Son Türk Hep Varolacak!

Son Türk Hep Varolacak!

İletigönderen MansurSah » Sal Oca 20, 2009 17:16

Son Türk Hep Varolacak!

Ergenekon operasyonu genişleyerek ve kafaları daha da karıştırarak devam ediyor. Zaten amaçlanan da bu. Ama kafaların karışmasına hiç de gerek yok.

Çok net bir şekilde görünen gerçekleri madde madde sıralayalım.

1-) Bu operasyon, sadece bir kaç küçük Atatürkçü gruba ve şahsa karşı yapılmamaktadır. Türkiye'deki tüm farklı Atatürkçü grupları da içine alacak şekilde genişlemektedir.

Üstelik sadece Atatürkçülük gibi daha dar bir ideolojiyle de sınırlı değil, ulusalcılık gibi daha geniş bir alanı içine alıyor. O nedenle de sağ ve sol eğilimli ama ulusal bakış açısına sahip herkes operasyonun hedefindedir.

Bu, şu demek; bugüne kadar içeri alınmamış olsa dahi ulusalcı görülen herkes yarın öbür gün içeri alınabilecektir.

O halde buradan şu sonuç çıkıyor, siz siz olun ulusalcılardan ve ulusalcılıktan uzak durun.

İşte Ergenekon tertipçileri bunu hedeflemektedir.

2-) Bu operasyon aynı zamanda AKP karşıtı muhalefeti sindirme operasyonudur. Ortada “derin devlet” denilen bir düşman gösterilmektedir ama ne hikmetse bu “derin devlet”in tümü AKP muhalifidir!

Oysa “derin devlet” tanımı gereği partiler üstüdür ya da tüm partileri kapsayacak kadar geniş olmalıdır. Ama bizim “derin devlet”imiz böyle değil, tamamen ideolojik bir “derin devlet”!

Ya da “derin devlet”in üzerine gidiyorum diyen ve bu tertibi düzenleyenler tamamen AKP'li ve ideolojik davranıyorlar, her AKP karşıtını da “derin devlet” yapalım diyorlar!

Bu açıdan Ergenekon tertibi AKP karşıtı muhalefeti susturma operasyonudur.

3-) Tüm bunları izleyen sıradan vatandaş açısından Ergenekon büyük bir korkutma kampanyasıdır. Derin ilişkiler, kazılar, silahlar. cinayetlerle bir film senaryosu hazırlanmış ve vatandaşa izlettirilmektedir.

Bunu izleyen geniş halk kesimleri içinde hem kafa karışıklığı yaratılmaktadır hem de halk böylelikle sindirilmektedir.

Kısacası Ergenekon tertibi bir sindirme operasyonudur.

4-) Operasyon “derin devlet”le hesaplaşma görüntüsü altında Türk Ordusu'yla hesaplaşmadır, daha doğrusu Türk Ordusu'ndan hesap sorma girişimidir.

ABD'ye tavır alan, ulusal düşünen, davranan Türk komutanlar birer birer tutuklanmaktadır.

Ama çok daha önemlisi, tutuklananlara değil görevdekilere karşı bir operasyondur Ergenekon. Eğer bir Türk paşası ilerde içeri düşmek isetmiyorsa, Amerikancı olmak zorundadır!

İçerdeki komutanların direnmesi son derece kolaydır, zaten paşalarımız son derece onurlu bir direniş sergilemektedir.

Ama hedefte olan zaten onlar değil, görevde olanlar.

Tertibi düzenleyenler içerdekilerin değil dışardakilerin onurunu ölçüyorlar!

5-) Bu operasyon AKP'nin değil ABD'nin düzenlediği bir operasyondur. İktidardaki AKP, ABD'nin çıkarlarına hizmet ettiği sürece bu operasyonun kazananı olcaktır ama operasyonun asıl galibi PKK'dır.

Yıllar boyu teröre karşı mücadele edenler, PKK'nın yıkamadığı Türk direnişi, bu tertip eliyle yıkılmaktadır. PKK'nın yapamadığını devlet kendisi yapmaktadır.

