
Bunların neden vatanı sattıklarını, Cumhuriyet kurumlarını tek tek neden elden çıkardıklarını, neden yandaşa, yabancıya bunları peşkeş çektiklerini bir türlü anlayamazdım. Aklım dururdu, yurdunu sevmemenin, gözden çıkarmanın bu kadarına inanamazdım, akıl sır erdiremezdim. Sonra bunun nedenini Zekeriya Beyaz’dan öğrenivermiştim çok değil bir kaç yıl önce. Önceleri aklım ermezdi, bu nasıl olabilir, vatana nasıl kıyılabilir diye düşünüp dururdum. Sonra Zekeriya Beyaz bir konuşmasında bunun nedenin anlattı. “Ah!” dedim. “Demek bu!”
Bizim bilmediğimiz gerçek bu!
Bu anlayışa göre vatan yani Türkiye, gâvur vatanıymış. Düşman vatanı. Paylaşmak, yağmalamak sevapmış.
“Bu, “Dârülharpçiliktir”, demişti din bilginimiz Zekeriya Beyaz. “Gâvur olan milletin malını milletten almak!” demişti buna. Sonra eklemişti:
“ Bunların bu kanaatleri sapıklıktır!”
Bu yapılanı en büyük zulüm diye nitelemişti:
“Bu, devlet gücüyle zulmetmedir, çalmadır!
Bunun tarihçesi Muaviye ile başlamıştır. Önce kâfir ilân ederler, sonra saldırırlar.
Hazine malında tüyü bitmeyen çocuğun da hakkı vardır. Bunların günahı canilerinkinden elli katıdır.
Bunların zulmü canilerinkinden elli katıdır. Bunu Kur’anı kerim söylüyor.”
Bunların devleti ele geçirmelerine şu sözlerle karşı çıkmıştı:
“Siz müslümana kâfir derseniz siz kâfir olursunuz. Topluluk halinde derseniz sapık olursunuz! İmam imamlık yapsın. Kaymakam için yetiştirdikleriniz kaymakamlık yapsın!”
Son olarak da kesin yargısını bağıra çağıra haykırmıştı hocamız:
“Ganimet savaş meydanında olur. Bunun dışında zulümdür.”
Bunu öğrendikten sonra gözüm açılmıştı. Çözdüm çözdüm diye bağırmış, acımı yazıya dökmüştüm. Duymayanlar da duysun, bilmeyenler de bilsin diye.
Vatanı satmalarını, gözden çıkarmalarını, şehit kanlarıyla geri alınan, korunan vatan toprağını satılık bir mala dönüştürmelerini anlamasına anlamıştım da bir soru hep kalmıştı içimde:
Bu anlayış küçüğünden büyüğüne, zır cahilinden en okumuş görünenine kadar neden Atatürk’ü sevmez, neden ulusunun tarihini inkâr eder, neden yabancılara, hıristiyanlara, yayılmacı eli gözü kanlı azgın ülkelere, bunların çıkarcı- hain, insanlık düşmanı, Türklük düşmanı liderlerine yaranır, onlarla dost olur?
Hadi tarihlerine düşmanlar, anladık bunu diyelim, peki neden yabancılarla dostlar?
İktidar oldukları günden beri adım adım ulusal neyimiz varsa yok ettiler, kaldırdılar. Yasakladılar, inkâr ettiler, kötülediler, yok saydılar. Neden?
Neden Atatürk’e Atatürk demez bunların hiç birisi?
Neden Kurtuluş Savaşı’na kinliler?
Neden Türk diline düşmanlar?
Neden neden neden?
Bu soruların yanıtını geçen akşam aldım. Sırın geri kalanı da döküldü. Sırlı kabın kapkara yüzü ortaya çıkıverdi.
Bunlar yer altında yetiştikleri, ezber bilgiyle donatıldıkları, özgür bir algılama tanımadıkları, öğrenmedikleri, içleri kinle, nefretle, çıfıtla dolu olduğu için aydınlığa düşmanlar.
Akla, bilime, düşünerek bulmaya, aklın ışığında yürümeye düşmanlar!
Emir kulu olarak kurgulandıkları (programlandıkları) için de, buyruk aldıkları kanlı yüzlü yayılmacılara, cellatlarına tutkunlar, katillerine aşıklar, bir tür sapıklık duygusunun boyunduruğundalar!
Biz uyurken bu anlayışı bir güzel büyütmüşler. Zamanı gelince allayıp pullayıp başımıza gelin güvey etmişler.
O ünlü “Cevizkabuğu” yayınını Hulki Cevizoğlu artık Ulusal Kanal’da yapıyor. Bir önemli değişiklikle. Konuklarının arasına aykırı düşüncede olanları da katıyor. Yandaş yayını hiç izlemeyenler, izlemeye sinirleri dayanamayan, duydukları karşısında öfkeden, üzüntüden deli gibi olanlar, aykırı, Atatürk’e düşman bir sesi, alıştıkları bir televizyon kanalında karşılarında bulunca, gerçeklerden kaçamıyor, ihaneti, ihanet edenlerin dilinden canlı yayında duymak zorunda kalıyorlar.
