SESLENİŞ

SESLENİŞ

İletigönderen Seçkin ERGÜN » Pzt Ağu 01, 2011 1:22

Dünya coğrafyasındaki ülkelerin hemen hepsinin bir kurucu lideri ve kuruluş ruhunu yansıtan karakteristik özellikleri var. Bu ulusların parmak izi gibi onu diğerlerinden ayıran özelliktir. Tüm yapı bu ruhun üzerine inşa edilmiştir. Zamanla hükümetler değişip, günün koşullarına göre mevcut anayasada gerekli değişiklikler yapılsa da tüm bunlar kuruluş ruhunun yörüngesinde olur. Dikta rejimleri haricinde diğer demokratik ülkelerde bunu böyle olmasını sağlayan hukuki yapı da zaten mevcuttur. Hiç kimse “Ben milli iradeyle geldim ne istersem yaparım” diyemez.

Kurtuluş savaşı kesin zaferle sonuçlanıp da en son mermi atıldıktan sonra kurulan Türkiye’de Atatürk, en başından beri bu mücadelenin içerisinde olan Meclisi daha da yüceltip kendisine altın tepside sunulan tek adamlığı reddederek demokrasiyi seçti. Mustafa Kemal, demokrasi adına döneminin çok ilerisinde adımlar attı. O günün Türkiye’sinde kadınlara verdiği seçme ve seçilme hakkı bunun en somut örneklerindendir.

Atatürk’ün ölümünden sonra çeşitli hükümetler geldi. Arada askeri darbeler oldu. Karanlık, çok kanın aktığı dönemlerimiz de oldu. Şu an demokrasi kültürümüz ve hukuksal bilincimiz tabii ki istenilen seviyede değil. Bunun nedeni olarak batılı emperyalistler ve onların ülkemizdeki işbirlikçileri 50 yıldır ülkeyi yöneten, paraya tapan sağ iktidarları değil hep Kemalizmi suçladı. Kemalizm çağdaşlaşma ve demokrasi önünde hep engel olarak gösterildi. Son dönemde bunu birbirleriyle yarışırcasına küfretmeye kadar vardırdılar.

Hadi Menderes, Demirel, Özal dönemlerini falan geçip AKP dönemine bakalım. AB uyum yasaları diye laik yapıyla ilgili hangi yasa varsa ya kaldırdılar ya içini boşalttılar. “Hukukun üstünlüğü yok, üstünlerin hukuku var” deyip tüm adli yapıyı ele geçirip “üstünlerin hukuku” nasıl olurmuş cümle aleme gösterdiler. Askeri vesayet diye bir şey daha çıkarıp faşist hükümetleri kıskandıracak uygulamaların yanında orduyu küçük düşürücü pek çok adımlar atıldı.

Faaliyetlerinden de anlaşılacağı gibi AKP kesinlikle bir siyasi parti değil, bir projedir. BOP’un eksiksiz uygulanması için Türkiye’nin “Ilımlı İslam, Yeşil kuşak”’a dönüştürülme isteği zaten başta ABD olmak üzere artık herkesçe açıklıkla dile getiriliyor. Yani karşı taraf sürecin kendi isteğinde ilerlediğinden ve sonuca çok yaklaşıldığından o kadar emin ki faaliyetlerini ve niyetini gizleme gereği bile duymuyor. –Demokrasi asıl amaç için araçtır, Bir insan hem laik hem Müslüman olamaz, Millet isterse laiklikten de demokrasiden de vazgeçilir, Ben BOP’un eş başkanıyım. . . söylemleri bunun örneklerinden.

Bizim ülkemiz insanında Avrupa’nın demokrasi ve insan hakları konusunda çok ileride olduğu, AB’ye üyelik için bize dayattığı değişikliklerle bizim de onların seviyesinde olmamızı arzuladıkları düşüncesi var. ABD ve Avrupa ülkeleri emperyalist devletlerdir. Emperyalizm, sol ve ulusalcı grupların sloganlarında sıkça duyulduğundan galiba sıradanlaşıp inandırıcılığını yitirmiş, eski Türk filmlerinin hayali “Gulyabani” öcüsü duruma düşmüş. Oysa bu her ne olursa olsun değişmeyen tek gerçektir. Dünya hangi çağı yaşıyor olursa olsun sömüren – sömürülen ayrımı hep vardır ve var olacaktır.

Türkiye’nin “sömürülen” sınıfında olduğu da bir gerçek. Şimdi, sömüren taraftaki Avrupa neden sömürdüğü ülkenin daha demokratik, daha çağdaş, daha ilerici olmasını istesin? Bu, balık yiyeceksem boğazda, lüks restoranda yerim tarzı bir şey değil ki. Dili kesilecek bir adama İngilizce öğretme çabası kadar saçma bir düşünce.

Ülkemizde demokrasi ve hukuk adına bir çok eksiğimiz varken, başta eğitim ve sağlık olmak üzere çok daha ciddi sorunlar, adaletsizlikler, çarpıklıklar varken, ne hikmetse AB’nin dilinde hep “Azınlık hakları ve çağdışı !? kalmış Kemalizm” var. Azınlık hakları denen sonu gelmez istekler Yugoslavya gibi parçalanma sürecinin taşıyıcı motoru, Anti Kemalizm’de Ilımlı İslama ! giden yegane yol. Buna engel teşkil edecek Anayasa Mahkemesi, Danıştay gibi hukuki yapılar tasfiye edilip ele geçirildikten sonra ortada iki engel kalmıştı. Biri Türk Ordusu, diğeri de her ne kadar tarihsel misyonundan sapmış da olsa CHP.

CHP’nin artık istenilen kıvama geldiği görülüyor. Kamer Genç’ten öğrendiğimize göre en son ki istifa olayında CHP yönetimi milletvekillerine konuşma yasağı getirmiş. Tamam, olabilir, demek ki parti yönetimi olanlara etkili bir tepki verecek sanıyoruz. Tepki diye ortaya çıka çıka birkaç maddelik bildiri çıkıyor.

Bakıyorsun bildiride bir “aferin, iyi yaptınız” demedikleri kalmış. Ordu sivil iktidarın emrinde olmalıymış, demokrasiye bağlı kalmalıymış, siyasete bulaştırılmamalıymış gibi AKP’nin yaptıklarını meşrulaştıracak ifadelerin yanına lütfedip azıcık da “kurumları istikrarsızlaştırıp ele geçirme”yi eklemişler. Burada adı geçen “Kurum” sanki Giresun Fındık Kooperatifi. Bu neyin sessizliği, bu neyin korkusu?

CHP yönetimi bu zamanda ortalığı ayağa kaldırmayacak da ne zaman kaldıracak. Bu ulusun bir tane ordusu var.

Dış ve iç düşmanlara karşı bizi savunacak tek bir ordumuz var. En üst rütbedeki komutanlar –artık personelimizi mevcut hukuksuzluğa ve linçe karşı koruyamaz duruma geldik deyip istifa ediyor. Koskoca Ana Muhalefet partisi lütfedip iki satırlık yazılı açıklamayla bunu geçiştiriyor. Kemal Kılıçdaroğlu bu bildiri için mi tatilini yarıda kesip Ankara’ya döndü? Bulunduğu yerden telefonla arayıp rica etse Burhan Kuzu ya da Bülent Arınç bundan daha iyisini yazıp CHP adına basına dağıtırdı.

Ordunun en temel unsuru emir-komuta zinciridir. Genel Kurmay Başkanı olarak atanacak olan Necdet Özel gerçektende AKP yandaşıysa bu kışlalarda büyük huzursuzluk yaratır. Yaratır da ne olur orasını bilmiyorum. Alttan yukarı yapılacak baskı ne derece etkili olur, onu da yaptığım 18 aylık askerlik tecrübemle bilemem. Ama geçmişte "genç subaylar" hareketinin komuta kademesini nasıl sıkıştırdığını biliyorum. Yani bu işler öyle holdinge genel müdür atar gibi kolay değil.

Ülkenin Atatürk ilkelerinden uzaklaşıp, Ordu’nun siyasilere teslimiyetine “Sesleniş” adlı bildiriyle karşı çıkıp emir komuta zincirini kıran subaylar Talat Aydemir liderliğinde 22 şubat 1962’de Ankara’nın denetimini ele geçirdi. Hareket başarıya ulaşıp tüm kontrolü ele geçirmişken Talat Aydemir kan akmaması için kendi isteğiyle hareketi sonlandırdı. İdamıyla sonuçlanacak mahkemesinde Talat Aydemir “Ben ihtilalciyim. Bugün serbest kalsam yine ihtilal yaparım. Benim giremeyeceğim garnizon yoktur. Girdiğim garnizonu da harekete geçirir ve ihtilal yaparım.” der. Siyasilerin olayın ciddiyetini geçiştirmek için “bir grup öğrencinin aldanması” sözlerine karşılık Harp Okulu öğrencileri Taksim Cumhuriyet Anıtına “Atatürk ve Türk Ulusu, Harbiyeli aldanmaz” yazılı çelenk koyar.

Tekrar günümüze gelirsek; Subayların %10’u tutuklu ve daha birçoğu hakkında da yakalama kararı çıkıyor. Eğer direnç gösterilecekse bunu en güçlü olduğun zaman yapmak gerekir. AKP"nin kozmik odadan girip kışladan çıkan saldırılarıyla dağıldıktan sonra değil. Üstelik medya uydurma ve sahte olduğu ıspatlı delilleri geçen süre içinde öyle güzel işledi ki bunun doğruluğu konusunda en azından halkın %50"sini kandırdı.

Geçen sene YAŞ toplantıları arifesinde Balyoz davası savcısı açıkça bazı terfiler önüne geçmek için peş peşe tutuklama kararları aldırmıştı. Şimdi gene YAŞ toplantısı arifesinde ne hikmetse savcılar kurulu saat gibi gene bazı subaylar için yakalama kararı istiyor.

Bu aşamada komutanların istifasını bazıları "karşı duruş" olarak görüyor ve alkışlayıp takdir ediyor. Ama medya tarafından yansıtılan, Tayyip’in ordu üzerinde mutlak hakimiyet kurup diz çöktürdüğüdür.

Gazete Vatan’ın adından utanmadan verdiği ilk haber “Türk Ordusu Erdoğan’a teslim oldu” Bu sadece Vatan’da değil, diğer gazetelerde de aynı.

Genelkurmay başkanı ve üç kuvvet komutanı istifa etti. Eğer bir mevzi düşmana terk edilecekse bu karşı tarafa olabildiğince en ağır hasarı vererek yapılmalıydı.

Benim Türk Ordusunun Subayından beklentim buydu. Yani istifa edilecekse, bu teslim oluş gibi değil, vuruşarak, meydan okur gibi, haykırış gibi olmalıydı.

Öyle bir istifa olmalıydı ki, ordunun en üst kademesinden en alt kademesine kadar herkes bu istifanın ardından "sivil" konumdaki komutanlarına rütbesinden dolayı değil, bu sefer saygısından dolayı selam durmalıydı.

Öyle kıyamet gibi istifa olmalıydı ki, bundan sonraki mücadelede geride kalanlara güç ve cesaret vermeliydi.

Öyle istifa olmalıydı ki Türk Subayının “Balyoz”’u AKP’nin atanmış savcısının “Balyoz”unu parçalamalıydı.

Söylemeye dilim varmıyor ama bu tarz istifayla ya Paşalar emeklilik günlerini Silivri’de değil Ege’deki sosyal tesislerde geçirmek istedi, ya da Büyükanıt’ın AKP’nin yelkenlerini şişiren danışıklı muhtırası gibi bir oyun var.

Türk Subayı gitti mi ardında cehennem ateşi bırakmalı. . .
Kullanıcı küçük betizi
Seçkin ERGÜN
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 58
Kayıt: Pzt Tem 04, 2011 22:01

Şu dizine dön: Seçkin ERGÜN

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x