Operasyon Büyük Kürdistan'a gidişi sağlamaktadır.

Bu gidişte son derece kritik nokta Türk devletinin geçmişiyle yüzleşmesi ve hesaplaşmasıdır. Yani Türkiye'nin Kürtlerden özür dilemesidir.

Ergenekon tertibi Türklere özür diletme operasyonudur.

6-) Operasyon 1 numaraya doğru adım adım ilerlemektedir. Çok yakında eski genelkurmay başkanlarının da tutuklandığını görürsek hiç kimse şaşırmayacak.

Ama operasyon aslında tepelere doğru değil tabana doğru inmektedir.

Mesele 1 numarayı içeri almak değil direnecek tek Türk bırakmamaktır.

Belki de adı bu nedenle Ergenekon seçilmiştir operasyonun.

Ama soyumuzu çoğaltacak, bizi diriltecek ve yeniden devletleştirecek o tek Türk hep varolacaktır.

Ergenekon tertipçileri Türkleri Ergenekon'a sıkıştırarak ve orada soykırıma uğratarak yok etmek istiyorlarsa bilsinler, son Türk hep varolacak!

Adım adım Ergenekon tertibi

Evet, bu ikinci Susurluk operasyonu

Şemdinli'de gelişen olayları devlet düşmanı liberal ve Kürtçü çevreler ikinci bir Susurluk olarak değerlendirdiler. Bizce de olay ikinci bir Susurluk operasyonunu andırmaktadır ama onların iddia ettiğinin tam tersi noktadan.

İsterseniz önce birinci Susurluk olayına bakalım. Susurluk'taki "tesadüfi" bir kaza, devlet içinde yuvalanan ve devletten bağımsız hareket eden bir "çete"nin varlığını ortaya çıkartmıştı kimilerine göre. Tesadüf gibi görünen trafik kazasının hemen ardından daha o gece kazada bulunanların gerçek kimlikleri televizyonlara yansımış ve "çete" yayınları yapılmaya başlanmıştı.

Susurluk olayı tam da devletin Kuzey Irak'ta PKK'yı neredeyse bitirdiği, ülke içinde PKK'nın mali kaynaklarına, yani Kürt mafyasına yöneldiği bir dönemde ortaya çıkmıştı. Anlaşılan devlet Kürt mafyasını temizleme niyetindeydi. Bugün Şemdinli'de otomobilden çıktığı iddia edilen liste türü bir Kürt mafyası listesi ne tesadüftir ki o gün de otomobilden çıkmıştı!

Peki ne oldu sonra? Devlet içinde PKK ile mücadele eden güvenlik ve istihbarat görevlileri PKK ile mücadeleden çekilmek zorunda bırakıldı. Aynı dönemde gerçekleşen iki önemli operasyon daha var. Biri dönemin Jandarma Genel Komutanı'nın uçağının düşürülmesi, diğeri ise JİTEM görevlilerinden Binbaşı Cem Ersever'in öldürülmesi! Bu üç olayı altalta koyup incelediğimizde gerçekte de uluslararası bir operasyonla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkar. PKK ile Kuzey Irak'ta mücadele eden bir komutan, PKK'ya yönelik harekatın Güneydoğu'daki koordinatörlerinden bir binbaşı ortadan kaldırılmış ve PKK'nın mali kaynağı Kürt mafyasına karşı mücadele eden emniyet, MİT ve ordu görevlileri pasifize edilmiştir.

O halde şu soruyu kendi kendimize soralım. O araç gerçekten tesadüfen mi bir kaza yapmıştı yoksa devlet içinden çok rahat bilgi alan, araçta bulunanların güzergahını bilen, daha da önemlisi o gün o araçta kimlerin olacağını bilen bir istihbarat örgütü mü o kazayı ayarlamıştı?! Daha açık soralım Susurluk, uluslararası bir istihbarat örgütünün biten PKK'yı yeniden diriltmek için düzenlediği bir uluslararası operasyon muydu?

