Sömürgeci tezgâhın aparatlarına kapılmamak / Deniz KAÇAĞAN

Sömürgeci tezgâhın aparatlarına kapılmamak / Deniz KAÇAĞAN

İletigönderen Balasagun » Çrş Şub 18, 2015 9:09

Sömürgeci tezgâhın aparatlarına kapılmamak

Resim
Büyük olasılıkla İP’in organize ettiği ve Ulusal Kanal, Aydınlık’ın pek savunduğu “Milli Merkez”deki bazı kişilerin özel durumları…

Ferit İLSEVER, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı; bir zamanlar şöyle diyordu:

“Sorun, Kürt sorununu çözmekse bunun için taa Bağdat’a kadar gitmeye ne gerek var? İşte sorunun büyük kısmı burada, ülkemizde bulunuyor. Buradan Irak Kürtlerine “bağımsızlığı”, “federasyonu” bol keseden dağıtanlar, kendi Kürdümüzün dilini bile çok görüyor. Orası için çözümler tartışılırken, Türkiye için neden konuşulmasın? Örneğin federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleyeceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” – Yüzyıl, 17 Mart 1991, sayı: 6

Kemal ANADOL, 1990’larda, bölücülerin HEP adlı partisinin kurucularındandır…

Necla ARAT, ÇEV ve ÇYDD kurucularından…

Göksan SONER, bu kişi de ÇEV Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı…

ÇEV, ÇYDD gibi STK ve dernekleri, NED ve AB’den yardım alan sivil örümcek kuruluşlarının bazılarıdır. Ayrıca, ABD’de 1982’de kurulan NED’in amacı, bağımlı bir politika izlemesi istenen ülkelerde, para yardımı yapılan dernek ve STK’lara, ABD’nin çıkarları doğrultusunda yayın yaptırmak ve görünmez bir elle sömürgeciliği yürütmektir. Ayrıntılı bilgiler için: “Mustafa YILDIRIM – Sivil örümceğin ağında ve Yılmaz DİKBAŞ – İğfal” adlı kitaplar okunmalıdır…

Ufuk SÖYLEMEZ, eski Özelleştirme İdaresi Başkanı ve bakanlık da yaptı; 2012 yılı Ekim ayında, TBMM’de bir komisyon önünde söylediği şu aşağıdaki sözler oldukça ilginç:

“Ben, Amerika Birleşik Devletlerinin düşmanı, ideolojik olarak karşıtı, kategorik olarak muhalifi değilim. Ben Amerikan-Türk iş adamları derneğinde görev yapmışım. Amerikan bankalarında yöneticilik yapmışım.”

Özelleştirme İdaresi ise, ülkemizde oluşturulan sömürgeci aparatlardan sadece biridir; amacı, üçüncü dünya ülkelerinde, sömürgeci sermayenin tekelleşmesini gerçekleştirmek; milli ekonomiyi yok ederek, milli devletin, milli eğitim ve milli savunmasını finanse edemez hâle getirmek. Ülkemizde, özellikle enerji, iletişimdeki özelleştirmelerle maalesef bunda tamamen başarılı oldular. Oysa ben-Deniz, özellikle enerji ve iletişim alanında, mutlak devletin olması gerektiğini düşünüyorum…

Aslında İşçi Partisi öncülüğünde bir araya gelen bu kişiler dışında, İşçi Partisi’nin de durumunu açıklığa kavuşturmalıyız…

Bir insanın geçmişi geleceğiyle uyum içinde olmalı. PERİNÇEK, başlarda; hurafeciler gibi devlete ve kuruluş düşüncesine karşıydı. Aynı hurafeciler gibi, devletin yanlış kurulduğunu iddia ediyordu. Birlikçi (üniter) değil; ikili yapıda federasyon istiyordu. Örnek vermek gerekirse:

“Fakat biz aynı zamanda, Kemalist diktatörlüğün işçi ve köylüleri ezen burjuva karakterini açıkça ortaya koyar ve onunla mücadele ederiz. Biz, Kemalist diktatörlük tarafından demokrasi isteği ve teşkilatlanması zorbalıkla bastırılan işçi sınıfının ve bütün Türkiye halkının, kurşunlanan işçilerin, insafsızca sömürülen köylülerin, defalarca katledilen Kürt milliyetinden halkın temsilcileriyiz. Bütün bunları uygulayan burjuvazinin sınıf diktatörlüğünün başındaki Atatürk’e karşıyız. Çünkü biz tarihin en ilerici sınıfı olan ve kendisiyle birlikte bütün halkı kurtaracak olan işçi sınıfının ihtilalcileriyiz.”

