‘SOSYAL-DEVLET’İN DÜŞÜN KAYNAKLARI
DEVLET ÜZERİNE (9)
« Pratik bilim, önce kavramları bulmak, sonra onu tüm zenginliğiyle tekilliği içinde kanıtlamaktır” Lorenz von Stein
Almanya’yı Almanya yapan Bismarck mıdır ‘Alman İdeolijisi’ mi? Her ikisi de kuşkusuz, ve ikisi birlikte demek belki de daha doğru olur.
Lorenz von Stein(1815-1890)’in Hegelci kavram- sallaştırmaya dayanan ‘Sosyal Devlet’ kuramı, Alman ‘Sosyal Devlet’ kuramının da temeli olmuştur (1). Özü bakımından, toplumsal gelişme ile ‘hukuk’un evrimi arasındaki ilişkiden “Hukuk Devleti” ve “Sosyal Devlet” ilişkisine geçmiştir.
Bu iki terim ayrı ayrı değil, ama bugün Almanya’da ‘Sosyal Hukuk Devleti’ (sozialer Rechtsstaat « État de droit social ») kavramı biçiminde kullanılmaktadır.
Önemli bir hukukçu ve devlet-adamı olan Carlo Schmid (1896-1976)’den, “Anayasal ve Sosyal Devlet” kuramcılarından Ernst Forsthoff (1902-1974)’a değin çok sayıda hukukçuyu etkilemiştir Stein.
Herbert Marcuse’e göre Stein (2), “diyalektiği toplumbilimine dönüştürmüştür”. İdelaist felsefeden, ‘ampirik’ olan toplumbilimine (sosyoloji) geçiş de denilebilir. 1867’lerde Gustav Schmoller (1838-1917) (3)’den Hans Freyer ve Carl Schmitt’lere uzanan bu değerlendirme, özünde Fransız Saint-Simon ve Fourrier’ciliğin Alman Hegelciliğiyle kaynaştırılması olarak da görülebilir.
‘Ütopik sosyalizm’ ile ‘spekülatif felsefe’ bağdaştırılabilir mi? İşte Stein bunu başarmaya çabalamıştır denilebilir.
Burslu olarak Paris’e gelen Stein onsekiz ay (1841-43) boyunca kendisi için önemli olan gözlemlerde bulunacaktır. O arada, Günümüz Fransasında Sosyalmizm ve Komünizm başlıklı oylumlu kitabı yazacak ve Alman okurlara, daha çok Saint-Simon ve Fourrier’in yanısıra Victor Considérant (1808-1893), Louis Reybaud (1799-1879), Louis Blanc (1811-1882) ve Étienne Cabet (1788-1856)’nin görüşlerini aktaracaktır.
1848’li devinim yıllarında, Stein’in kitabı Almanya’da birkaç baskı yapacak ve 1850 yılında, ünlü Fransa’da Toplumsal Devinimin Tarihi (Histoire du mouvement social en France) başlıklı çalışması yayımlanacaktır. Bu son çalışmasında, Saint-Simon’a gönderme yaparak, “Devletlerin yönetimini belirleyen anayasalar, diyecektir, toplumsal düzenin öge ve devinimlerince belirlen mektedir. Hiçbir politik devinim bu kuralı (yasa) dışlayamaz”. Böylece ‘toplumsal düzen’ temel, anayasa dahil politik kurumlar ise ikincil önemde değerlendirilmiş olacaktır.
Ancak bu tamamen Hegel’den uzaklaştığı anlamına gelmez. Kaldı ki, Hegel’in kendisi Adam Smith, Jean Baptiste Say ve David Ricardo’yu ‘ekonomi politik’in kurucuları olarak görmekte; bu yeni bilimin “uydu sistemlerine benzer biçimde, gözle görülmeyen kuralsız hareketlerin bilinebilen yasalara uyduğunu göstermektedir” diye övmektedir. Böylece “bir yığın olumsal (contingent) ögeyi yöneten yasaları keşfederek, insan düşüncesine bir ‘onur’ kazandırdığını” da eklemektedir.
