
SİLİVRİ’DEN TAŞAN DUYGULAR!
Duygusallık; insana özgü, insanca yaşamın ve hissetmenin en belirgin özelliğidir… Gözlerden akan yaşlar ise bu özelliğin en doğal nişanesidirler…
Kimi zaman, içine akıtırsın o yaşları! Bazen de elinde olmadan bir çift pırıltı süzülüverir göz pınarlarından…
An’lar vardır, yaşanmış bir ömrü anlatır! An’lar vardır, yaşattıkları ile beyinlerimize çakılır kalır! İşte böylesine bir an, yaşamınızın en kötü anısı olarak ve bir daha silinmemecesine, hafızanızda yerini alır!
Her insanın hayatında çok önemli yeri olan kişiler vardır! Anneniz, babanız, eşiniz, evlatlarınız, kardeşleriniz ve torunlarınız; onlar hayatınızın en önemli varlıklarıdır… Ama bir de, hayatınıza ayrı bir anlam katan ve yaşam kaynağınıza güç veren dostlarınız ve arkadaşlarınız da vardır.
Sevinçli ve güzel iyi günlerinizde sizi yalnız bırakmayan kimi tanıdıklarınızın tam tersine! En acılı ve en sıkıntılı günlerinizde yanı başınızda hep onlar vardır. Çoğu zaman, yüreğinizdeki acıyı paylaşan ve gözlerinizin aradığı da onlardır…
Artık onlarla kardeşlikten de öte duygular yaşarsınız, en sıkıntılı dönemlerinizde de önce onu ararsınız. Bu can yoldaşlığı herkese nasip olmaz. Bu nitelikleri arasanız da, her insanda bulunmaz!
Ben çok şanslıyım ki 51 yıl önce tanımıştım onu, oysa henüz 12 yaşında bir çocuktuk! Ama üzerimizdeki üniforma ile 1959 Yılında, Selimiye Askeri Orta Okulunda küçücük bir asker olmuştuk!
Birlikte geçirdik çocukluğumuzu, gençliğimizi, aynı askeri okulların sıralarını, karavanalarını paylaştık. Şanlı Sancağımızın huzurunda birlikte yemin ettik o kutsal ocak Harbiye’de, gerektiğin de vatan ve vazife uğruna ölürüz diye...
Silah arkadaşlığının o en kutsal yemini ile görev yaptık, kimimiz bu hizmeti sonuna kadar götürdü, kimimiz ise erken bıraktık…
Öğrencilik hayatımızla, gençliğimizle ve hayatımızı renklendiren ailelerimiz ile birlikte paylaştık geride kalan bu yarım asrı. Kaderde, tasada, sevinçte ve hayatımızın her kesitinde mutlaka bir aradaydık. Çünkü biz hem dost, hem arkadaş, hem kardaş ve hem de silah ve bayrak üzerine ant içmiş aynı ocaktan mezun olmuş can yoldaşlarıydık…
İşte 27 Nisan 2010 tarihinde ben o can yoldaşımın yanındaydım. Ama ‘’O’’ Silivri’de ki özgürlüğün olmadığı o malum yerde; ben ise onu görmek için o dört duvarın dışında, beynimi kemiren ve cevabı olmayan sorularla başbaşaydım!
Benden önce ziyaretlerine gidenlerimiz; o ve diğer silah arkadaşlarımız için hep aynı şeyi söylediler! ‘’Sabır ve metanet içerisindeler!’’
Sabır ve metanet! Neye sabır? Metanet ne için?
Sizin hiç özgürlüğünüz elinizden alındı mı? Siz hiç en çok sevdiğiniz kişileri görememenin acısını yaşadınız mı? Siz hiç dört duvarın arasında, küçücük bir odanın içerisinde güneşin doğuşuna, rüzgarın esintisine, denizin o dingin rengine, dalgaların seslendirdiği o muhteşem sessizliğe! Ama hepsinden de acısı evlatlarınızın, torunlarınızın ve hayat arkadaşınızın sesine hasret kaldınız mı?
Ben de bilmiyorum! Ben de bu ne menem bir acıdır, yaşamadım! Bilemem! Tahmin dahi edemem!
Ama ‘’O’’ ve Silivri’deki diğer arkadaşlarımız, kardeşlerimiz ve bizlerden çok daha büyük olanlarımız artık biliyorlar! Bu acıların her saniyesini yaşayarak öğreniyorlar, öğrendiler!
