Altbaşlıklar:
Türkiyede Sol Hareketin tarihini kim yazmalı?
68in saklanan karakteri: Atatürkçülük-Milliyetçilik- Sosyalizm
Deniz de 68 de sapına kadar Atatürkçüydü
Mahir Çayan gerçeği
Denizin, Mahirin ve 68in saklanan yüzü
Artık oyun bitti
Denizler ölene kadar Atatürke sımsıkı tutundu
Mahir de ölene kadar Atatürkçü
Gerçek Mustafa Suphi portresi
Galiyevin sağ kolu
Mustafa Suphiyi kim neden öldürdü?
Mustafa Suphinin ölümüyle kaçan fırsat
Solcular milliyetçi olur!
Özgür Erdem, TürkSolu, 17.11.2008/Sayı:212
Türkiyede Sol Hareketin tarihini kim yazmalı?
Tarih yazmak tarih yapmak kadar önemlidir. Atatürk böyle demiş. Yıllardır Atatürkün tarih bilimine verdiği önemin bir örneği olarak sunulur bu söz. Halbuki çok daha derin anlamları vardır. Tarihi yapmak yetmiyor bazen. Tarihi yazacaksınız da. Siz yazmazsanız, düşmanlarınız yazar. Ve zaferleriniz bile tarihe yenilgi olarak geçebilir...
Bu yüzden Atatürk, Ruşen Eşref, Mazhar Müfit gibi yazarları sürekli yanında bulundurmuş, tarihi gerçekleri Türkün gözünden yazmalarını istemiştir.
O yüzden tarihi kimin kaleminden okuyacağımıza iyi karar vermemiz gerekiyor. Devrim karşıtlarının yazdığı her tarih cümlesinin, tarihle ilgili anlattığı her olayın, kesinlikle bir çarpıtma ve yok saymaya hizmet ettiğinin bilincinde olmalıyız.
Devrimciler ise şanlı tarihlerini genç kuşaklara aktarmak ve onları devrimciliğe yönlendirmek amacındadır...
Türkiyede devrimciler bu konuda maalesef iyi bir sınav veremediler. Yalnızca tarih yapmakla meşgul oldular. Mücadele ettiler, örgütlendiler, baskı gördüler, işkencede direndiler, şehit düştüler... Ama tarih yazmakla o denli uğraşmadılar. Tarih yazma işini de tarih yapmakla uğraşmaya cesareti olmayanlar üstlendi maalesef. Yani tarihimizi en devrimciler değil de en az devrimciler yazar oldu. Böylece devrimcilerin tarihini karşı devrimciler yazar hale geldi.
Bu durum, özellikle son TÜYAP Kitap Fuarında ortaya çıktı. Fuarın ana konusu 68di. Malum, 40. yıldönümü. Bir yandan konuyla ilgili konferanslar, diğer yandan 68le ilgili her görüşten yayınevinin çıkardığı kitaplar... Tabii fuar alanı, bir anda ekmeğini 68in tarihini yazarak kazananlarla doldu.
68 konusunda Fuarın en çok ilgi çeken yayınevlerinden biriyse İleri Yayınları idi. İleri Yayınları, zaten Deniz Gezmiş, Che ve Atatürkçülük üzerine kaynak kitaplarıyla yıllardır fuarın ilgi odaklarından biri. 3 kitaplık yaşamöyküsü dizisiyle fuarda pek çok okura ulaştı:
İnan Kahramanoğlu-Suphi
Özgür Erdem-Deniz
Kaya Ataberk-Mahir
Dizide Türkiyenin ve dünyanın önde gelen devrimci liderlerinin yaşamöykülerini anlatılıyor.
68in saklanan karakteri: Atatürkçülük-Milliyetçilik- Sosyalizm
Aslında 68in karakteri o kadar açık ve net ki... 68, Atatürkçü.
Şöyle bir bakalım eylem resimlerine: Ellerde hep Atatürk resimleri... Bursa Nutku okunuyor, Atatürkün istediği Cumhuriyet Gençliği olunacağının sözü veriliyor edilen yeminlerde.
Türk bayrağı taşınıyor en önde. Aynı zamanda milliyetçi... Kendilerine saldıran sözde milliyetçi faşistlere Gerçek milliyetçi biziz diye yanıt veriyor o dönem devrimci gençler.
Ve tabii ki sonuna kadar da sosyalist ve devrimci. Ama Türkiyede özellikle 12 Eylülden sonra öyle bir siyasi rüzgar estiriliyor ki, Atatürkçülük, sosyalizm ve milliyetçilik karşıt kavramlar gibi sunuluyor. O yüzden sosyalistliğinden kimsenin şüphe duymayacağı 68in Atatürkçülüğü ve milliyetçiliği bir türlü anlaşılamıyor.