Yine aynı savunmadan, bir başka yeri alıntılayalım: “Kurtuluş Savaşı yıllarında ‘Kürtlerin hukukuna riayetten’ söz eden Kemalist burjuva iktidarı da, halk yığınlarına karşı en ağır baskı ve terörden çekinmemiştir. Kitle katliamlarına dahi girişilmiştir.” (TİİKP Savunma, Kaynak Yayınları)

“Türk milliyetçiliğine karşıyız. Mecbur değilim Atatürk milliyetçisi olmaya… Partimiz milliyetçiliği bir ideoloji olarak benimsemiyor ve Türkiye’nin ihtiyaçlarına da uygun görmüyor.” Doğu PERİNÇEK, Sosyalist Parti, kapatma davasındaki savunmasından.

“T.C.”nin kaldırılmasını ilk gündeme getiren PERİNÇEK oldu. Bölücülerin isteği üzerine hurafeciler, devlet dairelerinin tabelalarından “T.C.”leri bir bir kaldırıyor. PKK’ya müzakere masasında verilen bu taviz de ilk olarak PERİNÇEK tarafından gündeme getirildi. 2000’e Doğru ve Yüzyıl dergilerini o dönem değişik aralıklarla çıkaran PERİNÇEK; 24 Şubat 1991 tarihli “Yüzyıl” dergisinde “Türkiye’ye Yeni İsim” başlıklı kapak dosyasında çeşitli bölücü siyasetçi ve hezeyancıdan “T.C.” yerine isim önerileri toplandı. En çok önerilen ise “Türk ve Kürt Cumhuriyeti” oldu. Dergide “T.C.”nin kaldırılması için kendince bir de hukuki yol gösterdi:

“Anayasa’nın 4. maddesi devletin cumhuriyet olan şeklinin değiştirilmesi önerisinin yapılamayacağını öngörüyor. Ancak Türkiye adının değiştirilmesi önerisini yasaklayan herhangi bir hüküm ne Anayasa’da ne de Ceza Yasası’nda var.”

Hükümetin PKK’yla görüşmesi çağrısını ilk PERİNÇEK yaptı. Bugün, hurafecilerin PKK’yla müzakere masasına oturması; tarihimizin en büyük ihanet örneklerinden birisi olarak tepki topluyor. PKK’yla hükümetin masaya oturmasını ilk öneren zamanında yine PERİNÇEK’ti. 17 Mart 1991 tarihli Yüzyıl dergisi “Hükümet PKK ile görüşsün.” manşetiyle çıktı ve şunlar yazıldı:

“Halk barışçı bir çare bulunmasını istiyor. Kürtlerin iradelerine saygı demokrasi gereği.” bununla da yetinilmedi “federasyon”un bile tartışılabileceği söylendi:

“Federasyon niçin özgürce tartışılmasın? Artık bu sorunun özgürce konuşulacağı ve Kürtlerin iradesinin serbestçe belirleneceği ortam yaratılmalıdır. Barışçı bir çözüm için PKK ile görüşülmelidir.” Ölen teröristle şehit düşen askerimizi aynı gören anlayış hurafeciler gibi PERİNÇEK’te de vardı. Yüzyıl dergisinin aynı sayısında şunlar da yazıldı:

“Türk’üyle kürdüyle tüm halk barışa susamıştır. Gencecik insanlarımız bağnaz kafalar ve kör inat uğruna ölmektedir. Kürt yoksulları da ölüyor, asker de.” Okuduğunuz gibi, PERİNÇEK, PKK kalkışmasını ya anlamayan bir cahil ya da konuyu bilerek çarpıtıyor; cahilse diyecek yok. Ancak kasıtlı çarpıtıyorsa, uzun soluklu bir kullanım gereği bunu yapıyor demektir. PKK kalkışması, bir halk hareketi değil; İsrail’in güvenliği ve bölgenin her türlü sömürülmesi için oluşturulacak bir kiralık katil, tetikçi devlettir. [1] 

Yüzyıl dergisinin yine aynı sayısında:

“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununu inkâr politikası iflas etti. Cumhuriyet’in getirdiği statükonun çözümsüzlüğü ortada… Asıl çıkmazda olan ideolojik olarak Türk milliyetçiliğidir, uygulamada ise askeri yöntem… Sorun Kürt sorunudur, milliyet sorunudur.” diye yazıldı. (Yüzyıl, 17 Mart 1991)

“Demokratik olarak kurulmuş bir Kürdistan, demokratik olarak kurulmuş bir Ortadoğu’nun nüvesidir.” (2000’e Doğru dergisi, 9 Haziran 1991)

“Kürt sorununa çözüm demokratik, federal, emekçi cumhuriyetidir. Türk milliyetçisi ve piyasacı düzen partileri Kürt illerinde iflas etti… Kürt milleti kaderini tayin hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Eğer isterlerse ayrı bir devlet kurabilir. Emekçilerin çıkarı, tam hak eşitliği ve özgürlük temelinde, gönül birliği gerçekleştirmektedir. Kürt illerinde referandum yapılmalıdır. Referandumda ayrılığı savunanlar da özgürce propaganda yapabilmelidir…” (2000’e Doğru Dergisi, 15 Eylül 1991)

“CIA’nın eski Ortadoğu sorumlusu Graham FULLER 1990 yılı başında Türkiye’de yaptığı araştırmalardan sonra hazırladığı raporda, Kemalizm’in bittiği saptamasında bulunuyordu. FULLER, Türkiye’ye ‘yeni kimlik’ olarak ‘Ilımlı İslam’ı öneriyordu. Gerçekten de burjuvazinin demokratik devrimci atılımı olarak Kemalizm, artık tarihte kalmıştır ve Türkiye’nin geleceği üzerinde rol oynama şansına sahip değildir.” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 9)

“Kemalizm, burjuvazinin demokratik sivil toplum projesiydi. Kapitalizmin sivil toplumu ise, ancak işçi sınıfının ve diğer emekçilerin sömürülmesi üzerine kurulabilirdi. Bu nedenle Kemalist rejim, aynı zamanda burjuvazi ve toprak sahiplerinin emekçiler üzerinde diktatörlüğü idi. Kemalizm, burjuva sınıfsal karakteri nedeniyle Kürt halkına ulusal baskı uyguladı. Bu baskı, ayaklanan Kürt kitlelerine karşı kırımlara vardı. Emekçilere ve Kürt ulusuna tavrı, Kemalizm’in tarihe ayak bağı olan yönünü oluşturdu.” (Kemalist Devrim 1, Teorik Çerçeve, Kaynak Yayınları, 1992, s. 9)

Nasıl; okuduklarınız Altan TAN, Mehmet METİNER ve Galip ENSARİOĞLU’nun hezeyanlarıyla tıpatıp aynı değil mi?

