SARI SENDİKACILIKTAN SARI PARTİCİLİĞE
Kendi üyesi olan işçilerin çıkarlarını bir yana bırakarak, işverenin istekleri doğrultusunda hareket eden, işverenin istekleri doğrultuda sendika tabanını oluşturarak işçileri belirli bir çizgide kontrol eden, görünüşte işçi temsilcisi olmasına rağmen, örtülü olarak patronun temsilciliğini yapan, böylece; işçi kitlelerini ağır çalışma koşullarına mahkûm eden sendikacılık yöntemi sarı sendikacılıktır. Yani sarı sendikacılık; meslek örgütçülüğünü patron yararına yaparak, üyeleri (işçileri) satmak demektir. Bir başka tanımı ile işçiyi satan, sattığının karşılığında büyük para ve çıkar sağlayan, gizli hesaplar üzerinden büyük sermaye sahibi olarak, işverenlerin çıkarları doğrultusunda onlarla birlikte olan sendika yöneticilerine, sarı sendikacı denilmektedir. Türkiye’de sendikalcığın yaygınlaşmasından sonra, sarı sendika ve sendikacıların çok sayıda örnekleri görülmüştür. Türkiye’de kızını, Hilton otelinde evlendiren sendikacılardan, otel ve kumarhane sahibi ya da yurtdışı bankalarda yüklü miktarlarda hesapları olan sendika yöneticileri, zaman zaman basın ve medya yayınlarında yer almışlardır. O nedenle Türk halkı, yaşanan olaylar sonucunda öne çıkan bazı sarı sendikacılar aracılığı ile sarı sendikacılığın ne olduğunu ve ne anlama geldiğini bilmektedirler.
Patrondan yana çalışan sarı sendikacılığın en çok görüldüğü ülkelerden birisi Türkiye’dir. Soğuk savaş döneminde Türk sendikacıları Amerika Birleşik Devletlerine götürülerek, özel eğitimden geçirilmişler, sol ya da sosyalist bir çizgide işçiden yana gerçek anlamda bir sendikacılıktan uzak durmaları sağlanmıştır. Türkiye’nin en büyük sendikaları işçiden ya da çalışan halk kitlelerinden yana bir sendikacılığı siyasal ağırlığını öne çıkararak yapmamıştır. Türk sendikacılığı bir anlamda ücret sendikacılığına dönüştürülmüş ve Amerikancı sendika başkanlarının önderliğinde Türk sendikacılığı sadece ekonomik çizgide bir eylem olarak kalmıştır. Hiç bir biçimde çalışan halk kitlelerinin hem ekonomik hem de siyasal çıkarları için mücadele eden, etkili ve aktif bir sendikacılık eylemi söz konusu olamamıştır. Sağın en koyu milliyetçi kanadında geliştirilen Türk sendikacılığı, ABD baskıları nedeniyle gerçek anlamda çağdaş uygulamadan uzak kalmış, patronlara ya da işverenlere karşı çalışanların hakları doğrultusunda mücadele edeceğine, Türkiye’nin işçiden ve çalışan halk kitlelerinden yana olan gerçek anlamda sol, sosyalist ya da Kemalist akımlara karşı saldırgan bir tutum içinde olmuştur. İşçi ve çalışanın haklarını koruyan sol, sosyalist ya da Kemalist akımlara karşı, sermaye sahibi zenginlerin düzenlerinin korunması çizgisinde patron ve işverenden yana bir siyasal çizgi, ABD destekli olarak sarı sendikacılık doğrultusunda bilinçli bir biçimde izlenmiştir. ABD emperyalizminin sol, sosyalizm ve Kemalizm düşmanlığı, ABD’de yetiştirilen Amerikancı sendikacıların sarı sendikacılığı aracılığı ile uygulama alanına aktarılmıştır.
