslenir olmuşlar. Git gide güçten düşmüşler. Eh aslan bu; hiç fare ile doyar mı ?
“Her halde bize bu otlağı terk etmek düşüyor” demiş aslanlardan birisi. “Evet” diye onaylamış diğerleri. Nereye gideriz diye düşünürlerken ’’bir dakika !’’ diye bir ses duymuşlar gerilerden.
Herkes dönüp bakmış sesin geldiği tarafa. Sürünün en çelimsiz, ama kurnaz mı kurnaz bir ferdi olan Topal Aslanmış söze atılan.
’’Hayır’’ demiş, ’’hiçbir yere gitmiyoruz. Siz bana bırakın, ben hallederim bu işi.’’
İnanmamış kimse ona, ama “haydi bir şans verelim. Ne çıkar?” diye düşünmüşler.
O da almış yanına bir iki aslan ve gitmiş öküzlerin yanına. Beyaz bayrak çekmeyi de unutmamış. Öküzlerin lideri olan Boz Öküz basta olmak üzere beş irikıyım öküz yaklaşmış onlara. Sormuşlar ne istediklerini.
Topal aslan başlamış konuşmaya. Bir yandan da Boz Öküzün sivri ve kocaman boynuzlarına bakıp ürperiyormuş.
’’Saygıdeğer öküz efendiler’’ diye başlamış lafa.
’’Bugün buraya sizden özür dilemek için geldik. Biliyorum, sizleri çok defa incittik, kim bilir kaçınızda su pençemin izi vardır. Ama inanınız bunların hiç birini isteyerek yapmadık. Biliniz ki biz aslanlar, barışçı bir milletiz. Hele öküzlerle hiç bir alıp vermediğimiz olamaz. Evet,size birçok kere saldırdık, ama niye biliyor musunuz ? Hep o sizin aranızdaki Sarı Öküz yüzünden… Onun rengi ile sizinkiler gibi değil ki ! Gözümüzü kamaştırıyor; aklımızı başımızdan alıyor. Onu gördük mu ne kadar barışsever olduğumuzu unutup size saldırıyoruz ve sürünüze zarar veriyoruz. Yoksa bizim sizinle hiçbir alıp veremediğimiz yok ! Onun yüzünden hepiniz zarar görüyorsunuz. Bir türlü rahat otlayamıyorsunuz. Belki geceleri bile kükrememiz uykunuzu kaçırıyor. Bunların hepsi Sarı Öküzün suçu. Verin onu bize, siz de kurtulun, biz de barış içinde yasayalım’’ demiş.
Boz Öküz, diğer önde gelenlerle görüşmek üzere geri çekilmiş. Hepsi de sıcak bakmışlar bu teklife. Bir tek yaşlı Benekli Öküz “olmaz” demiş, ama kimseye dinletememiş sesini.
Zavallı Sarı Öküz, kurban edilmiş aslanlara. Hepsi birden saldırmışlar zavallı öküzün üzerine. Bir ikisini fırlatmış üstünden, ama bitkin düşmüş az sonra. Çırpınmış, haykırmış, yardım istemiş; yalvarmış. Ama yokmuş onu işiten.
Diğerleri üzülmüşler üzülmesine; ama elden ne gelir ki ? Bütün sürünün geleceği için gerekliymiş bu…
Gerçekten de günlerce sürüye hiçbir saldıran olmamış. Huzur içinde geçer olmuş günleri.
Ama aslan milleti bu, ne kadar sabreder ki ? Hele öküz etinin tadını aldıktan sonra.
“Acıktık” demişler Topal Aslana; daha bir kaç hafta bile geçmemişken. O da yine almış yanına bir kaçını, bir defa daha gitmiş Boz Öküzün yanına.
“Selam” diye girmiş söze. ’’Gördünüz ya, biz aslanlar ne denli uysal milletiz. Doğru kararınız için sizi bir daha kutlamak isterim. Siz de huzur içindesiniz, biz de. Ne mutlu ! Yalnız buraya bunları söylemek için gelmedim. Büyük bir sorunumuz var.’’
’’’Nedir ?’’ demiş Boz Öküz merakla… “Şu sizin Uzun Kuyruk’’ demiş Topal Aslan, ’’öyle uzun bir kuyruğu var ki, nereden baksak görünüyor. O kuyruğunu salladıkça bizim de aklımız başımızda gidiyor. Gözümüz dönüyor; sürüye saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Halbuki siz öyle mi ya, hepiniz normal kuyruklusunuz. Bir onun suçu yüzünden, korkarım hepiniz zarar göreceksiniz. Gelin verin onu bize, bu konuyu burada kapatalım. Eskisi gibi barış ve sevgi içinde iki taraf da hayatını sürdürsün.’’
Boz Öküz, yine görüşme yapmış sürünün ulularıyla. Yine sadece Benekli Öküz karşı çıkmış. Hepsi de “verelim gitsin” demişler. Görüşme daha da kısa sürmüş bu kere. Dışlamışlar Uzun Kuyruklu öküzü sürüden. Saatler sürmüş zavallının çırpınışları; ama sonunda o da yenik düşmüş aslanlara.
Tekrar tekrar yinelenmiş bu olanlar.
Her geçen gün daha da semirmiş aslanlar. Alabildiğince güçlenmişler. Öküzlerse her gecen gün daha da zayıflamışlar; seyreldikçe seyrelmişler.
Aslanlar, küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış. Artık bir neden bile söyleme gereği duymuyorlarmış. ’’Verin bize şu öküzü, yoksa karışmayız’’ demeye başlamışlar.
Zavallı öküzlerin “hayır” diyebilecek güçleri kalmamış. Hepsi birer birer can veriyormuş aslanların pençesinde.
Boz Öküz de aralarında olmak üzere bir kaçı kalmış en sona.
’’Ne oldu bize, ne zaman kaybettik bu savaşı aslanlara karşı, oysa ne kadar da güçlüydük ?’’ diye sormuş biri Boz Öküze.
’’Biz’’ demiş Boz Öküz, gözleri nemli ve sesi pişmanlıkla titreyerek, ’’Sarı Öküzü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı”.
“KIBRIS’I VERELİM” diyenlere ithaf olunur ...
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...

