TAKINTI
Aksaray açılacakmış. İstanbul’un eski semti Aksaray, Konya Aksaray, Niğde Aksaray değil; bu Ankara’da. Ankara’da Aksaray da ne, böyle bir ilçesi mi var Ankara’nın demeyin bilmezden gelip! Kaç yıldır duymayan mı kaldı? Yedi cihan biliyor bu işi. Enik encik öğrendi… Bu bildiğiniz saray taklidi bir yapılar topluluğu, büyükçe bir beton binalar grubu. Adını ne koymuşlar kesin bilen yok henüz, Aksaray oranın yakıştırma adı.
Mahkeme inşaatını durduruyor, burası bitmeye yakınken, yasal değil diyor, izinsiz yapının yapımını durdurdum. Danıştay aynı kararı veriyor. Yaptıranlar aldırmıyorlar bile. Cumhurbaşkanlığı seçiminden hemen önce, kapıya kilit vurun da başınıza geleceği görün, sizin yasağınız bize vız gelir tırıs gider, deniyor. Yasaktan sonra yapım duracağına tam tersi oluyor, gece gündüz, hiç durmadan işçiler vızır vızır çalışıyor, sarayı seçim sonrasına yetiştirecekler… Yaptıran tam anlamıyla bildiğini okuyor…
Amerika’nın olur da bir sarayı, hem de sarayların en beyazı, “Beyaz Saray”ı, Amerikan hayranlarının, her işi Amerika’ya danışanların olmaz mı? Boşuna mı Menderes’le başlayıp sürüp giden, Atatürk karşıtlarının Cumhuriyetimizin yerine düşledikleri, uydu bir devlet kurma, küçük Amerika olma rüyası?
Resmini gördüm. Amerikan Beyaz Sarayı’nın görünüşte neredeyse aynısı. Çok çirkin kopyası. İlk bakışta karıştırıyor insan. Bu tokat yemişi, biraz tüyleri dökülmüşü… Daha ilkeli, basiti, taklidi, ikinci sınıfı…
Cumhuriyet kurumlarının tel tel dökülmesine, paspas edilmesine aldırmayanlar, ne bu, nereden çıktı böyle bir yapı demeden, şaşkınlık göstermeden, her çağrıya koştukları gibi, buraya da, açılışında, bu 29 Ekim’de uçarak gideceklerdir. Ballandıra ballandıra da anlatacaklardır gördüklerini, emin olun. Bin odalı bir saraymış. Düğün salonu bile düşünmüşler içine. Şeytanın aklına gelmeyen ayrıntılar burayı yaptıranın aklına gelmiş… Tonla para harcanmış…
Bu Türkiye’yi çözme, dağıtma partisi, tek baş adamıyla iktidara geldiğinde, hepsi birden bir İstanbul tutturmuş gidiyorlardı. Merkez Bankası İstanbul’a taşınacak, şu yapı, bu kurum derhal İstanbul’a gidecek, İstanbul başkent olacak furyası başlamıştı. İstanbul İstanbul, derler, Ankara’nın adını bile andırmazlardı. Bir ayakları hep İstanbul’da olurdu. Osmanlı’nın, ömrünü tamamlamış, yıkılmış, düşmana boyun eğmiş, teslim olmuş, vatana ihanet etmiş padişahlık düzenine özlem çekerler, eskiye övgüler düzerlerdi. Kendileri de yılın çoğunu İstanbul’da geçirirlerdi. Evleri, köşkleri, havuzlu villaları, padişah saraylarının kendilerine ayırdıkları odaları oradaydı…
Yabancı konukları da İstanbul başkentmiş gibi orada ağırlarlardı. Anıtkabir ziyaretleri çoktan rafa kaldırılmıştı. Ankara’yı hiç sevmezlerdi. Sonra bir şeyler değişti. Bir yerlerden işaret mi verildi, ne oldu? Başkanlık (!) sarayları padişah sarayı gibi İstanbul’da olacak, Ankara terkedilecek derken, araya birileri mi girdi, İstanbul Yunan’ın, İngiliz’in mi denildi, ne olduysa oldu, gerisin geri yüzlerini döndürdüler Ankara’ya. Gizli saklı, Atatürk’ün devlete ulusa bağışladığı ormana girildi, ağaçları yerle bir edildi, yer gök küründü, dümdüz edildi, bir kasaba büyüklüğünde alana inşaat başlatıldı. Bina bitene kadar da kimse bunu bilmedi, bilenler de bilmezden geldiler ki duymadık, haberimiz olmadı iş bitene kadar. Ankaralı da emanetini korumadı, ses vermedi. Durmuş saat bile günde iki kez doğru gösterirmiş. Can Dündar günler öncesinden muştulamış:
“İkinci cumhuriyete on gün kaldı.” Yazısını şöyle bitirmiş:
“Atatürk Orman Çiftliği’nin enkazı üzerine saray yapılması, kentsel ve siyasal dönüşüm stratejisinin son hamlesiydi.
