SEN DE Mİ?

SEN DE Mİ?

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzt Eki 28, 2013 22:15

SEN DE Mİ?

Resim


Bu sözü nerede duyarsak duyalım hemen aklımıza Romalı Sezar gelir. En güvendiği adamını, kendini öldürmeye gelenlerin arasında görünce ağzından bu sözler çıkar. Diğerlerine şaşırmaz, bir tek o güvendiği yakınına şaşırır.

“Sen de mi Brütus!” der.
Resim

Sen de mi? dedik mi birine, güvendiğimiz dağlardan birine daha kar yağıyordur. Düşmanın ettiği, kişiye koymaz. Dost sözü acıdır. Dost bildiklerinin dost olmadıklarını öğrenmek insanın içini yakar…

Türkiye Cumhuriyeti’nin de dostları böyleymiş. Cumhuriyetin yetiştirdiği, Cumhuriyet okullarında yetişen, Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanan, adam olan, birey olan, Cumhuriyetle vatan sahibi olan, onurlu bir ulusun çocuğu olma yüksekliğine erişen ne çok aydın, günümüzde kendilerine “Sen de mi?” dedirtiyor. Bunlar ihanet içinde paldır küldür yerlerde yuvarlanıyor, çamurların içinde debeleniyorlar!

Cumhuriyetin altın çağını bu boş kişiler boşa geçirttiler. Devlet çoğunu yurtdışına gönderdi, okuttu. Onlarsa aşkları meşkleriyle haşır neşir oldular, varlıklarını borçlu oldukları devletleri için parmak oynatmadılar… Böyle yılları geçirdiler. Yıllarca bizdenmiş gibi görünen bu sahtekârların yaş yaşamışları, günü geldiğinde maskeleri attılar.

Yaşar Kemal, “Sen de mi?” dediklerimizden ilkiydi. Nedendir, bunu yapanlar kimlerdir bilmem, bize Cumhuriyetin yetiştirdiği bu romancıları, şairleri, sanatçıları pek bir sevdirdiler. Gözümüzde onları büyüttüler. Değil eleştirmek beğenmemek kimin haddine! İnce Memed deyince romanını kendimiz yazmışız gibi onurlanırdık. Mehmet değil de niye Memed diyeni bile duymadım hiç. Türkçenin kurallarına baş kaldırının ilk adımlarına böyle göz yumduk, bugünlere böyle geldik… Türkçenin babası sandıklarımız olmayan dile övgüler, devletimize de sövgüler düzmeye çekinmediler oysa… Fakir Baykurt ömrünün son yıllarını geçirdiği Almanya’da, Türk gençlerine Alman kızlarıyla evlenme önerisi yapıyordu, onlarla birliktelik yaşayın, sorunlarınızı bu çözer diyordu. Uyum uyum diyen ama aslında yalnızca Türklerin yaban ülkelerde erimesini, dillerini, kimliklerini yitirmesini isteyenlere yardımcı oluyordu… Toplumcu yazarlarımızın bir kısmı böyle battı, bir kısmı halkların eşitliği gibi kendilerine öğretilen ihanet sözleriyle terörü besleyenleri besledi, bölücüleri destekledi… Yirmi yıl önce Cumhuriyete, 70 yıllık zulüm demişti Yaşar Kemal… Şimdinin bölücüleri ne diyor? Doksanıncı yıla geldiğimize göre yetmiş yerine doksan diyorlar. Aynı sözlerle vatanı milleti kemiriyor, dişliyorlar… Bunu diyenlerin kitaplarını yıllar boyu kitapmış gibi okuduk. Ulusumuza katil diyen, Ermeni destekçisi, bölücü sevici Orhan Pamuk’a Nobel bile verdiler de fazla bir ses çıkarmadık. Bu kişiyle iktidarın cumhurbaşkanı yıllar önce Frankfurt’ta kitap fuarı açtı da sessizce izledik… Ülkemize, gittiği Paris’te ” Şerefsizlerin memleketi” diyen “Ahmet Kaya” dinleyenlerimiz bugün bile var. Oğlunun gidemediği yerleri vatan saymayan, verelim gitsin diyen Sezen Aksu’da mı suç, yoksa hâlâ konserlerini dolduran bizlerde mi?