Günümüzde gerek Akil Adamlar Heyeti’ndeki bölücülerin gerek hurafecilerin yıllardır söyledikleri ve milletimizin büyük tepkisini çeken söylem, öncüleri PERİNÇEK tarafından dile getirildi. Bölücü TV’yi gündeme ilk getiren PERİNÇEK oldu. Hurafecilerin en önemli bölücü icraatlarından birisi TRT 6’yı açmaktı. Bu konuda da hurafecilerin önderi PERİNÇEK oldu. 90’lı yılların başlarında bölücü TV kurulması gerektiğini sık sık savunan yayınları yapan PERİNÇEK’ti. Hatta 23 Ağustos 1992 tarihli 2000’e Doğru’da “Kürtçe TV Hazır” başlığıyla bir yazı bile yayınladı, “Ortadoğu çapında yayın yapacak” bir bölücü TV projesini ortaya koymuşlardı…

Güney Sibirya’da Ruslar tarafından bulunan ve 16 bin yıllık olduğu tespit edilen Türklere ait kaya resimleriyle belgeli [2]  16 bin yıllık tarihi olan, yazıyı icat eden ve ilk uygar millet olan Türkler hakkında, PERİNÇEK şöyle yazabilmiştir:

“Türk milletinin taş çatlasa 100 yıllık geçmişi var.” (Bilim ve Ütopya, Kasım 1994)

Bilinen tarih içinde, ilk uygarlığı oluşturan ve 16 bin yıllık tarihi olan bir milleti; taş çatlasın 100 yıllık geçmişi var diyerek neredeyse yok saydığı gibi; diğer taraftan, yukarıda örneklerini verdiğimiz yayınlarında, olmayan bir etnisiteye sık sık atıfta bulunarak var etmeye çalıştı. Buna örnek olarak İşçi Partisi’nin 1995 yılında Cumhurbaşkanı DEMİREL’e sunduğu Anayasa Taslağı’ndan da bir alıntı yapalı:

“Ortak kimlik Türkiyelilik olmalıdır.”, “Kürt realitesi anayasa hükmüyle kabul edilmelidir.”, “Yine anayasada belirlenmelidir ki, Türkiye… Cumhuriyet’in iki asli kurucusu olarak Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanıdır.”, “…her kademede seçimle gelen, o kademe halkına sorumlu olan ve o kademenin güvenlik güçlerine de kumanda eden tek bir demokratik yönetim sistemi de kurulmalıdır.”

Okuduklarınızın aynılarını, bugün hurafeciler savunuyor ve uyguluyor. Bunlar eskidendi, şimdi değiştiler; diyebilecek kronik insan fetişi muhalif taban için, günümüzden örnekler verelim…

Uludere’de kaçakçılık yaparken öldürülen bölücüleri, savunan bazı komünist, liberal ve sosyalistler var. Bunlara göre, ilgili kişilerin kaçakçılık dışında geçinme olanakları yokmuşmuş. Uyuşturucu [3] , silah, organ ticareti yapan; kamplarda kızlara tecavüz eden ve muhalif militanlarını infaz eden PKK’nın; aynı zamanda, kaçakçılık yaptığını ve kendi dışındaki diğer tüm kaçakçılardan vergi topladığını biliyoruz. İşte; sömürgecilerin aparatı olan ve çok yönlü insanlık suçu işleyen bu yaratıkları; cici, sevimli, şirin, masum göstermeye çalışan bazı aymazlar var. Biz, sömürgecilerin denetimindeki; uzaktan kumandalı, manipülatif bu yapılanmaları hep eleştirdik; eleştireceğiz ve deşifre edeceğiz…

Biliyoruz ki sömürgeciler, hiçbir elemanını sonsuza kadar kullanmaz; yıpranan, deşifre olan elemanlarını yenileriyle değiştirirler. Sömürgeciler, işlerini, devamlı şaşırttıkları değişik kitleler üzerinden gerçekleştirir ki, asla kesin kurtuluş çareleri aranmasın. Önce bir kitleyi kullanırken, diğer kitlelerin de bilinçlerini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirerek zaman içinde geleceğe hazırlar ve onların da başına sömürgecilerin belirlediği bir kuklayı koyar. Sonra, vazgeçtiği eleman ve kitlesini devreden çıkarır; yedekte beklettiği ve zaman içinde bilinçlerini sömürgecilerin çıkarları doğrultusunda şekillendirerek geleceğe hazırladığı kitleyi devreye sokar…