İletigönderen Nihan » Prş Haz 21, 2007 9:32

Medcezir sağolasın, ben de toprak vermenin Türk milletine neler kaybettirebileceğini gösteren bir destanımızı ekleyeyim:
Çin Kaynaklarına Göre Göç Destanı
Uygur ülkesinde, Togla ve Selenge ırmaklarının birleştiği yerde Kumlançu denilen bir tepe vardır. Bu tepenin adına Hulin dağı denirdi. Hulin dağında birbirine çok yakın iki ağaç büyümüştü. Bu ağaçlardan biri kayın ağacı idi. Bir gece, kayın ağacının üzerine gökten bir mavi ışık düştü. İki ırmak arasında yaşayan kişiler bu ışığı gördüler, ürpererek izlediler. Kutsal bir ışıktı bu; kayın ağacının üzerinde aylar boyu kaldı. Kutsal ışığın kayın ağacının üzerinde kaldığı süre içinde ağacın gövdesi büyüdükçe büyüdü, kabardı. Ağaçtan, çok güzel türküler gelmeğe başladı. Gece oldu mu, ağacın otuz adım ötesine değin bütün çevre ışıklar içinde kalıyordu.

Bir gün, ağacın gövdesi birdenbire yarılıverdi. İçinden beş küçük odacık görünümünde beş küçük çadır çıktı. Her odacığın içinde bir çocuk vardı. Çocukların ağızlarının üzerinde asılı birer emzik vardı; onlar bu emziklerden süt emiyorlardı. Işıktan doğmuş olan bu kutsal çocuklara halk ve halkın ileri gelenleri çok büyük saygı gösterdiler.

Çocukların en büyüğünün adı Sungur Tigin, ondan sonrakinin Kotur Tigin, üçüncüsünün Tükel Tigin, dördüncüsünün Or Tigin, beşinci ve en küçüğünün adı da Bögü Tigin idi. İnsanlar, bu beş çocuğu Tanrı'nın gönderdiğine inandılar. İçlerinden birini kagan yapmak istediler. Bögü Tigin ötekilerden daha güzel, daha yiğit, daha akıllı idi. Halk, Bögü Tigin'in hepsinden üstün olduğunu anladı, onu kagan seçti. Bögü Han, büyük bir törenle tahta çıktı. Kendisinden sonra gelen otuzdan fazla soyu da Uygurlar'ın başında kaldı.

Yıllar yılları kovaladı. Bir gün geldi, Yolun Tigin Uygurlar'a kagan oldu. Yolun Kagan'ın Kalı Tigin adında bir oğlu vardı. Yolun Kagan, oğlu Kalı Tigin'e çin konçuylarından (=prenseslerinden) Kiu-Lien'i eş olarak almayı uygun gördü. Kalı Tigin ile Kiu-Lien evlendiler.

Evlilikten sonra Kiu-Lien, sarayını Kara-Kurum'daki Hatun Dağı'nda kurdu. Hatun Dağı'na "Gök Ruhlarının Dağı" adı da verilirdi. Hatun Dağı'nın çevresinde daha bir çok dağ vardı. Bu dağlardan biri Tanrı Dağı idi. Tanrı Dağı'nın güneyinde de Kutlu Dağ bulunmaktaydı. Kutlu Dağ, koca bir kaya parçası idi.

