Tarih Tekerrürden İbaret / Oğuz KÖROĞLU

Tarih Tekerrürden İbaret / Oğuz KÖROĞLU

İletigönderen Başkomutan » Pzr Nis 24, 2011 2:09


Osmanlı’yı Galata bankerleri mi yıktı?
18.04.2011 Oğuz KÖROĞLU
yenimesaj.com.tr

Tarih, bir milletin hafızasıdır. Bir insanın sağlıklı düşünüp hareket edebilmesi için nasıl kuvvetli bir hafızaya ihtiyacı varsa, bir milletin de, varlığını ve hayatını koruyarak geleceğine yön verebilmesi için kuvvetli bir hafızaya, sağlam bir “tarih bilincine” sahip olması gerekir.

Tarih bilinci ne demek?

“Tarih bilinci” derken, sadece ezberden ve kuru bir bilgi birikiminden bahsetmiyoruz; geçmişte yaşanan acı veya tatlı, doğru veya yanlış tüm olay ve olgulardan ders alıp, hayatı her yönüyle analiz ederek; fert adına, millet adına, devlet adına, medeniyet adına, gelecek adına olumlu fikirler üretebilmek anlamında bir tarih bilincidir anlatmak istediğimiz...

Değerli okurlar, işte bu mantık ve düşünce ekseninde bir konuyu ele alacağız bu ayki İcmal yazımızda. Osmanlı’nın son dönemlerine götüreceğiz sizleri; şanlı tarihimizin ibret dolu sayfalarından birini daha aralayacağız ve Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkılışa götüren sebeplerden “Galata Bankerleri” ve “Düyûn–u Umumîye” dosyalarına mercek tutacağız.

Koca İmparatorluğun borç bataklığına nasıl sürüklendiğini okudukça, günümüzdeki benzer gelişmeleri daha net anlayacak; “borç alan, buyruk da alır” sözünden hareketle, borçlanılan güç odaklarının nasıl “siyasî esiri” hâline gelinebileceğine şahit olacak ve yazımızın sonunda, “Allah, akıbetimizi hayreylesin” demekten kendinizi alamayacaksınız.

Misyoner teşkilatının nihaî hedefi:

“Osmanlı’yı, Galata Bankerleri ve misyoner teşkilatı yıktı…” (“Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar ve Misyonerlik Faaliyetleri”, Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu, Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, s. 21–35, Türkiye–Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1996, (s. 15) Bu cümle, Doç. Dr. İlknur Polat Haydaroğlu’na ait… Osmanlı Devleti’ni parçalanma sürecine sokan “en önemli” ve “en temel” sebebin ne olduğunu kısa ve öz biçimde dile getiriyor Haydaroğlu. Misyonerlik, asıl konumuz değil ama, Osmanlı’nın özellikle son dönemdeki “çöküş tablosuyla” alakalı boyutuna değinerek başlamak istiyorum yazıma.

Tarih boyunca Hıristiyan âlemi, dünyayı kendi egemenliği altına almak için, dini, bir basamak olarak kullanmıştır. “Haçlı Seferleri”, “Şark Meselesi”, “Coğrafî Keşifler” adı altındaki sömürgecilik faaliyetleri, bu hakikatin yansımalarıdır. Bu çerçevede misyonerlik, bir ülkeyi ele geçirmek üzere yürütülen faaliyetlerdir. Misyonerlikte Hıristiyanlık unsuru ön plana çıkarılarak yapılan çalışmaların nihaî hedefi: “İktisadî çıkarlar”dır. Amerika’ya bu maksatla ayak basılmıştır.

Asya’ya, Afrika’ya hep bu maksatla gidilmiştir. Ve yine Ortadoğu–İslam coğrafyasında faaliyet gösteren özellikle İngilizler tarafından yetiştirilip gönderilen on binlerce misyonerin misyonu: Osmanlı’nın bu bölgedeki hâkimiyetine son vermek, toprağını ve halkını parçalayarak yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olmaktır.