Başkentin “AKkent”e dönüştürülme projesi, 29 Ekim’de tamamlanıyor.
Asıl “2. Cumhuriyet”, o gün başlıyor. ”
Eh Can Dündar, ikinci cumhuriyet için az mı çırpındınız, bunun için değil miydi Atatürk’ü gözden düşürme amaçlı çirkin filmleriniz? İşte meyvesini yiyeceksiniz. Üzülmüş gibi yapmayın. Gazeteniz Cumhuriyet yazınızı bir yerme, bir Cumhuriyeti koruma yazısıymış gibi ilk başlıkta yayınlamış geçen gün. Cumhuriyet, çoktan Atatürk Cumhuriyeti’nin Cumhuriyet gazetesi değil, bölücülerin sesi. İkinci Cumhuriyetçilerin dergâhı…
Cumhuriyet yazarı Şükran Soner de buraya “Kaçak Saray” adını vermiş:
“Cumhurbaşkanlığı Kaçak Saray Olur mu?” başlığıyla yazmış yazısını.
CHP’li Oğuz Oyan da karşı çıkmış buraya. 29 Ekim davetine katılmama çağrısı yapmış:
“Cumhuriyet ve değerlerini temsil etmeyen, bir totaliter rejim simgesine dönüşen saray" demiş buraya, burayı şöyle tanımlamış:
“Görgüsüzlük, hukuksuzluk ve otoriterlik abidesi!”
Bilgiağı (İnternet) gazetelerinin tanınmış yazarı Zahide Uçar’ın dediği gerçekten noktayı koyan söz olmuş:
“Firavun sarayında 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı etkinliğine katılan her kelle, rejim değişikliğine evet demiş olacaktır. “Nokta!”
Bu sözleri de, orası için CHP’den Milletvekili Mustafa Balbay demiş. “Akbaba Sarayı” demiş:
“Madem ülkenin babası sayıyorlar kendilerini, bence ‘Akbaba Sarayı’ demek daha uygun düşecek. ‘Akbaba Sarayı’nda hangi icraatlar pişecek dikkatle izleyeceğiz.”
İşte koskoca bir muhalefet vekilinin yapabildiği karşı siyaset. Gösterebildiği tepki. Kelime oyununa başvurarak sözde eleştiriyor orayı. Bu kadarını herkes yapar. Nerede sizin farkınız? “Akbaba Sarayı’nda hangi icraatlar pişecek dikkatle izleyeceğiz” demiş bir de. Açık bir boyun eğiş, kabulleniş…
Başkanınız, CHP’nin başı, koca karılar gibi dır dır eder… Yardım istenince de iktidar partisine yardıma koşar. Diğer muhalefet lideri, MHP’nin başkanı haftada bir kez konuşarak işi idare eder. Yeri geldiğinde de iktidarın hazır koltuk değneğidir. Bu durumda seçime gidecek ülkemiz. Başımızdaki iktidarla, dökülen, içi kurtlanmış, küflü, yosun tutmuş muhalefetle…
Neyi, neden, ne amaçla seçtirir gibi yapacaklarsa… Boşuna masraf, boşuna tantana…
Cumhuriyet gazetesi saklayamıyor, bölücülere destek verecek… Dertleri yalnızca çağdaşlık gibi gözüküyor… İrili ufaklı tüm gazeteler karınlarından iktidara bağlı olacaklar… Televizyonlar çoktan yoldan çıkmışlar. Al birini vur ötekine sözü onlara denmiş… İktidarın karşısında olanların en güvendikleri gazete Sözcü bile esen rüzgâra kapılıp Arap devleti Suriye’deki bir yeri Arapça veya oranın Türkçe Kuman adıyla değil olmayan uyduruk bir adla, PKK’nın kattığı adla anacak… Okuyucularını üzecek… Anlamı olmayan, İngilizceden bozma, Almanların o bölgede vaktiyle kurdukları şirketin adından, okunuşu “kompani”den kalıntıymış bu dedikleri ad. Sonra, şu günlerde başladı bile, en çok satan ikinci gazeteye yükselen Sözcü’nün dağıtımı aksayacak, çoğu satış yerinde bulunmayacak… Yeniçağ zaten çoğu yerde bulunmuyor. Bulunsa da ya bir ya da iki gazete, göstermelik… Yeni Mesaj az satıyor. Aydınlık elli binde kalmış… İyice belli, meydan, belgeli (tescilli) yıkıcılara, Arapçılara, ümmetçilere, vatan hainlerine kalacak…
Yine bir CHP’li vekil Bülent Tezcan, 17 Aralık yolsuzluk davalarının dosyasının kapatılmasına, göz önünde olanların, suçüstü edilenlerin, olan bitenin olmamış sayılmasına karşı, yalnızca şunları diyebilmiş: “Hangi namuslu vicdan”, diye söze başlamış, saymış yolsuzlukları, “masumiyetini izah edebilecek merak ediyorum.” diye de sözünü bitirmiş.
