
Agatha Christie’nin kaleme aldığı ‘Şark Ekspresi’nde Cinayet’ isimli romanı okumaya fırsat bulamayanlar, sanırız beyaz perdeye aktarılmış olan filmlerden birini seyretmişlerdir.
Romanın konusu 1930’lu yıllarda İstanbul ve Paris arasında sefer yapan ‘Orient Express’ isimli trende geçer.
Başlangıçta her şey normaldir.
Sırasıyla trene binmeye başlayan yolculardan her biri, görünüşe göre ‘birbirlerini tanımayan’, ‘birbirleri ile herhangi bir alakaları’ olmayan, birbirlerinden tamamen farklı ‘etnik köken’ ve ‘sosyal statüye’ sahip kimselerdir.
Sonra trende bir cinayet işlenir.
Bir gece saygın Amerikalı milyoner Samuel Ratchett, kabininde tam on iki yerinden bıçaklanmış olarak bulunur.
Tren idaresinden sorumlu zat, cinayetin aydınlatılması için o sırada yolcuların arasında bulunan ünlü dedektif Hercule Poirot’dan yardım ister.
Tam yetkili olarak araştırmalarına başlayan dedektif, yolcuların teker teker ifadelerini aldıktan sonra valizlerini arayarak suçlu ya da suçluları ortaya çıkarmaya çalışır.
Tüm deliller, katilin trendeki ‘12 yolcu arasında’ olduğuna işaret etmektedir.
***
Dedektif Hercule Poirot, her türlü teknik imkandan yoksun olmasına rağmen, oldukça karmaşık gibi görünen cinayeti, ‘bilgisi’ ve ‘deneyiminin’ yanı sıra, ‘gri hücrelerinin’ yardımı ile sonunda çözmeyi başarır.
Ortaya çıkan müthiş gerçek, son ana kadar “Katil acaba kim?” diye merak içerisinde kıvranan herkesin dudaklarını uçuklatacak niteliktedir. Meğerse, ‘birbirleri ile alakasızmış’ gibi görünen yolcular, ‘öç alma’ duygusu yüzünden, aslında ‘uzun zamandan beri’ birbirleri ile irtibat halindedirler. Her birinin ‘kendine göre’ haklı bulduğu bir sebepten dolayı cinayete kurban giden şahıs ile ilgili bir özel meselesi vardır.
Kiminin ‘fidye istemek’ amacıyla çocuğu kaçırılıp öldürülmüştür, kimi ‘işinden’ kovulmuştur, kimi ‘evlenme vaadi’ ile aldatılmıştır, kimi ‘başkalarının önünde’ hakarete uğrayıp aşağılanmıştır.
Yıllarca hazırlıkları devam eden müthiş ‘intikam planı’, kurbanın en savunmasız olduğu mekan olan trende uygulamaya konulur.
Fırsatı yakalar yakalamaz, önce çocuğu kaçırılıp öldürülen kişi saplar bıçağı, sonra diğer 11 kişi sırasıyla onu takip eder.
***
Türkiye’deki son gelişmeler, Şark Ekspresi’nde işlenen cinayetten pek farklı değil.
‘Açılım’ adı altında bir milletin ‘milli kimliğine’, ‘milli birlik ve bütünlüğüne’ kastediliyor, bir milletin kurduğu ‘milli devlet’ katlediliyor. Kimi ‘kan davası’, kimi ‘kullanılmışlık’, kimi ‘aldatılmışlık’, kimi ‘beklediğini bulamama’, kimi ‘kendine göre’ başka bir saikten dolayı bıçağını saplıyor.
Birçok kişi, görünüşe göre sanki ‘birbirlerinden habersizmiş’ gibi, sanki ‘oyuna sonradan dahil olmuş’ gibi hareket ediyor. Oysa ‘kuyruk acısı’ olan veya ‘kuyruğu bir yerlerden’ kıstırılmış olan herkes baştan beri bu işin içerisinde.
‘Ordusu’da ‘adliyesi’de ‘medyası’da ‘aydını’da ‘muhalefeti’de bu işin içerisinde.
Evet, evet, yanlış anlamadınız, ne yazık ki ‘çok şey’ yapıyormuş gibi görünen ama aslında ‘hiçbir şey’ yapmayan ‘muhalefet’ de işin içerisinde. Herkes, ‘kendisine tevdi edilen’ rolü ustalıklı bir şekilde yerine getiriyor. Asla ‘fiiliyata’ dönüşmeyen salvo atışları, bir taraftan ‘biriken gazı’ alırken, diğer taraftan pazarlık masasındaki iktidarın elinde bir ‘koz’ işlevi görüyor.
***
Orijinal adı ’Murder on The Orient Express’ olan romanın sonunda cinayete iştirak eden kişiler, dedektif Hercule Poirot’un polise farklı ifade vermesiyle adaletten yakalarını kurtarmayı başarırlar.
Bakalım, ‘Türk kimliğine’ kastedip, ‘Türk devletine’ hançeri saplayanlar, mutlak adaletten ve Türk milletinin gazabından nasıl kurtulacaklar?
İsrafil K. KUMBASAR, 14 Mayıs 2013