“Dinî ve Millî Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler” isimli eserinde Prof. Dr. Haydar Baş bey, şu çarpıcı bilgileri kaydetmektedir:

Millî birliği bozmanın yolu dinî birliği çökertmek

“Yıllardır dünyanın en problemli bölgelerinden biri olma özelliğini sürdüren Ortadoğu’nun sorunlarının kökeni 200 yıl öncesine kadar iner. Meselenin temelinde başta İngiltere olmak üzere Batılı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki hesapları yatmaktadır. Bilhassa İngiltere, Osmanlı Devleti üzerinde çok girift hesapları olan bir devlettir. Bu maksada yönelik olarak İngiltere 17. Yüzyıl ortalarından itibaren Ortadoğu’ya çok sayıda ajan–misyoner göndermiştir. Bu misyonerlerin iki gayesi vardı: Birincisi, Osmanlı’yı yıkmak diğeri, Müslüman halkları Hıristiyanlaştırmak.

Misyoner–ajanlar bu gayeyi gerçekleştirmek için:

1. Merkezî otoriteyi tesis eden tasavvuf kurumunu,

2. İslam’ı ve Kur’an’ı tahrif edebilmek için Hadislerin kaynakları konusunda ihtilaf çıkararak Hadis müessesesini ve Peygamberin Sünnetini tahrife yöneldiler.
Nitekim 1710 yılında İngilizler tarafından ajan–misyoner olarak İstanbul’a gönderilen Ajan Humpher, Müslümanlar arasında, Renk , Kabile, Arazi, Dinî kavmiyetçilik akımlarını tutuşturmakla görevlendirilmiştir.

Zira Osmanlı’yı yok etmenin, yani millî birliğini bozmanın yolu dinî birliği ve din müessesesini çökertmekten geçmekteydi. Bunu gayet iyi bilen İngilizler, hedeflerini gerçekleştirmek için Osmanlı hâkimiyeti altındaki beldelere özellikle Ortadoğu ve başkent İstanbul’a binlerce ajan–misyoner gönderdiler. Bunların bazıları “Herbert”, “Humpher”, “Lawrance”, “İ. Goldziher”, “Ernest Renan”, “Gaitana”, “Rodinson”, “Louis Massignon”, “C. Snauch Hurgrange”, “Wayt”, “Francis E. P. Botta”… gibi meşhur misyonerlerdir”. Dinî ve Millî Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Yay., s.78–80)






Çöküşün ayak sesleri geliyor
19.04.2011 Oğuz KÖROĞLU
yenimesaj.com.tr

İngiliz Sömürgeler Bakanlığı’nın emri ile “Mısır”, “Irak”, “İran”, “Hicaz” ve “İstanbul”a ajan olarak gönderilen Humpher, hatıralarını bir kitapta derlemiştir. İngilizlerin kısaca “böl, yok et” şeklindeki düşüncelerini ihtiva eden bu kitaptan bazı maddeleri özetle ibret nazarlarınıza sunalım:

Müslümanlar cahil ve eğitimsiz bırakılmalı

– Sünnî ve Şii Müslümanlar arasında fitne çıkarmalı, mezhepsel ihtilafları körüklemeli, Müslümanların cehalet ve bilgisizliği sağlanmalı, her türlü eğitim ve öğretim merkezlerinin kurulması önlenmeli, tembelliği teşvik etmeli, çalışkanlığa mâni olmalıyız.

Eşkiyalık körüklenmeli

– Seyahat özgürlüğü ortadan kaldırılmalı, şehir merkezlerinde ve köylerde fitne arttırılmalı, kötüler ve kötülükler korunmalı, suçluların, fitnecilerin, silahlı soyguncuların cezalandırılmaları önlenmeli, yol kesiciliğe ve çapulculuğa teşvik edilmeli, bütün bunları yapan adamlara silah ve para dağıtılmalı.