Çalışan halk kitlelerinin en büyük hak kaybına uğradığı ülkelerden birisi olan Türkiye’de, işçi sınıfının çökertilmesi ve işsiz ve yoksul milyonlarca insandan oluşan sefil halk kitlelerinin oluşmasında, ABD güdümlü sarı sendikacılığın etkisi büyük olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra gündeme gelen küreselleşme döneminde eski baskılar ortadan kalkınca; sarı sendikacılık doğrultusunda hareket eden sendika yöneticilerinin çok zenginleştikleri, buna karşılık onların yönettiği sendikalara üye olan milyonlarca çalışan işçinin giderek yoksullaştıkları açığa çıkmıştır. Soğuk savaşın korku ve baskı dolu ortamında bir açıdan gözlerden kaçırılan bu durum, yeni dönemde iyice görülür olmuştur. Bugün Türkiye’nin sendika yöneticileri sarı sendikacılık nedeniyle fazlasıyla zengin bir konuma geldikleri için, giderek işçi sınıfı tabanından uzaklaşmışlar ve sağ çizgide sermaye sınıfından yana politika izleyen siyasal partilerden bile milletvekili olabilmişlerdir. Sosyalist sistemin çöküşünden sonra ise, çalışan halk kitleleri sol akımların dışına çıkarılarak, dinci akımların çatısı altında yeniden baskı ve kontrol altına alınmağa çalışılmıştır. Bugünün Türkiye’sinde işçi sınıfını patronlara satan sarı sendikacılar yüzünden çalışan halk kitleleri, giderek daha fazla dinci akımların etkisi altına girmişler ve açıktan dinci işçi konfederasyonları kurularak, küresel emperyalizmin halk kitlelerini, din yoluyla kontrol altına alma politikalarını bilinçli olarak izleyen yeni bir yaklaşım geliştirilmiştir. Ayrıca adında devrimci tanımlaması olan bazı eski sol sendikalarda, emperyalist batı ülkelerinin fonlarından paralar alarak, küresel emperyalizme ortak olma noktasına gelmişler ve böylece sarı sendikacılığın yeni örneklerini ortaya çıkarmışlardır. Kendi devletine karşı emperyalist devletlerin desteği ve finansmanı ile harekete geçen bazı sol görünümlü sendikalar da, küresel emperyalizmin yeni ideolojisi olan neoliberalizm çizgisine teslim olarak, işbirlikçi sarı sendikacılığın en üst düzeydeki örneklerini gündme getirmeğe başlamışlardır. Önceden ABD tarafından beslenen milliyetçi görünümlü sarı sendikacılardan sonra, şimdi de Avrupa Birliği fonlarından desteklenen sol ve devrimci görünümlü sarı sendikacılık, batı emperyalizminin dümen suyunda işçi sınıfının gerçek çıkarlarının ötesinde bir aydın fantezisi olarak devreye girmiştir.
Sarı sendikacılık, işçi sınıfını sermaye sınıfına ya da patronlara satarken, çalışan halk kitlelerini giderek çok zor durumlara düşürmüştür. Bir anlamda çağdaş sendikacılık hareketi, sendikacılığı yozlaştıran sarı sendikacılık yüzünden çökmüştür. Bir kez sendika yöneticisi olarak seçilen sendikacılar, görevleri bitince yeniden işçilerin arasına dönmemek üzere her türlü ödünü vermişler ve patronların desteği ile uzun yıllar sendika başkanlığı ya da yöneticiliğini sürdürmüşlerdir. Belirli çalışma alanlarındaki en büyük sendikaların başkan ve yöneticilerinin o iş kolunun en büyük firma ya da şirketleri tarafından desteklendikleri ve böylece sendika ağalığı ya da krallığı konumuna geldikleri görülmüştür. Bu doğrultuda ülkemizde yaşam boyu sendika yöneticisi ya da başkanı olan yöneticilere rastlanmıştır. Sendika ağaları ya da kralları sermaye sınıfı ile işbirliğine başladıklarında, yöneticisi oldukları sendika üyelerinin toplu sözleşmelerdeki haklarının kısıtlı kalmasını, patronların yararına sağladıkları için patronlar tarafından sevilen kişiler olmuşlardır. Kemikleşen yöneticilik yapısı zaman içerisinde mafya ve çete bağlantılarına kayarak, kayıt dışı ekonomik yapı süreci de yine sendika ağalarının etkili bir konuma gelmelerini sağlamıştır. Büyük para desteklerine sahip olan sarı sendikacıların, zamanla bu güçlerini siyaset sahnesinde öne çıkma doğrultusunda kullanarak, kişisel çıkarlarını en üst düzeyde gerçekleştirdikleri de görülmüştür. Sarı sendikacılık tam anlamıyla çağdaş sendikacılık düzeninin çöküşünü sağlamış ve kapitalist sistem içerisinde işçi sınıfının korumasız kalmasına neden olmuştur. Bu nedenle eski sosyalist düzenin yeniden gelmesi arayışı gündeme gelmiş ve işçilerin dini baskıların ötesinde yine eskisi gibi gerçek sendikacılığın etkili olduğu bir dönemin arayışına girdiği gözlemlenmiştir. Sarı sendikacılık ile batırılan işçi sınıfı, yeni bir uyanış ile durumunu düzeltebilmek için yeniden yola koyulmaktadır. Dinci sendikacılığın bir işe yaramadığı, aksine küresel emperyalizmin dini halk kitlelerini kontrol için kullanmasının ortaya çıkmasından sonra, bu duruma tepki olarak gerçek sendikacılık arayışı hız kazanmıştır.