Onlardan biri de İşçi Partisi ve TGB’dir. Daha önce, TGB’nin taşıdığı bölücü ağızlı pankartı ve İşçi Partisi’nin 9. kurultay öncesi astığı afişi eleştirmiştik. Şimdi de Uludere ziyaretlerini; “İşçi Partisi ve TGB Uludere’yi ziyaret etti: Artık milyonlarca evladımız var” diye, sitelerinde haber yaptılar. [4] 

Evet, İşçi Partisi’nin bu tutumu yeni değil; daha önce defalarca bunu yaptı ve bu bölücü tutumunu tekrar etme alışkanlığından vazgeçmiyor. Hâlâ: “Bunlar eskidendi, şimdi değiştiler” diyebilecekler için bir başka örnek verelim: İşçi Partisi’nin sözde “MİLLİ BİRLİK VE KARDEŞLİK BİLDİRİSİ” Madde 7’ye dikkat; aynen şöyle:

“… Bütün Türkiye halkının fedakâr mücadelesiyle kazanılan, yurttaşların her alanda eşitliğini, Kürtçe öğrenme ve Kürtçe yayın gibi demokratik hakları hukuki güvence altına almak ve fiilen hayata geçirmek, bir kamu görevi olmak yanında yurttaş sorumluluğudur.” [5] 

OBAMA’nın Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada: “Kürtçe öğretimi ve Kürtçe yayın konusundaki yasakları kaldırdınız. Bütün dünya, Kürtçe yayın yapan yeni devlet kanalıyla verilen önemli mesajı saygıyla not etti.” demesinin, sizce bir anlamı yok mu? Nasıl oluyor da, Ameri-kanın başkanıyla güya buna karşı olan sözde muhalif; benzer şeyleri ifade edebiliyor…

Evet; 2003 Irak işgali sonrası PERİNÇEK yumuşak değişimle yeni şartlara geçiş yaptı. Ancak; PERİNÇEK’gillerin yayın organlarına bakıldığında, bölücü bilinçaltının hâlen etkin olduğunu görürsünüz. Örneğin, sık sık “kürdümüz” diyerek olmayan bir etnisiteye vurgu yaparak onu meşrulaştırıyor. Bu; sorunlu ve bölücü bir ağızdır. Adlandırmak, varlık belirtir. Olmayan bir şey adlandırılamaz. Bu söylemin, Tayyip’in “kürt kardeşim” bölücü ifadesinden hiçbir farkı yoktur…

Hukukta, ad varlık belirtir ve bir özne olan her varlığın hakları olur. Yani; kürt diyerek, olmayan bir etnisiteyi var ederseniz, sonrasında haklarını da vermek zorunda kalırsınız. İşte bu bölücülüğün dik âlâsıdır. O nedenle biz, her ne olursa olsun; insanlarımızın bazılarını “kürt” diye anmayacağız. Ayrıca birileri, kendilerini illâ ayrı adlandırıyorsa ve başkaları da bunu maruz görüyorsa, hepsi kaçınılmaz olarak bölücüdürler. Biz bunlara bölücü diyeceğiz…

Dikkatli olmalıyız, kültürel sömürgeciliğin her türlü kirinden bilinçaltımızı temizlemeliyiz. UNPO (Unrepresented Nations and Peoples Organisation) Birleşmiş Milletlerde Temsil Edilmeyen Devletsiz Halklar [6]  diye bir kuruluş var. Bu kuruluş, dünyada 5000 (beş bin) devletsiz halkın olduğunu kabul ediyor; kürtleri de devletsiz halklar konumunda sayıyorlar. Tabii şimdilik devletsiz; zamanla hepsini devletleştirecekler. Ortada, antropoloji, arkeoloji, dil ve tarih bilimlerine dayalı gerçekler değil; tamamen sömürgeci keyfilik var. Buna karşı, antropoloji, arkeoloji, dil ve tarih bilimlerinin verileriyle bilimsel mücadele edilmesi gerekir…

Bilimsel açıdan, bir halkın/etnisitenin var olması için şu üç şartı aynı anda gerçekleştirmesi gerekir: 1- antropologların uzlaştığı ortak tip; 2- arkeolojik kalıntı; 3- kendine özgü kelimeleri, düzenli söz dizimi ve ek alma yapısı olan dil. Oysa bölücülerin bu üç şeyi de yok…