Hafta sonundaki izlenceye böyle iki kişi konuktu. Ağızları laf yapan, içleri tıngır tıngır eden, boş iki kişi. Birini de telefonla yayına bağlattılar, neredeyse devlete millete, Atatürk’e küfür ettirdiler…
Hani eskiden mekanik, kurulu oyuncak bebekler vardı.Saat gibi kurardın, zembereği yavaş yavaş boşanır, boşanırken aynı sesleri çıkarır, aynı şekilde dönerdi… Bunlar da aynı öyle. Ağızları köpüre köpüre büyük kurtarıcımız, yedi düveli dize getiren, bütün dünyanın, büyüklüğünü ister istemez kabul ettiği, Atatürk’e, Türklerin atası, Türk’ün bozkurdu dediği Atatürk’e, Atatürk diyemiyorlar. Kasıtlı demiyorlar. Öğretileri böyle.
Test edin, kolayca anlayın karşınızdaki kim? Kim Atatürk’e yalnızca Kurtuluş Savaşı öncesindeki ön adıyla sesleniyor, hadi bazen lütfedip buna “Gazi” sanını da ekliyor ama devamını diyemiyor; işte bunların hepsi aynı tezgâhın dokudukları! Hepsini bir makas kesmiş biçmiş. Hepsi bu yurdun, bu ulusun, bu Cumhuriyetin, bu özgürlüğün, bu bağımsızlığın, bilmin, çağdaşlığın, aklın düşmanı!
Örümcek kafayı, örümcekler sarmış, şunu soruyor, araştırılsın diyor: “Atatürk’ün malvarlığı. Üstüne mal geçirmişmiş, o malı nerden edinmişmiş?”
Be andaval, sen aynı soruyu şu andaki yöneticilerine sorsana!.. Kimse sana demedi mi, Atatürk, tüm mal varlığını ulusuna armağan etti, nesi varsa nesi yoksa hepsini ulus adına bıraktı, bunun için yasaları değiştirdi, ulusundan başka tek bir mirasçısı olsun istemedi…
“İngilizlerle anlaştı, İngiliz yanlısıydı”. diyor.
Bu uyuşturulmuş kafa, İngiliz’e Türkiye’yi dar edene, geldikleri gibi giderler deyip yarım pabuçla hepsini denize dökene, ulusuna, Türk bayrağına selam çaktırıp bunları vatandan dehleyene, Çanakkale’de, Ulusal Kurtuluş Mücadelesinde orduyu yöneten, düşmanı bozguna uğratan, Amerikan, İngiliz sömürgesi olmayı reddetene, “Ya istiklal,ya ölüm!” diyene söz atmayı biliyor.
O kadar mı ayda yaşıyorsun, dünyadan habersizsin , kimse demedi mi sana şu olanları, bir anımsatalım istersen:
Şu an ülkeyi yönetenler, İngiliz’in Çanakkale’deki kuyruk acısının öcüne yardımcı oldular. Batırılan İngiliz gemisinin adı verilerek İstanbul boğazına özel olarak getirilen, içinde de İngiliz’in o mağrur kraliçeleri olan gemiye bindiler. Tıpkı tarihteki gibi, aynı adla İstanbul önlerinde demirleyen o gemide İngiliz’in davetine katıldılar, üstelik aynı İngiliz’den nişan aldılar, yakalarına taktılar. Yahudi’den, Yahudi yayılmacılığına verdiklerine karşılık verilen, Yahudi cesaret nişanını yakalarına taktılar. Müslüman kanıyla eli kanlı Amerikan başkanının elini sıktılar, anlaştılar, fısıldaştılar, sırtlarına yılışık şaplaklar yediler…
Duyardım da şaka sanırdım. Biliyor musunuz bunlar gerçekten Kurtuluş Savaşına düşmanlar. Yayılmacı ülkelerinin yaptıklarını, yurdumuzu yakıp yıkmalarını, askerimizi, sivilimizi al kanlar içinde şehit etmelerini, tecavüzlerini, kıyımlarını, kısaca vatanımızı işgal eden bu köpekleri inkâr ediyorlar. Yunan’ı kovduğumuza üzgünler. İngiliz sömürgesi olmadığımıza kızgınlar. İngiliz’in, Arap’ın, Acem’in “dilinden” kurtulmuşluğumuzu, dil bağımsızlığımızı bile hazmedemiyorlar.
İngiliz’in işgalde yapamadığını, günümüzde İngilizceyi eğitim dili yaparak gerçekleştirmek üzereler zaten. Okullarda Türkçe dersi sayısı azaltılıyor, yerine İngilizce ders sayısı boşuna mı artırılıyor? İlkokullarda Arapça dersi, yoksa neden verilsin? Arap alfabesi yeniden eğitimimize sokuluyor. Devrim yasaları tek tek sökülüp atılıyor.
Bayramlara karşılar, ulusal bayramların kutlanmalarını neredeyse kaldırdılar bu yüzden. Ulusal bayramları kaldırdıklarını, ulusça kutlanmasını istemediklerini biliyorduk da nedenini tam bilmiyorduk. Bu gazeteciler, telefona bağlanan Albayrak, yayında Türker Ertürk’ün, İlker Yücel’in karşısına kurularak oturanlar, bunun nedenini ballandıra ballandıra anlattılar.