Sarı sendikacılığın işçi sınıfını ve çalışan halk kitlelerini uçuruma sürüklemesinden sonra, şimdi de bir sarı particilik modası çıkartılmağa çalışılmaktadır. Türkiye’de batı emperyalizmine yakın duran sermaye sınıfının ve işverenlerin desteği ile sarı sendikacılığın işlevselliğine paralel düzeyde toplum içerisinde etkili olacak yeni bir tür particilik, sarı particilik olarak geliştirilmeğe çalışılmaktadır. Sarı sendikaların işçileri patronlara karşı harcaması gibi, yoksul halk kitlelerini egemen güçlere, sermaye sınıflarına ve batı emperyalizmine karşı harcayacak yeni bir tür sarı particilik anlayışı işveren örgütleri ve sermaye sınıfı tarafından geliştirilmektedir. Yıllardır batı emperyalizminin halk kitlelerinin sömürülmesi ve baskı altına alınması için sürdürdüğü siyasal oyunların yeni bir tür devamı olarak sahneye sarı particilik uygulaması çıkartılmaktadır. Sarının ötesinde sapsarı bir siyasal tuzak, sarı particilik üzerinden halk kitlelerine hazırlanırken, küresel sermaye ve onun yerli işbirlikçileri ya da ortaklarının güdümündeki medya ve basın aracılığı ile bu sarı particiliğin reklamı yapılmakta ve bu doğrultuda yeni bir kamuoyu oluşturulması için çalışılmaktadır. Sermaye ile medya ve basının bütünleştiği, medya şirketlerinin artık sermaye gruplarının tekelinde toplandığı bir ortamda, ekonomik kriz nedeniyle giderek sıkışan egemen güçler ve sermaye çevrelerinin çıkarlarını yükselmekte olan halk muhalefetine karşı koruyacak yeni bir tür particilik örneği olarak, sarı particilik olgusu giderek bilinçli bir biçimde tırmandırılmaktadır. Bu doğrultuda kurulacağı söylenen bir siyasal parti, henüz kurulmadan sanki kurulmuş gibi gösterilmekte, kurulmamış bir parti kamuoyu yoklamalarında sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda yüzde yirmilerde ya da daha üst düzeyde oy alabileceği, seçimlere bir yıldan fazla zaman varken şimdiden ilân edile bilmektedir. Egemen güçlerin ve çıkar çevrelerinin hırstan başları döndüğü için, eskiyen siyasal senaryolarının tutmadığı yeni dönemde fazlasıyla umut beslenen bir sarı particilik oyunu öne çıkarılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin yakın tarihine bakıldığında; emperyalizmin daha önce çevirdiği dolaplara benzeyen yeni bir dolabın çevrilmekte olduğu anlaşılmakta, var olan siyasal partilerden umudunu kesen yoksul halk kitlelerinin kendi içinden yeni bir siyasal çıkışı bekledikleri bir aşamada, küresel emperyalizm yerli işbirlikçileriyle işbirliği yaparak, medya üzerinden bir sarı parti olayını halkın önüne çıkarmaktadır. Genel seçimlerin gündeme geldiği bir ortamda, böylesine bir yeni düzenlemenin tamamen seçim sonuçlarının egemen güçler ve sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda yönlendirmeyi sağlayamaya yönelik olduğu, sarı particilik ile genel seçimlerin, egemen sınıfların çıkarları doğrultusunda sonuçlandırılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Bu çıkar beklentileri doğrultusunda, şimdiden meydanlar sarıya boyanmakta, sapsarı bayraklar yollara ve meydanlara asılmakta, sapsarı bir