Sevgili Türk Kardeşlerim..

Türkiye ve dünya gündemindeki gelişmeler hakkındaki fikirleriniz, yayınladığımız izlencelerin bölümleri hakkındaki düşüncelerinizi paylaşabileceğiniz alan.

Sevgili Türk Kardeşlerim..

İletigönderen Hayyan » Prş Eki 08, 2009 1:42

Facebook'ta bir gurupta gördüm bu yazıyı.



Türk dostu ve Atatürk hayranı, halen ABD'de yaşayan ve kız kardeşi İran Mollaları tarafından katledilen bir İran'lı Felsefe Öğretmeninin Türkiye'de ki çağdaş ve Atatürkçü insanlara yazdığı bu mektubu lütfen dikkatlice ve sonuna kadar okuyun. Ve sonra da iletebildiğiniz kadar çok kişiye, hatta mümkünse tanıdığınız tüm AKP'yi destekleyen insanlara da gönderiniz. Gönderiniz ki hiç olmazsa giden Trenin belki son vagonuna tutunabiliriz.

Çok geç olmadan...... ......

Gelecekteki Türk İslam Devleti Başkanının 'Fetullah Gülen' olacağını ve Başbakan'ın neden hiçbir ilişkimiz olmayan Tanzanya isimli garip bir ülkeye ziyarete gittiğini daha iyi anlayın. NE OLUR BUNA DA KOMPLO TEORİSİ DEMEYİN ARTIK ÇÜNKÜ BELKI DE SİZ BU YAZIYI OKUDUGĞUNUZDA, RTE Türk İslam Cumhuriyeti Başkan Adayı Fetullah GÜLEN'E saygılarını sunuyor olacaktır.

Sevgili Türkiye deki dostlarım ve kardeşlerim,


Devrim sırasında devrim muhafızları tarafından önce tecavüz edilip, daha sonrada ipe gönderilen çok sevgili kız kardeşim Mehtab'ın anısına...
Bu mektubu sizlere yazmamdaki neden bizim 30 sene kadar önce yaşadığımız o talihsiz ve karanlık günün Türkiye için de yaklaşıyor olduğunu görmem ve bundan daha derin olarak kalbimde hissetmem oldu. Türban yasasının mecliste onaylandığı tarihin İran İslam devriminin olduğu güne denk gelmesi kalbimde bunun ilahi bir güçten gelen uyarı fişeği olduğu hislerini uyandırdı ve bu mektubu kaleme almaya karar verdim. Biliyorum hepiniz kalbinizde karanlığın otoritesini hissettiniz. Karanlık otorite gelmeden hissettirdi yaklaştığını.


İran İslam devriminden 1 hafta kadar önce Türkiye'ye gecen, uzun bir sure burada yasayan ve daha sonra Kanada'ya iltica eden ve hâlihazırda bu ülkede felsefe öğretmenliği yapan bir İranlıyım. Atatürk'ün aydınlık Türkiye'sini çok seviyorum ve yüreğim kan ağlayarak İran'da 'O gün' gelmeden önceki olayların sanki bir tekrarını sinemada izliyor gibi Türkiye'de görüyorum. Yobaz karanlığında hunharca katledilen kız kardeşim anısına sizlere yalvarıyorum ki, sakin olmaz demeyin! Sakin Türk Ordusu olduğu surece olamaz demeyin çünkü aşağıda anlatacağım gibi o gün geldiğinde tüm orduların eli kolu bağlanabilir. Bizim ailemiz İran'da laik, sol görüşlü ve aydın bir aile idi. Devrimden 1 ay önce bize bile söyleseler idi 1 ay sonra durum bu olacak diye biz bile güler geçerdik, 'deli misin?' diye sorardık belki de. Belki de derdik ki 'Şah'ın bu güçlü ordusunu nasıl yeneceklerde Şeriat karanlığını getirecekler?


Sizlere önce Iran İslam devriminin nasıl geliştiğini kısaca anlatmak istiyorum çünkü Türkiye'deki gelişmelerle çok büyük benzerlikler mevcut.
İRAN İSLAM DEVRİMİNİ BAŞARIYA GÖTÜREN AYAKLAR:
1-Büyük kesimi fakirleşen halk dincilerin pençesine düştü. Bu halk yiyecek, giyecek gibi ufak yardımlarla o nların safına çekildi. Beyinleri yıkandı ve Fakirliklerinin temelinde kirli ve dinsiz rejim olduğu benliklerine yazıldı. Açlıkla boğuşan halk bu cehaletin pençesine kolaylıkla düştü ve rejime düşmanlaştı. (COK FAKIRLESEN TURK HALKINADA AYNI SEYLER YAPILIYOR)
2-Hep demokrasi ve özgürlük dendi. Humeyni devrimi yapana kadar hep demokrasi ve özgürlük vaat etti. Bu şekilde birçok sol görüşlü insanları da kendi saflarına çekti. Bu insanlar devrim akabinde ipe giden ilk insanlar oldu. (TURKIYE'DE HEP DEMOKRASI VE OZGURLUK DIYORLAR)
3-Emir komuta zincirinde yapılanmış olan din adamları halkı kontrol altına aldı. (BASI ABD'DE YASAYAN MALUM TARIKAT'IN YAPILANMA BICIMI OLAN 'ABI' YAPILANMASI BU EMIR KOMUTA SEKLIDIR VE DEVRIMIN EN ONEMLI AYAKLARINDAN BIRISI BU EMIR KOMUTA YAPILANMASIDIR. BU EMIR KOMUTA YAPILANMASI DEVRIMIN HALK ORDUSUDUR VE DEVRIM SIRASINDA BU EMIR KOMUTA COK KISA ZAMANDA COK BUYUK KITLELERE EGEMEN OLUR.)
4-Kargaşa ve kaos ortamında askeri Kışl alar basildi. Ellerinde Kur'an ile kışlalar ele geçirildi. (BU AYAGA COK DIKKAT EDELIM CUNKI DEVRIM SIRASINDA TURK SILAHLI KUVVETLERINI ELE GECIRMENIN EN ANAHTAR AYAGI BUDUR.)