Şurası bir gerçek ki Susurluk sonrası PKK hem örgütsel açıdan yeniden toparlanma imkânı bulmuştur hem de kamuoyunda yaratılan devlet düşmanı hava, genel olarak bölücülüğün güçleneceği bir ortam oluşturmuştur.

Elbette kritik soru şu; peki Susurluk'ta, gerçekten yasadışı bir alana kaymış bir devlet faaliyeti yok muydu? Bir çete var mıydı yok muydu?

Bunu o dönem Susurluk'a adı karışan insanların yanıtlaması gerekmektedir. Susurluk'ta adı geçenlerin bu ülkeye yapacakları en önemli hizmet bu olacaktır. Çünkü, Türk devletinin bölücülüğe karşı mücadele eden görevlilerinin, aynı zamanda yabancı bir istihbarat örgütü ile de içli dışlı oldukları kanısı güçlüdür. Kazanın olması böyle bir ilişkinin varlığını adeta doğrulamaktadır. Sanki bir istihbarat örgütü, kendisi ile de irtibatlı bulunan Türk görevlileri pusuya düşürmüş gibidir!

Susurluk'a adı karışanların daha sonradan milliyetçi, hatta Kuvayı Milliyeci söylemler geliştirmeleri dikkate değer bir gelişmedir. Ancak böyle bir söylemden çok Türk devletinin uğradığı saldırıyı, bu örtülü operasyonu açığa çıkartacak daha içten bir muhasebeye ihtiyacımız var.(Sayı 95, 21 Kasım 2005)



Kontrgerillanızı alın derin devletimi verin

"Psikolojik harp"in temel hedefi Türk Ordusudur. Çünkü ABD'nin yeni dünya düzeni kavrayışında ulusal ordular hizadan çıkmakta ve ABD'ye tehdit oluşturmaktadır. Hele hele Türkiye'nin 90'lı yıllarla başlayan "sınırötesi" operasyonları ile birlikte Türk Ordusu ABD için bölgesel bir tehdit haline gelmiştir. İşte Türk Ordusu'nun zaptedilmesi ve yeniden hizaya sokulması ABD'nin temel hedefidir.

Bunun için ikili bir operasyon başlatılmıştır. Operasyonun askeri kısmı, ABD'nin silahlı provokasyonlarıdır. Türk Ordusu'na, silahlı bir savaş halinde ABD'nin Türk Ordusu'nu yeneceği gösterilecektir.

Bunun için ilk operasyon Süleymaniye'deki "çuval geçirmeydi". Hemen ardından Şemdinli geldi. Tabi bu arada özellikle Gazi Mahallesi'ndeki ayaklanmayı da unutmayalım. Bu tür askeri operasyonlarla ABD, Türk Ordusu'na iki seçenek sunmaktadır: Benimle savaşacaksan, bunları göze almalısın, yok benimle savaşmayı göze almayacaksan, benim istediklerimi yap!

Bu konuda ABD'nin tehditleri algılanmıştır. Ancak algılamanın sonucu, "Türkiye için en kötü seçenek ABD ile savaşmaktır." sonucuna varılması olmuş ve Türk Ordusu'nun en üst komutası ABD'ye boyun eğmiştir. Bu, kontrgerilla operasyonunun askeri alanında ABD'nin başarısıdır. Bu başarıya, ABD ile mücadele kararlılığı sergileyen komutanların emekli edilerek tasfiyesini de ekleyin. Geriye kalan kontrgerilladır.

Türk Ordusu elbette eski 1980 Ordusu değildir. Artık her Türk subayı Amerikan düşmanlığı ile yetişmektedir. Dolayısıyla üstlerde birileri istediği kadar ABD ile dostluk köprüleri kursun, alttan ABD ile savaşacaklar gelmektedir. (Sayı 100, 6 Şubat 2006)



Sindirme operasyonu

İşte böylesi bir ortamda faşist parti toplumu sindirmek için harekete geçiyor. Ülkücüler ve sosyal demokratlar zaten AKP'nin dümen suyunda girdiğine göre, merkez sağ zaten tümüyle eritildiğine göre, geriye kalan kesimin sindirilmesi faşizmin mutlak egemenliğinin kurulması için gerekmektedir.