Irkçılığı yayın

– Müslümanların ırkçı ve milliyetçi duyguları kamçılanmalı.

Haramlara teşvik

– İçki, kumar, fesat, domuz eti kullanmayı ve fuhşu yaymalı, Müslümanları İslam ahkâmını ayaklar altına alma, Allah’ın emrettiklerine ve nehyettiklerine uymama noktasında teşvik etmeliyiz.

Âlimlere iftira atın

– İslam âlimleri ile halk arasındaki karşılıklı saygı ve dostâne ilişkiler bozulmalıdır. Din âlimlerine iftira edilmeli, din âlimleri arasına Sömürgeler Bakanlığı memurlarını din âlimi kisvesi altında yerleştirmelidir.

Kiliseler açılmalı

– Yahudi, Hıristiyan ve diğer dinlerin takipçilerinin de Müslüman olduğu biçiminde fitneler uydurmalı, kilise yapılması için zemin oluşturmalıdır.

Mukaddes mekanları ziyaret engellenmeli

– Müslümanları ibadetlerinden alıkoymak ve şüphe uyandırmak gerekir. Haccı anlamsız göstererek, Müslümanları Mekke yolculuğundan alıkoymalı, İmamlar ve din büyüklerine türbeler yapımı, yeni cami ve medrese inşâsı her ne şekilde olursa olsun önlenmeli, mübarek ve mukaddes mekanların ziyaret edilmesi engellenmelidir.

Aileleri dağıtın

– Ailelere nüfuz edilerek aile içi ilişkiler sömürü kültürünün etkisinde bozulmaya çalışılmalıdır.

Gençleri zinaya teşvik edin

– Müslüman kadınların tesettürden vazgeçmeleri için olağanüstü bir çaba sarf etmeliyiz. Ajanlarımız gençleri gayr–i meşru ilişkilere teşvik etmeli ve bu şekilde İslam toplumlarında fesadı yaymalıdırlar.

Peygamber soyuna hürmeti kaldırın

– Peygamber soyundan gelen ailelere gösterilen saygı ve bağlılık ortadan kaldırılmalıdır. Bunu yapabilmek için bazı ajanları siyah veya yeşil sarık ile giyindirerek ‘Peygamber soyundandır’, diye tanıtmalıyız.

Hz. Hüseyin’i unutturun

– İmam Hüseyin’e mâtem tutulan merkezler veya medreseler harabeye çevrilmelidir.

Şüpheci fikirler

– Müslümanların zihinlerine, özgürce düşünme fikrini, niçin ve nedenleri yerleştirmeliyiz.

Kafaları bulandırın

– İslam’ın bir kabile dini olduğu vurgulanmalı, Müslümanların elinde bulunan Kur’an’ın gerçek Kur’an olup olmadığı yolunda şüpheler uyandırılmalıdır.

Hadislerden kopartın

– Özellikle Yahudi ve Hıristiyanların aleyhine olan ve iyiliği emredip kötülükten alıkoyan ayetler Müslümanların inancından silinmelidir. Diğer önemli bir konu da Hadis ve rivayetler hususunda şüphe uyandırmaktır... (Dinî ve Millî Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler… s.102–120).

***

Gelelim, Osmanlı İmparatorluğu’nu, Avrupalı devletlerin mali denetimi altına sokan ve yarı sömürge hâline getiren “borç tuzağına”…

Çöküşün ayak sesleri: Galata Bankerleri


İlk defa 1854 yılında Kırım Savaşı esnasında İngiltere ve Fransa’dan aldığı 3 milyon Sterlin ile “dış borç sarmalının” içine itilen Osmanlı Devleti, iç borçlanmayı da “Galata bankerleri” adıyla bilinen zengin gayr–i müslim para sahiplerinden yaparak “borç ve faiz bataklığına” saplanmıştır.

