Sayın Erdoğan’dan Bellekte Kalacak Olanlar... / E. Fuat TEKÇE

Sayın Erdoğan’dan Bellekte Kalacak Olanlar... / E. Fuat TEKÇE

İletigönderen Balasagun » Pzt May 04, 2015 16:56

SAYIN ERDOĞAN’dan BELLEKTE KALACAK OLANLAR…

Resim
Hamdolsun, çokça görüp yaşadığım uzun bir ömrün sonuna gelmiş sıradan bir yurttaşım. Bu sıfatla da düşündüklerimi yazacağım ki biz, son on iki yıldır sürekli ezilen sokaktaki insanın et, ekmek, tuz derdinden başka bir sıkıntısı olmadığı sanılmasın! Çünkü kaç zamandır Türkiye sonuçta zaten köşe başlarını sıkı sıkıya tutmuş yandaşlar kadrosunun egemen olduğu bir ülke hâline geldi. Tüm olanakların siyasî iktidar elinde toplandığı bir diyarda yurttaş da ne demek? Lâfı mı olur? Beğenmedinse “ananı da al git buradan!”

İlkin durumun beğenilecek bir yanı yok. İkinci olarak da hiçbir yere gitmiyorum. Zaten kovsalar da gidecek halde değilim. Ama devlet olarak dünya siyaset sahnesindeki fizikî ömrünü çağı kavrayamadığı için tamamlayıp tarihe karışmış ecdadımız Osmanlı’ya bilir bilmez özendikleri için son zamanlarda Cumhuriyet’e küstahça dil uzatanlara buradan sormak istiyorum:

Eğer Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmayıp da o emsalsiz Türkiye Cumhuriyeti mucizesi gerçekleşmesiydi bugün -özenticiler de dâhil- biz nerede ve ne durumda olurduk? Doksan iki yıldır bağımsız bir devlette özgür bir millet olarak hiç var olur muyduk acaba? Bunu bir zahmet kendilerine dürüstçe sorsunlar da yanıtlarının ne olacağını bi’ görsünler bakalım…

Kısaca araştırdım. Ömrüm boyunca Ankara’dan 11 Cumhurbaşkanı ile 35 Başbakan gelmiş geçmiş. Kimi Başbakan tekrarlamış da!

Fakat hiç biri de 11 yıl kesintisiz başbakanlık yapmış, halen de Cumhurbaşkanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a benzemiyor. Haşa! O, dışarıdan bakıldığında her ne kadar dindar görünümlü, yumuşak huylu bir insan izlenimi yaratıyorsa da gerçekte sürekli para, şöhret ve toplumda üst düzey bir makam peşinde koşan eleştiriye kapalı, ufku dar, genel kültürü sığ, anlaşılması güç ve karmaşık, üstelik de had safhada narsis kişiliğiyle asla demokrat bir siyasetçi, dolayısıyla da Cumhuriyet sayesinde geldiği makamların adamı değildir. Ya nedir? Olumsuz anlamda bir fenomen, olumsuz anlamda bir olay adamdır! Nitekim hiç çekinip sıkılmadan sürekli “en iyi parçayı ben alıyorum, çünkü aslan benim” diyor.

Ama kurtarıcımız Ulu Önder Atatürk’ün emsalsiz azim ve iradesi kadar dirilişimizin başlangıcı olan Çanakkale’den itibaren şunca şehit ve gazimizin kanıyla da bir hukuk devleti olarak kurulmuş laik Türkiye Cumhuriyeti’ne yaraşan, benim gönlümdeki Cumhurbaşkanı değildir; olamaz da! Diyesim, şimdiye kadar Türkiye böylesini görmedi. Vatanın selameti için ilk ve son olur inşallah!