Halbuki bizim gibi Üçüncü Dünya ülkelerinde sosyalizm demek milliyetçilik demektir. Ulusal Kurtuluşçuluk demektir. Türkiyede bunun karşılığı ise Atatürktür. Atatürkçülüktür.
68in bütün Türkiyede bu denli örgütlenebilmesi, bu denli kalabalıklaşabilmesi, Türk milletiyle bu denli kucaklaşabilmesi ve 40 yıl sonra hâlâ hatırlanan başarılara ulaşmasının sırrı da budur: 68 doğru bir siyasi hatta ilerledi. Atatürkçülüğü, sosyalizmi ve milliyetçiliği doğru sentezledi.
Bugün televizyon ekranlarında, konferanslarda, imza günlerinde, kitap fuarlarında 68in temsilcisi gibi görünenler değildir 68in devamcısı... Çünkü, 12 Martla birlikte 68in üstüne o denli gidildi ki, 68in lideri bilinen, temsilcisi sayılabilecek kim varsa yok edildi.
Evet, evet
Baskı ve işkenceyle yetinmedi 12 Mart. Bizzat katletti bütün liderleri...
Şöyle bir bakalım şehitler listesine: Deniz, Mahir, Cihan, Hüseyin, Ulaş, Vedat, Taylan, Sinan...
Hepsi ama hepsi, 68in liderleri.
Kalanlar?
Bugün 68in temsilcisi diye gezinenlere şöyle bir bakalım. Örneğin Ertuğrul Kürkçü... Kızıldere cehenneminden canlı kurtulan tek kişi. Oradan nasıl kurtulduğunu bir kendi biliyor tabii. Ama 68in bütün liderleri tek tek katledilirken 12 Martın canlı bıraktığı birine ne kadar güvenilebilir ki? Bugün AB fonlarıyla beslenip karşı devrimci liberal tezleri savunuyor.
Örneğin, Mustafa Yalçıner... Nurhak ta Sinanlar ölene kadar dövüşürken, sağ kurtulanlardan... Hüseyin Cevahirin ölü bedenine bile onlarca kurşun atanların Yalçıneri sağ bırakması ilginç... Bugün PKK kuyrukçuluğu yapıyor, Denizlerin aslında Atatürkçü olmadığını iddia edip duruyor.
Hayır, komplo teorisi kurmuyoruz. Bugün Yalçınerlerin, Kürkçülerin neyi savunduğuna bir bakıyoruz da
Denizler ve Mahirler katledilirken onların niye hayatta bırakıldığını anlıyoruz.
Anlaşılan, 68in bütün devrimci liderleriyle birlikte, Atatürkçü-sosyalist birikimi de katledilmiş. Ve geride kalan yılgınlar, hainler, kaçkınlar korosu; 68in yalnızca devrimciliğini değil, Atatürkçü, milliyetçi ve sosyalist yönünü de saklamaya kalkışmış yıllardır.
Denizin ve Mahirin yaşamöykülerine baktığımızda ise tam tersini görüyoruz. İleri Yayınları, yeni kitaplarında, 68in bu iki büyük liderinin şahsında, devrimci gençlik hareketinin gerçek yönünü ortaya çıkarıyor.
Deniz de 68 de sapına kadar Atatürkçüydü
Denizin babasına yazdığı 29 Ocak 1971 tarihli mektup vardır:
Baba, sana her zaman müteşekkirim. Çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni. Küçüklüğümden beri evde devamlı Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim.
Baba biz Türkiyenin İkinci Kurtuluş Savaşçılarıyız. Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı Birinci Kurtuluş Savaşında olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları.
Düşün baba, bugünkü hükümet, işini gücünü bırakmış bizimle uğraşıyor. Çünkü bizden başka gerçek muhalefet kalmamış durumda. Ve hepsi Kemalist çizgiden sapmışlar. Ve tarih önünde hüküm giymiş durumdalar. Biz çoktan onları tarihin çöplüğüne atmış durumdayız.
Ya vatan ya ölüm!
Bu mektubun yıllardır gözlerden saklanmak istenmesi çok doğal.
Çünkü bu mektup açık bir şekilde göstermektedir ki, Deniz Atatürkçüdür. Ve babasına teşekkür etmektedir Kemalist düşünceyle yetiştirdiği için
Ve daha da önemlisi Deniz, kendi devrimciliğinin kaynağını Atatürkün önderlik ettiği Kurtuluş Savaşında aramaktadır. Kendisine İkinci Kurtuluş Savaşçısı demektedir. Yani, Atatürkü bir devrimci miras olarak da görmektedir.
