Sizce Bunlar Gülmece mi? Halet Efendi

Sizce Bunlar Gülmece mi? Halet Efendi

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzt Ara 29, 2014 23:35

Sizce Bunlar Gülmece mi?
Halet Efendi

Her şeyleri gibi, “Osmanlı Dönemi” fıkraları da, içerik olarak, gerici, çağdışı, sevimsiz, çirkin…

Güzel dilimizle, olduğu kadar güzelleştirmeye çalıştım bu anlatıları. Her anlatıya bir düşünüş (felsefe), bir yaşam öğretisi ekleyerek. Ayıptır söylemesi (övünmek gibi olmasın), yeryüzünün en büyük, en varsıl, en eski dilidir Türkçe. Diller içinde en bilimsel yapılı, söyleyişi en akışlı, en üretken, en düşmanını korkutan, sevenini kendine bağlayan dil Türkçeyle ne okusak ne yazsak az geliyor, Türkçemize doyamıyoruz çünkü…

“Yanık yerin otu tez biter.” Dilimize saldırılara üzülelim üzülmesine de, iyice karaları bağlamayalım. “Her kuşun eti yenmez!” gerçeğini bilelim, kendimize güvenelim, yeter. “Ay bacayı aştı.” Türk dilini kim geriye döndürebilir? Hem, “Herkesin hamuru ekmeğine göredir.” Sormuşlar: “Kişiyi nasıl bilirsin? Kendin gibi.” Biz de soralım: “Şekerin suya mı düştü?”

1983 yılında Milliyet yayınlarından çıkmış bir kitap geçti elime. Tam adı: “Osmanlı Dönemi Padişah- Sadrazam- Vezir ve Devlet Adamlarından Fıkralar.” Her yaşta gençler için tatil kitapları, gülmece dizisinden çıkarmışlar, “Hasan Cem” kitabı hazırlamış.

Osmanlı dönemindeki devlet adamlarının, halkla, birbirleriyle ilişkilerini anlatan küçük öyküler.

Alın size o dönemden bir devlet adamı tiplemesi: “Halet Efendi.”

Bu efendi, vezirmiş; 2. Mahmut döneminde devlet içinde devlet kurmasıyla ünlüymüş. Bakınız bir özelliği nasıl da şimdiki Osmanlıcı yoldaşlarıyla aynı:

“Halet Efendi, sevmediklerine son derece zalim, acımasız; sevdiklerine ise hoşgörülü, sevecen..."

Bu kitabı okuyunca Halet Efendi’nin yaşamını kısaca araştırdım. Ortaya çok düşündürücü bir görünüş çıktı. İkilemde kaldım, bu anlatıların konuları ya yalansa diye.

Halet Efendi (1760- 1822), yaşadığı dönemde Osmanlı devletinin siyasetine yön vermiş bir kişi. Devlette çok önemli görevlere getirilmiş, bir ara (1789’dan 14 yıl sonra, Napolyon zamanında) Paris’te üç yıl elçilik yapmış. Tepedelenli Ali Paşa ile mücadelesi önemlidir. Gençliğinde Galata Mevlevîhanesine gitmiştir. Bu yolun ona yükseliş yolunu açtığını söylerler. Bektaşi Yeniçeri Ocağı ile de ilişkileri iyiymiş. Olağanüstü yetkilerle Bağdat’a gönderilmiş, dönüşünde daha yüksek bir göreve getirilmiş. Devlette pek çok önemli görev üstlenmiş.

Bir toplantıda Halet Efendi, gayrimüslimlerin, aralarında devlete karşı birlik olduklarını öne sürmüş, güçlerini azaltmak için birazının öldürülmesini önermiş. Buna karşı çıkanlar Halet Efendi’yi hemen padişaha şikâyet etmişler, görevinden alınmasını istemişler. Padişah (2. Mahmut) tam tersini yapmış, onu kötüleyeni görevinden almış. Halet Efendi’nin Rumlara, Ermenilere, Arnavutlara karşı dikkatli tutumu, Yunan siyasetine ters gelen uygulamaları, acımasız kesin kararları devletteki Müslüman olmayan kesimleri kendisine düşman etmiş olabilir. Halet Efendi’yi kötüleyen bu anlatılar yalan yanlış şeyler de olabilir. Yüce önderimiz Atatürk’e bile dil uzatabilen insanlar varken, bunlar yazar geçinirken, köşelerinde utanmadan Cumhuriyete, Atatürk devrimlerine, vatanın bütünlüğüne aykırı yazı yazabilirlerken, bir Halet Efendi’ye neler yazılmaz.

Neyse, bunları olmuş, yaşanmış olaylar sayalım ve anlatmaya başlayalım.