“Galata bankerleri”, İstanbul’un Galata semtinde bulunan “Komisyon Hanı” ve “Havyar Hanı” adı verilen iki ayrı handa faiz karşılığında para veren azınlıklar için kullanılan bir tabirdir. Düyûn–u Umumîye’nin kuruluşuna değin, özellikle Osmanlı Bankası’nın faaliyete geçişine kadar iktisat tarihimizde önemli yerleri olan Galata bankerleri çoğunlukla “sarraflık” (kuyumculuk) yapan zenginlerden oluşmaktaydı.

Son dönem Osmanlı bankerleri

İlk bankacılık işlemlerine de gayr–i müslimler girişmiş ve bu kesimin denetiminde yürütülmüştü. Loranda Tubini, Korpu, Baltazzi, Stefanoviç, Shilizzi, Negroponte, Coronio ve Alberti en tanınmış levanten bankerler olup; Kamondo, Fernandez gibi Yahudi; Ogenidi Mavrogordato, Zarifi, Zafiropulo ve Lasto gibi Rum; Köçeoğlu, Mısıroğlu gibi Ermeni bankerler özellikle son Osmanlı döneminde etkin faaliyet göstermişlerdir.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tarih Tekerrürden İbaret / Oğuz KÖROĞLU

İletigönderen Başkomutan » Pzr Nis 24, 2011 2:11

Osmanlı’yı soyan şapkalı beyler!
20.04.2011 Oğuz KÖROĞLU
yenimesaj.com.tr

Galata bankerleri tabakasını oluşturan azınlık gruplar, faizcilikle kendi sermayelerini sürekli büyütürken devleti ekonomik yönden ciddi sıkıntıya soktular. Diyebiliriz ki, Osmanlı Devleti’ni ekonomik yönden çökerten en önemli etken “dış borç” ve onun getirdiği “faiz yüküydü”

Prof. Dr. Haydar Kazgan, Galata bankerleri hakkında şu bilgileri bizimle paylaşır:

“1860’lardan itibaren Galata’daki Komisyon Hanı ve Havyar Hanı’nda finans imparatorlukları kurmuş olan Galata bankerleri, saraydan başlayıp, vezir, vükela, memur ve subaydan İmparatorluğun en uzak köşesindeki tahıl ya da meyve üreticisine, oduncusuna, kömürcüsüne ve her türlü esnafına kadar uzanan bir ağ kurmuş bulunuyorlardı.

Osmanlı’yı ekonomik yönden çökerten en önemli etken

Bunun yanı sıra devletin yabancı ülkelerden borç bulmasında da aracılık ediyor ve bu iş için komisyon alıyorlardı. Öyle ki, devletin milli geliri ve dışarıdan aldığı borçların önemli bir miktarı “borsa oyunları”, “tefecilik” ve “faizcilik” işlemleri ile bu bankerlere gidiyordu.

Galata bankerleri tabakasını oluşturan bu azınlık grup, faizcilikle kendi sermayelerini sürekli büyütürken devleti ekonomik yönden ciddi sıkıntıya soktular. Diyebiliriz ki, Osmanlı Devleti’ni ekonomik yönden çökerten en önemli etken “dış borç” ve onun getirdiği “faiz yüküydü”. Bu borçların getirdiği faiz yükünün yüksek olmasının en önemli sebebi ise Galata bankerleri’nin tefecilik oyunlarıydı… (Haydar Kazgan, Galata Bankerleri, Orion Kitabevi, Ankara, 2005, s. 45)