İşte bu kesim için sindirme harekâtı iki yıldır sürdürülmektedir. Faşistler, karşılarına ulusalcı dedikleri düşmanı almışlar ve buna karşı bir yıldırma, sindirme, bastırma kampanyası başlatmışlardır.

Danıştay'a düzenlenen saldırıdan bu yana iki yıldır toplumda sürekli bir ulusalcı çeteler sahte düşmanı yaratılmakta ve toplum bu hayali düşmana düzenlenen operasyonlar yoluyla korkutulmakta, sindirilmektedir.

Mesele ortada bir ulusalcı çetenin olup olmaması değildir. Çünkü böyle bir çete olmasa bile faşistler toplumu baskı altına almak için böylesi bir çete yaratmak zorundaydı. Kimbilir belki de bize izletirdikleri kendi yarattıkları çetelerdir...

Ama bildiğimiz bir şey var, bu tür operasyonlar üç beş kişi için yapılmaz. Türkiye'yi yerle bir edecek bir çeteden bahsediliyor ama nedense bu çetelerle ilişkili insan sayısı iki elin parmağını aşmıyor.

O halde sormak gerekiyor, bu mu iktidar için tehlike?

Elbette değil.

Asıl tehlike Cumhuriyet mitinglerinde meydana çıkan Türkiye'nin ulusal, milliyetçi ve Atatürkçü potansiyelidir. Bu potansiyel, Türkiye'nin faşizme direnme gücünü ve olanakları göstermektedir. Bu potansiyelin sindirilmesi AKP açısından esas hedeftir.

O nedenle bir hayali ulusalcı çete düşmanı yaratılmıştır. Şimdi o hayali çeteye operasyon düzenlenmektedir ve insanlara şu mesaj verilmektedir: Sakın ha örgütlenmeyin! Eğer örgütlenecek olursanız, yarın siz de bu çete davalarının içine dahil edilirsiniz.

Bu yolla ulusal güçler ve halk sindirilirken ikinci bir mesaj daha verilmektedir: Sizi savunacak kimsenin çıkacağını da asla um-mayın!

Burası oldukça önemli kısmı sindirme operasyonunun.

Birincisi ulusal duruşu olan, hükümetle uğraşan, terör örgütleriyle uğraşan avukatlar, bu operasyonlarda çete kapsamına alınmaktadır. Böylelikle vatandaşa şu mesaj verilmektedir; sizi savunacak avukatlar bile içerde olacak, o nedenle sessiz oturun.

İkincisi, sizi savunacak herhangi bir parti veya kitle örgütü olmayacaktır. Bakın MHP'ye kendi eski adamlarını savunuyor mu? Ya da bakın CHP'ye bu kadar hukuksuz bir operasyon karşısında çıtı çıkıyor mu?

Üçüncüsü, Ordu'ya hele hiç güvenmeyin. Bakın yüzbaşıdan başladık tuğgenerale kadar geldik. Ama ne eski yüzbaşıyı ne de eski tuğgenerali savunan bir Ordu yok. O nedenle ayağınızı denk alın.

İşte böylesi bir sindirme operasyonu ile karşı karşıyayız. AKP'nin hedefini çok iyi bilmeliyiz. Bunların derdi çete değil ulusal güçlerdir. Çünkü demokratik siyaset yoluyla var olan her tür ulusal örgütlenmeye de karşıdırlar. Onlar kendi işbirlikçiliklerinin karşısına dikilecek her tür ulusal güce bu nedenle çete muamelesi yapmaktadırlar.

