
Abdullah Gül 1995’de “Cumhuriyet döneminin artık sonu geldi” dediğinde hiçbirimiz üstümüze alınmadık.
“Yok yahu, yapamazlar” dedik hepimiz.
Sonra onlar yavaş yavaş, adım adım kendilerine verilen görevi yerine getirirken biz,
apartman görevlisine gazete ısmarlar gibi “Ordu göreve” diye bağırarak sokaklarda dolaştık. Ellerimizde bayraklar Anıtkabir’i türbeye çevirip, gidip orada ağlaştık, “Atam sen kalk, ben yatam” sızlanmalarıyla.
Bizim parti, sizin parti, "biz ülkeyi daha iyi kurtarırız” kavgalarıyla birbirimizi yedik.
“Almanlar bizi çok sever, Amerika ebedi dostumuzdur, yakında alırlar bizi Avrupa Birliğine” teraneleriyle elin gâvurundan medet umduk.
Askerliği “Kalender Orduevinde” yapmanın yollarını aradığımızda kendimizi kurnaz sandık.
Küresel sırtlanlar Suriye’yi ateşle harmanlarken, o ateşin ülkemize sıçraması bir an meselesi iken, Mehmetçiğimizi o sırtlanların emrine vermeğe kalkışıyorlar şimdi.
Bunlara tepkisiz kalarak bu güne geldik sonunda.
Bakın bakalım, bulabilecek misiniz, nereye gitti “CUMHURİYETİMİZ”?

Böyle bir davetiyenin yazılabilmesinden, biz, siz, hepimiz suçluyuz.
Bu son fırsat.
Uyanıp, Millî İrade Bildirisi altında toplanıp birleşmezsek çocuklarımıza ve torunlarımıza “Türkiye Cumhuriyeti”ni bir masal olarak anlatacağız.