Alınacak ders açık. Görevimizin bilincinde olmak… Cumhuriyetimizin değerini bilmek, ülkemizi bekleyen kötülüklere karşı savaşmak, ben neyim ki, ne yapabilirim tek başıma demeden, yılmadan usanmadan üstümüze düşeni eksiksiz yerine getirmek…

*

Bu anlatılanlara kim gülebilir? Şimdi bunlar gülmece mi? Sizlere sekiz, Halet Efendi anlatısı (fıkra):

İlk anlatının konusu o dönemin adalet anlayışı, türesi üzerine. İnsan yaşamına değer vermeyen bir dönemin anlayışından, padişahlık yönetiminin katı uygulamalarından başka ne beklersiniz? Günahına girdiği suçsuzlara acımayan, doğruluk bilmeyen, yasa tanımayan bir eski dönem…

Kimi Öldürsün?

Halet Efendi, denildiğine göre, sevmediği birine tuzak kurmuş, bu kişiyi suçlayıp öldürtecek. Dalaştığı, kancayı taktığı Mürşit adlı bu kişiyi sevenler, “ Mürşit’i öldürteceğinizi duyduk, o daha çok genç. Bu yüzden canını bağışlayın, ona başka bir ceza verin.” diye yalvarmışlar. Halet Efendi, kızmış:
“Gençleri katletmek (öldürmek, zarar vermek) yazık, yaşlıyı katletmek günah! Öldürmek için orta yaşlıyı her zaman nasıl bulacağız?” demiş.

*
Halet Efendi’nin dönemiyle günümüz dönemi güvenlik yönünden de benzeşiyor:
Halet Efendi döneminin İstanbul’unda güvenlik pek kötüymüş. Adam öldürmek, soygun yapmak, yolsuzluk, vurgun… her günkü olağan işlerdenmiş. Suç işlemek toplumda yaygınmış… “Yaz yalan, kış gerçek…” Gericilerin o pek özlem çektikleri dönemin, Osmanlı döneminin şaka ile karışık gerçekleri bunlar…

Ha O, Ha Öteki

Bir gün bir toplantıda Halet Efendi’ye kentin güvenliği için şu öneride bulunulmuş:
“Okmeydanı’ndaki berberin başını kesin, o çevreye böylece korku salınır, külhanbeyleri (kabadayı, serseri) hizaya gelirler…”
Toplantıdaki vezirlerden biri buna hemen karşı çıkmış:
“ Olmaz! Yapamazsınız! O berber benim berberim!”
Halet Efendi hiç istifini bozmamış:
“ Bu da dert mi, Okmeydanı’ndaki berberin değil, az ötedeki semtte, başka bir berberin boynu vurulsun! Amaç korku salmak değil mi? Ne fark eder, ha o olmuş, ha öteki?”

*
Yine o dönemde, nasıl bir benzerliktir ülkemizdeki son yıllarla, şaşırmamak elde değil, nedensiz gözden düşme, bir anda bulunduğu yerden, konumdan atılma yaygınmış.

Sen Düdüğünü Çal

Halet Efendi gözden düşünce Bursa’ya sürülmüş, Bursa’dan da Konya’ya… Konya’ya onun idam fermanı (emri) gönderilecekmiş. Emri götürecek Bostancıbaşı’na (o dönemin kolluk gücü) toplantıdaki vezirler:
“ Konya’daki Mevlevi Dedesi Çelebi Efendi, buna karşı çıkarsa, Halet Efendi’yi öldürtmezse?” demişler, “O zaman ne yaparsın?”
Bostancıbaşı’nda yanıt hazır:
“ Dedem, sen otur düdüğünü çal, devlet işlerine karışma!” derim.

*
Halet Efendi, acımasızlığıyla, çevirdiği dolaplarla ünlenmiş. Halk içinde, kulaktan kulağa, yaptıkları, ayağını kaydırdığı adamların, oyununa gelenlerin öyküleri anlatılırmış…

İncir Ağacı

Bir gün Halet Efendi’nin konağının bahçıvanı bahçede temizlik yapıyormuş. Konakta da bir büyük davet veriliyormuş. Bahçıvanın, ağaçların dibinde kendiliğinden biten fidanları, söküp söküp bir yana attığını gören bir konuk, dayanamamış, bahçıvanın kulağına eğilmiş:
“Bunlar incir fidanı. Neden her söktüğünü tutup atıyorsun? Bu fidanları sakın ha atma, sakla, Halet Efendi’ye ver! İşi kolaylaşsın! Her gün nasıl olsa birinin ocağına incir dikiyor!”

*
“Bükemediğin eli öp, başına koy,” sözü, hem yenemediğin düşmanına boyun eğ, kendini koru anlamında bir aşağılık öğüttür, hem de, yenemeyeceğin güçlü kişiliğe zorunlu olarak boyun eğişi, değerli biri karşısında kötünün çaresizliğini anlatan bir sözdür.