Burada kritik nokta ise örgütlenmektir. Aslında faşistler toplumun kendi karşısında örgütlenmesine karşıdırlar. Onlar suskun toplum, sindirilmiş toplum istemektedirler. Toplum susacaktır, örgütlenmeyecektir ki faşizmi rahat rahat getirebilsinler.

Ama bu sindirme operasyonunun bir de ters etkisi var. Yine tecrübeyle sabittir ki faşist uygulamalar toplumun örgütlenmesine engel olmaz aksine örgütlenmeyi zorunluluk haline getirir.

AKP'liler istiyorlarsa örnek aldıkları faşist rejimlerin nasıl yıkıldığına bir baksınlar, toplum susmuş mu!.. (Sayı 171, 28 Ocak 2008)



Sabahın bir sahibi var...


Olayların başlangıç noktası olarak AKP'ye yönelik kapatma davasını ele alabiliriz. Ancak bu, süreci yeterince okuyamamak olur.

Çok daha gerilere gitmek gerekir, Danıştay Baskını'na.

Ama aynı zamanda çok çok daha derinlere gitmek gerekir: Şeyh Said ve arkadaşı Said-i Kürdi'ye...

AKP Türkiye'ye Kürt-İslamcı bir devlet modelini kurmak için ABD'nin kullandığı bir partidir. Bu parti bu amaçla doğrudan doğruya ABD tarafından kurulmuştur. Amaç Kürt-İslam devletidir, bunun yolu ise Atatürk Cumhuriyeti'ni yıkmaktır.

Bu hedef doğrultusunda AKP sadece basit bir araçtır, kullanıldığı yere kadar kullanılacaktır.

Ancak bunun ötesinde Tayyip Erdoğan aracın da aracıdır, küçücük bir piyondur. Tayyip'in misyonu Kürt-İslam'ın yolunu açmaktır.

Ama Kürt-İslam'ın gerçek liderinin Tayyip olduğu sanılmasın. Tayyip'in de ötesinde etkin kişilerden oluşan bir Kürt-İslam Konseyi işbaşındadır.

Tıpkı ABD'de devlet başkanlarının piyon olması ama Amerikan devletini yöneten çelik çekirdeğin hiç değişmemesi gibi Türkiye'de de benzeri bir yapı kurulmuştur.

Bu Kürt-İslamcı çete yapılanması Türkiye'yi bir bataklığa doğru sürüklemektedir. Bu bataklık Kürt-İslam bataklığıdır.

Bu sürükleme süreci, yani Atatürk Cumhuriyeti'nin teslim alınması süreci ise bir komplolar, tertipler, provokasyonlar süreci olarak işlemektedir.

Bu sürecin başında gözüken güç Tayyip ve AKP'dir. Ancak Tayyip'i güden güçler açısından Tayyip'in de AKP'nin de hiç bir önemi yoktur.

Zaten böylesi bir tertipler dönemi açık bir hesaplaşma dönemidir. Bu hesaplaşmada Kürt-İslamcı güçler Tayyip eliyle birilerinin defterini dürerlerken, aynı şekilde birilerinin de Tayyip'in defterini düreceğini hesaplamakta ve onu gözden çıkarmaktadır.

Böylesi bir dönemin başlangıcının Danıştay Baskını olduğunu tespit etmeliyiz. Danıştay Baskını bir milattır. O noktadan sonra kontrol tümüyle bu Kürt-İslamcı ekibin eline geçmiştir. (Sayı 179, 24 Mart 2008)



Sağduyu mu mücadele mi!

Görüldüğü üzere faşistin sağduyu çağrılarını dinlediği yoktur, muhalefet ise hâlâ sağduyu çağrısı ile vakit yitirmektedir.

Ama faşist, toplumdaki oy gücünü bildiği için çok rahat hareket etmektedir. Ve son anda devreye girmesi beklenen Ordu'ya da açık bir gözdağı vermekte ve uyarmaktadır. Şu satırlar Zaman yazarı İhsan Dağı'nın son yazısından:

"Bu millet, ülkeyi iç savaşa sürükleyen ve vatanı bölen yeni-İttihatçılara bu defa izin vermez.