Stein de, Hegel gibi, Saint-Simon’u insan toplumunu ve onun gelişmesini yöneten ‘içsel yasaları’ (inneren Gesetze) bulduğu için övecektir. 1835’te Kiel Üniversitesi’ne geldiğinde, Devlet Bilimleri (Staats-wissenschaften - sciences de l’État) dersi verecektir ki, bu bilimler ‘Ekonomi Politik’i de içermektedir. O dönemde, Hukuk Fakültesi Niels Nikolaus Falck (1784-1850)’ın yönetiminde ve von Savigny’nin ‘Tarihsel okulu’nun etkisi altındadır. Ancak Stein, tarihsel okula mesafeli duracak ve hatta ‘Savigny’nin Sistemi’ni, Hegelci bakışla eleştiren bir makale kaleme alacaktır.
“Berlin’de yargıçlar var” mıdır bilinmez ama Hegel’in tilmizlerinden Edouard Gans, Stein’i tanıdığında “Hegel felsefesi hukukçu filozoflar yetiştirmekte, ki zaten gereksinmemiz olan da bu” diyecektir.
Kimi yerde, “Hukuk siyasetin köpeğidir” denilse de, bunun, belki de hukukçuların ‘felsefeci’ olmama larından kaynaklandığı düşünülebilir.
Stein’in, o dönemdeki en önemli saptaması, « Hegel’in bakış açısından, Devlet ve hukuk biliminin tamamlanmış olmasının (Vollendung- achèvement ou accomplissement) olanaksız» olduğudur.
O arada, Stein, Deutsche Jahrbücher dergisi çevresinde yazan genç-hegelcilerden Theodor Echtermeyer (1805-1844) ve Arnold Ruge (1802-1880)’la da tanışacak ve Rheinische Zeitung (Gazette rhénane’da yazmaya başlayacaktır (4).
Böylece ‘Düşünce tarihinden toplumsal tarihe’ yöneldiği ileri sürülebilir, ‘Alman idealizm’ini terketmemek koşuluyla kuşkusuz. Ki ilk kitabı Fransa’da Sosyalizm ve Komünizm tam bir ‘düşünce tarihi’ çalışmasıdır.
Daha sonra Saint-Simon ve Fourrier’nin emek ve sermaye arasında kutuplaşma sürecine yogunlaşarak, Hegel’in ‘sivil toplum’un diyalektiğine uygun bir ‘toplumbilim’ (sosyoloji)e dönüştürmeye çabalayacaktır.
Toplumsal koşullarda oluşan kimi kavramlar, diyecektir, sonradan, belli bir zaman dilimi ya da çağın ‘egemen düşünce’lerine dönüşmekte ve ilk planda sadece bunlar görülebilmektedir.
‘Eşitlik ilkesi’ de, komünizm ve sosyalizmde, ‘ön plan’da görülüyor olmasına ve “tüm sosyalist ve komünist devinimlerin anlaşılma temeli” olmasına karşın, toplumsal devinimler, temeli ‘eşitlik ilkesi’ olmayan ‘özerk’ bir biçime bürünebilmektedirler.
“Devrimde devindirici güç ‘eşitlik düşüncesi’ olmayıp, doğrudan toplumsal gönencin (bien) eşitsiz dağılımıdır” diye yazarken, “devrimi yapan felsefî gerçeklikler değil ama toplumsal sınıflardır” diye kesinleyecektir.
Açıktır ki, Stein adım adım Hegel’in « eşitlik düşüncesi kendi kendisini gerçekleyecek ve bir ölçüde (diyalektik olarak) kendini tamamlayacaktır » görüş ünden uzaklaşmakta ve yavaş yavaş ‘ampirik’ olana yönelmektedir.
Ancak, bu sıradan bir ‘maddecilik’ olmanın ötesinde, kavramsal olanın (idéel) materiel olanla ‘tüm’lüğü ve bir anlamda Hegel’deki ‘gelişim’ ile ‘oluşum’un ‘bir’ (unité)liğidir.