Günlerden bir gün Çin elçileri, yanlarında falcılarla birlikte Kiu-Lien'in sarayına geldiler. Çin elçileri ile falcılar aralarında konuşup şöyle dediler.

"Türk ülkesinin tüm varlığı, bütün mutluluğu Kutlu Dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır. Türkler'i yıkmak istiyorsak bu kayayı ellerinden almalıyız."
Elçiler aralarında böyle konuşup anlaştıktan sonra Kalı Kagan'a gittiler. Ona dediler ki:

"Siz bizim bir konçuyumuzla evlendiniz. Bizim de sizden bir dileğimiz olacak. Kutlu Dağ'ın taşları sizin saygıdeğer ülkenizce kullanılmamaktadır. Sizin yerinize biz bu taşları değerlendirelim."
Yeni kagan, bu isteği yerine getirdiğinde sonucun nereye varacağını düşünemedi; Çinliler'in isteğini kabul etti. Böylece yurdun bir parçası olan kayayı onlara verdi. Oysa Kutlu Dağ kutsal bir kaya idi. Türk ülkesinin mutluluğu bu kayaya bağlıydı; kutsal taş Türk yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsil ediyordu. Tılsımlı kaya düşmana verilirse bu bütünlük parçalanacak, Türkler'in tüm mutluluğu yok olacaktı. Kagan bu kutsal kayayı Çinliler'e verdi. Ama kaya, kolay kolay sökülüp götürülecek gibi değildi. Bunu gören Çinliler kayanın çevresine odun kömür yığdılar, kayayı ateşe vurdular. Kaya iyice kızınca üstüne sirke döküp paramparça ettiler. Her bir parçayı aldılar, ülkelerine götürdüler.

İşte, ne olduysa o zaman oldu. Türkeli'nin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanı dile geldi; kendi dillerince kayanın düşmana verilmesine duydukları acıyı anlattılar, ağladılar. Yedi gün sonra günahı bağışlanmaz düşüncesiz kagan öldü. Ne var ki, kaganın ölümüyle de ülke felaketten kurtulamadı. Bir Çin konçuyu (=prensesi) uğruna çekinilmeden bağışlanan yurdun kayası, Türkeli'nin felaketine neden oldu. Halk rahat yüzü görmedi. Irmaklar birbiri ardınca kurudu. Göllerin suyu buğulaştı, uçup gitti. Topraklar kurudu, ürün vermez oldu. Yolun Kagan'dan sonra başa geçen kaganlar da arka arkaya öldüler.

Günlerden sonra Türk tahtına Bögü Kagan'ın torunlarından biri oturdu. O zaman yurtta canlı-cansız, evcil-yaban, çoluk-çocuk, soluk alan-almayan her ne varsa bir ağızdan "Göç!... Göç!..." diye çığrışmağa başladılar. Derinden, iniltili, hüzün dolu, eli böğründe kalmış bir çığrışmaydı bu. İnlemelere yürek dayanmıyordu.

Uygurlar bu çığrışmaları bir ilahî buyruk bildiler. Toparlandılar, yola koyuldular. Yurtlarını, yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere göç ettiler.

Sonunda adına Turfan denilen bir yere geldiler. Burada sesler kesildi. Uygurlar bu yere kondular, beş kent kurup yerleştiler. Adını da Beş-Balıg koydular. Burada yaşayıp çoğaldılar.
[img]http://img340.imageshack.us/img340/5780/nihanimza1kx5.jpg[/img]
Artık beklemiyorum.
Açık bir kapı gördüm.
Şimdi sevgi şehrindeyim.
Boşuna beklemişim.
Kullanıcı küçük betizi
Nihan
Üye
Üye
 
İletiler: 832
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 22:55

İletigönderen MedceziR » Çrş Tem 04, 2007 15:04

Nihan, sağolasın abla..
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...

İletigönderen Hasta » Çrş Tem 04, 2007 18:28

MedceziR, çok güzeldi,anlayana... :wink: 8)
Nihan, sen de sağol... :wink:
Kullanıcı küçük betizi
Hasta
Satılmıştır
 
İletiler: 1
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 14:52

İletigönderen MedceziR » Çrş Tem 04, 2007 19:55

NuNNi, haklısın abla anlayana, ama bi de bizi yönetenler anlasa..
Resim

"Vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklal varki ecnebilerin nasihatlarıyla ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin!
Tarih böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir..."


Söylesem tesiri yok
Sussam gönül razı değil...
Kullanıcı küçük betizi
MedceziR
Üye
Üye
 
İletiler: 1763
Kayıt: Pzr Nis 08, 2007 15:54
Konum: Yiğidin Harman Olduğu Yerden...


Şu dizine dön: Güncel Meydan Çöp Tenekesi

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x