Bu, Denizle sınırlı bir durum değildir tabii. 68in genel karakteridir bu...
Denizin bir yatakta bağdaş kurmuş gazete okurken bir fotoğrafı vardır. O fotoğrafta okuduğu gazete Türksoludur. O dönem Denizin de içinde yer aldığı devrimci gençlerin çıkardığı bir gazetedir Türksolu. Ve ilk sayısında Niçin çıkıyoruz başlıklı yazıda şöyle demektedir:
Bugünün savaşı gerçekten bağımsız ve demokratik bir Türkiye uğruna, dış sömürücüye ve yerli ortaklarına karşı, emperyalizm-komprador-feodal üçlü ortaklığına karşı Türk ulusunun savaşıdır. Bugünün savaşı, 19 Mayıs 1919da Atatürkün önderliğinde başlayan ulusal şahlanışın, bir gerileme süresinden sonra, yeni koşullar içinde sürdürülmesidir. Bugünün savaşı her içtenlikle Türküm diyenin savaşıdır.
Ne kadar ilginç değil mi?
Türküm demenin faşistlik sayıldığı günümüze bakın bir... Bir de devrimcilik sayıldığı 68e...
Mahir Çayan gerçeği
İlerinin yeni kitaplarında ortaya konan bir başka şey daha var: Mahir Çayan gerçeği.
Kaya Ataberkin Mahir isimli kitabında ise Mahir Çayan gerçeğiyle de tanışıyoruz. Ve görüyoruz ki, Mahirin Denizden çok da farkı yok.
Örneğin Kızıldere.
Kızılderede Mahirlerin nasıl direndiği, ölüme nasıl yürüdüğü yıllardır anlatılır. Ama şu şekilde anlatılmaz:
Evin içindekiler kuşatmanın başında MİTçilerin ve üst düzey Amerikancıların bulunduğunun farkındaydılar. Mahir ve arkadaşlarına hakaretler ederek teslim olmalarını söyleyen bu ekip aynı düzeyden sert bir karşılık aldı. Mahir, Faşist MİTçiler, Amerikan uşakları diyerek bağırdı.
Mahir ve arkadaşları içeriden marşlar söylediler ve sloganlar attılar. Mahir yeniden; Atatürk Çanakkalede yüzlerce İngilizi öldürdü. Ülkemizin bağımsızlığı için bir avuç İngilizi öldürmekten geri durmayacağız diye bağırdı. Ardından da Gündoğdu Marşını söyleyip, Yaşasın THKP-C, yaşasın THKO diye haykırdılar. Mahir ve devrimciler teslim olmamaya kararlıydılar. Öldürüleceklerinin de bilincindeydiler ama savaşmayı seçtiler.
İşte Mahir Çayan gerçeği...
Ölüme giderken bile Atatürkten örnek almaya, Atatürkü örnek göstermeye devam ediyor...
Kızıldere üstüne onca belgesel yapıldı. Yazıldı. Çizildi. Ağıtlar yakıldı... Mahirin kendisini Çanakkaledeki Atatürke benzettiğinden bahsedildiğini hiç duydunuz mu?
Duymadınız... Peki niye hiç duymadınız, bunu hiç düşündünüz mü?
Denizin, Mahirin ve 68in saklanan yüzü
İşte bütün mesele de bu...
68 çok doğru bir siyasal sentez yaratmıştı. Atatürkçülük, milliyetçilik ve sosyalizm birlikte savunuluyordu. Bugün solcuyum diyen örgütlere bulaşmış sivil toplumculuk, Ordu düşmanlığı, Kürtçülük, Avrupacılık (daha doğrusu fon yiyiciliği), halk düşmanlığı gibi virüsler 68de yoktu...
Türkiyede sol gerçekten de Türk Soluydu.
Türktü. Türklüğüyle gurur duyuyordu.
Milliyetçiydi. Ay yıldızlı bayrağını taşımadan eyleme çıkmıyordu.
Atatürkçüydü. Hep Atatürkten örnek alıyor, onun verdiği Kurtuluş Savaşının devamcısı olarak görüyordu kendisini...
Antiemperyalistti. Her tür Amerikancı-Avrupacı-işbirlikçi düşünceye karşı mücadele ediyor, Amerikan bayrağı yakılmadık eylem bırakmıyordu.
Devrimciydi. Cahil, yoksul, dingin, korkutulmuş halkını küçümsemiyor; köylere, kasabalara, fabrikalara akın akın giderek halktan öğrenip, halkı örgütlüyordu.
68in bütün bu yönleri bizden saklandı yıllardır. Bunun birkaç nedeni var.