CHP’li Umut Oran, daha da pısırıkça konuşmuş. Davaya takipsizlik kararı veren savcılıkta umut arıyor:
“Savcı takip etmeyecekse, iş millete, vekiline düşüyor. Bakan oğlunun evindeki altı kasadan ne çıktı acaba?”
Anlaşıldı, bu konuşanların konuşmayanların hepsi orada vitrin süsü… Ülkemizin bu günleri için, özellikle aranmış, bulunmuş, oraya konmuşlar.
Sonra, bu muhalefetin parti başkanları, milletvekilleri milletten akıllı sanıyorlar kendilerini. Herkes aptal, bir onlar akıllı.
Kılıçdaroğlu ve ekibi, Bahçeli ve çevresi, yapılırken karşı çıkmadıkları bu sarayda oturması için Ekmelettin adında birini uygun görmüşlerdi unuttunuz mu? Bu Ekmel seçilirse cumhurbaşkanı olacak, seçilemezse diğeri başkan olacak… Bu saray ne olacak? diyene sen sus, fazla konuşma!” demişlerdi. Tatlı tatlı ninniler söylemişlerdi. Neden Ekmel? diye alt alta açıklamalar yazdırmışlardı…
Yıllarca bir plan program yapılacak Türkiye üzerinde; yönetim şeklimizi bozmadan da ülkemizi resmen bölemeyecekler. Bunun için önce başkanlık sarayı yaptıracaklar, hem de yer kalmamış, kentin yapıya açık bölümlerinde arazi kıtlığı varmış gibi, Ankara’da dümdüz edilecek yer bitmiş gibi, Atatürk’ün çiftliğinin üzerinde. Saray bitince, iş, işin duyurusuna kalacak. Yoksa bazıları neden gün saysın, ikinci cumhuriyete şu kadar gün kaldı diye durduk yerde? Hepsi bir kaynaktan değil mi bu algı değiştirmelerin? Beynimize yönelik oyunların? Terör örgütüyle devleti bir masaya oturtacaklar. Tenceredeki yemek pişmek üzere olacak. Bu durumda o sarayı, o kuracakları düzeni başka birine bırakırlar mıydı? Ekmel’in hiç seçilme şansı var mıydı? Buna inanıyor muydu Ekmel adındaki bilinmez kişiyi bulup aday yaptık diyenler?
Öyle olsaydı günlerdir kayıp aranıyor duyurularıyla, bu seçimin ertesi günü seçim yenilgisine, ”Çok mutluyum!” diyerek ortalıktan sır olan kişi aranır durunur muydu? Kandırılanların da bilmedikleri, kimin adamı olduğu tam anlaşılamayan, saf temiz milliyetçileri, ülkücüleri, Atatürkçüleri kandıran, kendine zoraki oy attıran kişi, sanki yer yarıldı da içine düştü!
Aksaray bitmiş. Ekmelettin ise kayıpmış…
Aksaray’da, adı yavaş yavaş her yerden silinen Atatürk Cumhuriyeti’nin kuruluş bayramı yani 29 Ekim Cumhuriyet bayramı kutlanacakmış, Türkiye Cumhurbaşkanı adıyla davetiyeler çoktan dağıtılmış. Sarayın adresi de, ağaçları kesilerek yapıların kurulduğu Atatürk Orman Çiftliği değilmiş. Atatürk’ün Türk ulusuna bıraktığı bu çiftliğin adı Ankara’nın belediye başkanı tarafından geçenlerde değiştirtilmiş. CHP- MHP bile ses çıkartmamış buna. Yenimahalle adıyla anılacakmış buralar. Davetiyeye de zaten “Beştepe” olarak geçmiş yerin adı.