Buradan bakılınca, ‘Toplumsal sorun’ da, « şimdiki zamanın en önemli sorunu (die große Frage der Gegenwart) olup, belli bir dönemin düşünce ortamına egemen olan ‘paradigma’ (Zeitgeist) değildir.
‘Yoksulluk olmasa’ da, toplumsal bağımsızlığına kavuşmamış bir sınıf, dolayısıyla politik özgürlünü tamamlamamış bir proleterya olabilecektir. Çünkü, özgürlük, her tekil kişiliğin olası en yetkin gelişmesiyle varılacak bir ‘tamamlanma’ (accomplissement) olup, genel özgürlüğe henüz onu elde etmemiş olanların ‘katılım’larıyla varılacaktır.
Eğer, diyor Stein « o güne değin bağımlı olan sınıfı toplumsal bağımsızlığa, oradan devleti bağımsızlığına yükseltmek istenirse, öncelikle, bu yükselişi zorunlu olarak koşullayan zenginliğin bağımlı sınıfca elde edilmesi gerekmektedir ».
Demek ki, Stein’e göre, özgürlük düşüncesinin gerçekleşmesi, herkesin aynı hakkı elde etmesi biçiminde düşünülen, politik ya da devletsel özgürlüğün (staatliche Freiheit) salt biçimsel olarak işleyen yalın bir işlevi (basit fonksiyonu) değildir. Son çözümlemede, toplumsal koşullara, dolayısıyla alt sınıfların maddi (Besitz-possesion) ve manevî (Bildung-culture) zenginlik’lere ulaştırılmasıyla olanaklıdır.
Devlet ve Toplum
Hegel’e göre Devlet «etik düşüncenin somut dilegelişidir » (Wirklichkeit der sittlichen Idee). Toplum da, bir « gereksinmeler sistemi » olup, “burjuva sivil toplum”un ilk biçimlenişidir.
Aynı kavramsallaştırmadan hareket eden, Stein’e göre ise, Devlet ve toplum, insan varlığının farklı biçimlenişleri (configuration) değil, ama tüm insan topluluklarının (communauté) iki yaşam ögesidirler.
Bencil gereksinmeler, karşılıklı bağımlılığı ve giderek tolumsal örgütlenmeyi doğurur. Burada toplum da, Devlet de ‘özgürlük’ün koşuludurlar. Özgürlük, ‘Devlet ilkesi’ni belirlemektedir.
‘Hukuk Devleti’ni ‘Sosyal Devlet’e bağlayan da ‘özgürlük’tür. ‘Hukuk Devleti’ni amaçlayan bir ‘özgürlük düşüncesi’, doğallıkla ‘sosyal devlet’te kendisini gerçekleyebilecektir.
Ne var ki, ‘Hukuk Devleti’ (der Rechtsstaat), Almanca’da ‘gelenek’i de anıştırmakta ve hatta varsaymaktadır. Aynı terimi (Rechtsstaat), ki 18nci yüzyıl sonu yani Fransız Devrimi sırasında kullanılmaya başlanan bu terimi kullanmasa da, bu geleneğin ‘ilkelerini koyan’ Kant’tır.
Kimi liberal yazarlar tarafından da ‘kişisel özgürlüklerin korunması’ biçiminde yorumlanmış olmasına karşın, terim, önce C. Th. Welcker (1790-1869) ve özellikle Robert von Mohl (1799-1875) tarafından geliştirilmiştir.
1848 olaylarından sonra ise, Almanlar için ‘Hukuk Devleti’ terimi ya ‘anayasa talebi’ (Verfassung) ya da temsiliyet (Volksvertretung) bağlamında kullanılmaya başlanmıştır.
Ancak burada önemli olan Hegel’ci ‘Aşma’ (Aufhebung) terimidir. Türkçe’nin yetkinliğine örnek olan aşma, eskiyi içinde barındırarak yenilenme olarak tanımlanabilir (5). Ki az ileride açmaya çalışacğız.