1) 68den arta kalanlar (68 ruhunu hâlâ taşıyanları tabii ki kastetmiyoruz, yarası olan gocunsun sadece) 68in ruhunu devam ettiremedikleri için, vicdani rahatsızlıklarını gidermek için 68i çarpıtıyor. Bugün Kürtçülük yaparak, AB fonlarından beslenerek solculuk yaptığını bu millete yutturabilmek için 68in de öyle olduğu yanılsamasını yaratmak zorundalar...
2) Atatürkten sonra solun bu denli halkla buluştuğu ilk ve tek dönem 68. Bu yüzden emperyalizm 68in tekrarlanmasını istemiyor. Atatürkün devrimciler tarafından sahiplenilmesinin nasıl bir tehlike yarattığını da gayet iyi görüyor. Atatürkçülüğü, milliyetçiliği ve sosyalizmi birbirinden koparma, birbirine karşıt akımlar haline getirerek bu tehlikeyi önlemeye çalışıyor.
Evet son 30 yılda Atatürkçülüğün, milliyetçiliğin ve sosyalizmin birbirinden bu derece kopması bir operasyon... Bir CIA operasyonu... 12 Mart bu operasyonun önemli bir halkasıydı. Ve emperyalizmin 68e yanıtıydı... Bu operasyon çerçevesinde, 68in ve önderlerinin siyasi görüşleri hep çarpıtılarak günümüze aktarıldı.
3) Türkiyedeki devrim kaçkınlarının da işine gelmiştir bu. Devrimci olamayan Atatürkçüler, Atatürkçülüğün sosyalizmden ve devrimcilikten kopartılmasını sevinerek izlemiştir. Aynı şekilde devrimci olamayan sosyalistler, Atatürkçü ve milliyetçi olmayan sosyalizme bu yüzden sarılmıştır. Ve o uyduruk enternasyonalist ve özgürlükçü solculuklarıyla Amerikancılıklarını gizlemeye çalışmışlardır.
Artık oyun bitti
Artık oyun bitti...
Mahiri de, Denizi de gerçek yönleriyle ortaya koyan kitaplar var artık.
Yukarıda birer örnekle yetindik. Sanılmasın ki, cımbızla çekilen örneklerle Mahirin ve Denizin Atatürkçü olduğu kanıtlanmaya çalışılıyor kitaplarda.
Aksine, doğumlarından ölümlerine kadar Mahirin de, Denizin de nasıl birer Atatürk evladı olduğu ortaya konuyor.
O yüzden kitaplarda anlatılan aslında 68in öyküsüdür. Yalnızca Mahirle Denizin değil.
Aileleri Atatürkçüdür. Ve solcudur. Atatürk döneminde yetişmiş Cumhuriyet kuşağıdır anneleri babaları.
Dedeleri ise Kurtuluş Savaşı gazileri ve şehitleridir. Vatan savunması mirastır dedelerinden...
27 Mayıs, TİP, Yön dergisi, Türkiyenin 60arda yaşadığı dönüşüm... Tümü etkiler onların solculuğunu devrimciliğini... 68 kuşağını 68 kuşağı yapan süreçleri bulacaksınız kitaplarda... Ve 68in gerçek öyküsünü: Eylemleri, boykotları, siyasi tartışmaları... 68in ne kadar büyük ve ne kadar Atatürkçü bir hareket olduğuna şahit olacaksınız.
Ve çocukluklarından itibaren aldıkları Atatürkçü eğitimin, hayatları boyunca siyasi duruşlarına nasıl yansıdığını da göreceksiniz...
Bugün İstiklal Marşını ıslıklayan sözde solcular bilmezler Mahirin İstiklal Marşını her duyduğunda ayağa kalkıp hazırola geçtiğini...
Atatürk büstlerini Türkiyedeki faşizmin göstergesi sanan sözde Mahir takipçileri bilmezler Mahirin yazdığı ilk bildirinin yobazlar tarafından yıkılan bir Atatürk büstü hakkında olduğunu...
Şöyle der Mahir o bildiride:
Büyük kurtarıcı Atatürkün büstüne saldıran, yeşil bayrak isteyen gerici, korkunç zihniyet tekrar hortladı. (
) Kuvvetini Atatürk devrimlerinden alan bir gençlik örgütü olarak biz SBF Fikir Kulübü, tüm bu yurtsevmez hareketlerin karşısında sonuna dek direneceğiz ve Atanın büstüne kadar uzanmaya cüret eden ellerini kıracağız.
Bugün Mahir, aynı saldırıyı yapan sözde takipçilerinin de ellerini kırar mıydı dersiniz?
