Serdar Ant
Emperyalizmin kuklası terör örgütü PKK, kan dökmeye, can almaya devam ediyor. Yeniden şehit haberleri, ekranlarda ve gazete manşetlerinde al bayrağa sarılmış tabutlar, acılı anneler, bağrı yanmış eşler, çocuklar, kardeşler…
Eli kanlı katiller yol kesiyor, adam kaçırıyor. Yüksekova’nın “kurtarılmış bölge” olduğu ilan ediliyor! (Aslında “terk edilmiş bölge” mi demeli!)
Ayrılıkçı takımının yasal uzantıları Diyarbakır’da “alternatif Meclis” topluyor, her gün Cumhuriyet’e ve devlete meydan okuyorlar…
Örneğin Ahmet Türk, PKK tarafından kaçırılan askerlerin durumuyla ilgili olarak “eğer ortak bir akıl ortaya koyamazsak maalesef bu gibi olaylarla her zaman karşı karşıya kalma ihtimali var" şeklinde konuşarak aslında bir anlamda tehdit ediyor!
Sözde “bağımsız" milletvekili Altan Tan ise “ya hakkımızı, hukukumuzu alarak, kardeşçe birlikte yaşayacağız. Veyahut bu işin sonu hiç iyi olmayacak" sözleriyle tehditleri daha açık bir şekilde dile getiriyor!
Ve bütün bunlar olurken, Kandil’de Hasan Cemal’le “röportaj” yapan PKK lideri Murat Karayılan, devletin Öcalan ile görüştüğünü ve PKK isteklerini içeren üç protokolün devlet yetkililerine teslim edildiğini söylüyor. Birkaç gün geçmeden İmralı’dan devletle mutabakat sağlandığı yönünde bir haber basına yansıyor ve Öcalan’ın BDP’lilerin Meclis’e gidip yemin etmesini istediği duyuruluyor.
Bu gelişmeler karşısında hiçbir devlet yetkilisinden tek bir yalanlama gelmiyor!
PKK teröre devam ederken, devlet Öcalan ile görüşüyor!
PKK yol kesip adam kaçırırken, askerimizi şehit ederken devlet Öcalan ile mutabakat sağlıyor!
Yüksekova’da Öcalan posterleri ve PKK bayrakları altında voleybol oynayan terörist fotoğrafları gazete sayfalarına yansırken, BDP’lilerin Meclis’e gelip “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne”, “Atatürk ilke ve inkılaplarına” bağlı kalarak “Anayasa’ya sadakatte ayrılmayacaklarına” dair “namus” ve “şeref” üzerine yemin etmesi isteniyor ve bekleniyor!
Şimdi söyler misiniz, bu tablo karşısında oturup ne yazısı yazacağız, neyin yorumunu yapıp neyi değerlendireceğiz?

Örneğin son iki haftadır gündemi işgal eden şike rezaletini “bu iş, cemaat işidir, tertiptir” diyerek aklayıcı bir tavır mı alalım, yoksa gözaltına alınanlar daha savcılığa bile sevk edilmeden iddiaların en ince ayrıntısına kadar 7’den 70’e herkes tarafından medya yoluyla öğrenilmesinin ve tartışılmasının hukuka uygunluğunu mu tartışalım? “Fenerbahçe küme mi düşürülecek, yoksa lige -30 puanla mı başlayacak” diyerek papatya falı açanlara mı katılalım yoksa?
Ülkenin bölünmesine, eli kanlı katillerin devlet yetkilileri tarafından muhatap alınıp görüşülmesine karşı tepki göstermeyen milyonların, ortaya dökülen şu şike pislikleri için kılıf aramaları, protesto gösterileri yapmaları bilmem ki nasıl yorumlanmalı? Hasdal cezaevi, neredeyse bir “ikinci Genelkurmay karargâhı” haline getirilirken ses çıkartmayanların, futboldaki şike rezaleti karşısında “hukuk devletini” keşfetmeleri ve tepki göstermeleri inandırıcı mı?
Türkiye’nin içinde bulunduğu durum hiçbir açıklama gerektirmeyecek kadar acıklı ve endişe vericidir. İspanya, Fransa, İngiltere gibi Avrupa ülkelerinde terör olayları karşısında milyonlarca insan protesto mitingleri düzenleyip terörü lanetlerken, binlerce evladını PKK terörüne şehit vermiş bir milletin suskunluğu nasıl açıklanabilir?
CHP ve MHP milletvekilleri, Meclis koridorlarında ya da Meclis kürsüsünden yapılacak 3-5 dakikalık konuşmalarla mı milletin hislerine tercüman olacaktır? Toplumun sesini ve duyarlılığını Meclis duvarlarının arasında boğarak mı milletin vekili olunacaktır?
PKK destekli adaylar seçimlerde sadece yüzde 5 civarında bir oy aldılar. Diğer bir ifadeyle Türkiye’deki her 20 kişiden sadece 1’i bölücülüğü ve terörü destekliyor. Ama geriye kalan 19 kişinin suskunluğu, işte o “1 kişi”nin alçaklığını baskın kılıyor!
O zaman, o yüzde 95’lik kesime düşen öncelikli görev, Türkiye’nin sahipsiz olmadığını demokratik ve barışçı yollarla başta PKK ve maşaları olmak üzere bütün dünyaya göstermektir. Hangi siyasi görüşten, hangi partiden olursa olsun, ülkemizin bütünlüğünden ve bölünmezliğinden, Cumhuriyet’in devamından yana olan herkesin, ayrılıkçı PKK terörüne ve bu alçaklığa destek verenlere karşı tepkisini demokratik ve barışçı yöntemlerle ortaya koyması yaşamsal önemdedir. Türkiye’nin bütün illerinde, AKP, CHP ve MHP başta olmak üzere tüm partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve sendikaların ortak katılımı ve öncülüğünde gerçekleştirilecek mitinglerle Türk milletinin tavrı bütün dünyaya eylemli olarak ilan edilmelidir. Türk milleti, vatanın ve milletin yaşamı söz konusu olduğunda tek bir yumruk gibi olabildiğini herkese göstermelidir.
Sözün bittiği yerdeyiz artık… Yarın çok geç olabilir!
11 Temmuz 2011