oluşum medyanın önüne çıkartılmaktadır. Sarı renginin hegemonyası doğrultusunda sapsarı bir siyasal senaryo yavaş yavaş devreye sokulmaktadır. Tıpkı turuncu devrimler gibi Türkiye’de bir sarı devrim yapılmak istenmektedir. Dünya kapitalizminin ağababası Soros’un yönlendirmesiyle, Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’da devreye sokulan turuncu devrimler, bu ülkelerdeki Rus hegemonyasını ortadan kaldırırken, Amerikan emperyalizminin has adamlarını iktidara taşımış, Rus emperyalizmi dışlanırken küresel politikalarla Amerikan emperyalizminin önü açılmak istenmiştir. Rusya’nın batı ülkeleriyle arasında tampon ülkeler olarak varlığını koruyan her üç ülkede ABD etkisini turuncu devrimler ile artırırken, Rusya’yı yeniden bir çember içerisine almak istemiş ve bu doğrultuda da turuncu devrimleri kullanmıştır. Amerikan devleti, doğrudan bu işlerle ilgilenmek yerine geride kalarak destek olurken, batı kapitalist sistemi adına Soros kendisine sağlanan özel fonlar üzerinden bu turuncu devrimleri finanse ederek, Rusya’nın arka bahçelerinin batı hegemonyasının eline geçmesini sağlamağa çalışmıştır. Rusya eskisi gibi Sovyet emperyalizmine benzer bir yeni tür Rus emperyalizmini kendi sınırlarına yakın bölge ülkelerinde yeniden örgütlemesin diye, arka bahçede turuncu devrimler ile bir batı sınırı çizilmek istenmiş ve tampon devletler kontrol altına alınmıştır. Ukrayna ve Gürcistan arasında yer alan bir Rusya komşusu olarak Türkiye’ de, turuncu devrim ülkelerine benzer bir biçimde sarı bir siyasal yapılanma ile denetim altına alınmak istenmiştir. İşte tam bu aşamada egemen güçler tarafından bir sarı parti olgusu gündeme getirilerek, batıcı medya tarafından Türk halkına tepeden inme olarak dayatılmaktadır. Sararan turuncu devrimler rüzgârı bu kez Türkiye’de atılacak sarı bir adım ile yeniden estirilmek istenmektedir. Böyle bir oluşumun içerisinde yer alan isimlere bakıldığında, daha çok Amerika’ya yakın duran, Avrupa Birliği ile yakın ilişkiler içerisinde olan, her zaman batı merkezli bir dünya da batının güvenilir adamları olarak Türkiye’de her devrin adamı konumundaki bazı eski siyasetçilerin öne çıkarılmağa çalışıldığı görülmektedir. Dünya dengelerinin yeniden ABD ile Rusya kutuplaşmasına doğru geliştiği bugünlerde, Türk siyasetinde Amerika’ya yakın bazı isimlerin sarı bir parti aracılığı ile siyaset sahnesine yeniden sokulmak istenmesinin tesadüf olmadığı açıkça görülmektedir. ABD yeni dönemde eski ve güvenilir adamlarıyla Türk siyasetini kontrol etmek ve yeni dönemde Türkiye’nin daha bağımsız denge politikalarına yönelmesini önlemek istediği açıkça ortaya çıkmaktadır. Böylesine bir plânın uzantısı olarak, bir sarı parti yapılanması turuncu devrimlerin Rusya’yı kuşatan çizgisinde gündeme getirilmektedir. Emperyalizm değişen koşullarda kendi dengelerini korumak üzere yeni bir plânı sarı parti aracılığı ile Türk siyaset sahnesine oturtmağa çaba göstermektedir. İçinde bulunulan uluslararası konjonktür açısından böylesine bir yeni girişim Türkiye açısından ancak bu doğrultuda değerlendirilebilir.