Denizler ölene kadar Atatürke sımsıkı tutundu
Daha çok örnek verilebilir... Ama bu, yazımızın kapsamını aşar. Ancak şunu belirtmeden de geçemeyeceğiz. Deniz ve Mahirin Atatürkçü yönlerini saklayamayacaklarını fark edenler şimdi de şöyle bir propagandaya başladı:
Onlar başlarda Atatürkçüydü. Ama sonra gittikçe solculaştılar ve Kemalizmi terk ederek Marksist-Leninist oldular.
İşte bu da çarpıtmaların ve yalanların en büyüğüdür.
Denizlerin 12 Mart mahkemelerinde verdiği savunmaya bir bakın. Baştan sona Atatürkçü bir metindir. Yazımızın başında bahsettiğimiz babasına mektubu da, dikkat edin, 1971 tarihlidir.
Örneğin Denizler savunmalarına Kurtuluş Şehitlerini selamlayarak başlıyordu:
Yurdumuzun bağımsızlığı için giriştiğimiz bu kavgada Kurtuluş Savaşımızda şehit olanların onurlarını ve ulusumuzun kaderini korumaya kararlı olduğumuzu bildiriyoruz.
Kurtuluş Savaşımızın tüm şehitlerine selam olsun
Çünkü kendilerini İkinci Kurtuluş Savaşçıları olarak görüyorlardı.
Ve kendilerini Atatürkle o kadar özdeşleştiriyorlardı ki şöyle diyorlardı:
Biz 50 sene evvel Kurtuluş Savaşı vermiş bir ülkenin çocukları olarak Kurtuluş Savaşının gerçek tahlilini yapmaya her zaman için muktediriz. Biz yine çok iyi biliriz ki Türkiye Kurtuluş Savaşını yapmak için Samsuna çıkanlara İstanbul örfi idaresince ve mahkemelerince idam cezası verilmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki, Osmanlı İmparatorluğu yüzlerce generalinden ancak birkaç tanesi Kurtuluş Savaşına iştirak etmiştir. Ve yine bilmekteyiz ki Kurtuluş Savaşı yapıldığı sırada İstanbulda bulunanlar bunları yapanlara eşkıya demiştir.
Tekrar hatırlatmak isteriz. Bu savunma Denizlerin 1971 sonlarında verdiği savunmadır. Görüldüğü gibi Kemalizmi terk falan etmemişlerdir. Hayatlarının sonuna kadar savunmaya devam etmişlerdir.
Mahir de ölene kadar Atatürkçü
Mahirin Kızılderedeki tavrını başlarda zaten ortaya koyduk. Başka bir örnek daha verelim. 12 Marttan sonra Hüseyin Cevahir ile birlikte Maltepede bir evde kıstırılırlar. Mahir ve Hüseyin çatışma sırasında şu sloganları atar:
Göreceksiniz, devrimcilik nasılmış göreceksiniz. Kahrolsun faşist köpekler. Yaşasın tam bağımsız Türkiye, yaşasın Türkiye Cumhuriyeti, yaşasın bu uğurda ölenler ve mücadele edenler, yaşasın Gazi Mustafa Kemal Atatürkün bağımsızlık ülküsünü yükseklerde tutanlar. Ölüm hoş geldin safa geldin. Bütün mazlum milletler zalimleri kahr ve perişan edecekler, feda olsun arkadaşlar, ya ölüm ya galibiyet
Mahir, Hüseyin, Ulaş diye slogan atanlar bu sloganlara ne diyecektir acaba?
Yalnız sloganları değil, Mahirin yazıları da, THKP-Cnin önemli metinleri de hep Atatürkçüdür. Kitaplarda bunun pek çok örneğini göreceksiniz. Ancak birkaç önemli örneği vermeden geçmeyelim. Mesela, Mahir temel görevlerini şöyle tanımlar:
Proletaryaya oportünizmin bütün biçimlerini göstererek, gençlik hareketinin anlam ve niteliğini, Kemalizmin tarihi geçmişi ve milli kurtuluşçu geleneğini tekrar tekrar anlatarak, II. Milli Kurtuluş Savaşımızda işçi ve köylü kitlelerinin en yakın dost ve müttefiki olduğunu belirterek politik bilinç götüreceğiz
O dönemde Mahirin siyasi önderliği altında bulunan Dev-Genç tarafından yayınlanan bir bildiride şöyle denmektedir:
Mustafa Kemalin yürüttüğü Milli Kurtuluş Savaşımızın başarıya ulaşması için 23 Nisan 1920de ilk toplantısını yapan Türkiye Büyük Millet Meclisi, onurlu bir ulusun parlamentosuydu. Mustafa Kemalin başkanlığında toplanan Parlamento, emperyalizmin kovulması, halkımızın kurtulması için kararlar alıyor, işgal kuvvetlerini atmak için planlar yapıyordu. Biz Türkiyenin Milli Kurtuluşçu Devrimci gençliği olarak böylesine onurlu bir parlamentoyu özlüyoruz.