Bükemediğin El

Halet Efendi, o dönemin en büyük bilim adamı İsmail Efendi’yi hiç sevmezmiş, hep arkasından söylenirmiş ama karşılaştığında, ona saygıda kusur etmezmiş. Önünde saygıyla eğilir, elini öper başına koyarmış…
Bu durumu bilen bir tanıdığı, bir gün, dayanamamış, sormuş:
“ Azizim Halet Efendi, sen İsmail Efendi’yi oldum bitti sevmezsin, bunu da her yerde söylersin. Nedir bu yaptığın saygı gösterisi, el etek öpmeler, şu işin aslını bir der misin?”
Halet Efendi iç çekmiş:
“ Sormayın dostlar! Bilirsiniz, ben bu herifi sevmesine sevmem, günahım kadar sevmem. Bunca yıl elimden geleni ardına koymadım. Bu adamı sürdüm, süründürdüm, elindekini avucundakini aldım, hiç yoktan suçladım, hapse attırdım, deyim yerindeyse, ona kök söktürdüm… Ne yaptımsa üstündeki şu efendiliği, büyük devlet adamlığı ışığını yok edemedim. Bilgeliğini, ermişliğini, ağırbaşlılığını elinden alamadım. Şimdi bu büyüklüğe zorunlu olarak eğiliyorum…”

*
Halet Efendi, adam kayırır, işe göre değil, elindeki adamına göre iş ayarlarmış. Tıpkı günümüzde olduğu gibiymiş yani işler… Yetenek, bilgi, görgü, işi bilmek onun gözünde değer taşımazmış. Kendi adamıysa işi tamammış…

Ak Düşen Sakal

Halet Efendi, elinde yetişen Asım Efendi’yi şeyhülislam (sadrazamdan sonra gelen ikinci adam, din işleri bakanı) yapmak istermiş. Gel gelelim, önemli bir sorun varmış, Asım Efendi’nin yaşı küçükmüş. Sakalına ak düşmeyeni o dönemde büyük yerlere getirtmezlermiş.
Asım Efendi, sakalını ağartmak için yılların geçmesini beklemek, olgunlaşmak yerine hileli yollara başvurmuş; söylentiye göre, sakalını, öd ağacı yakıp beyazlasın diye dumanına bile tutmuş… O sırada çıkan bir isyan Asım Efendi’nin imdadına yetişmiş. Yoksa isyanı Asım Efendi mi çıkartmış, bilmiyoruz. İsyanda şeyhülislamı devirmişler. Göz konulan o yer böylece boşalmış. Asım Efendi hemen Halet Efendi’ye haber uçurmuş:
“ Sakalımda birkaç teli beyazlattım, sorun kalmadı, ak düşen sakalımla göreve hazırım!” demiş.
Aynı gün, Halet Efendi onu şeyhülislamlığa getirtmiş. Boşuna mı denmiş: “Hacı hacıyı Mekke’de, derviş dervişi tekkede bulur.”

*
Şans dönmeye görsün, kötü talih bir kez yakana yapışmasın, sonuna doğru koşar adım gidersin. Talihin her zaman yaver gittiği nerede görülmüş? Gün güne uymaz! Kim bilir daha neler olur… Geceler nelere gebedir, bilinmez… Eskiden beri dillerdedir bu sınanmış söz: “Kul azmayınca, Hak yazmaz.”

Uğursuzluk

Halet Efendi, bu görkemli günlerinden birinde, denizde kayık sefası yapıyormuş. Etrafında dalkavukları, yiyip içiyorlarmış. Halet Efendi, keyiften bir ara coşmuş, “Ah şimdi bir balık ızgarası olsaydı ne yenirdi bu mezeyle!” diye iç geçirmiş. Bir anda nasıl olduysa olmuş, kim bilir hangi büyük balığın kovaladığı mevsimlik bir balık, kayığa pat diye düşmüş. Balık, tam da ızgaralık.
Kayıktaki adamları Halet Efendi’ye hemen yağ çekmeye başlamışlar:
“Aman sen ne ermiş adamsın, sen en büyüksün, senden büyük yok! ” Yoksa efendimiz, sen peygamber misin?” diye yaltaklanmışlar…
Halet Efendi ise duruma üzülmüş:
“ Talihin bu kadarı fazla! Fazla gülen şans uğursuzluktur!” diye söylenmiş, içine bir ateş düşmüş.
Gerçekten de Halet Efendi’nin bu gösterişli, görkemli, tantanalı günleri o günden sonra tersine dönmüş.
Önce gözden düşmüş. Sonra sürülmüş. Sonra idam edilmiş…

*
Her yaşayan ölümü görür, bu dünyaya gelen, günü gelir öte dünyaya göçer…

Dayanın Ölüler!

Halet Efendi de onca gücüne, süksesine, esip gürlemesine karşın, insanoğlunu bekleyen sondan kaçamamış. Türlü oyunla - dümenle, hainlikle, zalimlikle geçen ömrünü, günü gelince, tamamlamış, ölmüş. Ölünce arkasından şu beyit düzülmüş:
“ Ne kendi eyledi rahat; ne halka verdi huzur!
Yıkıldı gitti dünyadan, dayansın ehli kubûr (ölüler)!”

Feza Tiryaki, 29 Aralık 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x