Çünkü ülkede ne yapıp edip tek adam olmak hedefine kilitlenmiş, dur durak bilmeyen muhteris egosuyla sonunda sadece kendisinin değil AKP’nin de mezarını kazacağı gibi çıkarının gerçekleşmesi uğrunda en yakın çalışma arkadaşları gibi dostlarını da ezip geçebilen bir etik yapıya sahip. Nitekim içeride ve dışarıda güttüğü ayrımcı etnik ve mezhep politikasıyla bizde Alevi olarak bilinen laik devletten yana Nusayri Beşar Esad’ı devirmek için 200 bin asker ve sivilin öldüğü, yaklaşık 5 milyon insanın evsiz-barksız kaldığı ve 3 milyon insanın da mülteci durumuna düştüğü Suriye iç savaşında Sünni El-Nusra ve içinden İşid’in çıktığı El-Kaide terör örgütlerine MİT aracılığı silah ve mühimmat yardımı yaptığı ayyuka çıkmış, yangına körükle gittiğini dünyada bilmeyen, işitmeyen kalmamıştır. Sonu Türkiye’nin dünyadaki hâlihazır yalnızlığıdır. Nitekim geçmişte kapı komşusu yaptığı Batı ülkeleri yerine epeydir körfezdeki emirlik ve şeyhliklere sık sık gitmesi de neden olduğu bu yalnızlığın kanıtıdır.

Ne diyordu başbakanken: “Almışlar elllerine bir kâğıt parçası dolaşıyorlar. Bunu ispatlamazlarsa alçaktırlar, şerefsizdirler, namussuzdurlar. Bu kadar ağır konuşuyorum. Eğer ispatlarlarsa biz her şeye varız!” O kâğıt parçası dediği emperyalizmin Türkiye’yi bölme projesiydi, namı diğer BOP! Ama meydan okuyan sanki kendisi değilmiş gibi sonra da kalktı 34 ayrı yerde üstüne basa basa “…biz Orta Doğu Projesi’nin eş başkanıyız. Orada bu göreviz yapıyoruz!” dedi. Şimdi gel de sorma: Bu itiraf karşısında kim alçak, kim şerefsiz ve kim namussuz?

Bu noktada bir an durarak kendi kendime soruyorum: “Sayın Cumhurbaşkanı’na acaba haksızlık mı ediyorum?” Ama belleğimde şimşek çakar gibi hemen şu sözleri yankılanıyor: “Elhamdülillah şeriatçıyız. Referansımız İslam’dır. Tek hedefimiz İslam devletidir (21. 11. 1994)” Demek ki Cumhuriyet’e karşıdır ve kafasında İslam devletinin yönetim biçimi vardır. Yani, Körfez’deki Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan gibi bugün kimisi İslam’ın erken döneminde kalmış, akla yer vermeyen katı şeriat kurallarının uygulandığı hilafet devleti! Şükür ki açık açık söylüyor. Ancak, İslam peygamberi Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) soyundan, çevresinden gelen o gerçek halife bugün nasıl bulunacak? Orası belli değil! Meğerki kendisini düşünmüş olsun. Olur ya, neden olmasın?

Dahası, artık kocadıksa da Cumhuriyet’in ilk kuşak Kemalistleri olan bizleri nasıl halledecek? Henüz daha ölmedik; buradayız! Kaldı ki laik devletin tarafında ve yanındayız! Kendi deyişiyle acaba nasıl “bertaraf” olacağız? Lütfen, bir zahmet söylerler mi? Evet, pek çok Atatürkçü’nün, laik Cumhuriyetçi’nin ve Kemalist’in de başına geldiği gibi hapse atılabiliriz. Ama ha içerde ölmüşsün, ha dışarıda; bu yaştan sonra ne fark eder ki? Vatan sağolsun!

Yatıp kalkıp dua edecek yerde “iki ayyaş” lafıyla utanmadan açığa vurup kendilerine nankörlük ettiği Atatürk ve İnönü’yü çekememesinden, haydi bir gerçeğin adını koyalım, kıskanmasından başka Cumhuriyet ve devrimler karşısındaki düşmanca tutumu, 1994’ten bu yana kayda geçmiş çeşitli kindar ve öfkeli söylemleriyle sabittir. Oysa ışıklar içinde yatsınlar, bugün havsalamızın almayacağı maddi manevi sayısız güçlük ve imkânsızlıkların üstesinden gelerek başımıza üşüşen emperyalistlere rağmen kazanılmış ulusal kurtuluş savaşımızdan sonra kişiliksiz kapı kulluğu zihniyetinin egemen olduğu ümmet yerine Cumhuriyet’in potasından “eşit yurttaşlık” temelinde kültürel ve tarihsel bir olgu olan “millet”i çıkartarak tüm dünyada saygın bir hukuk devleti kurmuş bu iki Türk büyüğünün tırnağı bile olamaz.