Bölünmenin yaratacağı büyük travma ve milliyetçi öfke üzerinden 'otoriter' bir iktidar yaratma hesapları yapanların iyi düşünmesi gerek. Bosna'da etnik temizliğin mimarı Miloseviç'in başına gelenleri hatırlamakta fayda var. Bütün dünyaya meydan okuyan ve binlerce yıl bir arada yaşayan etnik grupları 'temizlemeye' yönelen 'ulusalcı' bir siyaset Yugoslavya'yı kaça böldü? Ulusalcı Miloseviç iktidardan, Savaş Suçları Mahkemesi'ne düştü."

Demek ki neyle korkutmaktadırlar Ordu komutanını?

Miloseviç olmakla!

Bu noktada mevcut şahsın dükkanı kapatmış olmasına çok şaşmamak gerekir, ama bu dükkanı kapatmanın onu kurtaracağını da beklemeyelim: Çünkü faşistler asla intikam almaktan vazgeçmezler. Şemdinli'nin hesabını almaktan hiç ama hiç çekinmeyecekler, kendi dümen suyuna girenlere de asla ama asla acımayacaklardır. (Sayı 180, 31 Mart 2008)



Sıra Yaşar Paşa'da mı?

ABD Türk Ordusu'ndan geçmişin hesabını sormak istemektedir. Hatırlanacağı üzere ilk Körfez Savaşı sırasında Türk Ordusu ABD'ye karşı kararlı bir duruş sergilemişti. Ancak asıl önemli kopuş 1998 ile 2002 yılları arasında olmuştu. Önce İsmail Hakkı Karadayı daha sonra ise Hüseyin Kıvrıkoğlu dönemlerinde Türk Ordusu ABD denetiminin dışına çıkmıştı. Hilmi Özkök ile başlayan dönem ise en tepede Amerikancı bir komutan olsa bile diğer kuvvet komutanlıklarının yine

ABD'ye mesafeli komutanlardan oluştuğunu görüyoruz. Bugün gözaltına alınan komutanların tümü de ABD'ye karşı tavırları ile bilinenlerdir. Bu elbette basit bir tesadüf değildir. ABD'ye karşı tavır alan komutanları içeri tıkarak ABD bugünkü ve gelecekteki komutanlara iyi bir gözdağı vermektedir. Demektedir ki komutan oldunuz diye istediğinizi yapmaya kalkmayın, 10 yıl sonra bile olsa sizi ele geçiririm. Tam da ABD'nin İran'a saldırısı öncesinde iyi bir gözdağıdır bu. Bu bakış açısından Ergenekon'nu geriye ve ileriye doğru nasıl ilerleyeceğini rahatlıkla kestirebiliriz. Geriye doğru gidilecekse, önceki Genelkurmay Başkanları Kıvrıkoğlu ve Karadayı'nın bu operasyona dahil edilmelerini bekleyebiliriz. Ancak bunun bir de ileriye gidişi vardır: Yani bir ay sonra emekli olacak şimdiki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın da bu operasyona dahil edilmesini beklemek son derece normaldir! (Sayı 194, 7 Temmuz 2008)



Ergenekon'a karşı Demirci Kawa operasyonu


Türkiye'nin faşist bir diktaya gittiğini hemen herkes söylüyor son dönemde. Demek ki işin faşizm kısmı gayet açık görülmektedir. Ama bu faşizmin içeriği bir türlü tespit edilememektedir. Oysa önemli olan bunu yapabilmektir.

Bu noktada Ergenekon operasyonunun ve ABD'nin nihai hedefinin tespit edilmesi gerekmektedir. ABD'nin hedefi bu bölgede bir Büyük Kürdistan kurmaktır. Büyük Kürdistan'ı kurmak içinse dört koldan çalışmaktadır.