“ Her sene yaşasın Yunandan kurtulduk!” deyip alkışlıyormuşuz. “Bu kutlanmazmış. Yunana biz zulüm etmişiz. Onlar saldırmamış ki… “
Demek ki Yunan, bu hasta kafalara göre, o zaman kendi vatanına gelmişmiş. İşgalci onlar değil bizmişiz…
Şu an yapılan bütün siyasetin içyüzünü, bakış açısını veriyor bu anlayış.
İngiliz’e güney sahillerimizde, Akdeniz’de neden koloniler kurdurduklarının, onları buralara sınırsız şartsız yerleştirmelerinin ipucunu veriyor bu sözler. Samsun Limanı neden İngiliz’e satıldı, bütün limanlarımız neden satılık, askerin korumaya aldığı bölgeler bile yerleşime açılacak, kırsal alanlar neden yasalar değiştirilerek yabancıya satışa açıldı, hepsi hepsi ortaya çıkıyor.
Adam, adı Ulusal “ olan bir televizyon yayınında, Atatürk’e, tarihimize şunları diyebiliyor. Karşısında oturan deniz Amirali ve bu televizyon kanalının yönetmeni olan genç bu denilenleri sakin sakin dinleyebiliyor:
“Niye bu kadar abartıyorsunuz, ne bu Kurtuluş savaşı? Neden kurtuldunuz? Her yerde heykellerinin olması normal mi? Peygamberin dahi heykeli dikilemez.( Peygamberle , bir ulusun kahramanları karıştırılıyor.) Yıkın heykelleri, kaldırın heykelleri,ondan sonra konuşalım.( Bunların son hedefleri Anıtkabir, iyice belli oluyor.)
Niye saygı duruşu? Bu tapmaktır. Gidiyorsun Anıtkabir’e, orda bir şeyler yazıyorsun, şikayet ediyorsun, bu tapmaktır.(Atatürk sevgisi bunları deli edecek, belli. Kendileri beş para etmez hainlere diz çöker, el etek öper, ayağa yüz sürerler oysaki.)
Kurtuluş, Kurtuluş Savaşı diye bir millet bu kadar aşağılanır mı? Kurtuluş Savaşı’nda biz ciddi bir savaş yapmadık.Yav kimi döküyor denize?( Aklınızı yesinler sizin aklınızı!)
Kurtuluş Savaşı’nda bütün kahramanlığı Mustafa Kemal’e veriyorlar. Sakarya’da Enver Paşa… (Sarıkamış ile Sakarya’yı karıştırıyor haspam.)
Kürdistanı öpün başınıza koyun. Niye kurulmasın? Ne olacak?”(Buyrun cenaze namazına!)
Karşı devrim tam teşkilatlı. Beyinler boşaltılıp içleri yalanla dolanla, aşağılık duygularıyla doldurulmuş, dillerde ezber, gönüllerde Cumhuriyetine, kurtuluşuna, kahramanlarına karşı kin, öfke!..
Bu dayatılanlara, bunların kirli söylentilerine, beyinleri tutsak almalarına, toplumu aldatmalarına karşı bir avuç yurtsever ses direniyor, karşılık veriyor, saldırılan değerleri savunuyor. Ulusal Kanalın genç yönetmeni belki çok bilgili olabilir, bilemeyiz ama, bu saldırıda yalnızca dinleyici gibiydi ve hep İşçi Partisi’nin sakız gibi çiğnediği aynı teranelerle sözünü bitirdi:
“Emekçinin, işçinin, ezilen kesimin, Kürd’ün ve Türk’ün birleşerek yeniden devrim yapacağını” söyledi. Kürt’ün ve Türk’ün. İşte burası zurnanın zırt dediği yer. Bunu böyle dedin mi, olmaz İlker Yücel. Bunu dedin mi bölücülüğün başka bir şeklini yaparsın. Birgül Ayman Güler, CHP’li vekil, bunun ayrımını bir güzel haykırmadı mıydı Meclis’te? Ne devri miymiş bu “Kürd’ün Türk’ün” birleşerek yapacağı? Diğer 36 millîyeti ne yapacaksın? Silahlanmadıkları için onları saymayacak mısın?
Türker Ertürk’ün son sözü de: “Kazanan daima Atatürk ve devrimleri olur!” sözüydü.
Yayınında tansiyonu yükselten, bol bol reklam alan, izleyicilerden bol ileti alan Cevizoğlu da hayatından memnundu. Son sözü, izlencesinde Atatürk düşmanlarına söyletmekten çekinmedi. Kavgasız ayrıldıkları için de, izlenceye katıldıkları için de onlara teşekkür etti, ellerini sıktı inkârcıların, Atatürk’e açıkça küfür edenlerin…
Bilmem neden içi sırlı kabın karasını bu izlencede ben bir iyice gördüm.
Siz de gördünüz mü?
Feza TİRYAKİ
7 Nisan 2013