Galata borsasında oynanan kirli oyunlar

“Osmanlı Hükümeti 4 Şubat 1862 sirküleri ile İstanbul’daki yabancı ülke temsilciliklerine, Galata borsasını düzenleyen bir kanun teklifi göndermiştir. Böylece Galata borsasında oynanan kirli oyunlara bir son vermek isteniyordu. Anlaşıldığına göre, bu sirkülerin yaptığı etki sebebiyle Galata bankerleri, hemen aralarında toplanıp teşkilatlanarak yeni düzenlemeye hazırlıklı olmak istemişlerdi. Fakat Osmanlı, elinde bir kanun teklifi olduğu halde bunu yürürlüğe tam 10 yıl sonra koyabilecekti. Hükümetin bu düzenlemede geç kalması ve meydanı bankerlerin otokrasisine terk etmesi anlamlıdır! Zira, Hükümet tasarısını hazırlayanlar: A. Abraham, Teodor Baltazzi, Abraham Kamando gibi Yahudi bankerler olduğundan, Hükümet tasarısının yürürlüğe konmama sebebini de bu ünlü bankerlerin menfaatlerinde aramak gerekiyor.” (H. Kazgan, Galata Bankerleri, s. 41–42)

“Hazine–i Hassa” ve "Darphane sarraflığı" Ermenilerde

“Türkiye adeta memleketin zararı pahasına zenginleşmiş birkaç paşa ve elli altmış tefeci ve sarrafın çıkarlarını sağlamak için varlığını sürdürmekte idi… Spekülatif oyunlara halk da alışmıştı! Vekil, vükela ellerine geçen parayı sarraflar aracılığı ile oyunlara katılarak değerlendiriyordu. Bu işlerden en ziyanlı çıkan ise şüphesiz, Türk–İslam halkı oldu.” (H. Kazgan, Galata Bankerleri, s.7–9).

Borsa oyunlarına bulaşmayan yoktu

Padişah Abdülaziz’in annesi Pertevnihal Sultan’ın bile bu borsa oyunlarında birçok paralar batırdığı kaynaklarda zikredilmektedir. Abdülaziz’in istekleri karşısında tüm kapıları çalan Sadrazam Mahmut Nedim Paşa, kaybettiklerini almak için her türlü oyunlara başvurmuştu. Bu işe bulaşmayan kimse yoktu. Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa... Abdülaziz devrinde saray kadınlarının hepsinin mücevherleri, bu sarraf bankerlerin elinde rehin kalmıştır... ((H. Kazgan, Galata Bankerleri, s. 46).)

Osmanlı Devleti’nde sarayın, devlet erkanının, valilerin, beylerbeylerinin, kısaca yöneticilerin herbirinin maiyetinde zengin bir sarraf banker bulunur, bütün alacak/verecekleriyle bu sarraflar ilgilenirdi. Mültezimlerin de devlete peşin olarak ödeyecekleri iltizam için başvurdukları kaynak, yine bu sarraflardı. Sarraflar giderek devletin malî işlerini de yürütmeye başlamış, bir ölçüde devlet bankası işlevini de üstlenmişlerdi. Örneğin 3. Mustafa döneminden itibaren, “Hazine–ı Hassa” ve ”Darphane sarraflığı” Ermeni Duzoğulları’na verilmiş, 100 yılı aşkın bir süre bu ailenin elinde kalmıştı. 1842 yılında Irganyan, Uzun Artinoğlu, Gelgeloğlu, Bogos, Tıngıroğlu gibi tanınmış sarraflar Anadolu ve Rumeli kumpanyalarını kurmuş, devlet varidatını toplayıp devlet adına ödemede bulunmuşlardı. Gümrük gelirini ise yıllarca Cezairoğlu Mıgırdıç adında bir sarraf iltizam etmişti.

Öyle bir noktaya gelmişti ki ülkenin hâli, “Galata bankerleri, devleti iki koldan soyan şapkalı beyler olarak görülüyorlardı” (Vakit, 28 Mayıs 1881).

Ramazan kararnâmesi; ekonomik iflasın ilanı!

Osmanlı, 1854 Kırım Savaşı’ndan sonra ilk kez borçlanmaya başladı, demiştik. Bu tarihten itibaren 20 yıl boyunca çeşitli aralıklarla iç ve dış piyasalardan borçlanılmıştır
. Ancak bu kaynaklar verimli değerlendirilemediğinden dolayı borçların vadesi gelince ödeme sıkıntısı çekilmiş, zamanla anapara ve faizler ödenemez hale gelmiştir.