Rusya Federasyonun, Türkiye büyükelçisi Vladimir İvanovsky, geçen hafta içinde Cumhuriyet gazetesinde, turuncu devrimler gibi renkli siyasal oluşumların döneminin kapandığını temsil ettiği Rus devleti adına resmen açıklamıştır. Gerçekten de Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’dan sonra Avrasya ülkelerinde denenen diğer turuncu devrimlerin hiçbirisi başarılı olamamıştır. Hatta Çin sınırındaki bir küçük ülke olan Kırgızistan’daki turuncu devrim geri tepmiştir. Benzeri bir doğrultuda Ukrayna’da turuncu devrime ters düşen gelişmeler gündeme gelmiştir. Gürcistan’da ise turuncu devrim oturmamış ve iç karışıklıklara yol açarak bu ülkenin parçalanmasına neden olmuştur. ABD vatandaşı bir avukatın Gürcistan’a devlet başkanı yapılmasına kızan Rusya, Osetya ve Abazya’yı işgal ederek bu iki küçük ülkeyi Gürcistan baskısından kurtarmıştır. Bir anlam da turuncu devrimler gerçekleştikleri üç ülkede tamamen tersi bir sonuç vererek, bu ülkelerin iç karışıklıklara sürüklenmelerine neden olmuşlardır. Bu anlamda turuncu devrimler küresel düzeyde ters tepmiştir. Turuncu devrimlerin bittiği ve geri teptiği bir dönemde Türkiye’de bu doğrultuda bir sarı dönüşümün yeni bir sarı parti aracılığı ile gerçekleştirilmesi, Türk ulusu açısından kabul edilemez. Dünyada ABD ve küresel sermaye güdümünde turuncu devrimler dönemi sona ererken, aynı doğrultuda bir sarı devrimin Türkiye’de gecikmiş bir şekilde ve de genel çizgiye ters düşerek gündeme gelmesi düşünülemez. Sarı bir dönüşüm için sarı parti olgusunu hazırlayan iş ve sermaye çevrelerinin, bu durumu öncelikle dikkate almaları gerekmektedir. Aksi takdirde, emperyalizmin turuncu devrimlerinin bittiği bir aşama da Türk ulusunun ciddi bir tepkisi genel seçimler sırasında gündeme gelebilecektir. Her türlü iç ve dış egemen güçlerin desteği ya da uydurma medya senaryolarına rağmen, yeni kurulacak bir sarı parti barajın altında kalarak Türkiye Büyük Millet Meclisine giremeyecek ve diğer marjinal partiler arasında gerçek yerini alacaktır. Rusya’nın Türkiye büyükelçisinin Cumhuriyet gazetesine vermiş olduğu demecin, bu açıdan doğru bir biçimde değerlendirilmesinde Türkiye açısından ulusal yarar vardır.
Yirmi birinci yüzyılda Türkiye yolunda ilerlerken, artık dıştan güdümlü emperyalist projeler ya da politikalar ile bir yerlere gidilemeyeceği ortaya çıkmıştır. Son yirmi yılda batı merkezli ve batının hegemonyasının bütün dünyaya yaymak üzere geliştirilen beş büyük projenin iflas ettiği ve küreselleşme sürecinin durduğu anlaşılmaktadır. Merkezinde ABD’nin bulunduğu bir dünya imparatorluğu hayali çökmüştür. Ne var ki, yıllardır ABD ve batı ülkeleri tarafından sürdürülen emperyal politikaların Türkiye’deki Truva atı konumunda kullanılmış eskimiş politikacılar bir türlü bu gerçekleri ve yeni dönemin koşullarını anlamamakta ısrar etmekteler ve gene eskisi gibi okyanus ötesinden geliştirilen bazı emperyal politikalar doğrultusunda hareket ederek yeniden iktidar aramaktadırlar. Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan’da bitmiş olan turuncu devrimler sonrasında benzeri bir doğrultuda geliştirilecek bir sarı parti hareketi Türkiye’de tutmamalıdır. Eskimiş politikacılar ile eskiyen yöntemler yeniden uygulanmamalıdır. Yıllarca dıştan güdümlü girişimlere zorlanan Türk halkının, artık daha bilinçli hareket ederek bu tür senaryolara kapılıp gitmesi beklenemez. Türk kamuoyu eskisi gibi aldatılamaz ve emperyal çıkarlar doğrultusunda yeniden oluşturulamaz. Yaşanan olaylar ve ortaya çıkan deneyler artık nelerin olabileceği ve nelerin olamayacağı konusunda Türk halkını daha bilinçli bir düzeye getirmiştir. Bir insanı ya da toplumu ancak bir kaç kez aldatabilirsiniz ama sürekli olarak aldatamazsınız. Sarı sendikacılığın iflas etmesi gibi turuncu devrimler de bitmekte ve bu doğrultuda geliştirilmek istenen sarı politikalar da daha uygulamaya geçmeden anlamını yitirmelidir. Çalışan halk kitleleri sarı sendikacılık yoluyla patronların çıkarı uğruna harcanırken, Türk ulusunun beklentileri de tıpkı turuncu devrimler de olduğu gibi bir sarı parti aracılığı ile sapsarı bir dönüşüme kurban edilemez. Turuncu rengi gibi sarı renk de anlamını yitirmekte ve siyasal süreç için de geride kalmaktadır. Dünya halkları ve devletleri artık eskisi gibi istismar edilmek ya da siyasal oyunlar ile egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda yanlış yerlere sürüklenmek istememektedirler. Bütün uluslar batının gelişmiş ülkelerinde olduğu gibi, eşit koşullarda özgür ve tam bağımsız bir ortamda mutlu geleceklerini aramaktadırlar.