Kendisi dâhil, bugün aramızdaki karşı devrimcilerin de istisnasız bütün nimetlerinden rahatça yararlandıkları Cumhuriyet’i O’nlar hiç yoktan var edip çetin bir sıra iç ve dış güçlüklere rağmen yaşattılar; 1950’den sonrakiler gibi bırakın kanı bir yana uğrunda bir damla ter dahi dökmeden seçim meydanlarındaki boş vaatlarla hazıra konmadılar! Bari nimetin kıymetini bilselerdi. Ne gezer?! Hoş bugün de öyle ya, çehreler dışında değişen bir şey yok! Bir de şimdi Cumhurbaşkanı olan bir önceki Başbakan ile dört eski bakan ve üç bakan çocuğu dâhil, o çehrelerden bazılarının aile, hatta sülâle boyu yaptıkları eşi benzeri görülmemiş, Türkiye’yi dünyada son derece küçük düşüren yüz karası rüşvet olayları ile yolsuzluklar. Üstelik de ülke sanki babalarından miras kalmış gibi bir katre olsun sıkılıp utanmadan! Ondan sonra da çık meydanlara suç olmasına rağmen milletin gözünün içine baka baka AKP’ye oy iste!! Bu ne görülmemiş bir utanmazlık ve yüzsüzlüktür Ya rabbim?!!

Geçmiştekilerden hiç biri, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olmak şerefi yetmiyormuş gibi sınırsız bir güç hırsıyla Orta Doğu’da da bölgesel liderliğe soyunmak, bu nedenle de emperyalizmin kanlı kumpası Arap Bahar’ına direnen, önceleri kucaklaşıp “kardeşim” dediği Esad’ı sonradan ABD’nin kirli oyununa gelip devirmek gibi hiç üstüne vazife olmayan ve Türk komşuluk kültürüne de asla yakışmayan başından büyük işlere kalkışmadı. Tersine, Yüce Atatürk’ün doğruluğu yıllar boyu tekrar tekrar kanıtlanmış “yurtta sulh, cihanda sulh” politikasına her dönemde ısrar ve sebatla sadık kalındı, her defasında ülke ve millet kazandı!

Meğerki Türkiye’nin çıkarları ile onuru söz konusu olsun. O zaman da Ankara, mesela Johnson’un saygısız mektubuna tarihe kaydedilmiş “yeni bir dünya kurulur, Türkiye de bu dünyada yerini bulur (1964)” sözleriyle yanıt veren rahmetli İnönü’nün de yaptığı gibi, Atatürk’ten bu yana haddini bilmeyene hak ettiği tepkiyi hiç tereddütsüz her zaman kararlılıkla göstermiştir.

Pekâlâ, ya eski Başbakan ve şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan?

Maruf “tezkere”nin intikamı olarak ABD’nin Irak’taki işgal kuvvetleri tarafından 2003 yılında 11 özel kuvvet askerimizin başına adice bir dostluk hilesiyle çuval geçirildiğinde “nota verecek misiniz?” diye soran bir gazeteciye yakın zaman öncesine kadar Okyanus ötesinden yaratıcısı, velinimeti ve hamisi olan güç karşısındaki aczini itiraf edercesine ancak “ne notası? Müzik notası mı?(04. 07. 2003)” diyebilmişti. Dahası var: Davos’ta buram buram yapmacık kokan “one minute!” çıkışıyla esti gürledi ama Süleymaniye’deki o kahpelik karşısında mezar taşı gibi sustu. Sevsinler yandaşlarının “delikanlı adam” dediklerini!