O zaman ‘sivil toplum’a ‘kendine özgü bir özerklik’ tanınmadan ‘sivil toplum’ ile Devlet ayrılabilecektir. Böylece Hegel’e göre, klasik anlamıyla Devlet’e değil ama ‘sivil toplum’a tanınanacak özgürlük modern toplumun gönencini sağlayabilecek, ve ancak böylece ‘özgür birey sivil toplumun çocuğu olabilecektir.
“Benim evrensel kişi olarak tasarladığım insanların tümü özdeştir, diyor Hegel; tekil-bireyin evrensellik bilinci olarak kültüre, düşünme-yetisine sahip, (ama) yahudi, katolik, protestan, Alman, İtalyan vb olduğu için değil insan olduğu için değerlidir”.
O halde ‘sivil toplum’un güce kavuşması, eski toplumu aşması diyelim, bütün ‘burjuva’ların hukusal olarak eşit ve özgür yurttaşlar konumuna yükselmesine olanak verecektir.
İşte koca Hegel’in tasarladığı yurttaşlık ve ‘sivil toplum’u budur.
Stein ise, “Devlet ilkesi özgürlüktür, diye yazacaktır; (ama) her tekil kişiliğin olası en yetkin gelişmesi (koşuluyla)... Kaldı ki özgürlük kavramı soyut bir kavramdır.. Özgürlüğün gerçek olması, kendikendisini belirlemesi (autodétermination) sonucu, koşulları dahil, varolan maddî ve manevî varlıkların elde edilmesiyle gerçekleşebilecektir”.
Bu ‘varlık’lardan biri de ‘Devlet’tir. Ancak, Devlet gerçekliğini bireyler olmadan gösteremez ki.. O halde Devlet bireye iradesini belirleme ve kararlarını uygulama olanağı tanımalıdır.
Öte yandan, somut bireyler topluma içkindirler ve onların kişisel konumlarını da toplum belirlemektedir. İşte toplumun dışında, atıl duran Devlet, bireye iradesini belirleme ve kararlarını uygulama olanağı tanıdıkça, toplum da zorunlu ve kaçınılmaz olarak Devlet yaşamıyla bütünleşmiş olacaktır.
Toplumsal Devinim Tarihi’nde, Stein, 1789 Devrimi örneğinde hükumet ve anayasallık konusunun salt ‘politik çözümleme’yle anlaşılamayacağını ileri sürmektedir. Anlamak için, emeğin ve ekonominin toplumsal gerçekliğine bakmak gerekmektedir. Tam da bu nedenle, bir toplum bilimi (science de la société)’ne gereksinme vardır. Kuşkusuz bu bilim de ‘tarihsel’ olmak durumundadır.
Sanayi toplumunun bir ‘çatışma’ (antagonisme) doğurduğu ortadadır. Sermaye ve emek arasındaki çelişki sonucu, emek sahiplerinin bir ‘sermaye’ edinmeleri olanaksız olup, bu değişmez bir statu quo durumudur.
Böylece ‘varsıllık ve yoksulluk’ kuşaklar boyu kapanmayacak bir yinelenmeyle donup kalacak ve kapalı bir sistem oluşturacaktır.
‘İlke olarak’ toplum özgürdür ama ‘özel mülkiyet’e dayandığı için bağımlılık ve ‘özgürsüzlük’ (non-liberté) doğuran bir sisteme dönüşmüştür.
Oysa Fransa tarihine bakıldığında, Stein’e göre, moden sanayi toplumu, toplumsal ama politik-olmayan (non-ploitique) bir özgürleşme (émancipation) devinimi sonucu doğmuştur.
O da, kaçınılmaz olarak, kitlelerin mülksüzleşmesi sürecini doğurmuş bulunmaktadır. Teknolojik yenilikler ve ekonomik bunalımlar hep bu süreci pekiştirmeye yaramaktadırlar.
Zengin istatistiksel çözümlemeler sonunda, Stein, yoksulluğun ‘marjinal’ bir ayrıntı değil ama ‘kaçınılmaz bir sonuç’ olduğunu saptamakta. Buna ek olarak da, yoksulluğun maddi koşulların ötesinde bir ‘yabancılaşma’ya yol açtığı sonucuna varmaktadır.