Şunu iyi biliyoruz ki, uluslararası hukuku belirleyen etkenlerden biri de tarihtir. Tarih bilimine göre, bir etnisitenin, halkın var olması için, ortak dili ve kalıntılarının bulunması gerekiyor. Ortak dili ve kalıntıları bulunanlar bir etnisite (küçük kök), halk olarak; uluslararası hukuka göre tarih sahnesinde devlet şeklinde yer almaları en doğal hakları olarak görülür. Dolayısıyla; bölücü komünist, liberal, sosyalistlerin “halkların kardeşliği” ve hurafecilerin “din kardeşliği” uluslararası hukukta, hiçbir anlam ifade etmemektedir. Efendim, Türk-kürt olsun da, halkların kardeşliği olsun ve bir arada; tek bir ülkede yaşayalım. Veya efendim Türk-kürt olsun da, din kardeşi olarak bir arada tek bir ülkede yaşayalım. Bu romantik bölücülüktür ve uluslararası hukuka etki eden hiçbir işlevsel yanı yoktur…

Tüm bu gerçeklere rağmen, sömürgecilere hamallık etme uğruna, birileri “halkların kardeşliği”nde ısrarlıysa; evet, biz de kardeşlik diyoruz ancak; örneğin bölgemizde Arap’la halk kardeşi veya din kardeşi olunur; çünkü Arap, tarihî bir gerçektir. Fars’la halk kardeşi veya din kardeşi olunur; çünkü Fars, tarihî bir gerçektir. Ama olmayan bir şeyle bir şey olunmaz…

Bilimsellikten uzak, yanlışlarına cinnet getirecek tutkuyla bağlı olan bu kişiler; savunmalarında çıkar yol bulamadıklarında, Başkomutan Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK’ün rozetlerini, şarlatanlıklarına alet ediyorlar. Peki; ATATÜRK’ü gerçekte ne kadar tanıyorlar ve yazdıkları hakkında ne biliyorlar. ATATÜRK’ün: “Bugünkü Türk ulusunun siyasal ve toplumsal birliği içinde kendilerine Kürtlük, Çerkezlik, Lazlık ya da Boşnaklık düşüncesi aşılanmak istenmiş yurttaş ve ulustaşlarımız vardır. Ancak geçmişin zorbalık dönemlerinin bir sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, -düşmana alet olmuş birkaç, gerici, beyinsiz dışında- ulus bireyleri üzerinde üzüntüden başka bir etki yaratmamıştır. Çünkü ulusun bu bireyleri de genel Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlak anlayışına ve hukuka sahip bulunuyorlar.” [7]  şeklindeki ifadesini biliyorlar mı? Hiç sanmıyorum. Özellikle önemli bulduğum kısmı tekrar yazmak istiyorum: “Ancak geçmişin zorbalık dönemlerinin bir sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, -düşmana alet olmuş birkaç, gerici, beyinsiz dışında- ulus bireyleri üzerinde üzüntüden başka bir etki yaratmamıştır.”