İsrail Başkonsolosu Elromu kaçırdıkları evin komşusunun Refet Belenin kızı Perihan Bele olduğunu görünce ise Mahir şöyle der:
Refet Bele Paşayı tarihten biliyoruz. Bizim sizinle bir işimiz yok. Sizden özür dileriz. Bizim işimiz başka. Biz de kurtuluş savaşı yapıyoruz. Bizi anlayacağınızı tahmin ederiz. Eşinize ve Atatürke saygımız sonsuzdur. Biz Türkiye Halk Kurtuluş Cephesindeniz. Vatanı kurtarmak için çalışıyoruz. Size sorarlarsa böyle söylersiniz. Bizden korkmayın.
Görüldüğü gibi Mahir gerçeğinin Denizden farkı yoktur. Atatürkçü yönünü törpülemiş, daha sonra Kemalizmi tamamen terk ederek Marksist-Leninist olmuş biri değil, Atatürkçülükle sosyalizmi birlikte savunmaya çalışan bir Ulusal Solcudur.
Ve bunu ölüme en çok yaklaştığı anlarda, Maltepede ağır yaralandığı çatışmada da, Kızılderede de devam ettirmiştir...
İleri Yayınlarının Deniz ve Mahir ile ilgili bu iki yeni kitabını okumadan kimse 68 hakkında ahkam kesmesin.
Ya bilmiyordur.
Ya da çarpıtıyordur...
Çünkü bugüne kadar gözlerden saklanan, önemsiz gösterilmeye çalışılan, unutturulmak istenen gerçekler var bu kitaplarda.
Denizin hayatını idamına indirgeyen anlayış yok burada. Çünkü Denizin idamının yarattığı hüznü sömürmek değil amaç. Bu kitaplarda Denizin bütün hayatı da var. Denizin siyasi görüşleri de var... Yazdıkları da var... Devrimci amaçları da var...
Mahiri silahlı terör eylemlerinin teorisyeni haline getiren anlayış yok bu kitaplarda. Mahir gerçeği var... Saklanan Atatürkçülüğü... Yok sayılan Ulusal Kurtuluşçuluğu...
Ve bize bıraktığı o devrimci miras var... Denizleri idama giderken seyretmek yerine, elinden geleni yapmaya çalışan o devrimci tavır... Fraksiyonları bir yana bırakarak THKOlularla birlikte düzenlenen Kızıldere eylemi... Ve tüm bu süreçte İkinci Kurtuluş Savaşçısı ve Atatürkün evladı olduklarını hiç unutmamaları... Bu kitaplarda 68 gerçeği var...
Bugün yalnızca TÜRKSOLUnun takip ettiği o 68 gerçeği...
Gerçek Mustafa Suphi portresi
Dizinin üçüncü kitabı Suphi de, Türkiyede sözde solun yarattığı başka bir büyük çarpıtmayı düzeltiyor.
Bilindiği gibi Mustafa Suphi, Türkiye Komünist Partisinin kurucusu. Ve Kurtuluş Savaşı yıllarında Sovyetlerden Anadoluya geçince Trabzonda 14 yoldaşıyla birlikte katledilen bir devrimci lider.
Yıllardır bu olay Atatürkün emriyle yapılmış bir katliam gibi anlatıldı. Anma toplantılarında Kemalist katliam örneği olarak anlatıldı durdu.
Halbuki Mustafa Suphi bırakın Atatürk tarafından öldürülmeyi, bizzat Onun tarafından Anadoluya çağırılmış birisi.
Ve Atatürke karşı bir komünist örgütlenme yapmak için değil, ellerindeki imkanları Atatürkün liderliğindeki Milli Mücadeleye sunmak için geliyor Anadoluya...
Bir olay bu kadar çarpıtılabilir...
İnan Kahramanoğlu, Suphi - Yaşamı ve Mücadelesi isimli kitabında Mustafa Suphi hakkında gizlenen gerçekleri ortaya çıkarıyor.
Kitapta öncelikle, Mustafa Suphinin gerçek bir portresini göreceksiniz. Bolşevik Devrim öncesi milliyetçi bir örgütlenmeye girişen bir aydın... Osmanlıdan kaçtığında hep Batıya, Avrupaya kaçan aydınların aksine, Doğuya, Kırıma, Rusyadaki Türk yurtlarına giden Türk aydının... Bolşevik Devriminden etkilenen ve Türkleri Bütün Dünya gazetesiyle devrim için örgütlemeye çalışan bir teşkilatçı... Bolşevik olmaya karar veren, ama Türklüğünü ve milliyetçiliğini de elden bırakmayan bir Türk komünisti...
