
Bulunduğu ‘jeopolitik konum’ itibariyle Türkiye’ye yakıştırılan en belirgin sıfatlardan biri ‘köprü’dür. Doğu ile Batı arasındaki ‘hassas dengeler’çoğu kez bu köprü üzerinden irdelenir, sorunlara çözüm yolları aranır. Bir başka ifadeyle Türkiye bir ‘arabulucu’ yahut ‘çöpçatan’dır.
Dışarıdan bakanların büyük bir bölümü aslında bu ‘köprü’ masalına inanmaz. Doğulular bizi Batı’ya, Batılılar da Doğu’ya ait görür. Hazindir, ikisinin arasında ‘melez’ bir görüntü arz ettiğimizi ileri sürenler de yok değildir.
Bizim, bizi ‘nasıl’ gördüğümüz ise hayli çapraşık, içinden çıkılmaz bir denklem olarak nitelendirilebilir. Herkes ‘mezhep’ ve ‘meşrebine’ göre ülkenin imajına bir boya çalmaya kalkışır.
Yani biz kendimizi tam olarak tanımlayamadığımız için, dış dünyanın bize bakışı konusunda da söyleyecek fazlaca bir şey kalmıyor.
Uluslararası ilişkilerin omurgasını ‘karşılıklı menfaatler’ temeline oturtmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devletini, ‘herkesle kanlı-bıçaklı’ gibi gösterenlerin durumu, işte bu farklı bakışların bir ürünüdür.
***
Misak-ı Milli sınırları içine çekilmiş olan Türkiye’nin bütün iyiniyeti ne yazık ki sonuçsuz kalmış ve etrafımızı saran komşuların hemen her birinin, buldukları her fırsatta ‘topraklarımız’ ve ‘doğal kaynaklarımız’ üzerinde açık yahut gizli talepleri olmuştur.
‘Mahalle muhtarının’ sahip olduğu ufka bile sahip olamayan iktidar sahipleri ise, ‘söz konusu talepler’ üzerinden ortaya çıkan gerilimleri sürekli olarak ‘kendilerinden önceki’ tüm hükümetlere yükleme kolaylığına kaçmışlardır. Neyse ki, şu son dönemde yaşadıkları, doğruyu görmek istemeseler bile; en azından dünyanın ‘onların söylediği şekilde’ dönmediğini göstermeleri açısından bir şanstır.
Bunu ‘Arap Baharı’ diye yutturulan yalancı rüzgarda, Fransa’nın son şer yasası olayında, ABD’nin bölücülerle mücadeledeki ikiyüzlülüğünde görmüş
olmalılar.Bunca olaya ve bunca somut gelişmeye rağmen hâlâ birtakım şeyleri görmek istememekte diretiyorlarsa, o da kendilerinin bileceği iştir. Gaflet ve dalaletin varacağı son nokta ihanettir.
***
Büyük Orta Doğu Projesi’nin nihai olarak Türkiye’yi hedef alan ince planlarını sağır sultan bile duydu.Ama bizim çakma Sultan ve taifesi, her seferinde bunu ‘AKP karşıtlarının uydurduğu bir masal’ diye yutturma yoluna gittiler.Bir ara ‘Eşbaşkanlık’ sevdası kapladı yüreklerini, umutlandılar. Fakat işler ‘esrarengiz’ bir şekilde ters gidince anında inkâr ve redde başladılar.Bir ‘medeniyetler ittifakı’ yaygarası tutturdular, ne yazık ki o da akim kaldı.
Son ‘Arap Baharı’ palavrası ise, bu iki projenin ‘kabuk değiştirmiş’ halinden başka bir değildir.
Elbette burada kilit ülkelerden biri Suriye.
‘İhalenin’ Türkiye üzerine yıkıldığını bugün itibariyle bilmeyen yok. Ama bu müdahaleyi ‘kamuoyuna’ nasıl anlatacaklar,işte orada büyük sıkıntıları var.
Daha da zor olanı, Suriye’ye yönelik bir operasyonun sonucunda ‘nasıl bir yapı’ ortaya çıkacağını pek kestiremiyorlar.
Çünkü en yakın örnek Irak’ın hali ortada. Bugün yarın ‘Sünni-Şii kapışması’ başlarsa şaşmayın. Bıçaklar bileniyor.
***
‘Yanaşma’ kalemlerden Cengiz Çandar’ın aktardığına göre, Uluslararası Kriz Grubu raportörlerinden Irak uzmanı Joots Hilterman, aynen şu ifadeleri kullanıyor:
- “Orta Doğu’nun yeni dinamikleri Türkiye’yi Büyük Kürdistan’ın hâmisi konumuna getirmek gibi bir paradoksal sonuç verebilir.”
E tabii bugün sana ‘hâmi’ gibi bir paye verecekler ki, yarın ‘ham yapması’ kolay olsun.
Başka türlü nasıl gaza getirecekler?
İsrafil K. KUMBASAR, YENİÇAĞ
23 Aralık 2011