Ilk bakışta, Stein’in Marksist bir çözümleme yaptığı düşünülebilir. Oysa ileride gösterileceği gibi, Stein ‘Devrim’e karşıdır. Ve işte tam da bu nedenle, Alman ve ya da değil, ‘Sosyal Devlet’in ilk kuramcısı olduğu ileri sürülebilecektir.
Stein’in, genel olarak ‘Devlet kuramı’na katkısı ise Devlet’in, kaba marksist çözümlemelerdeki gibi, sıradan bir ‘baskı aracı’ değil ama ‘özerk’ bir güç olduğunu kanıtlama çabasıdır.
1848 Devrimi, diyor Stein, emek ve sermaye artasındaki çatışmada bu ‘özerkliği’ hızlandırmış oldu. Kuşkusuz, yine değinileceği üzere, Marx’ın da benzer bir kanıya ulaştığı söylenebilir (6).
Ne var ki, sermaye sınıfı, ‘özerk’, Devlet iktidarını doğrudan ele geçirmeyi başaracak olsa bile emekçiler de ‘iktidar’ isteklerinden vazgeçmeyeceklerdir. Bu koşullarda bir proleter Devrim’i iktidarı ele geçirse, yine de ‘özgürsüzlük’ (non-liberté) hali devam edecek, böylece ‘sonsuz’laşmış olacaktır.
Stein burada Hegel’e dönecek onun ‘özel mülkiyet’ ilkesini derinleştirmeye çalışacaktır: insana içkin özel mülkiyet özgürlüğü ve kişisel özgürlüğe bağlı özel mülkiyet serbestisi. Özgürlük düşüncesi maddî yaşamın özgürleşmesi olmadan gerçekleşmeyecek o da ancak herkesin ‘mülkiyet’e kavuşmasıyla sağlanabilecektir.
Yurttaşlara ‘yasa önünde eşitlik’ sağlamakla ‘gerçek özgürlüğüne kavuşuturulamayacağı’ açıktır. Stein’e göre bu ‘politik özgürlük’ olup, ‘sosyal özgürlük’ hala çok uzaktadır.
Alt sınıfların ‘yükseltilmesi’ sözkonusu ise eğer, bu yükselme, Hegel’in felsefeye kazandırdığı ‘Aufhebung’ kavramında aranmalıdır.
Almanca ‘Aufheben’ eylemi, kendine özgü teknik bir durumu açıklar. Hegel buradan ‘Aufhebung’ terimini türetirken üçlü bir anlam yükler. Birinci anlamı ‘olumsuzlama’dır ya da ‘ortadan kaldırma’. İkinci anlamı ‘koruma’ ya da ‘saklama’ ve üçüncü olarak da ‘mayalanma’.
Açıktır ki mayalanmış hamur, hem ilk mayayı içinde taşımakta, ama onu içinde eritmekte ve yoketmekte, sonuç olarak da, aynı kökten yeni ve daha yüksek bir ürün oluşturmaktadır.
Hegel, o arada Engels dahil bir dizi düşünürün, Devlet’i açıklamak için ‘Aile’den başlamaları boşunama mıdır?
Aile → Sivil Toplum → Devlet
Aileden sivil topluma geçilirken aile hiçbir koşulda ‘ortadan kaldırılmamakta’ ve sivil toplum daha geniş bir ‘aile’ olabilmektedir. Sorun gelip, Devlet’in de tüm toplumu kapasayan ve içeren bir ‘aile’ olup olmaması noktasında düğümlenmektedir. Devletin ‘ortadan kaldırılması’ da bu bağlamda, Devlet’ten öte, daha geniş bir aile olarak düşünülebilecektir.
Stein de ‘Aufhebung’ terimini alacak, ancak ona olmazsa olmaz koşul olarak ‘maddî ve manevî malların edinilmesi’ (die materiellen und geistigen Güter)ni ekleyecektir: başka terimlerle, ‘mülkiyet’ (propriété) ve ‘kültür’ (Besitz und Bildung) edinilmeden ‘aşma’ sözkonusu olmayacak demektir.