Türk silahlı kuvvetleri bildiğim kadarı ile 600-800,000 kişiden oluşan bir kuvvettir. Yalnız unutulmaması gereken gerçek bu ordunun ancak %0,1(Binde Bir) lik bir bolumu rejimin muhafızıdır. Yani Harp okullarında eğitim görmüş subaylar ancak bu kadardır. Geri kalan %99.99 er rejim muhafızı değildir. Onlar emirlere göre hareket eden vücut parçalarıdır. Beyin olan ise az sayıdaki subaylardır. Iran devriminde kargaşa ve kaos ortamında kışlaları basan yobazların ellerinde Kur'an ile erleri geçerek direnen subay ve komutanları katlettiler. Burada kilit nokta ellerinde Kur'an ile harekete gecen büyük halk kitlelerine karşı erlerin silah kullanmakta zorlanacağı gerçeğidir. Zaten kullansalar bile cahil ve beyni yıkanmış halk öyle bir kudretle kışlalara saldırmıştır ki sonunda kışlalar teslim alınmıştır. O askerin açtığı ateş sonucu halktan çok ölen olmuştur ama sonuçta bir noktada erler silah bırakmak durumunda kalmışlardır. Erin kendi başına alacağı savaş inisiyatifi düşmana karşıdır. Ama büyük kitleler halinde ve ellerinde kuranlarla üzerine gelen kendi halkına karşı bu kararlılığı göstermesi mümkün olamaz. Yani er buna bir noktadan sonra direnmez yâda direnemez. Çünkü o er karşısındakinin karanlık bir devrim yapacak olan insanlar olduğunu bilecek bilinçte de değildir, kaybedeceği aydınlığın ne olduğunu da. Bunu bilecek olan sadece subaylardır. Ve kanlarının son damlasına kadar savaşacak olanlarda bu konuda aydınlanmış Türk subaylarıdır. Ama yukarda bahsettiğim üzere onlar ordunun sadece ve sadece en fazla binde birini teşkil ederler. Yani devrimin asil savunucusu Türk ordusunun tümü değildir, sadece subay kademesidir ve erlerin durduğu ve etkisizleştirildiği noktada o subay kademesinin yok edilmesi kolay olacaktır. İran'da ordu bu şekilde etkisiz hale getirilmiştir. 'Er düşman işgali durumunda durmaz ve etkisizleştirilemez, sonuna kadar da savaşır, ama büyük bir kudretle gelen kendi halkı karşısında durabilir.'


Şu aşamada aldıkları bu büyük ivme ve arkalarındaki çok büyük güçler ile onları normal yollardan durdurmak çok zor olacaktır. Ve bunların durdurulmadan hareket edeceği her gün ivme ve güçlerini artıracak ve isi zorlaştıracaktır. Silahlı kuvvetler ne kadar erken hareket ederse o kadar iyi olur. Sonra geç olabilir. Silahlı kuvvetlerin su veya bu neden ile eli kolu bağlı ise ki öyle görünüyor bu durumda silahlı kuvvetler 'O GUN' geldiğinde kışlarını nasıl muhafaza edeceğinin planını çok iyi yapmalıdır. Çünkü kilit bu noktadır. Silahlı kuvvetler etkisiz hale getirilemedigi müddetçe devrim başarıya ulaşamaz. Bu nedenle her askeri kışlaya normal erlerin haricinde kışlaları kanının son damlasına kadar savunacak 'OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI' oluşturulmalı ve bunların böyle büyük bir halk hareketine karşı erlerden önc e devreye girip, erler şaşkınlıklarını üzerlerinden atana kadar çatışmaya girmeleri sağlanmalı ve burada kazanılacak vakit ile gerideki subaylar erlerin dağılmasının önüne geçmelidir. Yani ordunun esas gücü ve gövdesi olan erlerin kontrolü kesinlikle kaybedilmemelidir. Iran ordusunun böyle bir hazırlığı olmadığı için gafil avlandı.