Çünkü onlarda bu acımasız yaşamın içerisindeler artık!
O’nu, o kapalı kapının ardından çıkararak camlı bölmenin önüne getirdiklerinde! İşte her şey o anda bitiverdi birden!
İnsan bu gibi durumlarda ne yapacağını bilemiyor! Hele, hele 51 yıldan beri kardeşinden daha çok sevdiğin, yakın bildiğin, can yoldaşını, özgürlüğü elinden alınmış bir durumda gördüğünde…
51 yıl önceki çocukluk arkadaşım, yarım asırdan beri kardeşim, can yoldaşım, devremizin yıldızı; Silivri’deki o malum yerde ve camekanlı bir bölmenin ardındaydı ama dimdik duruyordu karşımda!
Konuşabilmek için telefonları elimize aldığımızda, birbirimize söyleyebildiğimiz ilk cümleler önce gönlümüzde kopan fırtınanın hıçkırığına, daha sonra da boğazımıza düğümlenen duygulara takılıverdi! İşte o anda mani olamadık göz pınarlarımızdan boşanan o acılı yaşlara…
Gönülden gelen coşkulu beraberliğimizi, son nefese kadar sürecek olan can yoldaşlığımızı paylaştım kardeşimle bir kez daha. Diğer silah arkadaşlarımızın sevgi dolu yüreklerinden taşan duygularını ilettim kendisine. Özellikle de Selimiye Askeri Orta Okulunda yaşadığımız çocukluk günlerimizde söylediğimiz marşımızın dizeleri ile!
"Ruhumuzda Hür Vatan, Kalbimizde Harbiye,
Dört Ufuktan Seslenir Kahraman Selimiye…"
Ve tabii ki, her gerçek Harbiyelinin gönül marşı olan ‘’ Yaşa Varol Harbiye…’’ tümcesi ile moral verdim kendisine… Çok duygulandı. Sadece gözlerinde parıldayan yaşlarla değil, gönül penceresinden süzülen sevgi cümleciklerini birleştiren tek bir cümlecik ile yanıtladı: "Hepsi sağ olsunlar…"
Evet, metanetliydi. Sabırlıydı. Hukukun üstünlüğüne inandığı kadar, suçsuzluğuna da inanıyordu. Ama bir o kadar da kızgın ve kırgındı! Çünkü ete soğan doğrayamayanlar ve aynı tercihi paylaşanlar tarafından yalnız bırakılmıştı! Bırakılmışlardı! O dört duvar ardındaki yerde onu görünceye kadar tüm görevliler, işlemleri yapanlar herkes çok kibardı, çok anlayışlıydı, savcısı, infaz memurları, jandarması hepsi çok kolaylık gösterdi. Ama tüm bunlar ve bizim yaptığımız ve yapacağımız ziyaretler anlık moral gücü vermenin dışında, neye ne katar?
O ve onun durumunu paylaşan diğer arkadaşlarımızın, kardeşlerimizin ve büyüklerimizin şu anda yaşadıkları o olumsuz duruma, olumlu anlamda katkıda bulunması gerekenler, hala neden konuşmazlar? Neden susarlar?
O gün Silivri’de O çocukluk arkadaşımı, kardeşimi, ağabeyimi, dostumu, silah arkadaşımı ve yaşamımızın 51 yılını paylaştığımız can yoldaşımı, Sevgili Behzat Paşamı, eşimle birlikte ziyaret ettik… Ziyaretin sonu geldiğinde, o camekanın ardından veda ederken son bir kez daha baktı gözlerime! Sesi duyulmuyordu ama bakışları ile anlattığı o cümleyi ben duymuştum bile, kalbime bir ok gibi saplanan ve beynime kazınan o kelimeleri ile: "Hürriyetim alınmış, şerefim ve vicdanım bende kalmıştır…"
Şimdi gecenin bu saatinde ne yapılır orada? Ne yaparlar o duvarların arasında? Neler hissederler?
Ama inanıyorum ki onlar, bizlerin bu duygu beraberliğini ve hepimizden onlara ulaşan sevgi selini mutlaka hissediyorlardır… Duygusallık, insana özgü en değerli hazine…
İşte bu en değerli hazineyi, silah arkadaşlığının, kardeşliğin, dostluğun ve can yoldaşlığının ne demek olduğunu bu yazım ile paylaşmak istedim sizlerle…
"Yiğitlerin kalbi, sırların mezarıdır…"
ATİLLA ÇİLİNGİR