Yılmaz Güney resimleriyle özlü sözler yayınlıyor bazı şaşkınlar. Sorsanız kendisi en büyük Atatürkçü’dür. Kimin ne olduğunu, ne yaptığını, Cumhuriyete nasıl ihanet ettiğini bilmezden gelenlere, bunlara inatla destek olanlara hain yerine şaşkın demek çok hafif kaçıyor…

Türkiye‘nin adı, ABD gibi, “Türkiye Birleşik Devletleri” veya AB gibi, “Türkiye Birliği Devleti” olabilir, Federal Almanya oluyorsa, “Federal Türkiye” de olur diyebilen biri, iktidarla sarmaş dolaş koklaşan, Amerika’daki kaçak imam Fethullah’tan teşekkür alan Şişli’nin ünlü Belediye başkanı, Atatürk’ün partisinde şu yıkım günlerinde bulunmaz Hint kumaşı sayılabiliyor.

Bu zihniyete Kürtçülük yetmiyor, Gürcülük, bilmem necilik yapmaya bile kalkışıyorlar. Artvin’deki Gürcü kardeşimizse Gürcistan’daki değil mi diye abuk bir soru sorup, açın sınırı diyebiliyor bunlar. Türk vatanını un ufak yapmaktan hiç çekinmeyecek bir zihniyet…

Tek kişilik muhalefet adıyla ünlenen Tuncelili Kamer Genç, geldi geldi sonunda maskesini düşürdü. Tunceli adının Dersim adına geri döndürülmesine, terör örgütü destekleyicisi bölge vekilleriyle ortak dilekçe vermişti geçenlerde Meclis’te. Geçen hafta en son çıktığı yayında (hrt Akdeniz) kendini savunmaya çalışıyordu:

“Tunceli ismi Atatürk tarafından verilmemiş, kim verdi belli değil.

Bizim oralarda başka bir lisan konuşuluyor. Ne Kürtçedir, ne Zazacadır. Kimileri buna Kürtçe, Zazaca diyor.”

Saçlarını değirmende ağartmış bir Cumhuriyet yazarı, “Bir gönül borcu “ diye açıkladığı “Hüzün Adasında Bir Köy “ adlı kitap yazmış. Gökçeada’yı eski adıyla tanıtıyor, Rumlara neler yaptığımızı, yerlerinden nasıl haksız yere uzaklaştırdığımızı iki gözü yaşlı anlatıyor. Bu kitabı “Aydınlık” kitap ekinde tanıtan gazeteci (Ali Rıza Özkan) her Gökçeada denildiğinde ayraç içinde İmroz yazıyor. Türkiye devleti Rumların arazilerini yok pahasına kamulaştırmışmış, bu kitap Türkiye Devleti’nin yapamadığını üstlenmekmiş, gönül borcuymuş. Rum dostları önceleri duydukları haklı öfkeyi bastırmış, Türklere karşı olumsuz duygular taşımıyorlarmış… Yazar burada coşmuş: “Bu, yeniden birlikte yaşamak için bir başlangıç olabilirmiş.”

Son yıllarda tam 16 Türk adasını Rumlar aldı, bayrağını dikti vatan topraklarına, bunu duymayanımız yok. Yazar Rumlara timsah gözyaşları dökerek, hem de ülkemizin dağıtılma - parçalanma sürecinde, en zayıf günlerinde, Cumhuriyet yıkıcılarının başta olduğu günlerde bunları diyebiliyorsa; bunları derken, elimizden çıkarılan işgal edilen adalarımızdan tek söz etmiyorsa, Ege’deki adaların Türk varlığından, Yunanistan’daki Türk denmeyen, baskı altında inleyen soydaşlarımızdan hiç anlatmıyorsa, Girit’i unutmuşsa, Rodos’u unutmuşsa, Rum’a teslim edilen adından “Türk” çıkarılan Kuzey Kıbrıs’taki devletimize aldırmıyorsa, burnumuzun dibindeki Meis Adası’nı bile görmüyorsa, ne diyeceksiniz?

Bizim aydınlarımız hep böyleydi eskiden beri. Antik Yunan dediler, Yunan mitolojileri dediler, bu eski kültürleri öve öve anlata anlata bitiremediler. Topraklarımızı eski adlarla anmayı bir şey sandılar. Bazı yörelerimize bölücüler Ermeni adlarla tabela asarken, birileri de böyle Rumca tabela peşinde koşuyor. Yazar müjdeyi vermiş söyleşinin sonunda. İmroz adasının adı 1970 yılında Gökçeada olarak değiştirilmişmiş ama İmroz olan ilçe adı değiştirilmemişmiş… Yani Gökçeada Kaymakamlığı, Gökçeada Belediyesi gibi tabelalar geçersizmiş…

Bizim kendimize yaptığımızı akrep akrebe etmez desek az mı gelir?

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gezi yapan Hürriyet yazarı Ege Cansen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden sessiz sedasız Türk adının çıkarılmasını ister inanın ister inanmayın, kucaklayıcı bulmuş. Yıllar önce böyle bir teklifi kendisi Kıbrıslılara (Türk değilse kim bunlar?) yapmışmış. Zira Türk kelimesi kulağa, yaptığımız müdahaleyi, kurduğumuz hâkimiyeti birilerinin kafasına vurmak gibi geliyormuş…

Bakın bunu diyen Rum falan değil. Ekonomi yazılarını yıllarca hepimize severek okutan bir gazeteci. Türk hâkimiyetinden ise rahatsız. Bu sözleri yeni değil, bir buçuk yıl önce yazmış.

Yazısında son sözleri ibretlik:

“Belki de bu vurgu başlangıçta gerekliydi. Ben yeni markayı çok daha munis buldum.”

Buradaki munis sözünü belki gençler bilmezler. Munis, uysal demek. Sevimli, cana yakın, alışılmış, uygun anlamlarına da geliyor. Ege Cansen’in bundan sonra dedikleri çok ürkütücü, tüyleri diken diken edici:

“Yaşadığımız günler bu tarz kucaklayıcı değişiklikler yapmanın zamanıdır.”

Aynı kişinin son yazılarından birinin başlığı: “Ulus –devlet bitti” şeklinde. Satırları öyle kesin öyle teslimiyetçi ki okuyan hemen havluyu atacak. “Ya, öyle mi? Peki o zaman, teslimim, kolay gelsin!” diyecek.

Cumhuriyeti çok sevmişmiş. Kısmet buraya kadarmış. Demiş bu kendisine Cumhuriyet çocuğu diyen 75 yaşındaki kişi. Paketler açıldıkça sevinmese de kederlere gark olmayacakmış. Onların neşesinden ( kimse onlar) kendine pay çıkarmaya çalışacakmış…

Cumhuriyetin 90’ıncı yıldönümüne işte böyle giriyoruz.

Sen de mi demekten bıktık usandık artık… Her an, her dakika biri daha vuruyor Cumhuriyetimize…

“Meclis’e başım bağlı gireceğim, hacda kapadım açmam!” oyunu ile bir dönemi daha kapatacaklar devletimizde.

Dini kullandın mı bütün kapılar önünde açık. Ne yasa tanıyorlar, ne kural, ne düzen…

Başı bereli, cüppeli, takkeli devlet görevlileri var.

Kara çarşaflı öğretmenler türetildi.

Yatılı yurtlarda cemaatler çocuklarımızı devşiriyor, beyinlerini yıkıyor…


Birine, yol için cami yıkarız sözünü söyletiyorlar, anında bu sözü başka bir yöne çeviriyorlar. Bunu mu demek istedin diye aslında ihanete yol gösteriyorlar. Sen bunu aklından geçirirsen, Cumhuriyetimizin kurucusunun, yüce önderimizin Anıtkabri’ne kadar dilin uzuyor, dilleri uzattırıyorsan ne denilebilir? En büyük kötülüğü biz kendimiz yapıyoruz kendimize…

Birileri durup dururken dilimizle uğraşıyor diyeceğiz ama durup dururken değildir, bütün bu yapılanlar gelecekteki düzenlemeler, ihanetler içindir. Yoksa insan dilindeki yumuşak g (ğ) harfiyle neden uğraşsın. Geçen akşam bilgiağında sosyal paylaşım sayfalarında şöyle bir açıklamaya rastladım:

“Ğ” harfi Türkçenin ses yapısına uygun değildir. Gırtlak sesidir. Kendisinden sonra gelen sesi de kirletir.” yazmışlar. Devam etmişler: “Bu nedenle sadece yazıda kullanılır. Konuşurken kullanmayız.”

Haydi bir yaşınıza daha giriniz. Ağrı Dağı’na, “Arı Da” dermişiz meğer. Yazarken A’dan sonra iki nokta üst üste koymuşlar bir de ne demekse böyle yazım. Kâğıt kat diye okunurmuş. Yağmur, yamur. Değil, bu akla göre, söylerken "diil”e dönüşürmüş…

Hem de bu konuda sözde bilgi veren, etrafındakileri kendine alkışlatan bu kişi iktidar karşıtı bir partinin önemli destekleyicisi. Yurtseverliği kimselere bırakmayanlardan!

İktidarın akıl almaz bir şekilde, Meclis’ten geçirmeden, Anayasa’yı değiştirmeden, bir paketle Türkçeye soktum dediği, kullanımını serbest bıraktığı o üç virüse itiraz etmeyen, bu yapılana karşı çıkmayan, hatta bunları benimseyen aydınlar bile var. Hiç ummadığım biri dün tutmuş kırk yıllık tramvay sözcüğünü bu harflerden biriyle, çiftve (W) ile yazmış.

Dilimize uzandılar. Dilini sevenler, bu dille, Türk harfleriyle adam olanlar, insan olanlar bu yapılanı, dile saldırıyı bile yalayıp yuttular. Suskun kaldılar. Her yanda bölücüler, Cumhuriyet’e diş bileyenler, kuyruk acısı çekenler, yer altındaki inlerinde gizli gizli örgütlenenler, bugünler için semirenler utanmayı saklanmayı bırakıp işte ortaya fırladılar.

Yazıya başladığımda bilmiyordum, demin gazete başlıklarında gördüm, vatan haini, bölücü Ahmet Kaya, Cumhurbaşkanlığı kültür- sanat ödülü alacakmış.

Daha ne yapılsın?

Daha nasıl densin?

Cumhuriyetimizin sonunu getireceklerini nasıl duyursunlar daha başka?


Sen de mi sözü bile gülünç geliyor yaşadıklarımız karşısında ne diyeceğimizi bilemiyoruz.

İnsanın alacası içinde, hayvanını alacası dışındadır.

İnsan çeşit çeşit, yer damar damar!

Bizi yıldırmalarına, algılarımızı teslim almalarına, bizi içten çökertip, umutlarımızı tüketmelerine, gücümüzü küçümsetmelerine, çaktırmadan yavaş yavaş Cumhuriyetimizi yıkmalarına izin vermeyelim!

Atatürk, “Cumhuriyette son söz, milletçe seçilmiş meclisindir. “ diye açıklamıştır. Egemenliği millete vermiştir:

“Millet, vekillerinden hoşnut olmazsa başkalarını seçer.

Cumhuriyette meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet bilirler ki, kendilerini iktidar ve yetki yerine belli bir zaman için getiren, irade ve egemenliğin sahibi olan millettir.”



1923 yılı, 28 Ekim akşamı, Başkomutan, büyük önder Mustafa Kemal Paşa:

“Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!” demişti.

29 Ekim gününde de Anayasa’nın ilk maddesi:

“Türkiye Devleti’nin hükümet biçimi Cumhuriyet’tir.” şeklinde değiştirildi. Aynı akşam:

“Yaşasın Cumhuriyet!” sesleriyle, büyük bir coşkuyla Cumhuriyet kabul edildi.


29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.

Resim


Feza Tiryaki, 28 Ekim 2013
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x