Oluşturulacak olan 'OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI' yobazlar ile çatışırken, erlerde üzerlerindeki şaşkınlığı atacaklar ve subayların organizasyonu ile çatışmalara destek vereceklerdir. Oluşturulacak 'OZEL CUMHURIYET DEVRIM MUHAFIZLARI BIRLIKLERI' çok özel eğitilmeli ve de Atatürk'e ve devrimlerine cani pahasına savunacak şekilde inanmış olmalıdırlar. Aksi halde basarîsizlik kaçınılmazdır. Çünkü en son Lübnan'da gördüğümüz üzere davasına inanmış bir kaç yüz Hizbullah Militanı dünyanın en iyi ordularından birisi olan İsrail ordusunu ağır zayiatlarla yenilgiye uğrattı..
Sevgili dostlar ve kardeşler, elimden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştım çünkü aydınlığı savunmak durumunda olan sizler İran'ın geçtiği bu karanlık tüneli anlamak durumundasınız. İran'ın bu acı tecrübesi sizlerin uyanık olması için bir şans olur umarım.
Aşağıdaki birinci linkte İran'ın devrimin hemen öncesi görüntüleri ile hemen sonrası görüntülerini bulacaksınız. Orada göreceğiniz üzere Iran devrim öncesi belki su anki Türkiye'den bile daha modern. Yani olmaz, olmaz demeyin. İkinci linkte ise Devrim lideri Humeyni'ye kadınların şiir okuması. O linki vermemin nedeni ise o koltukta bir gün bugün ABD'de ikamet eden malum cemaatin başı olan şahsın oturabileceği ihtimalidir. Acı ama sanki tarih tekerrür ediyor.

Benim çok sevgili kız kardeşim Mehtab anısına yapabileceğim bu kadar. Elimden geldiğince sizleri bilgilendirmeye çalıştım. Ama sizin geride kalan, aydınlık yarınlar bekleyen kızlarınız, kardeşleriniz, çocuklarınız ve Mehtab'lariniz için yapabileceğiniz çok şeyler var karanlık 'O Gün' çökmeden önce Atatürk Turkiye'si ne...

Yapabileceğiniz ilk şey bu mektubu bildiğiniz, tanıdığınız insanlara ulaştırarak daha fazla insani uyandırmak olabilir. O acı çok büyük acı sevgili kardeşler, anlatmak istemiyorum içinizi karartmamak için ama sevgili kardeşim Mehtab keşke bu dünyaya gelmemiş olsa idi de 'O gün' o acı sonu yaşamamış olsa idi o karanlık ve pis yobaz şehvetinin pençesinde. Allah sizleri ve Atatürk Türkiyesi ni korusun o yobaz karanlığının sevgili kardeşim Mehtab'a gösterdiği acı sondan. Anlatamıyorum onu yobazların nasıl katlettiğini, elim varmıyor yazmaya, dilim gitmiyor anlatmaya...


Mohsen Yazd
Bu maskenin altında etten daha fazlası var.Bu maskenin altında bir fikir var ve fikirler kurşun geçirmez!..
V For Vendetta
Kullanıcı küçük betizi
Hayyan
Üye
Üye
 
İletiler: 99
Kayıt: Prş Eyl 17, 2009 19:53
Konum: TÜRKİYE !

Re: Sevgili Türk Kardeşlerim..

İletigönderen Yargan Kam » Prş Eki 08, 2009 7:20

Humeyni de Aydınları Aldatmıştı....

1.3.2009

Ufuk Uras, R.T.Erdoğan'ı gizli savunması sırasında

"İran-Türkiye benzetmesi doğru değildir.

Tayyip Erdoğan Humeyni değildir. İmam bilmem ne değildir.

TUDEH yöneticilerine ‘Bugün olsa ne yapardınız?’ diye soruyorum,

‘Yanlışlarımız olabilir, ama yine demokrasiyi savunurduk’ diyorlar..."



diyordu ama, İran deneyiminden öğrenilmesi gerekir...
******
'Humeyni aydınları aldattı'

"Şah'ı devirdikten sonra iktidarı mollaların ele geçireceğini hiç düşünmemiştik. Her şey çok çabuk değişti. Humeyni Paris’te İran’a demokrasinin gelmesi, kadınlara eşit haklar verilmesi gibi herkesin şaşkınlıkla karşıladığı açıklamalar yapıyordu. İranlı solcuların veya aydınların büyük bir kısmı Humeyni'yi desteklemeye başladılar."

Resim

PORTRE / BAHMAN NİRUMAND

1936 Tahran doğumlu. Orta ve yükseköğrenimini tamamlaması için 14 yaşında Almanya’ya gönderildi. Liseyi bitirdikten sonra Alman Dili ve Edebiyatı, Felsefe öğrenimini yaptı, 1960’ta İran’a geri döndü, Tahran Üniversitesi’nde doçent olarak çalışmaya başladı. Şah rejimine karşı eylemleri nedeniyle 1965’te ülkeyi terk etti, Almanya’ya geldi. Almanya’daki 68 öğrenci hareketinin öncülerindendi. Rudi Dutschke ile sonradan Kızıl Ordu Fraksiyonu’nu (RAF) kuran Ulrike Meinhof’un yakın arkadaşıydı.1979’da Şah yıkılmadan kısa bir süre önce tekrar İran’a gitti ve son 1.5 yılı yeraltında olmak üzere toplam üç yıl İran’da kaldıktan sonra, bu kez molla rejiminden kaçarak yine Almanya’ya sığındı. İran’daki Molla Rejimi, siyasal İslam, ya da Körfez Savaşı üzerine çok sayıda kitabı yayımlandı. Kitaplarından biri “İran’da Soluyor Çiçekler” adıyla Türkiye’de Belge Yayınları’ndan çıktı.