Bugünlerde aklınıza bayramın kutlanacağı bu Aksaray da neyin nesidir diye aklınızı zorlayan sorular gelirse, gözden kaybedilen, yitip giden, kayıplara karışan, masallardaki bir varmış bir yokmuşla anılan Cumhurbaşkanlığı seçiminin büyük adayı bir ekmekçi Ekmelettin vardı, sahi ona ne oldu gibisinden düşündüren sorular aklınızı zorlarsa diye yazdım bu satırları. Bu soruların yanıtını kimse vermiyor şimdilik. Çocuk gibi oyalıyorlar ulusu, “A…Kuşa bak, A… Kuş uçtu!” diyorlar…
Yanıtını veren, verecek kimse yok sorduğumuz soruların. Aklımıza takılanların…
Bin odalı bu sarayın bin odasına kimler taşınacak? Ne yapılacak bin odada? Burası ne? Bu yapının mimarı kim? Kim, hangi yarışmayla burayı yapma hakkını kazandı? Ne zaman? Bu yapı neden yapıldı? Neden burada? Yapım kararını kim verdi? Nerelerde tartışıldı böyle bir yapının gerekliliği? Ne zaman? Nerede? Kimlerle? Neden?
TRT habercisinin bile burası için, detayları bir sır gibi saklanan bina demesinin anlamı nedir?
Buranın 2013 yılında “Yeni Başbakanlık Binası” diye tanıtılması neyin nesidir?
Ekmelettin İhsanoğlu adlı kişi kimdi? Neden birden doğdu? Neden iş bitince, hemen ertesi günü öldü yani yitti gitti ortalıktan! Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı olacak kadar önemli biri idiyse önemi birden nasıl yitti? Şimdi sormaz mısınız dincilere, bölücülere, Atatürk’ün yolundan sapmış sahte milliyetçilere, Atatürk’ün partisini ele geçirmiş düzenbazlara:
Kim okuyup üfledi? Ekmel”i siyasetten bir yerlere üfürükledi? Ne sihirdir ne keramet! Nereye savuştu başımıza talih kuşu gibi konan ekmek için Ekmel?
Bu soruları vatandaşın adına soran, yanıtını da bilen var mı?
Bildiğimiz bölücülerin her yana kök saldıkları, her taşın altından çıktıkları…
Kırk yıl öncenin Susuz Yaz’ı bile akıllarına geri geldi bölücü tayfasının. Klasik Türk filmlerinin arasına girememiş, yalnızca bir zamanlar yabancılardan bir ödül almış ama sevilmemiş, unutulup gitmiş eskimiş bir film hortlatıldı. Artistliği çoktan bitmiş, eleğini elemiş duvara dayamış açılımcı Hüyla’yı yüceltmek, ona, “ Aferin Koçyiğit, durma, açılıma saçılıma, ihanete destek ol, bu yolda devam et!” sen bize gereklisin demek için. Uzun ömründe başka bir başarıya imza atmamış, unutulmaz filmler çevirememiş, açılıma desteğiyle gözden düşmüş bir artist, önceki hafta Antalya Altın Portakal’da sahneye niye çıkarıldı, hiç yoktan niye ödül aldı sanıyorsunuz? Neden alkışlattırıldı durup dururken bu bayan?
Sıradan bir sürü ıvır zıvır isim, yazı yazmaktan aciz bir takım zavallılar neden bölücüleri aklıyorlar, Türkleri, Türk ulusunu yeriyorlar diye yurtdışından davetler alıyorlar, oralarda yazarmış gibi boy gösteriyorlar dersiniz? Frankfurt’ta geçen hafta boy göstereninin yaldızlarını kendi öyküsünü satır satır ele alarak son yazımda bir iyice döktüm ama asıl suç bunların peşinden gidenlerde… Okuduğunu anlayamayan kafası ele geçirilmiş şaşkınlarda…
Yolun sonuna gidiliyor…
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi yıllardır işgal altında, bölücülerce ele geçirilmiş. 2015 seçimlerine bölücü söylemlerle, bölücü bir belge eşliğinde gireceklermiş. Türkiye’nin Türk sözüne karşıymış bu acınacak, çanak yalayıcı yönetim kadrosu. Türkçe dışındaki anadillerde eğitime de çocuğun üstün yararı görüyorlarmış. Akıl fikir baştan gitmiş. Bilimsel gerçekler itilmiş. Devletlerin kendini koruma yasaları, Cumhuriyet ilkeleri yok sayılmış… Hainlikte yarışıyorlar. Devletin omurgası, beyni, yüreği, her şeyi olan dili, Türk Dili, Türkçemiz bu hainlerce yerle bir edilecek. İktidarın yorulmasına gerek kalmayacak…
Seçimler de erkene alınacakmış… Yüksek Seçim Kurulu harıl harıl çalışıyormuş…
İşte partilerimiz!