Galiyevin sağ kolu
Kitapta çok önemli bir başka gerçeği de göreceksiniz. Mustafa Suphi ünlü Türk Komünisti Sultan Galiyevin çalışma arkadaşıdır. Hatta sağ koludur. Sovyetlerdeki diğer Türk Komünistleriyle, Nerimanovla, Rıskulovla birlikte; Orta Asya, Kafkas, Kırım ve Kazan Türklerini devrime katmak için çalışır. Bir yandan da SSCB kurulduktan sonra oluşan Rusçuluğa karşı Türklerin SSCB içindeki bağımsızlığını savunur.
Bu anlamıyla Mustafa Suphi, 1910ların başındaki Türkçülüğünü, çok güzel bir şekilde 1917lerin Bolşevikliğiyle sentezlemiş ve Milli Komünizme ulaşmıştır. Aynen Sultan Galiyev gibi...
Mustafa Suphi, ayrıca Mustafa Kemalin liderliğindeki Milli Mücadeleye de büyük önem veriyor, desteklemek gerektiğini düşünüyordu. Hatta Anadoluya geçerek yardımcı olmak istiyordu. SSCBnin Mustafa Kemale destek olmasını sağlayan isimlerin başında geliyordu.
Suphilerin ve Galiyevlerin bu ulusal solcu tavrı, başta Stalin olmak üzere SSCBnin liderliğini yürütenlerle çatışmalarına da neden olmuştur.
Bu çatışma sonucunda pek çok Türk Komünisti Stalin tarafından ortadan kaldırıldı. Çoğunun ölüm tarihi bile bilinmiyor. Ama ne hikmetse Mustafa Suphinin ölümünden hâlâ Atatürk sorumlu tutuluyor.
Halbuki İnan Kahramanoğlunun kitabında işaret ettiği birkaç gerçek var:
1. Mustafa Suphi SSCBdeyken Enver Paşayla ve Stalinle zaten kavgalıydı.
2. Mustafa Suphinin Anadoluya geçişinden Mustafa Kemalin haberi vardı. Hatta davet eden de Oydu.
Mustafa Suphiyi kim neden öldürdü?
Mustafa Suphinin ölümü, Anadoludaki Bolşevik örgütlenmeyi durdurmanın çok çok ötesinde bir operasyondur. Operasyonun amacı Sovyetlerdeki Sultan Galiyev önderliğindeki Kuzey Türkleriyle Anadoludaki Mustafa Kemal önderliğindeki Güney Türklerinin buluşmasını engellemektir. Tabii ki operasyonu yürüten Stalindir. Çünkü Stalin Sovyetlerdeki Türklerin birleşip Rus egemenliğine karşı çıkmasını engellemeye çalışmaktadır.
Mustafa Suphiyi tasfiye etmek isteyen başka biri ise Enver Paşadır. Enver Paşa, Baküdeki Doğu Halkları Kurultayına katıldığında Suphinin örgütlediği Türk komünistleri tarafından yuhalanmış ve konuşturulmamıştır. Enverin Kurtuluş Savaşının asıl lideri benim diyerek Leninin desteğini alma çabalarına da sürekli set çeken Mustafa Suphi olmuştur. Üstelik, Enver bir yandan Leninin desteğini almaya çalışırken, bir yandan da Orta Asyadaki gerici ve karşı devrimci Türk unsurlarla işbirliğine girmektedir. Basmacılar denilen ve İngilizler tarafından da desteklenen Türk gericileri içindeki örgütlenmesi, Türk devrimcileri arasında örgütlü olan Suphiler ve Galiyevler tarafından engellenmektedir.
Mustafa Suphileri öldürenlerin eski İttihatçılar olması bu açıdan bir tesadüf sayılmamalıdır. Enver Paşa, Suphiyi kendisine bir engel olarak görmektedir.
Suphinin ölümünde parmağı olan bir başka isim olan Karabekir Paşa komplodaki Enver Paşa parmağının bir başka kanıtı sayılmalıdır. Çünkü Karabekir Paşa, Atatürkçü olmaktan çok İttihatçıdır. Kazım Karabekirin de 1926da yine eski İttihatçılarla birlikte bu sefer başka bir komploya karışması, Atatürkü öldürmeye niyetlenmesi de bir tesadüf sayılmamalıdır. Dolayısıyla Suphinin ölümündeki Karabekir parmağı Mustafa Kemali değil, Enver Paşayı işaret etmelidir.
