TARAFGİRLİK (3)
Simon Weil’in belirleyici özelliği, kendi ‘tarafgirlik’i konusunda ‘ödünsüz’ olması yani denilebilirse ‘radikal’ olmasıdır.
Düşünsel kaynakları ise, Descartes’ten Kant ve Husserl gibi kendi çağdaşı olan akımlara değin Batı felsefesi ve Bagavad-Gîta gibi Hint kaynakları, Eski Yunan’dan Platon ve Mısır ve Çin kaynaklarına değin Doğu felsefesidir.
Rosa Luxemburg hayranı olan Simon Weil’i, Türkçe’ye çeviren Doğu-Batıcılar, Albert Camus’nün Weil için söylediği “günümüzün en büyük filozofu” sözünü “zamanımızın en büyük ruhu” olarak çevirmişler.
Bir kez daha ‘çeviri’nin ne kadar önemli olduğunu görmekteyiz.
Türkçe’de ileri geri kullanılan bir ‘zamanın ruhu’ (ZeitGeist) terimi vardır.
Zeitgeist zaten ‘büyük düşünce akımı’ demek. Oysa buna ‘en büyük ruh’ denirse, sanki Simon Weil’in ‘ruh’undan sözedilmektedir, ki ardından bir Fatiha okumak gerekecektir.
Oysa Simon Weil’de “l’Âme” şeklimizde gösterildiği üzere atmosfer ‘düzey’indedir ama psişe (Psyche) katmanında olmasına karşın, ‘Esprit’ atmosferi de aşan gökyüzünde (Ciel) entelijans ve entelekte karşılık gelmektedir.
Atmosfer katmanı tutku, öfke, kıskançlık gibi duyguların atmosferik olayları gibi dalgalı ve esintilidir, birbirlerinin hızlarını keser ya da belli bir yöne doğru yönlendirebilirler.
‘Ruh’ değil ama kızgınlık gibi bir ‘ruh hali’ olabilir ancak. Yani psişik.
‘Esprit’ katmanında ise artık bir ‘kesinlik’, bir durağanlık ve hatta bir ‘sonsuzluk’ vardır.
Bu aşamada artık ‘neyin ne olduğu’ anlaşılmış olmalıdır.
Ya da felsefe bir ‘bilgi edinmiş’ olma hali değil ama bu ‘ruh hali’ değişikliklerini ele almakla ilgilidir diyerek burada durabiliriz.
Kaldı ki, biz burada Simon Weil’in ‘felsefesi’ değil ama onun ‘tarafgir’ olma yönü üzerinde yoğunlaşıyor ve gerek filozof ve gerekse ‘bilim adamı’nın ‘angaje’ olup olmayacağını tartışıyoruz.
Simon Weil’deki bu ‘tarafgirlik’, öz olarak hocası olan Emile-Auguste Chartier yani kısaca Alain diye anılan laik, cumhuriyetçi bir filozoftan gelmektedir.
Alain, Simon Weil ile birlikte Raymond Aron, Georges Canguilhem, André Maurois ve Guillaume Guidnay gibi düşünürlerin de hocasıdır.
Dönem, daha önce sözünü ettiğimiz üzere Avusturya’da Viyana Okulu’nun doğduğu dönemdir.
SSCB’de Lenin sonrası ‘otoritarizm’in yeşermesi üzerine, sosyalizm karşıtlığının yanı sıra Avrupa Solu’nda bir ‘demokratik sosyalizm’ arayışının yaşandığı dönem.
İşte, belki de Alain’in öncülük ettiği bu ‘tarafgir aydın’ (intellectuel engagé) tutumu, bir yanda Faşizm ve Nazizm ve öte yanda ‘Proleter Diktatörlüğü’ yaşanırken, aydın ve entelektüellerin ‘bilimsellik’ten ödün vermeyen bir kararlılığı olarak ortaya çıkmıştı denilebilir.
Aynı dönemin Türk Aydınlanması’ndaki benzerliğe dikkat çekerek geçelim.
Ne var ki, daha sonra düşünürüne göre biçim ve içerik kazanacak olan bu ‘tarafgirlik’, doğal olarak kimi sapma ve aşırılıklara da varmayacak değildir.
Nitekim, kimi düşünürlerce, düşünce alanında ‘sistematik düşünme’ ya da bilim ve felsefedeki ‘bütünsel sistem’ yaklaşımına düşmanlık boyutuna vardırılacaktır.
Karl Popper’in ‘Açık Toplum ve Düşmanları’ diye Türkçe’ye çevrilen çalışma, adı üzerinde bir ‘düşmanlık’ın en açık ifadesi olup, Türkiye’de de ‘felsefî ve demokratik açılım’ın müjdecisi olmuştur denilebilir.
Alain gibi daha ‘ılımlılar’ ise, ‘evrensel gerçeğin sadece bireysel esprit’ tarafından yakalanabileceğini söyleyerek bir ‘radikal demokrasi’ projesi geliştirmeye çalışacaklardır.
Genel olarak entelektüellerin ve o arada ‘bilim adamları’nın yağmurdan kaçarken doluya tutuldukları söylenebilir.
Değil mi ki, o gün bu gündür şu düşünür ya da bu felsefenin ‘yeni’si, ‘neo’su’, ‘post’u, ‘post-post’u türemeye başlamıştır.
Bunlar arasında Simon Weil’in ölümünden sonraki çarpıtmaları dışında daha ‘nesnel’ bir yaklaşım sergilediği söylenebilir.
Marx’ta ‘üretim güçleri’nin olağanüstü gelişmesi tezini yanlışlar bir ‘argüman’ geliştirmesi kimi Marksistleri kızdırsa da, Marx’ın eleştiri-üstü olduğunu kim söyleyebilir?
Ki, bu konuya yeniden döneceğiz.
Şimdilik Simon Weil’in ‘entelektüel angajman’lığını biraz daha derinleştireceğimizi söyleyelim.
(Sürecek)