‘Özgürlük’ ya da ‘devlet düzeni’nindeki gelişme, toplumsal malların, alt sınıflardaki gelişmesine bağlıdır. Ne ki, toplumdaki çelişki Devleti ‘sınıf devleti’ olma yönünde ilerletmektedir. O zaman, ‘özerk Devlet’e ulaşmak için ne yapılmalıdır konusu üzerinde düşünmek gerekmektedir.
Stein’e göre, bu Devrim’le değil ama ‘demokratik’ yoldan sağlanabilir. Ancak bu ‘demokratik yol’, Stein’e göre ‘Sosyal Reform Monarşisi’nden geçmektedir. Sosyal monarşi... hem de tarafsız!...
Bu ‘tarafsızlık’ da ancak ‘bilimsel bir yönetim (Verwaltungslehre)’le sağlanabilecektir. Onun için de Stein, işte bu ‘bilim’in kurulması için çabalayacaktır.
Ve tarih, Bismarck’la, Prusya Monarşisi’ne bu ‘reformu’ yapma olanağı tanıyacaktır.
Bismarck’ın politik danışmanı Hermann Wagener (1815-1889) kralla halkı arasında ‘yeni bir ilişki’ kurmaya çalışırken Stein’in kitaplarını elinden düşürmeyecektir.
Ne var ki, Stein, Hegel gibi ‘monarşi’ de kalmayıp onun ‘modern sosyal devlet’e dönüşmesinin koşullarına da değinecektir.
Böylece salt politik araçlar değil ama daha çok ‘ekonomik’ araçlarla bu ‘modern sosyal devlet’e ulaşılabilecektir. Bu da, yine klasik ekonomistlerin önerdikleri gibi ‘artan oranlı vergiler’le sağlanabilecektir.
Manevî mallar olarak düşünelen ‘kültür’de, yine Devlet aracılığıyla alt sınıflara ‘hakça’ dağıtılabilecektir. Ya da ‘edinimleri’ sağlanabilecektir.
Ne var ki burada, Kant’tan buyana, kültürün, özellikle de Alman kültürü’nün ‘özerk’liği bir ‘sorun’ yaratmayacak mıdır?
Bu benzeri konulara, o arada Bismarck ve Stein’e yeniden döneceğiz.
Burada genel olarak ‘Sosyal Devlet’ ve özelde Alman ‘Sosyal Devlet’inin düşünsel kökenlerine değinmiş olduk.
Devlet konusunu işlemeye devam edeceğiz.
Habip Hamza Erdem
Notlar______________
(1)Norbert Waszek, “Aux sources de l'État social à l'allemande : Lorenz von Stein et Hegel”, Revue germanique internationale, 15 | 2001
(2)Herbert Marcuse, « La transformation de la dialectique en sociologie »
(3) Gustav Schmoller, Ekonomi politikte ‘Tarihsel okul’un önde gelenlerinden olup, “kürsü sosyalist”i (Kathedersozialist)olarak da anılmaktadır.
(4) Bernard Groethuysen, « Les jeunes hégéliens et les origines du socialisme contemporain en Allemagne », in Revue philosophique (1923), p. 379-402,
(5)Jean-François Kervégan, « L’État après Hegel : le dépassement social du politique », in L’Etat moderne : regards sur la pensée politique de l’Europe occidentale entre 1715 et 1848
(6)Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’da, « Benim Hegel’in hukuk felsefesine eleştirim, diye yazıyordu, hukuksal ilişkilerin, Devlet biçimi almış olsalar bile, ne kendileri olarak ve ne de sözde insan zekasının genel evrimi olarak değil, daha ziyade maddî yaşam koşullarındaki kökleri dikakte alınmadan açıklanayacağı» üzerinedir, diye yazacaktır. Ancak daha sonraki yıllarda, Devlet’in ‘özerk’liğine ilişkin kimi saptamaları da olmayacak değildir.