Son olarak Mustafa Suphi ile Mustafa Kemal arasındaki mektuplaşmalardan küçük birer örnek verelim:
Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine,
Osmanlı heyeti temsilcisi Tevfik Paşanın İstanbula tebliğ ettiği barış şartlarına göre Anadolu köylüsünün son rızkına kadar saldırı altında olunduğu anlaşılıyor. Böyle bir barışı kabule razı olan bir hükümet ve sınıf ile savaşa karar vermiş olan (İştirakiyun) teşkilatına yardım edeceğiniz ümidindeyiz. Buradaki faaliyetimiz hakkında Süleyman Sami yoldaş lazım gelen bilgiyi arzedecektir. Mağdur halkımızın kurtuluşunun direniş ve devrimde olduğu kanaatiyle, mübareze ve inkılâpta olduğu kanaatiyle iyi dilek ve saygılarımızı sunarız.
Türk İştirakiyun Teşkilatı
Merkez Komite Başkanı Mustafa Suphi
Mektubun tarihi 15 Haziran 1920. Mektubu Mustafa Kemal yanıtsız bırakmaz. Mustafa Suphiye 13 Eylül 1920de bir mektup yazar. Anadoluya, Milli Mücadeleye yardıma çağırır:
Baküde Türk İştirakiyun Partisi Merkez Komitesi Başkanı Mustafa Suphi Bey ve üyelerden Mehmet Emin yoldaşlara,
Büyük çoğunluğu işçi ve köylülerden oluşan milletimiz Garpın emperyalizm ve kapitalizm mahkumiyetinden kendini kurtarabilmek için bunlara karşı birleşmiş olarak mücadele ve direnişe karar vermiştir ve bu kararını uygulamaktadır.
Türkiye İştirakiyun Teşkilatının da aynı kanaat ve amaç ile çalışmakta olmasını büyük bir memnuniyetle karşıladık. (
)
Gaye ve prensip itibarıyle bizimle tamamen ortak olan Türkiye İştirakiyun Teşkilatından maddeten ve manen hakkıyla yararlanabilmemiz için teşkilatınızın acilen BMM Başkanlığıyla irtibata geçmesi gerekmektedir. Türkiye dahilinde yapılacak her çeşit örgütlenme ve eylem ancak bu kanal aracılığıyla yapılabilir.
Aynı hedefe doğru yürüyen Türkiye İştirakiyun Teşkilatıyla tamamen bir arada çalışmak üzere BMM nezdine tam yetkili bir üye göndermenizi ve BMM tarafından Azerbaycan hükümeti nezdine üye olarak Bakûya gönderilmiş Memduh Şevket Beyle ilişki kurmanızı ve birlikte çalışmanızı rica eder ve bu vesileyle samimi saygı ve selamlarımı sunarım.
TBMM Başkanı Mustafa Kemal
Yıllardır anlatılan Mustafa Suphiyi Mustafa Kemal tasfiye etmek için öldürttü hikayesi ne de büyük bir yalanmış.
Gerçekler ise bambaşka:
1. Mustafa Suphi, Milli Mücadeleyi tebrik ediyor.
2. Mustafa Kemal aynı gaye ve prensiplere sahip olduklarını belirtip güçlerini birleştirme çağrısında bulunuyor.
3. Milli Mücadeleye katılması için Suphiyi Ankaraya çağırıyor.
Daha ne olsun...
Mustafa Suphinin ölümüyle kaçan fırsat
Anlaşılan büyük bir fırsat kaçmış.
Mustafa Suphi, Galiyev önderliğindeki Kuzey Türkleriyle Mustafa Kemal önderliğindeki Güney Türkleri arasındaki köprüydü. Ankaraya varabilseydi Kuzey Türkleriyle Güney Türkleri buluşabilmiş olacaktı.
Farklı coğrafyalardaki Türkler Attiladan beri ilk kez bu denli büyük bir birliği sağlama şansını yakalayacaktı... Üstelik iki devrimci liderin önderliği altında bu birlik, emperyalizme indirilmiş çok güçlü bir tokat olacaktı.
Ancak Stalin de, Enver Paşa da, Galiyev ile Mustafa Kemal birliğinin ne büyük bir tehdit olduğunun farkındaydı. El ele verip bunu engellediler. Ve Kuzey ile Güney arasındaki o köprü yıkıldı...
İnan Kahramanoğlunun kitabı sayesinde, İleri Yayınları, sol içine yerleştirilmiş bir başka hastalığı da tedavi etmiş oluyor. Ve Mustafa Suphi gerçeğini ortaya çıkarıyor...
---------
Kaynak: Özgür Erdem, TürkSolu, 17.11.2008/Sayı:212