
Sakarya Zaferi dönüm noktasıdır
Doğu Karadeniz Rum soykırımı iddialarına ilişkin araştırmalar açısından, belge ve doküman incelemelerinin; 13 Eylül 1921 öncesi ve 13 Eylül 1921 sonrası olarak ikiye ayrılması gerekmektedir. Döneme ilişkin belgeler ve bunlara yönelik araştırmalar, 13 Eylül 1921 tarihinde Mustafa Kemal liderliğinde kazanılan Sakarya Meydan Savaşı’nın, bu iddialar için dönüm noktası olduğunu göstermektedir. 23 Ağustos 1921 tarihinde başlayan Sakarya Meydan Muharebesi’ni kaybedeceğini anlayan Yunanlılar, 15 Eylül 1921 tarihinde Türklere silah zoru ile yapamadığını, diplomasi ve propaganda ile yapabilmek amacıyla Milletler Cemiyeti Genel Kurulu 5 nolu Kadınlar ve Çocuklar Komitesi’ne Yunan Krallık temsilcisi M. V. Dendramis aracılığı ile başvuruda bulunmuş, Birinci Dünya Savaşı’nın ilan edilmesi ile Mondros Ateşkesi arasında Doğu Trakya ve Anadolu’da toplam 628.945 Osmanlı Rum vatandaşının sürgün edildiğini öne sürmüştür. 1923 Lozan Antlaşması öncesinde, “Ekümenik Patrikhane” unvanını kullanan Fener’in resmi istatistikleri olduğunu belirten Yunan Krallığı’nin Milletler Cemiyeti temsilcisi M. V. Dendramis, var olan listelerin, Piskoposluk; yerel bölge ve hatta aile bazında alındığını ileri sürmüştür.
Doğu Trakya........252.276
İstanbul..............18.872
Çanakkale...........25.430
Balıkesir.............43.815
İzmit ..................8.336
Bursa.................12.076
Konya..................1.270
Kastamonu..........14.413
Sivas .................21.448
Trabzon.............231.579
TOPLAM 628.945 Sürgün edilen Osmanlı Rum vatandaşlarının, Doğu Trakya Rum’larından 50.000, Çanakkale, Bursa ve İstanbul bölgesindeki Rumların % 15 ile % 20 arasındaki bir oranının ve Konya, Kastamonu, Sivas ve Trabzon’dan ise 100.000 kişi öldüğünü, sürgün edilenler arasındaki kadın ve çocuklar için ayrı bir istatistik olmadığını ve tahminen 300.000 kişinin kadın ve çocuklardan oluştuğunu belirtmiştir. Bu şekilde, resmi olarak Yunanistan Devleti, Sakarya Meydan Muhaberesi’ni kaybetmesinden hemen 2 gün sonra farklı bir yerde farklı bir biçimde saldırıya geçmiştir. Yunanistan Devleti’nin başvurusunda dikkati çeken nokta ise; kayıpların İngilizce “perish” kelimesi ile yazılması, kırım, katliam veya herhangi bir başka öldürme kelimesinin yer almamasıdır. Bu diplomatik bir Yunanistan devleti belgesidir. Belgenin devamında ise geri kalan sürgünlerin, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra geri döndükleri belirtilmektedir. Bu belge, soykırım iddiaları kapsamında Yunanistan tarafından dile getirilen; Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Karadeniz bölgesinde katledildiği ileri sürülen Rumlara ilişkin 250.000 rakamını 150.000 kişi azaltmaktadır. Ayrıca hayali rakamlarda toplam 628.945 kişinin yaklaşık 300.000’inin kadın ve çocuklardan oluştuğu yazılmıştır. Geri kalan sayı, zorunlu sürgüne tabi tutulduğu iddia edilenlerin erkek nüfus olduğu manasına gelir ki, bu da “Rum erkek nüfusun, zorunlu olarak Amele Taburları'nda askere alınıp yok edildiği” efsanesini yok etmektedir.
İddia edilen ölümler doğru mu?