Bir taraftan PKK ve Kürtçü hareket ABD denetiminde çalışmaktadır. Diğer taraftan AKP, Kürtçülüğün önündeki tüm engelleri kaldırmaktadır. Kürtçü hareketle Şeriatçı hareket kolkola çalışmaktadır.

Ama bir taraftan da ABD ulusal denilen kesimlere yaptırmaktadır Kürtçülüğü.

Son dönemde Türk Ordusu da, bugüne kadar PKK tarafından dillendirilen kimi talepleri savunmaya başlamıştır. Ergenekon'da içeri alınan ulasalcıların teorisi de Türk-Kürt kardeşliğidir!

Kısacası bilgi bombardımanını bir kenara bırakıp tarihi ve güncel gerçekleri görmemez gerekmektedir. ABD'nin amacı Büyük Ortadoğu Projesi'ni gerçekleştirmektir. Bu ise Türkiye'nin yeniden Sevr'e razı edilmesidir.

Sevr'e razı edilecek Türkiye'de Ordu'nun hdef alınması son derece normaldir. İlk önce Sevr'e karşı çıkacak Ordu'nun silahsızlandırılması gerekmektedir. Ve görülen o ki, Türk Ordusu'nun komuta kademesi bugün Ergenekon tuzağına düşmüş ve kendi geleceğini savunmamaktadır. Halbuki ABD darbecisiz bir Ordu değil, Ordusuz bir Türkiye istemektedir.

Asıl hedef ise, ulus bilincinin yok edilmesidir. Yani hedefte sadece Türk ordusu ve Türk halkı yoktur, bunları da vareden Türk milliyetçiliğidir hedef.

Kirli savaş, derin devlet vb teorilerle ve bilgi servisi ile, Türk insanının milliyetçiliği hedeflenmektedir. O nedenle bu operasyonun en önemli yanı budur.

Atatürk, Cumhuriyet, Ordu, Kemalizm vb kavramları boşuna hedef seçilmemiştir. Milliyetçiliğin tüm yapıtaşları sökülmektedir birer birer.

Ergenekon diyorlar operasyonun adına ama aslında "Demirci Kawa"yı hedefliyorlar. Bir taraftan "zalim Türk Ordusu"nun, bir taraftan da "zalim Türk milleti"nin kafasına Kürt çekicini vura vura intikam alıyorlar. (Sayı 195, 14 Temmuz 2008)



Emperyalizmin hedefindeki 1 numaralı komutan


Bunlar rüyalarında hep Atatürk'ün mezarından çıkıp bunlara gereken dersi vereceğini görmektedirler. Atatürk korkusu, gerçek hayatta yerini Atatürkçü korkusuna bırakır. O nedenle, her Atatürkçüde bir Atatürk olma potansiyeli gördüğü için de, tüm Atatürkçülere saldırır.

Sanır ki tüm Atatürkçüleri hapse tıksa, rahata erecektir.

Zavallı faşist! Hitler 5 milyon Yahudiyi toplama kampına atmıştı da yine korkusunu atamamıştı!

Faşistin zavallı olduğunu bilelim, ama devrimci de güçlü olmak zorundadır.

Faşizme karşı mücadelenin ilk durağı direnmektir. Bugün televizyon karşısında bile direnemeyip bilinci çarpıtılanların yarın kahraman savcımız karşısında korkudan dizlerinin bağının çözülmesi normaldir.

Onlara verecek cevabımız hazır olmalıdır:

Evet 1 Numaranın emrindeyim, ben de Mustafa Kemal'in askeriyim! (Sayı 196, 21 Temmuz 2008)

Kaynak: Gökçe Fırat, TürkSolu, Sayı:219
Fatih "Mansur Şah" Özaydın

Hem Cemaat hem Cumhuriyet olunmaz,
Ters mıknatıslanma yapar!!!
Kullanıcı küçük betizi
MansurSah
Bilim Adamı
Bilim Adamı
 
İletiler: 611
Kayıt: Cum Ara 07, 2007 18:04
Konum: Osaka, JP

Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x