Bu ayıp yetmezmiş gibi bir de üstelik Washington Post gazetesinde yayınlanmış bir makalesinde ABD’nin uydurma gerekçelere dayalı hukuksuz Irak savaşındaki “kadın-erkek kahraman Amerikan askerlerinin olabilecek en az kayıpla evlerine dönmelerine için dua ediyorum (31. 03. 2003)” diye yazmaya eli vardı. Belli ki hamisine, sayesinde mazhar olduğu nimetin diyetini ödüyordu.

Ama ne yazık ki ayrılıkçı ve bölücü PKK eşkıyasıyla mücadelede şehit düşmüş 14 bin 388 asker, polis ve sivil yurttaşımızı Öcalan’ın aldığı “kelleler (14. 01. 2000)” olarak nitelendirmekte hiç sakınca görmedi. Bu tanımlamaya o yıl 46 yaşında olan bir insan için densizlik ve yetersiz Türkçe’sinden başka hiçbir anlam verilemez.

Ama gelin görün ki AKP iktidarının 2008 yılından beri bitmek bilmeyen, ne olduğu belirsiz önce açılım, sonra barış, şimdi de çözüm süreci dediği, zaman israfından başka bir işe yaramayan oyalama politikasıyla Öcalan siyaset ortamında adım adım “sayın” ve “muteber” bir muhatap hâline getirildi. Kaldı geriye İmralı’dan çıkartılması! Kim bilir belki ileride elindeki on binlerin kanıyla seçimlere de katılıp parlamentoya da girer. AKP iktidardayken neden olmasın? Türk milletinin Türk vatanıyla birlikte bölünmez bütünlük olgusunu bu noktaya getirenlere sonsuza dek lanet üstüne lanet olsun!

En az bunlar kadar kötüsü dindarlığına her fırsatta vurgu yapan bir Müslüman siyasetçinin dünyevi çıkarlar uğrunda ne yazık ki inancı bile kullanmasıdır. Örneğin, Ümraniye’deki bir kapalı salon mitinginde şimdiki Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan yüksek perdeden “…egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı yalan; bak(!), koskoca bir yalan!.. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır (1994)” demişti. İyi de, 2011 yılındaki genel seçimler kampanyasında üstüne basa basa söylediği şu sözlere ne demeli? “Kayıtsız şartsız egemenlik milletindir. Bunun tartışması olur mu? (Eylül, 2011)” Hani ya egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ın idi? Ne oldu? Demek ki iktidar ve ikbal söz konusu olunca akan sular duruyor ve seçim zamanında sırf oy için inancı çekinmeden kullanıp siyasete alet edebiliyor? Ondan sonra da din, iman ha?

Söyler misiniz lütfen, Siz “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı yalan; bak(!), koskoca bir yalan! Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır” derken belki de farkında olmadan kastettiğiniz “vahdaniyette”, yani Yüce Allah’ın egemenliğinde, fiillerinde ve icraatında ortaksız, bir ve tek olmasında 1994’ten bu yana ne değişti? Koruyucunuza varıncaya kadar her türlü rahatınızın sağlandığı Pınarbaşı ceza evindeyken “bu ülkede Başbakanlık koltuğuna oturmadan ölürsem gözüm arkada kalır. Allah nasip ederse bir nihai hedefim Çankaya Köşkü’ne çıkmaktır” demiş olduğunuz gibi muradınıza ererek iktidara gelip önce Başbakan, ardından da şimdi Cumhurbaşkanı olmanız mı? Af buyurun ama yalnızca kendinizi aldatıyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanı, kimseyi değil! Hele de tarihini boyunca çok görmüş geçirmiş Türk milletini hiç mi hiç! Eğer seçimler bir kazaya uğramadan dürüsçe yapılırsa, bu gerçeği Haziran’da Siz de görüp teslim edeceksiniz! Ne olacağı şimdiden kestirilemeyecek gelecek yine de Size hayırlı olsun Efendim!

E. Fuat TEKÇE, 3 Mayıs 2015
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 4 konuk

x