Peki gerçekten de M. V. Dendradis tarafından verilen evrakta yazıldığı gibi Doğu Karadeniz bölgesinden sürgün edilenler arasında 100.000 kişilik bir ölüm olmuş mudur? Bunun cevabını ise 1919 yılında Paris Barış Konferansı’na bizzat Doğu Karadeniz’de Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşamış Osmanlı Rum temsilcileri tarafından sunulan memorandumlardan öğrenmek mümkündür ki bu ayrı bir çalışma konusudur.
Ama asıl sorgulanması gereken bugün için Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı tüm sözde soykırım iddialarının sorgusuz sualsiz aydın olabilmek için bir ön şart olarak kabul edilmesi zorunluluğunun iktidarını kuran Oryantalist zihniyet, mantıktır.
Oryantalist aydınlardır batı ve batının yani Avrupa kültür merkezci siyasetin 19.yüzyıl kültüründe yarattığı coğrafya tarafından üretilmiş her urunu kabul eden aydınlar uluslararası ilişkilerde Türkiye Cumhuriyeti’nde bugün 5. kol faaliyetine gönüllü hizmet etmektedirler, sözde soykırım iddialarının bugün Türk - Yunan ilişkilerine güncel siyasette direkt etkisini örnek göstermek acısında “Ege Denizi Barış denizi olsun ama önce sözde soykırım iddialarını kabul edin, etmezseniz Ege Denizi’nin Barış Denizi olmasını istemiyorsunuz demektir, yani siz aydın değilsiniz demektir” sunusu, Türkiye’deki sözde Oryantalist aydınları kontrolleri altına aldığı vakit, Ege Denizi’nin Barış Denizi olmasının diğer şarttı Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmasına kimse karşı çıkamayacak konuma sokulacaktır, “Türkler o kadar adam öldürdü, bundan sonra 12 mil olsa ne olur olmasa ne olur” mantığı ile direkt suçlu psikolojisine bir devletin tüm kurumları ve bireylerinin sokulması sonrasında gerisi çorap söküğü gibi gelecektir. Batı Trakya’daki Türklerin anayasal haklarının elinden alınması konusunda tek cümle kuran bir Oryantalist aydın ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti’nde henüz yoktur, Batı Trakya Türk’lerinin maruz kaldığı hukuksuzluk konusunda Oryantalist aydınların kurduğu cümleler ise “Batı Trakya’daki Türk’lerin sorunlarının çözülmesi için önce Türkiye’ye demokrasi gelmelidir, zaten adamlara biz soykırımda bulunduk” ile sınırlıdır.
Soykırım iddialarının asıl hedefi
Sözde soykırım iddialarının, asıl maddi hedefi bugün güncel siyasette Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi savunma mekanizmasını bertaraf etmeye yöneliktir.
Ben Ege Denizi’nin Barış Denizi olmasını istiyorum ve diyorum ki bugün Ege Denizi’nin Barış Denizi olmasını engelleyenler sahte belge ve yalan bilgi ile sözde soykırım iddiaları yaratarak iki denizin karşı kıyısındakileri birbirine düşman eden, kin ve nefret tohumları atanlardır, sahte iddialar ile İnsanlık Suçu isleyenlerdir, yani Yunanistan Parlamentosudur, Ege Denizi’nin Barış Denizi olmasının olmaz ise olmaz birinci şarttı sahte soykırım iddiaları için Yunanistan Parlamentosu’nun hatasını kabul etmesi ve özür kararını Türkiye Cumhuriyeti’ne iletmesidir, sahte soykırımın kin anıtlarının Yunanistan’da yıkılmasıdır. Ege Denizi’nin barış denizi olmasını isteyen aydınların savunması gereken budur, savunmayanlar ise zaten Yunanistan devletinin 5. kol faaliyetlerinin gönüllü uygulayıcıları Oryantalist aydınlardır.
Tarih kimin kim olduğunu tüm insanlığa gösterecektir.
Ek bilgi notu; 15 Eylül 1921 tarihinde Milletler Cemiyeti’ne yapılan Yunanistan krallık dilekçesi İsviçre Cenevre’de yer alan Milletler Cemiyeti arşivinde koruma altına alınmıştır.
Mehmet Şükrü GÜZEL
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
3 Nisan 2011, Yeniçağ