İşte vekillerimiz!
İşte karşınızda “Beyaz Saray” kopyası, iç yüzünü bilmediğimiz, kimin, niçin, neden yaptırdığı gizlenen Aksaray!
29 Ekim’e şunun şurasında ne kaldı? Zurnanın zırt diyeceği yere geldik…
Ağızlardaki bakla çıkacak. Takke düşecek kel görünecek...
Bundan önceki bayramda, 30 Ağustos’ta, sanatçı diye Çankaya Köşkü’ne çağrılanların arasında kırmadığı ceviz kalmayan, magazin dünyasının gülü, neyin sanatını yapıyorsa biz bilemiyoruz, bilen söylesin, Ece Erken bile varmış… Otel odalarında polislerce basılan bazı erkek türkücüler de oradaymışlar. Her türlü ahlaksızlığı yapanın, para için, çıkarı için her kılığa girip çıkanın, gücü gördü mü diz üstü çöküp kalanın adı bizde sanatçı oldu çoktan beridir… Buraya üç bin kişinin üstünde davetli kişi olduğuna göre kimbilir kaç yüzü bu tür sanatçılardan (!) olacak gidenlerin. Kaç yüzü yağdanlık yazar, kaç yüzü bir eli yağ fıçısında güçlü gördüğüne yağ sıvayan yanardöner…
Boşuna bunları kafanıza takmayın!
Oyalanmaya bakın, eğlenmeye bakın, gülün, kahkaha atın!
Gülben ilk kocaya ne demiş? Baş kesen, kadın doğrayan zengin oğlan gerçekten kendini mi öldürmüş, yoksa kaçırılmış mı? Acun yarışmacıya nasıl fırça çekmiş? Hangi dizi geçen hafta çok izlenmiş? Kim nereden, kaça villa almış? Hangi oyuncu kaça oynuyormuş, fiyatını nasıl yükseltmiş?..
Bölücüler, yobazlar her yanı sarmışsa ne olacak?
Düştü düşecek, düşmedi, düşecekti denerek dalga geçilen, ahalisi toptan sınırlarımızdan içeri göçen, yurdumuza dağıtılan, üstelik bir de kaçaklarına kimlik verilen, çirkin beton binaları göstermelik ikide bir yakılan “Kuman” kurtulmuş! Bugünkü gazeteler orada, “Bir destan yazıldı” diye bir de yalandan ağıt yakmışlar…
Siz keyfinize bakın! Bunları dert etmeyin!
Bilgiağında (internet) okudum, Sözcü gazetesine, bir haberin altına bozuk derme çatma bir yazıyla, şu anlama gelen bir yorum yazmışlar:
“1924’ten beri zulüm gören halk, Cumhuriyetin aydınlığında bunaltılan toplum, istediği karanlığa nihayet kavuşuyor, özlenen Osmanlıya geri dönülüyor, bulunmaz baskıcı uygulamalarla, benzeri olmayan yasalarla, ABD’nin de yardımı ve himmetiyle (kayırma) Atatürkçülerden kurtulacağız.”
Gazetelerde son haber: “Atatürk Orman Çiftliği’nde yaptırılan Cumhurbaşkanlığı Kampüsü, 29 Ekim Resepsiyonu’na yetiştirilecek. Cumhurbaşkanlığı forsu ve tabela kapılara takıldı. ”
Şu soruyu da sakın ha sakın sormaya kalkmayın. Yanıtını Bülent Arınç bile bilmiyor:
“Hani burası, başbakanlığın yeni binasıydı? Yapılırken, haberlerde, mahkemelerde adı böyleydi: “Yeni Başbakanlık Binası”. Birden Cumhurbaşkanlığı Kampüsü oluvermiş buranın adı, ne oldu? Hayrola?”
Takıntıyı bırakın!..
Siz olacağa bakın!
Feza Tiryaki, 22 Ekim 2014