Dünyanın hiç bir ülkesinde egemen güçler için geliştirilen bir hareket, var olan bir siyasal partiyi borçlarını ödeyerek satın alamaz. Siyasal partiler özgür inanç ve düşünce sahiplerinin oluşturdukları mücadele örgütleridir. Serbest piyasa ekonomisinde satılık şirketleri satın alır gibi siyasal partiler de satılmağa başlarsa, o ülkede demokrasiden ya da halk egemenliğinden söz edebilmek hiç bir zaman mümkün olamaz. Siyasal partiler halk kitlelerinin çıkarlarını savunmak için kurulmuş olan ideolojik yapılardır. Bir partinin kurucuları ya da üyelerine sorulmadan bir partiyi sırf seçimlere girme hakkı olduğu için satın alarak adını ve kimliğini değiştirmek, demokrasilerdeki siyasal katılım ve halk egemenliği ilkelerine bütünüyle ters düşmektedir. Henüz yasaların öngördüğü doğrultuda kurularak tüzel kişiliğe sahip siyasal yapılanma ortaya konmadan, trilyonlarca para harcanarak bazı gayrimenkullerin bir siyasal proje için satın alınıp kullanılması, kamuoyunda değirmenin suyunun nereden geldiği konusunda haklı kuşkular ve tartışmalar yaratmaktadır. Ekonomik ve ticari holdinglere uygun büyük binaların bir siyasal proje için devreye sokulması noktasında, siyasetin finansmanı sorunu gündeme gelmektedir. Böylesine büyük sermayeler bir siyasal senaryo için seferber edilirken, Türkiye’nin idari ve hukuki organları paranın kaynağını soracaklardır. Parayı verenin düdüğü çaldığı bir ortamda siyaset sahnesinde çok büyük miktarlarda kayıt dışı sermayenin dolaştığı çeşitli yayın organlarında ileri sürülmektedir. Kayıt dışı ekonominin ve yeraltı sermayesinin giderek güçlendiği bir dönemde, bazı siyasal girişimlerin bu tür paralar tarafından desteklendiği ve finanse edildiği zaman zaman basın ve yayın organlarına yansımaktadır. Halk kitleleri için umut olacak bir yeni siyasal çıkışın ya da örgütlenmenin kesinlikle bu tür dedikodulardan uzak kalması, bütünüyle bir temiz hareket olarak gündeme gelmesi gerekmektedir. Kayıt dışı ekonomiye karışmış insanlar, ya da o kesimlerin siyaset sahnesinde temsilciliğini yapmış bazı politikacılar yeni siyasal oluşumların içinde ya da önünde olmamalıdırlar. Aksi takdirde halk kitlelerinin yeni bir umutla beklediği siyasal çıkışlar daha işin başında lekelenebilirler. Son dönemlerde yaşanan çeşitli olaylar ve siyasal gelişmeler, artık halk kitlelerinin siyasetin kirlenmesine karşı eskisine oranla daha fazla duyarlı olduğunu göstermektedir. Açık toplum ve şeffaf siyaset ilkeleri öne çıkarken, kaynağı belli olmayan büyük paralar ile yeni bir siyasal girişime kalkışılması, partilerin satın alınması ya da büyük holding binalarının siyaset amaçlı kullanılması ülke kamuoyunda ciddi kuşkular yaratmakta ve bu doğrultuda tartışmalar giderek artmaktadır. Bir yeni siyasal parti oluşumuna giderken Atlantik okyanusunun kıyılarında dolaşılması da bu tür tereddütlerin artmasına yol açmaktadır.
