Serdar ANT Ve Benzerlerine Cevap / Teoman ALİLİ

Serdar ANT Ve Benzerlerine Cevap / Teoman ALİLİ

İletigönderen Türk-Kan » Pzr May 29, 2011 14:55

SERDAR ANT VE BENZERLERİNE CEVAP

TEOMAN ALİLİ

Öncelikle bir olguyu tesbit edelim: İşçi Partisi bilimsel sosyalist bir partidir ve dolayısıyla kadroları bilimsel sosyalist kadrolardır. Lafla veya gereksiz hamasetlerle vakit harcayamaz. Temeli bilime dayanan siyasi partilerde barınamayan ve barınamayacak olan tek fikir ırkçılık fikridir. Bilimsel sosyalizm nihayetinde tüm dünyada ezilen halkları birleştirmek amacındadır. Bu yolda ilerlerken öncelikle Milli Demokratik Devrimi’ni tamamlamak zorundadır. Milli tanımı ile Ulus tanımı arasında hiçbir fark yoktur. Takdir edilmeliki milli demokratik devrimi tamamlamak için öncelikle millet yaratmak gerekir, bunun aksi her açıdan geri dönüştür. Bakın bugün ABD operasyonlarıyla Ortadoğu’daki milli birliği sağlayan BAAS hareketi ve onun önderleri ve dahi rejimi hedef alınmaktadır. Baas’ın bazı yöneticileri her ne kadar ABD ile işbirliği yapmış olsalar da temel fikir ülkelerinde yaşayan etnik grupların tümünün bir millet tanımı içinde birleştirilmesidir. Mesela Mısır’daki etnik gruplar, Irak’taki etnik gruplar, Suriye’deki etnik gruplar Baas Partisi etrafında Arap milleti olarak tanımlanmışlardır. Fakat Baas’ın eksik yönü bu durumun bazen asimilasyon politakalarına varmasına neden olmuştur.

YUGOSLAVYA ÖRNEĞİ

BAAS’tan önce hedef alınan ilk ülke hatırlanacağı gibi Yugoslavya olmuştur. Mübarek bağımsızlık sevdalısı bir adam değil ancak Mübarek, Nasır’ın ve Enver Sedat’ın rejimlerinin temsilcisi. O rejimlerin temelinde bağımsızlık var. Tıpkı Yugoslavya gibi, Türkiye gibi. Bugün yapılmak istenen Nasır’ın Bağımsızlıkçı Baas fikrini yok etmek, tamamen tarihe gömmek. “Arap Baharı” adı altında yapılan ayaklanmalarda hedef alınan ülkelerin yani Mısır, Libya ve Suriye gibi ülkelerin Baas tarafından yönetilen ülkeler olduğu ve son zamanlarda Rusya ve Çin’le ciddi ilişkiler geliştirdiği biliniyor. Yugoslavya ilk hedefti çünkü NATO ve Varşova Paktı’na karşı çıkarak bağımsız bir devlet olarak ilk öne çıkan ülke Yugoslavya’ydı. İsrail’i dünyada tanımayan tek ülke olan Yugoslavya aynı zamanda Bağlantısızlar Hareketi’nin doğduğu ülkeydi. Mısır ise Nasır döneminde Bağlantısızlar Hareketi’nin Endonezya ile birlike üç önemli kurucusundan biriydi. Bugün önce Yugoslavya, hemen sonra Endonezya ve son olarak Mısır ve Baas’ın iki önemli ülkesi Libya ve Suriye eklendi. Temel neden Millet yaratan sistemleri yok etmektir. Zaten bunu Zaman gazetesi de itiraf ediyor.

MÜMTAZER TÜRKÖNE: “MISIR’IN ERGENEKONCULARI DEVRİLİYOR”

Zaman gazetesinde 1 Şubat 2011′de yayımlanan yazısıyla Mümtazer Türköne Bakın ne diyor: “(…) Hatırlayalım 27 Mayıs darbesi, doğrudan Mısır’daki Genç Subaylar örnek alınarak yapıldı. Bizim 27 Mayısçılarımız da Baasçılığı benimsedi. Bugün Silivri’de yargılanan Ergenekon örgütünün ideolojisi de Baasçılıktı. Baasçılık, askerî cuntaların biraz sosyalist, biraz ulusalcı fikirlerle toplumdaki azınlıklardan destek alarak oluşturdukları ideolojinin ve kurdukları düzenin adı. (…) Baasçılık Türkiye’de uzun ömürlü olmadı, sadece arada nükseden askerî cuntalar ve İlhan Selçuk gibi Baasçılığın ideologları eliyle gündemde tutuldu. Ama Ortadoğu’da çok uzun ömürlü oldu. 30 yıldır Mısır’ı yöneten Hüsnü Mübarek, Nasır’la başlayıp, Enver Sedat’la devam eden bu Baas geleneğinin son temsilcisi.” Türköne’nin yazısından daha ilginç bir gelişme de vardı. Zaman’ın İngilizce yayın organı olan Today’s Zaman’ın “Hepimiz Mısırlıyız” manşeti neden Amerikan CNN’in de 3 Şubat’ta TSİ ile 07.00 de birinci haber olarak yer aldı.

MİLLET YARATMAK İÇİN IRÇILIKTAN KAÇMAK

Bu kadar uzun tanımlar yapmamızın nedeni şudur? Millet yaratırken çok dikkatli olmak gerekir. Hele hele Türkiye gibi çok etnikli ülkelerde milleti yaratmak sırat köprüsünde yürümek gibidir. Biraz sert adım atarsanız düşersiniz, hafif basarsanız yine düşersiniz. Yugoslavya hafif bastığı için düştü, BAAS sert bastığı için düşmek üzere. Türkiye’de ise adımlar ancak Mustafa Kemal’in attığı gibi atılabilir.

UCUZ POLİTİKA DEĞİL HALKÇI POLİTİKA

Bu noktadan sonra İşçi Partisi’nin geçmişte ve hala savunmakta olduğu milli birlik politikasının esaslarına bir bakalım. Büyük Devrimci Önder Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı başlarında İngiliz emperyalizminin Kürt sorununu kullanmasına karşı hangi siyaseti izlediyse, Perinçek de o siyaseti izledi. Perinçek de Atatürk gibi, Kürtlerin “Kürdistan Teali Cemiyeti” gibi Batı güdümlü ayrılıkçı örgütlerde değil, Müdafaai Hukuk Cemiyeti gibi milli ve devrimci örgütlerde Türklerle birlikte örgütlenmesini savundu. Mustafa Kemal’in çeşitli Kürt liderleriyle ilişkilerinde ve yazdığı yazılardaki tavrı ne ise, Perinçek’in tavrı da, o’dur. Bu tutum, Amasya Tutanağı’nda, Erzurum ve Sivas Kongresi Nizamname ve Beyannameleri’nin birinci maddelerinde ifade edilen saptama ve politikalara dayanır. Türk ve Kürdü birleştirmek; Türkiye’ye yönelik tehditleri göğüsleme ve Cumhuriyet Devrimi’ni tamamlama görevinin gereğidir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı aynı zamanda Kürtleri kazandığı için başarmıştır. Bugün de izlenmesi gereken politika budur. Perinçek, halk kitlelerini avlamaya yönelik ucuz politikaların adamı değildir. Arkadaşlarıyla birlikte gereğinde tehlikeleri üstlenir ve çözüme yönelik doğru ve cesur politikaları üretir ve izler.
Bilimsel sosyalist bir pari Halkın her kesimi üzerindeki baskılara ve eşitsizliklere karşı mücadele etmelidir, İşçi Partisi ve kadroları Körfez Savaşı öncesinde veya sonrasında, Kürt halk kitleleri üzerindeki baskı ve eşitsizliklere karşı kararlı olarak mücadele etti. Türkiye’nin birliğinin ve bağımsızlığının eşitlik ve özgürlük sağlanarak, sağlam bir temele oturtulacağını savundu. Türkiye, Kürt kitlelerinin taleplerini karşılamalı ve kendi Kürdünü kazanmalı. Bu yüzden İşçi Partisi kadroları hep SüperNATO yada Gladyo tarafından hedef alındı.

LAFLA DEĞİL, BİLİMLE MÜCADELE

-BM İkiz Yasaları’nı kamuoyuna duyurdu.

-Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na karşı çıktı.

Avrupa Özerk Yönetimler Yasası ve BM İkiz Sözleşmeleri’nin ilgili maddelerini bir kez daha hatırlatmak yerinde olacak.

1- Turgut Özal tarafından imzalanan Avrupa Özerk Yönetimler Yasası: (bkz.www.ip.org.tr)

Avrupa Konseyi’nce 15 Aralık 1985 tarihinde imzaya açılan “Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nı, 2. Özal Hükümeti döneminde, 21 Kasım 1988 günü Strasburg’da imzalamış, Yıldırım Akbulut’un Başbakan olduğu 8 Mayıs 1991 tarihinde çıkarılan 3723 sayılı yasa ile onamıştır.

Türkiye’nin Anayasa ile belirlenen üniter yapısını değiştirmeye yönelik bu anlaşma, “özerk yerel yönetimler” öngörmektedir.

“Önsöz”ünde bu anlaşmanın; “Özerk yönetimlerin korunması ve güçlendirilmesinin (…) idarede âdemi merkeziyetçiliğe dayanan” bir yapı oluşturulmasına önemli bir katkı sağlayacağı belirtilmektedir.

Zaten, “Özerk Yerel Yönetimlerin Anayasal ve Hukuki Dayanağı” başlıklı 2. maddesinde aynen; “Özerk yerel yönetimler ilkesi, ulusal mevzuatla ve uygun olduğu durumlarda Anayasa ile tanınacaktır” deniliyor. AKP Hükümeti’nin, şimdi Anayasa’daki güvenceleri kaldırarak, Özal’ın bu taahhüdünün gereğini yerine getirme hazırlıkları içinde olduğu anlaşılmaktadır.

Anlaşmanın 3. maddesinde de “Özerk Yerel Yönetim Kavramı” şöyle tanımlanıyor:

“Özerk yerel yönetim kavramı yerel makamların, kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yürütme hakkı ve imkânı anlamı taşır”.

“Yerel makamlara verilen (bu) yetkiler, normal olarak tam ve münhasırdır” (Md. 4/4). Anlaşmayı imzalayan devletler, “yerel yönetimlerin (bu) temel yetki ve sorumluluklarını anayasa ya da kanun ile belirlemek” zorundadırlar (Md. 4/1).

Anlaşmaya göre; yerel yönetimlerin coğrafi sınırlarını da ilgili devlet dilediği gibi belirleyemez. Bunun için o bölgede yaşayan yerel topluluklara danışmak zorundadır (Md.5).

Anlaşmada “özerk yerel yönetimler”in ekonomik altyapısı da unutulmamış: “Yerel makamlara kendi yetkileri dahilinde serbestçe kullanabilecekleri yeterli mali kaynaklar sağlanacak”!

2- BM İkiz Yasaları:

Malesef bu yasalar 2000 yılında Ecevit, Bahçeli, Yılmaz hükümeti döneminde imzalanmış ancak Türkiye'nin parçalanmasına hizmet edeceği anlaşıldığı andan itibaren rafa kaldırılmıştır. Fakat Erdoğan hükümeti iktidar olur olmaz ilk iş yasaları onaylamışlardır. Yasalar Doğu Perinçek'in bütün çabasına rağmen Cumhurbaşkanı Sezer tarafından imzalanmıştır hem de TSK'nın çekince koymasına karşın. Türkiye'nin bölünmesi için uluslararaı hukuki zemin hazırlayan BM İkiz Yasalarının temel maddeleri şöyle:

a. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.

b. Bütün halklar, ........, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.

c. ...... bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir. denmektedir.

Maddeleri sıraladıktan sonra Bosna Hersek'i federasyoncuk yapan Dayton Barış Antlaşması'nın "uluslar kendi kaderini tayin hakkına dayalı olarak BM gözetiminde yeni yapılarını oluşturacaklar ve kendi bölgesel kaynaklarını kullanacaklardır" maddesini hatırlatmak gerekiyor.

BUGÜN İŞÇİ PARTİSİ DÜŞMANLIĞI GLADYO’NUN SAFHINDA YER ALMAKTIR

Bunu ben söylemiyorum, Gladyo’yu ortaya çıkaran İtalyan savcı Fellice Casson söylüyor. Bakın ne diyor: "Gladıo'ya ingilizcede State Behind(Derin Devlet) deniliyor. Canarevio Maletti adında bir general bize NATO'ya bağlı bu gizli örgüt hakkında bize bilgi verdi. Bu bilgilerden şöyle bir sonuç çıkıyordu: Örgütün geçmişi 50'li yıllara dayanıyor. Gladıo 50'li yılların başlarında ikinci dünya savaşı sonrası dünyada kurulmuş bir organizasyondu. Muhtemel bir SSCB istilasından korunma amacıyla kurulmuş. Bu yapı özünde bir NATO oluşum değil bir CIA oluşumudur. Böyle bir yapı ortaya çıkınca bunları savunanlar biz bu örgütü İtalyan halkını Sovyetlerin istilasından korumak için kurduk dediler. Bu yapı NATO'ya bağlıydı ama sadece bununla bitmiyordu. Bu yapı aynı zamanda CIA'ya bağlıydı. İtalyan gizli servisi ve CIA arasında bir antlaşma yapılmıştı. Karşı karşıya geldiğimiz kurumlar yurt içi ve yurt dışında en üst düzeydeydi. Bu teşkilat başka ülkeler içinde de vardı. İşte bu yüzden NATO'ya değil CIA'ya bağlı diyoruz. Bu örgüt Amerikan gizli servisinin örgütüdür. NATO'ya bağlı olmayan İspanya ve Portekiz'de de Gladıo tipi yapılar vardı. Aslında CIA'nın hoşuna gitmeyen grupları baskı altına alıyor, sindiriyordu. Sadece solculara karşı değil, o dönem hangi kesim muhalifse; mesela Hıristiyan Demokratlara karşı bile görev yaptı. Yani kim CIA'ya, Amerika'ya muhalifse, hedefte onlar vardı." Sizce bugün Gladyo kimi hedef alıyor ve neden bu güçler hedef alınıyor?


TEOMAN ALİLİ, 28 Mayıs 2011
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Şu dizine dön: Teoman ALİLİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x