*****




http://www.cumhuriyet.com.tr/medya.php?mn=12424

http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&kid=27&hn=35902





Güner Yüreklik

Cumhuriyet-

9 Şubat, İran’daki molla rejiminin iktidarı ele geçirişinin 30. yıldönümü. O günden bugüne, 30 yıldır Berlin’de sürgünde yaşayan İranlı yazar Bahman Nirumand, 1979’da Şah’ı devirdikten sonra mollaların nasıl başa geçtiklerini ve yenilgilerinin nedenlerini, çıkardıkları dersleri Cumhuriyet’e anlattı:

- Siz 30 yıldır sürgünde yaşıyorsunuz. Daha önce, Şah döneminde de 14 yıl Almanya’da sürgündeydiniz. Toplam 44 yılınız ülkenizden uzakta, Almanya’da sürgünde geçti. Oysa Şah’ın ülkeyi terk etmesine yol açan İran’daki büyük halk ayaklanmasına liderlik yapmış, yıllarca özlemini çektiğiniz özgürlüğe ve demokrasiye kavuşmak üzereydiniz. Ama olmadı ve elde etmek üzere olduğunuz bir zaferi mollaların emrine teslim ettiniz. 16 Ocak günü İran Şah’ı Rıza Pehlevi ülkeyi terk ettikten sonra, 30 Ocak günü Humeyni, Paris’teki sürgünden Tahran’a geri döndü ve 9 Subat günü de İslam Cumhuriyeti’ni ilan ederek ülkeyi yeni bir diktatörlüğün peşine taktı. Şimdi o günleri anımsadığınızda neler hissediyorsunuz ve bu tarihi yenilgiden ne gibi dersler çıkarıyorsunuz?

- Bu duyguları anlatmak çok zor. Ama insanı kahreden, acı veren duygular olduğunu söyleyebilirim. Sizin de belirttiğiniz gibi, 25 yıllık bir diktatörlükten sonra hedefe ulaşmak üzereydik. Hatta, Şah’ın ülkeyi terk etmesiyle hayalini kurduğumuz zafere ulaşmıştık da. Ama bir anda her şey değişti ve ben tekrar ülkeyi terk etmek zorunda kaldım. Bu benim yaşamımın çok acı bir dersi oldu. Ne olup bittiğini, elde ettiğimiz bir zaferi kıl payı nasıl kaçırdığımızı anlamamız yıllar sürdü. Sonunda gerçekleri kabullenmek zorunda kaldık ve bu tarihi yenilginin gerçekçi bir muhasebesini yaptık. Şimdi yeniden, Şah döneminde olduğu gibi elimdeki bütün olanaklarla demokrasi mücadelesi veriyorum.

'Çıkardığım dersler'

- Mollaların diktatörlüğüne son verebilecek misiniz? Umudunuz var mı? 1979’daki yenilgiden ne gibi dersler çıkardınız?

- Şah’ı devirdikten sonra iktidarı mollaların ele geçireceğini hiç düşünmemiştik. Her şey çok çabuk değişti. Bunda bir dizi rastlantının da büyük rolü oldu. Bir devrimin gidişatını rastlantıların da belirleyebileceğini öğrendim. Eğer, gerçekleri görmeyen bir ütopi ile hareket ederseniz başarıya ulaşamazsınız. Örneğin bu, yaptığımız önemli bir hataydı. Hepimiz o zaman daha çok gençtik, tecrübesizdik. Kafalarımızdaki ütopi, ayaklanmadan sonra sosyalist bir İran kurmaktı. Oysa bu ütopinin gerçeklerle ilgisi yoktu. Başta biz solcular, o zamanki İran halkını, İran halkının yapısını tanımıyorduk. Şah diktatörlüğünü karşımıza almıştık, başka bir şey düşünmüyorduk. Halk ne düşünüyor, onların beklentileri, ihtiyaçları neler, bunları pek dikkate almamıştık. Kısacası İran halkını tanımıyorduk. Halkın beklentilerine, taleplerine cevap vermeyen, bunları dikkate almayan bir devrimin başarıya ulaşması imkânsız. Halkın sadece bir kesiminin istemleri doğrultusunda hareket ederseniz bu da başarıya ulaşamaz.

Sonra, şiddet uygulayarak bir hedefe ulaşılacağına da inanmıyorum artık. Şiddet yoluyla kurulan rejimlerin kalıcı olmadığını tarih gösterdi bize. Önemli olan halkın aydınlatılmasıdır. Aydınlanma olmadan toplumsal kalkınma, demokratik ilerleme de olmaz. Halkı toplumsal değişikliklerin gerekli olduğuna inandırmak ve bu doğrultuda halkla birlikte uzun süreli bir mücadele vermek gerekiyor. İşte 1979 yenilgisinden çıkardığım dersler bunlar.


‘Şah'ı deviren halk mollaları da devirecek'

- İran İslam Cumhuriyeti’nin 30 yıl ayakta kalmasını neye bağlıyorsunuz?

- Savaşlara ve dış güçlerin, başta ABD’nin, savaş-yaptırım tehditlerine.. 1980’de ABD’nin direktifi ile Saddam Hüseyin’in İran’a saldırmasıyla başlayan ve 8 yıl süren savaş, Humeyni’nin yerini daha da sağlamlaştırdı. Onun için Humeyni’nin kendisi bu savaş için “Allah’ın lütfu” derdi. Milyonlarca İranlı genç, bütün millet, bu savaş için seferber oldu, molla rejiminin baskıları ikinci plana itildi, hatta unutuldu.

Savaşa ya da molla rejimine karşı çıkan on binlerce İranlı ise derhal idam edildi. Yani savaş, bir yandan İran halkının mollaların peşinde bütünleşmesini sağladı, diğer yandan molla rejimine karşı olanların savaş bahane edilerek yok edilmesine hizmet etti.

- 30 yılını tamamlayan mollalar sizce daha ne kadar iktidarda kalırlar? Umudunuz var mı?

- Tabii ki var. Ama bu kez daha ihtiyatlıyım. Her şey bir anda olmuyor. Zamana ihtiyaç var. Halkıma güveniyorum, Şah’ı deviren bu halk mollaları da indirecektir. Yeter ki İran dış güçler tarafından sürekli savaşla, yaptırım uygulamayla tehdit edilmesin. İran tehdit edildikçe mollalar iktidardaki yerlerini daha da sağlamlaştırıyorlar. Ama İran’da son yıllarda mücadele veren sivil toplum kuruluşları çok önemli mesafeler katettiler. Ben halktan gelen, halkla bütünleşmiş bu hareketin başarılı olacağına inanıyorum.



‘Mollaların iktidarını beklemiyorduk’

- Humeyni devrimi bekleniyor muydu?

- Hayır, kesinlikle beklenmiyordu. 70’li yılların ortalarından itibaren İran’da Şah’a karşı bir hareket başlamıştı. Ancak bu hareket işçi-köylülerden ya da yoksul-fakir halktan gelmiyordu. Tam tersine, petrolden zengin olmuş bir tabakadan veya zengin olma umutları besleyen orta sınıftan geliyordu. Bunlar iktidarda söz sahibi olmak istiyorlardı. Her şeye kendi karar veren Şah rejimi, bu sözünü ettiğim kesim için bir engeldi. Onlar daha da zengin olabilmek için eşitlik, demokrasi talep ediyorlardı. Şah’a karşı halk ayaklanması böyle başladı.

İlk protestolar öğrencilerden, aydınlardan geldi. O dönemde hareketin İslamcılarla yakından uzaktan hiçbir ilgisi yoktu. Başlangıçta, 1953’te CIA tarafından düşürülen Musaddık’in başlattığı ulusalcı hareketin bir devamı gibiydi.

‘Peris'ten özgürlükçü açıklamalar yapıyordu'

Tam da bu Şah’a karşı hareketin güçlendiği bir sırada, durduk yerde, hiçbir neden yokken bir gazete, kimsenin tanımadığı Humeyni hakkında, kendisini yerden yere vuran, hakaretler yağdıran, İslami inançlarla alay eden bir haber yayımladı. İlk kez Humeyni adı bu gazete sayesinde duyuldu. Humeyni o günlerde Irak’ta sürgünde yaşıyordu. Gazete bu haberi yayımlayınca İranlı Şiiler ayaklandılar. Neden, kimin direktifi ile bu gazetenin Humeyni aleyhine böyle bir haber yayımladığı bugün hâlâ anlaşılmış değil.

- İranlı Şiiler ayaklanınca ne oldu?

- İran Şah’ı, Saddam Hüseyin’den Humeyni’yi sınır dışı etmesini istedi. O da Şah’ın bu isteğini yerine getirdi. Hiç beklenmedik bir şekilde Fransa Humeyni’ye politik sığınma izni verdi.

Humeyni Paris’e yerleştikten sonra yaptığı açıklamalarla da bir anda dünya basınının odak noktası oldu. İşkencelerin sona ermesi, gizli servisin kaldırılması, İran’a demokrasinin gelmesi, kadınlara eşit haklar verilmesi gibi herkesin şaşkınlıkla karşıladığı açıklamalar yapıyordu. Bütün dünya Humeyni’yi konuşur olmuştu. İranlı solcuların veya aydınların büyük bir kısmı Humeyni’yi desteklemeye başladılar. Humeyni modern, demokrat bir din adamı olarak görülüyordu.

İşte bu gelişmelerle birlikte İran’daki İslami kesim ön plana çıkmaya, Şah’a karşı ayaklanmada öncü rolü oynamaya başladı. İran’daki binlerce din adamı camilerdeki vaazlarında halkı Şah’a karşı ayaklanmaya katılmaya, isyana çağırdılar.

Bu arada Humeyni’nin kendi sesinden kasetleri de kaçak yollardan sık sık ülkeye sokuluyor, bu kasetler bir anda binlerce camiye dağıtılıyordu. Camiler parti merkezlerine dönüşmüştü ve çok iyi organize olmuşlardı. Şah’a karşı ayaklanan diğer güçler, Humeyni yandaşları kadar organize ve disiplinli değillerdi.

Humeyni ve yüz binlerce molla artık Şah’a karşı ayaklanmada itici ve belirleyici güç haline gelmişlerdi. Dizginler onların eline geçmişti. Biz ise hâlâ Humeyni’nin demokrat bir din adamı olduğuna inanıyor, “Şah devrilsin yeter” diyorduk.
10 Şubat 2009

***

Kaynak
...Umut Samimiyettir...

Resim ''Üze Tenri Basmasar, Asra Yir Telinmeser''
''Yukarıda Gökyüzü Çökmedikçe, Aşağıda Yer Delinmedikçe''

...Cumhuriyet Fazilettir.
Kullanıcı küçük betizi
Yargan Kam
Üye
Üye
 
İletiler: 199
Kayıt: Prş Şub 12, 2009 15:28
Konum: Türkiye Cumhuriyeti/Akdeniz Bölgesi

Re: Sevgili Türk Kardeşlerim..

İletigönderen İlteriş » Prş Eki 08, 2009 8:17

Aydinlari aldatmak mi?
Koca koca adamlar, hepsinin isminin basinda prof titri var. Hepsi de okumuslar! Ama vatana millete hayirli olma duasi okunmamis arkalarindan analari tarafindan. Tek farklari bu cumhuriyet aydinlarindan!

Nasil olacak da, hayatlari boyunca hicbir deger uretememis, sadece degerlerin istismarini yapmis cahil, cuhela, yobaz takimi kandiracak bu insanlari?

Burada teshiste hata var. Ben hicbir liberal sozumona "aydin"in kandirildigini, aldatildigini vs dusunmuyorum. Herkesin birbirlerinin yapmak istedikleri ihanetlerden haberleri var. Onlari bir araya getiren ortak degerler ve motivasyon kaynaklari sunlar:

"Turk Dusmanligi"
"Ataturk Dusmanligi"
"Emperyalizm Yandasligi"
"Kapitalizm Usakligi"
"Canak Yalayicilik"
"Satinalinabilirlik"
"'Vatan' kavrami yoksunlugu"
"Millet anlayisi carpikligi"
"Namussuzluk"
"Ihanet"
"Etnisite kaynakli zihinsel rahatsizliklar"
"Kendini Cumhuriyetin 'ezileni' olarak tanimlama sizofrenisi"
"Munafik namazi kilabildikleri yerleri ''Yeni Vatan' olarak kabul edebilme genisligi"
"Tarikat bagimliligini, 'Vatan; dahil her turlu degerin uzerinde gormek"
"Muslumanlari oldurenlerle dost olup, Muslumanlik sampiyonunu oynama vakasindaki
*Piskinlik,
*Riyakarlik,
*Kurnazlik"

Dusmaninizi tanimadan hangi kurtulus veya aydinlanma mucadelesini vereceksiniz baylar bayanlar?

Neymis?
Kandiriliyorlarmis!
Hadi canim siz de!
"Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir"

Mustafa Kemal Ataturk
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş
Üye
Üye
 
İletiler: 1197
Kayıt: Cmt Eki 20, 2007 23:05

Re: Sevgili Türk Kardeşlerim..

İletigönderen bezgin » Prş Eki 08, 2009 11:08

"Acgözlülük"
"Kul hakkina göz dikebilmek"
(Yine namussuzluk oluyor, ama ayrica belirtmek lazim)
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Sevgili Türk Kardeşlerim..

İletigönderen Yargan Kam » Prş Eki 15, 2009 10:42

Sevgili GöktürkMehmet kardeşim ve değerli Güncel Meydan sakinleri,

olağan araştırmalarımdan yaparken bir başka forumda bunu buldum:

İran'a Şeriat Nasıl Geldi?

Merhaba,benim adım Bahman Nirumand. İranlı bir gazeteci-yazarım.

Şah'ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım.

Ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

Evet, Humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. Demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

Şah'ı devirdikten sonra mollaların camiye geri döneceklerinden emindik. Devleti yönetecek durumda olduklarına inanmıyorduk.

Yanıldık. Kitaplardan ezberlediğimiz cümleleri, içi boş kavramları birbirimize söyleyip duruyorduk.

ÜZERİNDE DURMADIK

Her şey 14 Ocak 1979 tarihinde değişti. Şah, İran'ı terk etti. Ardından İran tarihinin en büyük yürüyüşü Tahran'da yapıldı. Sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

Fakat mitingde ilk dikkatimi çeken, kim liberal Musaddık ya da solcu şehitlerin resimlerini taşıyor ise mollalarca dövülüyordu.

Pek üzerinde durmadık bu olayın, "Hele bir kurtlarını döksünler, sonra sakinleşirler" diye düşündük.

Ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına "İslam Mahkemesi" denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çaptırıldığı haberini okuduk.

Haberi ciddiye almadık; "Üç beş sapsızın işi" dedik.

Bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. "Ufak tefek şeylerin" toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

Biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

"Müslüman kadınların yanında ******ların yeri yoktur" denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. Özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

Bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk! "Asıl mücadele, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilmelidir" diyorduk. Kadın sorunu bir yan çelişkiydi, ana çelişki sömürüydü. Kadının giyim sorunu, emperyalizme karşı verilen mücadeleyi baltalamamalıydı!

Peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. Bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

Biz ise halabüyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! "İttifak" "Eylem Birliği" gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

GEÇİŞ SANCILARI SANDIK

Humeyni, "Bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. Bunların kökünü kazımalıyız" diyor; genç mollalar terör estiriyordu. Kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu.

Şiraz'da "İslam Mahkemesi" eşcinsel ve ****** olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. Benzer olay Tahran"da da gerçekleşiyor, üç ****** ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

Sesleri ve görüntüleriyle erkekleri tahrik ettikleri için kadın spikerler televizyondan kovuluyor; uyuşturucu olarak görülen müzik yasaklanıyordu. Alkol içen, kırbaç cezasına çaptırılıyordu.

Şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. Hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

Oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. Alınan her kararda "Tamam bu sonuncusu" diyorduk. Ama arkası hep geliyordu.

Kızların evlenme yaşı 18'den 13'e düşürüldü. Parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. Kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu.

Kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.

Aslında birçok aydın kadının üye olduğu kadın dernekleri vardı. Onlar kendi küçük çevrelerinde "hamilelik tatilinin uzatılması", "eşit işe eşit ücret" gibi talepleri tartışıyorlardı.

Biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: Demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! Abartmaya gerek yoktu.

Hepimiz "ana çelişki" üzerinde duruyorduk; öncelikle dışa bağımlılık ve ekonomik krizden kurtulmalıydık.

REFERANDUM OYUNU

Üç ay önce Humeyni, Paris'te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri İslam düşmanı ilan etmişti.

Bu sözler üzerine ilk protestomuzu yaptık. Mitingimize bir milyonu aşkın insan geldi.

Mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.

Referandum meselesini gündeme getirdiler. Halka soracaklardı: "İslam Cumhuriyeti"ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?"

Kuşkusuz bu bir oyundu; halkın yüzde 65'inin okuryazar olmadığı bir ülkede kim ne anlardı cumhuriyetten?

Yapılan propaganda belliydi; dediler ki: "İslam"a evet mi, hayır mı diyorsunuz?"

Biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: "Önemli olan cumhuriyettir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. İslam Cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?"

Ancak bazı küçük kesimler bu oyuna gelmemek için referandumu boykot ettiler.

Sonuçta, "evet" diyen 20 milyon, "hayır" diyen ise sadece 140 bindi.

Mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. Güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. Artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. Sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. Halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. Ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

HALKI ANLAYAMADIK

Mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar.

Örneğin, tirajı bir milyon olan liberal "Ayendegan" Gazetesi"ni kapattırdılar. Sıra sonra "Keyhan" Gazetesi"ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

Tüm bu olanları protesto etmek için mitingler düzenlemeye başladık. Ama iş işten geçmişti artık; insanlar yılmıştı, korkuyordu.

Özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik.

Sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. Halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı.

Örtünmek moda oldu!

Tüm bunlara "gelip geçici bir fırtına" diye bakmak ne büyük yanılgıydı.

Komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal İslamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu.

Şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi.

Milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı.

Kaçanlardan biri de bendim.

Umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır.

(Not: Bu metin, Bahman Nirumand"ın "İran" kitabından derlenmiştir.)


Bu da aynı yazının altında eklenmiş bir Soner Yalçın yazısı:

Türkiye'nin İran benzerliği çok şaşırtıcı

ÖNCE bir tespit yapalım:

Diyorlar ki, "Türkiye, İran'a benzemez!"

Yanılıyorlar.

Bu nedenle gelin önce kısa bir tarih yolculuğu yapalım:

19. yüzyılda İngiltere'nin Osmanlı Devleti gibi İran üzerinde de nüfuzu vardı.

İki ülke de tarım ülkesiydi.

20. yüzyıl başında, -İran 1906; Osmanlı 1908- askerlerin bastırmasıyla iki ülkede de meşrutiyet ilan edildi.

Her iki ülke 1920'lerde yeni liderleriyle yönetildi:

İran'da subay Rıza Han (Pehlevi), "ormancılar ayaklanmasını" bastırıp yönetimi devirerek kendini "Şah" ilan etti.

Türkiye'nin lideri ise iç ve dış düşmanları yenen ''Mustafa Kemal Atatürk"tü.

Her iki lider de ülkelerinin tarihlerinde görülmedik boyutlarda, modernleşme ve reform politikalarını uygulamaya koydu. Ülkelerini eğitim sisteminden hukuk sistemine kadar laikleştirmeye çalıştılar. Kılık kıyafet devrimi yaptılar.

Bu reformlara her iki ülkede de karşı çıkan pek olmadı; sayıları az olmakla birlikte muhalif olanlar da çok ağır cezalara çaptırıldı.

İran 1940'ta, Türkiye 1946 yılında parlamenter demokrasiye geçti.

İran'da 1951'de, Türkiye'de 1960'ta "milliyetçi/ulusalcı solcu" askerler darbe yaptı.

İranda başta petrol olmak üzere millileştirmeler yaşanırken, Türkiye de dışa açıldı, yabancı sermayeyi kabul etti.

CIA, İran'daki darbeci ''Musaddık"ı yıktı. Yerine tekrar ''Şah Rıza Pehlevi"yi getirdi. Şah bütün partileri kapattı, liderlerini hapsetti.

Türkiye, 1961'de demokrasiye döndü, seçimler yapıldı.

1960'lı yıllar, her iki ülkede de sol, milliyetçi ve İslamcı hareketin ivme kazandığı dönem oldu.

Aynı dönemde her iki ülkenin siyasi ve iktisadi olarak dışa bağımlılığı arttı. ABD "abi" rolündeydi. Düşman ise komünizmdi.

Her iki ülke de solcularını ezmek, yok etmek için her yola başvurdu. Devlet güçleri, sola karşı diğer güçlerle ittifak yaptı.

Sol muhalefetin ezildiği dönemde İslamcı hareketler güçlendi.

YEŞİL KUŞAK PROJESİ

Burada meseleye daha geniş açıdan bakıp, 1970'li yılların son dönemini bir hatırlayalım.

Sovyetler Birliği, Afganistan'a girmişti.

ABD'nin kontrolündeki Şah, İran'ı terk etmişti. Türkiye'de büyük bir sol dalga vardı.

Soğuk Savaş döneminde siz ABD"nin yerinde olsanız ne yaparsınız?

İran'da Sovyetler Birliği yanlısı solculara karşı mollaları desteklediler.

Türkiye'de 12 Eylül 1980 askeri darbesini yaptırıp, İslamcıları kuvvetlendirerek solu ezdirdiler.

ABD, Şah'tan umudunu kesince mollaları destekledi. İran'da mollaları yok etmek isteyen askerlerin elini kolunu bağladı.

Şah Rıza Pehlevi, ölmeden birkaç hafta önce, "Amerika ve İngiltere yerine muhalefeti yok etmek isteyen askerleri dinleseydim, ülkeyi terk etmek zorunda kalmazdım" diye açıklama yaptı.

ABD, Sovyetler Birliği'ni İslam ülkeleriyle kuşatıp içindeki İslamcı halkları ayaklandırarak yıkacağını hesaplıyordu.

Bu nedenle İranlı subaylara hep engel oldu.

Örneğin: Şah gittikten sonra, ülkenin başında kalan sosyal demokrat Başbakan Bahtiyar "İslam Cumhuriyeti"ne izin vermeyeceğim" diyordu.

Genelkurmay Başkanı Karabagi, ''Bahtiyar"ı destekliyordu.

Bahtiyar, ABD ve İngiltere"ye danıştı. Tabii ki destek alamadı.

Mollalar şanslıydı; dünya siyasal konjonktürü onların lehineydi.

Sonunda Humeyni, Tahran'a geldi. Yerleştiği "Refah Okulu"nda, liberal-İslamcı Mehdi Bazargan"ı Başbakan ilan ettiğini açıkladı. ABD ve Avrupa bu "ılımlı İslamcı" atamadan mutlu oldu.

Ancak mollalar güçlendikçe iktidara yerleşti.

Son hedefleri, halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı olan liberal Müslüman Beni Sadr idi.

Askerler bu kez ''Beni Sadr"ın imdadına yetiştiler; darbe yapabileceklerini söylediler. Sadr darbe istemedi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.

Mollalar iktidara yerleşti. "Ilımlı İslam" istemiyorlardı!

DESTEK ESNAFTAN

İran tarihine bakıldığında, mollaların devlete karşı ayaklandığı görülmemişti. Sadece 1963"te Şah, mali kaynaklarını yok ettiği için ilk protesto eylemini gerçekleştirmişlerdi. Bu nedenle Humeyni, Türkiye'ye sürgüne gönderilmişti.

Durum aslında bizim Nakşibendiler'e benziyor, onlar da hep devletin yanında olmuşlardı. Neyse...

Türkiye'deki İslami hareketler ile İran'daki mollaları destekleyen güçler arasında benzerlikler var mıydı?

Yapısal farklılıklar olsa da taban aynıydı:

Mollaların ülke içinde en büyük destekçisi, iç ticaretin üçte ikisini, ihracatın üçte birini elinde tutan ve geleneksel değerlerin savunucusu Bazar esnafıydı.

Mollalar ayrıca liberal-burjuva çevrelerinden de destek gördü. Bunun sebebi, özerklik için harekete geçen Azeri, Kürt, Beluciler gibi etnik unsurların başlarının hemen ezilmesi talebiydi.

Ve tabii, din adamlarının siyasal örgütlenme gücünün en büyük dayanağı ise, cami komiteleriyle girdikleri yoksul mahallelerdi. Camiler cihat birliklerinin hücre evleriydi. Kısa bir süre öncesinin solcu varoş mahallelerinin yoksulları akın akın mollaların arkasından yürüyordu artık.

Şimdi tekrar başa dönüp soralım: Türkiye, İran'a benziyor mu?

Hürriyet / Pazar
Soner YALÇIN
iki damla yaş aksın.


Sevgi ile...
...Umut Samimiyettir...

Resim ''Üze Tenri Basmasar, Asra Yir Telinmeser''
''Yukarıda Gökyüzü Çökmedikçe, Aşağıda Yer Delinmedikçe''

...Cumhuriyet Fazilettir.
Kullanıcı küçük betizi
Yargan Kam
Üye
Üye
 
İletiler: 199
Kayıt: Prş Şub 12, 2009 15:28
Konum: Türkiye Cumhuriyeti/Akdeniz Bölgesi


Şu dizine dön: Tartışma ve Fikir Meydanı

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x