Yeni dönemde Türkiye’nin yeni bir iktidara ihtiyacı vardır. Eski dönemden gelen siyasal yapılar ile Türkiye’nin gereksinmelerinin karşılanamayacağı her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla içine girilen küreselleşme döneminde uygulanmak istenen bütün batı merkezli proje ve politikaların iflas ettiği bir aşamada, Türkiye’ye yeniden batı merkezli bir plânın yeni bir sarı dönüşüm ile uygulanmak istenmesi boş bir hayalden öte gidemez. Küreselleşme dururken, Avrupa Birliği dağılırken, Büyük Orta Doğu ve Büyük İsrail projeleri çökerken, ABD’nin Avrasya stratejisi iflas ederken, Türkiye’nin başına yeni bir emperyal proje sarı bir çuval gibi geçirilemez. İslam dünyasının ilk ve tek laik devletinde her gün papazlar ya da hahamlar ile dinci politikalar gündemde tutulamaz. Emperyalizmin dini halk kitlelerini bastırmak için kullanma stratejisine, ulusal kurtuluş savaşı vererek tam bağımsız ve laik bir devlet kurmuş olan Türkiye’de, Türk ulusunun alet olması beklenemez. Turuncu devrimlerin bittiği noktada Türkiye aynı doğrultuda bir sarı dönüşüme zorlanamaz. Bütün bu gerçekler dikkate alınarak Türkiye’nin geleceği için yeni arayışları hazırlamak gerekmektedir. Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan gelen devlet modeli ile Türkiye Cumhuriyeti; ulusal, üniter, laik, sosyal, demokratik ve merkezi bir hukuk devleti olarak, değişen koşullarda ve yenidünya ortamında kendi geleceğini ülkenin ve toplumun ulusal çıkarları doğrultusunda belirleme gücüne, birikimine ve şansına sahip bulunmaktadır. Bu nedenle artık okyanus ötesinden ya da berisinden kaynaklanacak yeni senaryolarla batı hegemonyası projeleri ya da politikaları Türkiye’ye dayatılamayacaktır. Türk halkı bu tür senaryolardan ve oyunlardan fazlasıyla bıkmıştır. Türk ulusu, kurucusu Atatürk’ün izinden giderek, yirmi birinci yüzyılda tam bağımsız bir devlet olarak geleceğe dönük bir biçimde kendisini yenilemesini bilecektir. Ulusal güç unsurlarını bir araya getirecek, Sivas Kongresi kararları doğrultusunda Türk halkının onayı ile kesinleşen devlet yapısını koruyacak yeni bir açılım, artık okyanus kıyılarından ya da başka devletlerin başkentlerinden değil ama Anadolu kentlerinin bağrından çıkarak Türkiye’nin başkenti Ankara’da biçimlenecektir. Diğer devletlerde olduğu gibi Türkiye cumhuriyeti devletinin ve Türk ulusunun da her zaman için kendi geleceğine dönük plân ve programları olacaktır. Devletlerarası büyük oyunda Türk devleti de tıpkı diğer kendini bilen devletler gibi kendi çizdiği senaryoları ile kendi satrancını oynayacaktır. Türk halkı genel seçimlere giderken, böylesine bir siyasal oluşum ve iktidarın beklentisi içindedir. Hiç kimsenin ya da hiç bir emperyal gücün Türk halkının bu haklı ve kutsal beklentisini istismar etmeğe, ya da sarı renkli dönüşüm programlarıyla emperyalizmin turuncu devrimleri gibi saptırmağa hakkı yoktur. Yaklaşan genel seçimlerde Türk ulusunun kendisine yaraşan bir siyasal iktidarı, seçim sandıklarından genel oy ile çıkararak halk egemenliği düzenini emperyalist baskılara rağmen sürdüreceği açıktır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN