İsmet Paşa’nın boynundaki fetvaBaşbakan Erdoğan’ın, İsmet İnönü’yü Hitler’e benzetmesine “Değmez!” diye karşılık vermemizi olumlu bulanlar da oldu, “Ne demek değmez!” diye kızanlar da...
Bir de şöyle bir soru geldi:
“İsmet Paşa yaşasaydı, bunu söyleyene ne cevap verirdi?”
Ne İsmet Paşa yaşıyor, ne de bizim haddimize mi düşmüş, onun tepkisini bilme...
Ama uzun yıllar, İsmet Paşa’nın hem Cumhurbaşkanlığı hem de muhalefet liderliğini hem de Başbakanlığını gören, bazı gezilerinde yanında olan gazeteci bir tahmin yapabilir:
Ya “Hadi canım sen de!” diye elinin tersiyle itiverir ya da tepesi atınca, “Biz Anadolu’ya Milli Mücadele’ye boynumuzda Dürrizade’nin idam fetvasıyla katıldık” diyebilirdi.
Her ikisini de yapmıştır...
Zemin, zaman, mekân, koşullar uygun olsaydı da İsmet Paşa’nın nasıl bir muhalefet lideri olduğunu görebilseydiniz.
İçinizden bazıları, İsmet Paşa’nın “Biz boynumuzda Dürrizade’nin idam fetvasıyla Milli Mücadele’ye katıldık” demesinin ne demek olduğunu anlayamazlar...
Dürrizade Abdullah, Şeyhülislam’dır, yani bugüne uydurmak isterseniz Diyanet İşleri Başkanı’dır. Temelinde şeriat olan Osmanlı’da şeyhülislamın görüşü alınır, yani fetvası istenirdi, dinen uygun mu, diye (x)...
Padişah, tahtan indirilecekse şeyhülislamın fetvası gerekirdi.
Padişah Vahdettin, Milli Mücadele’yi bastırmak için, şeyhülislam fetvasına ihtiyaç duyar...
Dürrizade Abdullah Efendi de önce kendine göre durumu tespit eder:
“Dünya düzeninin sebebi olan İslam halifesinin emrinin altındaki İslam ülkesinde bazı kötü niyetli şahıslar aralarında anlaşıp kendilerine reis seçerek, halkımızı yalan dolanla kandırıp, yasadışı asker toplayarak ayaklanıp, bu askerler için yiyecek, içecek temini ve silahlandırma gayesiyle kişisel çıkarları için yasalara aykırı birtakım vergiler koyup, çeşitli baskı ve işkencelerle halkın mal ve eşyasını gasp ederek Osmanlı ülkesinin kutsal değerlerini ve devleti hücumla, yerle bir etme niyetinde oldukları ve nice masum insanı yok etmeyi amaçladıkları ve ayrıca ilmi, askeri ve mülki memurları kendilerince görevden alıp bu görevlere kendi taraflarını atayarak yüce devletimizin ulaşım, nakliye ve haberleşme teşkilatını yok edip devlet tarafından çıkarılan emirlerin yerine getirilmesini engellemek ve devletimizi dünyadan soyutlama ile yüce devletimizi zayıf düşürme ve yüce makamımıza ihanet etmekle devlet nizamını işlemez hale getirmek için yalan, fitne ve fesatla yüce devletimizin düzenini bozmakta ısrar ederlerse adı geçen asilerin kötülüklerini engellemek şart olup şeriat gereğince öldürülmeleri uygun olur mu?
Beyan buyurula.”
Evet, Milli Mücadele’ye başlayanların günah ve suçları(!) bunlardır, böyledir.
Peki, bunların öldürülmeleri şart mıdır?
Evet, şarttır...
İsmet Paşa’nın “Bizim boynumuzda Dürrizade’nin fetvası vardı!” dediği budur.
Bu ve ikinci bir fetvaya göre “öldürülmeleri”, idam edilmeleri şart ve uygun olanlar şunlardır:
“Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Cebesoy, Kara Vasıf, doktor Adnan Adıvar ve Halide Edip Adıvar, İsmet İnönü, Bekir Sami Bey, İsmail Fazıl Paşa, Celalettin Arif Bey, Hamdullah Suphi Bey, Rıza Nur Bey, Yusuf Kemal Tengirşek, Cami Baykut, Ankara müftüsü Rıfat Börekçi...”
Bu insanlar, boyunlarında Dürrizade’nin idam fetvasını taşıyarak Milli Mücadele’ye katılmışlardır.
İşte İsmet Paşa, eğer yaşasaydı, arada sırada söylediği gibi, kendisini Hitler’e benzetene “Hadi canım sen de!” der ya da “Biz boynumuzda Dürrizade’nin idam fetvasıyla Anadolu’ya geçtik” derdi.
Onun için biz dünkü yazımızın başlığında ısrarlıyız:
“Değmez!”
(x) Halil Nebiler’in Toplumsal Dönüşüm Yayınları’ndan çıkan “Türkiye’de Şeriat’ın Kısa Tarihi” adlı kitap, şeriatla ilgili sorularınızı cevaplayacaktır. Şeriatı “merak edenlere” önerilir.
HASAN PULURİftiralar yıldıramadıiSMET İnönü gibi “iktidar”ın en üst noktalarında uzun süre kalmış, sonra “Demokrasiyi bu ülkeye ben getireceğim” iddiasıyla yola çıkıp, samimiyetini “serbest seçimle iktidardan ayrılarak” ispat etmiş, ardından 23 yıl boyunca her türlü iftirayı çürütmüş bir “milli kahramanı” savunmaya ihtiyaç duyacağımızı düşünmüyorduk.Çünkü hem hukuk hem de tarih önünde vermediği hiçbir hesabı kalmadığını biliyorduk.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendisini “Hitler mukallidi” (Hitler’e özenip onu taklit eden kişi) olarak nitelendirmesi sayesinde iki gerçeği gördük:
1) İnönü kendi gerçeklerini belli ki hala bazı kafalara sokamamış.
2) İnönü 37 yıldır aramızda olmadığı için yeni kuşaklar onu hiç öğrenmemiş.
O yüzden anlatalım dedik:
Şimdi Hitler’e benzetilen İnönü, 1950 seçimleri sonucu iktidardan düşüp muhalefet lideri olduğu zaman Winston Churchill kendisine “Asıl şimdi büyüdünüz” diye telgraf çekerek kutlamıştı.
Churchill’in telgrafı kamuoyunda henüz taze iken Demokrat Parti (DP) Bolu Milletvekili Zuhuri Danışman, okullar için yazdığı tarih kitabından İnönü savaşlarını çıkarmıştı.
Sonra “O savaşlarda zaten yenik düştük” dediler. Ardından “Anadolu’ya kendi isteğiyle gelmedi. Zorla kaçırıldı” iftirası attılar.
Yetmedi... İzmir’in DP’li Belediye Başkanı Rauf Onursal “İsmet İnönü’yü asıp derisini samanla doldurmayı” önerdi.
Başbakan Yardımcısı Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu “Savaşa girmeyerek milletimizin erkekliğini öldürdü” dedi.
Bunlarla tatmin olmadılar:
Sırf İsmet Paşa’ya hücum etsin diye “Örtülü Ödenek”ten para vererek “iftira gazeteleri” çıkarttırdılar. Necip Fazıl Kısakürek, Osman Hamit Tat, (tarihçi geçinen) Kandemir bu takımın başta gelen isimleriydi. “Yeni Cephe” isimli gazete ile “Sebil-ür-Reşat” isimli dergi iftiracıların yayın organıydı. Nitekim savaş yıllarında ordunun başka çare bulamadığı için askeri malzeme, askeri erzak (gıda maddesi) veya saman depolamaya mecbur olduğu birkaç cami bulup “Camilerimizi ahır yaptı” dediler.
O da yetmedi... İnönü’nün büyük oğlu Ömer’in Üniversite öğrencisi iken bir Rus kadınla ilişki kurmak için, o kadının arkadaşını otomobille ezdiği iftirasını attılar. Ömer İnönü yargılandı, beraat etti.
Bu da tatmin etmedi. “Mevhibe İnönü Bursa’daki Merinos kumaş fabrikasını gezerken kendisine bedava bir takım erkek elbisesi kumaşı verildi” dediler. Mevhibe İnönü’nün o kumaşın parasını ödediğini gösteren makbuz kısa bir süre sonra Ulus gazetesinde yayınlandı.
Bir suistimalini, yasaya aykırı bir tek eylemini bulmak için seferber oldular. Bir tane olsun örnek bulamadılar. Çok uğraştılar, yıldıramadılar.
Son çare olarak “Atatürk’ün resimlerini indirip resmi dairelere kendi resmini astırdı, kendi adına pul bastırdı” dediler.
Ona da, bizzat tanık olduğumuz bir açıklamasında özetle:
“Biz Cumhuriyetin 10’uncu yılını görebileceğimizden bile emin değildik. Özellikle Gazi’den sonra çökeceğimiz bekleniyordu. Aksini göstermenin yolu, devlet dairelerine, paraya pula yeni devlet başkanının resmini asmaktır diye düşündük. O yüzden benim resmimi kullandık” diye yanıt verdi ama anlatamadı.
Gerçi ondan bir şey eksilmiyor ama belli ki bazı kafalar da bazı şeyleri almıyor.
Oktay EKŞİUçurumdan atlamak!AKP’de Faruk Koca adlı milletvekili 8. maddeye oy vermeyen milletvekillerinin listesini yapıyor. Oy vermedi diye adı geçen Kürşad Tüzmen, Faruk Koca’ya çıkışıyor:
- Nereden biliyorsun ‘evet’ vermediğimizi!
Dikkat buyurun: “Sana ne benim verdiğim oyun renginden” demiyor.
Kendini “evet verdim” diye savunuyor. Sonra da diyor ki:
“Başbakan uçurumdan atlıyorsa, bize yakışan onun arkasından atlamaktır.”
Bu partinin ağababası Milli Selamet’in kongrelerindeki tezahüratı anımsayınız:
- İşte ordu işte kumandan...
Değişen bir şey yok... Demokrasinin adı var kendi yok. Tek parti faşizmine birkaç adım kaldı. Anayasa Mahkemesi ve HSYK’yı AKP’ye bağlayacak anayasa değişiklikleri de yapılsın... Görün manzarayı...
İnönü dönemindeki tek parti yönetimine rahmet okutacak bir düzen ufukta belirdi...
Sansür!Tayyip Erdoğan, partisinin önceki günkü grup toplantısında konuşmasını Aziz Nesin’den bir alıntıyla süslemiş, onun Atatürk’ün
“Gençliğe Hitabesi”ndeki sözlerini güncelleştirerek dönemin CHP’sini eleştiren 1948 yılında yazdığı yazısını okumuştu... Ancak her nedense o yazıdaki bir bölümü okumadı, es geçti. Hangi bölümü mü? Odatv’den aktarıyoruz:
“Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere Amerika’dan borç dahi alınabilir. Hatta bu borç alınan paralar ziyafetlerde yenilebilir...”
Dinci faşistler Aziz Nesin’in kıymetini Aziz Nesin’in arkadaşlarını yaktıktan sonra anladılar...
Gülhan Elmas
MELİH AŞIKBaşbakan önce kendi dönemine bakmalıBAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, “İsmet İnönü’nün kötülükleri” dizisi çerçevesinde “2. Dünya Savaşı günlerinin gıda karnelerini” de gündeme getirdi.
“O karneleri biz unutamayız ki... Ben babamın nüfus kâğıdını nasıl görmezden geleyim. O nüfus kâğıdının içinde damgalar var; kömür, gazyağı, yağ, ekmek damgaları var. Ben bunları görerek büyüdüm. 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’da taş üstüne taş kalmadı. Bırakın bizi başka ülkelerle kıyaslamayı, 1945’ten 2002’ye kadar Türkiye’ye ne kazandırdınız? Hangi eseri kazandırdınız” dedi.
Başbakan’ın İsmet İnönü’nün tarihi kişiliği ile ilgili söylediklerini ciddiye almıyorum.
Böyle bir eleştiriyi ciddiye almak için, söyleyenin, eleştirilen ile bir denkliğinin olması gerekir. Tarihi kişilik olarak değilse bile, “çap” ve “başardıkları işler” bakımından!
Ama bu karne meselesini ve sonrasındaki çarpıtmayı görmemek mümkün değil.
Evet, savaş yıllarında “karne” uygulandı, “karaborsa” ile mücadele edilemiyordu ama unutmamak gerekiyor ki ülkede de hiçbir şey yoktu. Kısa bir kelime: Yok!
O karnedeki damgalar sayesinde Başbakan’ın babası hayatta kalabildi ve kendisi bugün hayattaysa bunu biraz da o karnelere borçlu olmalı.
Başbakan’ın partisi neredeyse 8 yıldır tek başına iktidarda.
Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye’nin yüzde 18,56’sı yoksulluk sınırında yaşıyor.
650 bin insanımız açlık sınırında yaşamaya çabalıyor. Bırakın “damgalı karneyi” ellerinde yiyecek ekmekleri bile yok!
Başbakan tarihi geçmiş karnelerle uğraşacağına önce bu sorunu çözmenin yollarını bulmalı.
MEHMET Y. YILMAZAl sana Aziz Nesin1925’te, Atatürk henüz hayattayken çıkarılan bir kanun var, “banknotlarda cumhurbaşkanının resmi olacak” diyor... Yani, İsmet İnönü’nün Atatürk’ün resmini çıkarıp, kendi resmini koyması filan söz konusu değil... Cumhurbaşkanı’nın resmidir o paralara konan.
*
Buna rağmen, İsmet İnönü’ye vuruyor Başbakan... Aziz Nesin’in “Ey Türk Faşisti” yazısını kanıt olarak gösteriyor.
*
Halbuki, Aziz Nesin’in “ey faşist” diye seslendiği kişi, İsmet İnönü değil... Solcu Tan Gazetesi’ne baskın düzenleten CHP’nin o günkü İstanbul Müfettişi Alaaddin Tiritoğlu.
*
Diyeceksiniz ki:
“E iyi ya işte...”
*
İyi de...
*
Süleyman Demirel katıldı o baskına, kendisi anlattı... Bunların partisinden milletvekili adayı olan Turgut Özal katıldı. İtiraf etmedi ama, katıldı diyenleri yalanlamadı, bunların elini öptüğü hocaları, Necmettin Erbakan katıldı. İTÜ öğrencileri ağırlıktaydı çünkü... Ayrıca, bu arkadaşların ha bire şiirlerini okuduğu Necip Fazıl Kısakürek de, gazeteyi basmaya gidenleri Vakit Gazetesi’nin balkonundan alkışlamıştı... Zaten, gazeteyi yağmalayanların bazıları, sonradan, “biz onların devamıyız” dedikleri Demokrat Parti’den milletvekili oldu!
*
Bağımsız Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin kucağına oturtulması operasyonunun ilk işaret fişeklerinden biriydi o gazete baskını... Aziz Nesin’in isyanı, bunaydı.
*
Demirel bastı.
Özal bastı.
Erbakan bastı.
Necip Fazıl alkışladı.
ABD’ye gitme rekoru kırdı...
Hâlâ “İnönü” diyor.
*
Bakın...
*
Ahlaksız bir adamdı. Silik, sıradan bir memurken, aldığı rüşvetlerle köşe oldu. Foyası meydana çıkınca, kendine dokunulmazlık sağlamak için siyasete atıldı. Yağcılık yapa yapa yükseldi, rüşveti her yere bulaştırdı, yalanlarıyla ahaliyi birbirine düşürdü, belediye başkanı oldu. Namuslu insanları birer ikişer harcadı, iftira ata ata, üstlerine basa basa, milletvekili seçildi. Öyle yüzsüz, öyle utanmazdı ki, kendisini suçlayanları hain, kendini vatansever ilan etti.
*
Zübük bu.
*
Aziz Nesin bunu da yazdı.
*
İsmet İnönü müdür Zübük?
*
Hadi diyelim, Zübük’ü es geçti...
Aynı Aziz Nesin’in “bu milletin en az yüzde 60’ı aptal” şeklindeki sözlerine de itibar ediyor mu acaba Başbakan?
Yılmaz ÖZDİL‘Hadi canım sen de!’BAŞBAKAN Erdoğan’ın, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2’nci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü, Adolf Hitler’e benzetmesiyle başlayan tartışmalar sürüyor.
Gerçek şu ki, bu benzetme asla bir Başbakan’a yakışmıyor!
Hitler kim? Dünyayı kana bulayan, milyonlarca kişinin ölümüne yol açan, Yahudileri fırınlarda yaktıran, Alman ulusunu felakete sürükleyen çılgın bir diktatör!
İsmet İnönü kim? Kurtuluş mücadelemiz sırasında, Birinci ve İkinci İnönü savaşlarını kazanan, Lozan Antlaşması’na imza atan, Türk ulusunun özgürlüğe kavuşmasında çok büyük payı olan bir komutan ve... Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’na sokmayarak, askerlik çağındaki on binlerce insanımızı ölümden kurtaran önemli bir devlet adamı...
Muhalif bir genç, 1950’de seçimi kaybederek iktidardan ayrılan İnönü’yü “İkinci Dünya Savaşı’nda ekmeği karne ile dağıttın. Bizi ekmeksiz bıraktın” diye eleştirir. İnönü, başını sallayarak “Evet, ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım!” der.
* * *
İsmet İnönü sağ olsaydı, “Hitler benzetmesi” karşısında, tarihe geçen ünlü sözlerinden birini söyleyebilirdi. Mesela “Hadi canım sen de” ya da “Suçluların telaşı içindesiniz” gibi bir cevap verebilirdi.
Birkaç yıl önce bu sütunda önemli bir şahsı anlatmıştım. Güncel duruma geldiği için, kısaltarak tekrarlıyorum. Bakalım size kimi hatırlatıyor?
* * *
- Bu adam yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir...
- Bu adam ilköğretim çağında zorunlu dinî eğitim alır...
- Bu adamın aile kökeni kimsenin çözemeyeceği kadar karanlıktır...
- Bu adamın ailesinde daima gizlenen bir başka dine düşmanlık vardır.
- Bu adamın ruhsal yapısı çok dalgalı ve düzensizdir.
- Bu adam karşıtlarına argo ile yanıt veren küfürbaz ve külhanbeyi tavırlı biridir.
- Bu adam verdiği sözleri tutmayan ve imzaladığı anlaşmalara uymayan biridir.
- Bu adam devlet yönetimi konusunda cahil ama baskıcı ve şantajcıdır.
- Bu adam kendi ana dilini bile doğru dürüst konuşamadığı gibi yabancı bir dil de öğrenmek istememiştir.
- Bu adam kendi ülkesinde alt ve üst kimlikler bulunduğuna inanır.
- Bu adamın kendi devleti ve ordusuyla derin sorunları vardır.
- Bu adam hem özel hayatında, hem de siyasî faaliyetlerinde daima mağduru oynamıştır.
- Bu adam gençliğinde çok yoksulluk çektiğini öne sürerek, sürekli şekilde çok para kazanma hırsı yaşamıştır.
- Bu adamın cinsel sorunlar yaşadığı anlaşılmıştır.
- Bu adamın epilepsi (sara) hastalığına duçar olduğu ve zaman zaman ‘fit’ diye bilinen buhranlar geçirdiği hep gizlenmiştir.
- Bu adamı gizli bir örgüt, ülkesinde lider yapmaya karar vermiştir.
- Bu adam başbakan olunca, cumhurbaşkanını halkın seçmesini istemiş ve kendisinin cumhurbaşkanı yapılmasını dilemiştir.
- Bu adamı iktidara getiren gizli örgüt, onu kullanarak ülkesinde devleti paramparça etmiş ve vatanı böldürterek yabancıların işgaline uğratmıştır.
- Bu adam tarihin tanıdığı “en kifayetsiz muhteris” liderdir.
İşte size bilmece... Bu adamı tanıdınız mı? Düşünün... Kime benziyor?
Yukarıdaki satırlar arasında aşina birini görüyorsunuz ama kimi?
Evet, bu adam son günlerde adından çok bahsedilen Hitler’dir.
Ve birçok kişi bu adama benzeyebilir ama kesinlikle İnönü değil!
Rahmi TURANHitlerCİVANIMIN padişahı, İslam âleminin son halife adayı, adeta ikinci peygamber Fatih Sultan Recep hazretleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kahramanlarından ilk Genelkurmay başkanı ve ilk başbakan İsmet İnönü’yü dünyayı kana bulayan Almanya’nın faşist lideri Adolf Hitler’e benzetti.
Hazretin ağzı tutulmaz!
Ulema da olsa imam hatip okullarında verilen tarih dersi ancak bu kadarmış diyerek konuyu geçmek var ama Necati Cebe yine de bu konuda bir çift söz etmek istiyor:
“İsmet İnönü, Kurtuluş Savaşımızda Yunan ordusuna ilk yenilgi acısını tattıran, Mustafa Kemal Paşa’nın deyişiyle İnönü’deki savaşta yalnızca düşmanı değil ulusumuzun kötü talihini de yenen büyük bir kumandandır. O günler, ‘ya istiklal ya ölüm’ diyen ulusalcılarla, işgal ordusu için ‘gelenler padişahımızın dostudur, onlara karşı silah kullananların elleri kuruyacak’ diyen mandacıların çatıştığı günlerdir.
İnönü’ye yönelik saldırı, bu çatışmanın günümüzde de sürdüğünün açık bir göstergesidir.
Hitler’e birileri benzetilecekse ancak onun gibi, seçimle iktidara geldiği halde seçimle gitmemek için bin dereden su getiren, ülke genelinde azınlıkta olduğu halde Meclis’teki geçici çoğunluğuna dayanarak ve ‘ben yaptım oldu’ diyerek Anayasayı antidemokratik doğrultuda değiştirmeye kalkışan dikta heveslileri benzetilebilir.
Hitler, seçimle iktidara geldikten sonra muhalefeti yargı erkini kullanarak acımasızca ezmiş, demokrasiyi ortadan kaldırmış, başlattığı 2. Dünya Savaşı’nda, kendi ulusuna tarihinin en büyük yenilgisini yaşatmış, dünyada 50 milyonu aşkın insanın ölümüne neden olmuş, elleri omuz başlarına kadar kanlı bir diktatördür.
İsmet İnönü ise savaş alanlarında başarılı olmuş bir komutan, Lozan’da başarılı olmuş bir diplomat, ulusunun tek partili düzenden çok partili düzene geçişini sağlamış, demokrasiye bağlılığını her koşulda kanıtlamış, izlediği akılcı politika ile ülkesini dünya savaşından uzak tutmayı başarmış barışçı bir politikacıdır.
Yarasalar örneği karanlıktan hoşlananların, Cumhuriyet devrimlerinden zerrece nasibi olmayanların İsmet İnönü’yü anlamaları kesinlikle olanaksızdır.
Dikta heveslilerinin İnönü’yü Hitler’e benzetmeleri ise tek sözcükle densizliktir!”
Şapka
Ertan Somunkıran: “23 Nisan çocuğuna, ‘Sen artık başbakansın, istediğini asar, istediğini kesersin’ diyen kafa, Hitler’e şapka çıkartır!”
Yağmur Deniz
Genelkurmay başkanlarının başarısı!TÜRKİYE’NİN en başarısız Genelkurmay başkanı kimdi sorusunda akla gelen ilk isim Orgeneral M. Rüştü Erdelhun olsa gerek. 23 Ağustos 1958’de Genelkurmay başkanı olan orgeneral Erdelhun, dönemin Milli Savunma bakanının paltosunu tutacak kadar Demokrat Parti’ye yakındı ve 27 Mayıs 1960 devriminde tutuklanıp Yassıada’da yargılandı.
Başarısız Genelkurmay başkanları sıralamasına devam edersek, son dönemde Hilmi Özkök’ü, ardından Yaşar Büyükanıt’ı ve halen görevdeki İlker Başbuğ’u listeye eklemeliyiz. Hilmi Özkök, Irak’ın kuzeyinde Amerikan askerleri tarafından Türk subaylarının başlarına çuval geçirilip, elleri kelepçelenerek tutuklanmasına ve dövülerek sorgulanmasına sessiz kalma “başarısı” göstermiştir. Yaşar Büyükanıt, laiklik nutukları atarken laiklik karşıtı eylemlerin odağı bir başbakanla Dolmabahçe Sarayı’nda “sır” görüşme yapmış ve emekli olurken devlete kendisi için son model lüks otomobil aldırmıştır. İlker Başbuğ, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında düşmana bir tek subayımız esir düşmezken paslaştığı iktidarın kurduğu özel mahkemelerde sayısız generalin tutuklanmasına seyirci kalmış, terörle mücadele etmiş ve etmekte olan subaylara bile sahip çıkamamıştır.
DENİZ SOMSözde Başbakan...
İnönü’yü Hitler’e BenzetmekAtatürk ve İnönü, uzunca süredir açık tartışmaların dışında tutuluyordu. İnönü’yü Hitler’e benzeten sözde başbakanın zihninde Atatürk de vardır aslında, bunu ertelemiş görünüyor şimdilik. Ateşle oynadığının farkına varacaktır pek yakında bu sözde başbakan.
RTE, İsmet İnönü’yü Hitler’e benzetmiş. Hitler, çok partili bir seçimle geldiği iktidarında Almanya’daki tüm muhalefeti susturarak tek partili bir zorba yönetim kuran ve çıkardığı bir dünya savaşında milyonlarca insanın kaybına yol açarak dünyamızı acılara sürüklemiş bir diktatör idi. William Shirer, 3 ciltlik “Nazi İmparatorluğu” adlı kitabında şöyle diyor:
Adalet Müşaviri Hans Frank yargıçlara görevlerini şöyle hatırlatıyor:
“Nasyonal sosyalizm karşısında hukuk bağımsızlığı yoktur. Vereceğiniz her kararda, önce kendinize şunu sorunuz: Benim yerimde Führer olsa nasıl karar verir idi?” (Sayfa 349)
Yine de Alman Yüksek Mahkemesi yargıçları hukuktan vazgeçmiyor. Bunun üzerine “Halk Mahkemesi” adlı korkunç mahkemeler kuruyor. Bu mahkemenin 9 üyesinden 4’ü hukukçu, 5 üyesi ise partililerden seçiliyor. Böylece kararlarda hukuk değil, Führer öne geçiyor.
Hitlervari çağrışımlar
“Ben Ergenekon savcısıyım” diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın bu sözleri ve yargıyı yürütmenin buyruğuna sokmayı hedefleyen anayasa değişikliklerine kalkışması, Hitlervari çağrışımlara yol açmıyor mu? Türk yargıçlarını “Benim yerimde olsa R.Tayyip Erdoğan nasıl bir karar verir” tarzında düşündürmek istiyor.
Peki Recep Tayyip Erdoğan’ın Hitler’e benzettiği İsmet İnönü ne yapmış?
Çok partili siyasi yaşam
Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanınca Mustafa Kemal’in ilk başbakanı olarak ve o dâhi ile birlikte ülkeye demokratik yolları açıcı çağdaş devrimlerin baş uygulayıcısı olmuş, Batı emperyalizminin ülkemize düşman devletleriyle işbirliği yapan sultanlığı ve hilafeti sonlandırmıştır.
Aynı İnönü, 1938’de cumhurbaşkanı seçildikten bir yıl sonra patlayan İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler faşizmine karşı Türkiye Cumhuriyeti’ni korumuş, savaşın bitmesi üzerine iç ve dış herhangi bir tehdit şöyle dursun, cılız bir istekle bile karşılaşmadığı halde çok partili siyasi yaşamı başlatmıştır. Kendisini bu yoldan caydırmak isteyenlerle yaptığı söyleşi anlamlıdır:
- Paşam, iktidar Demokrat Parti’ye bırakılır mı?
- Neden bırakılmaz?
- Onların yapmayacağı şey yoktur.
- Söyleyemediklerinizi ben sizlere söyleyeyim: Bana saldıracak, hatta küfredecekler, hepsini göze alıyorum. Sizler demokratik çok partili hayatı istemiyor musunuz?
- İstemez olur muyuz Paşam? Ama erken başlattınız?
- Ne zaman başlatmalıydık?
İsmet İnönü, “5, 10, 15 yıl sonra çok partili hayatı başlatmalıydınız” sözlerini şöyle yanıtlamıştı:
- Diyelim 50 yıl sonra başlatmalıydık. Başlayalı iki yıl oldu, geriye 48 yıl kaldı, hiç başlatmasaydık yine 50 yılda kalacaktık. Demek ki kazançlıyız.
Tüm caydırma girişimlerine göğüs geren İnönü, 12 Mayıs 1950’de seçimi Demokrat Parti kazanınca, Ankara Valisi’ni aramış, “Celal Bayar’a söyleyiniz, hükümetlerini hemen kurabilir” demiş, iktidardan onurla ayrılmış ve şu sözü söylemiştir: “Benim en büyük yenilgim en büyük zaferimdir!”
Ve bu iktidar değişikliği, dünya basınında “kansız ihtilal”, “beyaz ihtilal” deyimleriyle övülmüş ve bu demokratik aşamada en büyük payın İsmet İnönü’de olduğu kanısı genel kabul görmüştür.
Demokratik rejime bağlılığı
Dahası var, 1961 seçimlerinden sonra başbakan olan İsmet İnönü, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 günlü iki silahlı ayaklanmayı yenilgiye uğratarak demokratik çok partili rejime bağlılığını yeniden kanıtlamıştır. 22 Şubat ayaklanmasını bastırırken, karargâh edindiği Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda şöyle haykırmıştır:
“Tek başıma kalsam, Büyük Millet Meclisi’ne giderim, bu maceracılar benim ancak ölümü alabilir oradan ve sonra da bu millet onlara ne yapacağını bilir!”
22 Şubat ayaklanmasının bastırılmasını izleyen ilk Millet Meclisi toplantısında İsmet İnönü tüm milletvekillerince ayakta ve sürekli alkışlarla karşılanmış, Adalet Partisi’nin milletvekilleri de o coşkuya katılma kadirşinaslığını göstermiştir, Recep Tayyip Erdoğan’ın Hitler’e benzettiği İsmet İnönü’ye.
Daha çok çok şeyler anlatılabilir(**) ancak sadece bir konuya daha değinerek yazımı bitirmiş olayım: Harp Okulu Komutanı Kurmay Albay Talat Aydemir’in bir avuç subayla tankları başkent caddelerine çıkararak başlattığı macerasını bastırırken İnönü, halkımızın kurumlardan en çok güven duyduğu Silahlı Kuvvetlerimizin demokrasiye olan desteğini yanında bulmuştur. Recep Tayyip Erdoğan fırsat buldukça yıpratmak istediği ordumuzu halkımızın gözünden düşürebileceği gafletindedir.
“Hiç kimse kendine göre bir ordu yapmaya kalkışmasın!” demişti İsmet İnönü, 2010 yılı başbakanının böyle bir çaba göstereceğini bilmiş gibi. Bu başbakan ki, sadece orduyu değil, yargıyı da kendine benzetme peşindedir.
Atatürk ve İnönü, uzunca süredir açık tartışmaların dışında tutuluyordu. İnönü’yü Hitler’e benzeten sözde Başbakan’ın zihninde Atatürk de vardır aslında, bunu ertelemiş görünüyor şimdilik.
Ateşle oynadığının farkına varacaktır pek yakında bu sözde Başbakan.
Şeref BAKŞIK