Yine ATATÜRK’ün, insan unsurumuz hakkında bir başka ifadesi şöyledir: “Bizim devlet hayatımız da bilindiği gibi; Osmanlı siyaseti, birbirinden farklı unsurlardan ve maddelerden oluşmuştu. Bunlardan bir harita yapmak olanaksız olduğu için, Osmanlı siyaseti yerine yeni bir siyaset çıktı. O siyaset; ulusal siyaset, Türkçülük siyasetidir.” [8]  Oldukça vurucu; ATATÜRK demek istiyor ki, Osmanlı farklı halklardan oluştuğu için mozaikti ve farklı halklar ayrılarak dağıldı. Geriye Türkler kaldığından, Türk unsuruna dayanarak Misak-ı Millî sınırlarıyla çizilen Türkiye mozaik değil tektir; yani Türk varlığına dayanarak Misak-ı Milli sınırları içerisinde kurulan Türkiye’de, birbirinden farklı Osmanlı bakiyesi halklar veya etnisite kalıntıları, söz konusu bile değildir. Osmanlı, Türk tarihine devamlılık sunan bir tarih kesitine aittir o kadar. Mozaik ve Osmanlı bakiyesi gibi, ülkemizi bölmeye yönelik sömürgeci strateji merkezlerinde üretilen kavramlar tamamen bilimdışıdır. Dolayısıyla; ülkemizde alt kimlik, etnisite yoktur. Olmayan şeyi kabul etmek ve başkalarına kabul ettirmeye çalışmak; bölücülük eşiğini geçip bölücülüğe başlamaktır. Bölücülük sadece silahla olmaz; işin, kavramsal, teorik kısmı da var. Bunu, hep “bizdenmiş” gibi gözükenler yapıyor. Bunlar; ATATÜRK’ün dediği gibi: “geçmişin zorbalık dönemlerinin bir sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, -düşmana alet olmuş birkaç, gerici, beyinsiz dışında- ulus bireyleri üzerinde üzüntüden başka bir etki yaratmamıştır.”

Eğitim ve kültürdeki “tarihi süreklilik”in bir sonucu olarak ülkemizde, sorumluluk alamayan, inisiyatif kullanamayan ve tabii ki neredeyse tamamına yakını, okumayan, anlamayan, öğrenmeyen ve kendini geliştirmeyerek edilgenleşen insanımız; kurtuluşu bizzat kendi eylemleriyle değil; başkalarının kendilerine öncülük etmesinde arar ve yardım dilenir. Ülkemizdeki insanların, ilkeli değil; insan fetişi olmalarının arkasında bu psikolojik bozukluk vardır. O nedenle, kendisi lider olmak yerine; kendilerine “ehven-i şer”lerden bir lider ararlar…

Bu kadar yanlış yapan kişi, tarih çarpıtmaları deşifre olduktan sonra; teşkilatlanmadan, organizasyondan, kolektif mücadele gerekliliğinden; örgütlenmeden söz edebilecek bazı kişiler elbette olacak. Örgütlü mücadelenin gerekliliğine biz de katılıyoruz; ancak öyle bir örgütlenme olmalı ki, bu örgütlenmede “ehven-i şer” kişiler ve sömürgecilerin çıkarına yarayan kavramları kullananlar bulunmamalıdır. Yani örgütlenme, kişiler temelinde de ilkeler temelinde de saf, tertemiz olmalı. ATATÜRK’ün dediği gibi “ehven-i şer, şerlerin en kötüsüdür.” ATATÜRK’ün bu tespitine aynen katılıyoruz; ülkemiz bu duruma, hep bu “ehven-i şer” idealist olmayan tutum yüzünden geldi…

Dipçe:
 [1]  Ralph PETERS – Kanlı sınırlar; Armed Forces Journal-AFJ dergisi; 2006
 [2]  Servet SOMUNCUOĞLU – Taştaki Türkler; Atok Yayınları; İstanbul; 2011; 3. Baskı; sayfa: 38
 [3]  http://gundem.bugun.com.tr/pkk-her-asam ... eri/955304
 [4]  http://www.aydinlikgazete.com/mansetler ... z-var.html
 [5]  http://www.ip.org.tr/lib/pages/detay.as ... haber=4444
 [6]  Mustafa YILDIRIM – Sivil örümceğin ağında; Toplumsal Dönüşüm yayınları; 5. Baskı; sayfa: 74
 [7]  Nuran TEZCAN – ATATÜRK’ün yazdığı yurttaşlık bilgileri; Çağdaş Yayınları; 3. Baskı
 [8]  Prof. Dr. Dursun YILDIRIM; Mustafa Kemal ATATAÜRK’ün Kültür Anlayışı ve Tam Bağımsızlık Stratejisi; Atatürk Araştırma Merkezi; sayfa: 4


Deniz KAÇAĞAN, 4 Nisan 2014
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

x