1859 yılında ilk dış borç alınmasının 5 yıl sonrasında İngiliz ve Fransız üyelerin de katılımı ile “Islahat–ı Maliye Komisyonu” kurulur. Bu komisyon, günümüzde olduğu gibi kamu harcamalarını kısma ve vergileri artırma üzerine yoğunlaşmıştı. 1863’te de Osmanlı Bankası kuruldu. Osmanlı’nın “Merkez Bankası” olarak işlev görmesi beklenen bankanın yetkileri içerisinde banknot basma maddesi de bulunuyordu. İsmi “Osmanlı” olan bu bankanın sahipleri ise elbette borç veren iki ülke Fransa ve İngiltere idi.




Osmanlı’da devlet içinde devlet!
21.04.2011 Oğuz KÖROĞLU
yenimesaj.com.tr

1882 yılında çalışmaya başlayan Düyun–u Umumiye, İmparatorluğun mali haklarını zedeleyen, hükümranlık haklarına gölge düşüren ve mali yapıyı tasarrufu altına alan uluslararası bir yönetim biçimiydi. Adeta, devlet içinde devletti...

Osmanlı’da en nihayetinde 1874–1875 yıllarında bütçe dengesi tamamen bozulmuş, gelirler borç faizlerini bile karşılayamaz olmuştu. Bunun neticesinde 30 Ekim 1875 tarihinde “Ramazan Kararnamesi” ile maliyenin iflası ve borçların ödenmesi ile ilgili bir plân ilan edilmiştir. Nisan 1876 tarihinden sonra ise borç geri ödemeleri tamamen durdurulmuştur…

Ve, Osmanlı maliyesi yabancıların kontrolünde…

1876–1881 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin borçların ödenmesiyle ilgili mali sistemi düzenleyici çalışma yapamaması sonrasında, alacaklı devletlerin ve bankerlerin yoğun baskı ve lobileri neticesinde çeşitli müzakereler yapılmıştır. Bankerler, alacaklarına karşılık 6 temel ürün konusunda ayrıcalık taleplerini Osmanlı’ya dayattılar. Bankerlere “Rüsûm–i Sitte” namıyla “İpek, damga, deniz ürünleri, tekel mamülleri, tuz ve tütün” konusunda imtiyazlar tanındı (22 Kasım 1879); devletin 10 yıllık en stratejik vergileri bu bankerlere bırakıldı. Rusûm–i sitte vergilerinin tamamı iç borca gidince bu kez, “borçlanma oyununun yabancı aktörleri” devreye girer. 20 Aralık 1881 (28 Muharrem 1299) tarihinde açıklanan “Muharrem Nizamnamesi” ile dış borçların ödenmesi için devletin iktisadi faaliyetlerinin yönetimi yabancıların kontrolüne verilmiştir…

Kararnameye göre, borçların ödenmesi adına, devletin tüm iktisadi faaliyetlerini yabancılar adına kontrol etmek amacıyla “Uluslararası Haciz İdaresi” (Düyûn–u Umumîye) kurulmuştur. Bu uygulama neticesinde Osmanlı Devleti, ekonomik olarak bağımsızlığını kaybetmiştir.

Düyûn–u Umûmîye: Devlet içinde devlet


1882 yılında çalışmaya başlayan Düyun–u Umumiye, İmparatorluğun mali haklarını zedeleyen, hükümranlık haklarına gölge düşüren ve mali yapıyı tasarrufu altına alan uluslararası bir yönetim biçimiydi. Adeta, devlet içinde devletti... Bu idare, kendi memurlarını dilediği gibi atama selahiyetini haiz idi. Nitekim, Düyun idaresi 5000 kişilik bir kadro oluşturdu. Bu sayı 1912 yılında 9000 kişiyi bulmuştur.

Konsey, başlangıçta yalnız kendisine ait vergileri toplarken, daha sonra bir takım sınai ve ticari yatırımlara da girmeye başladı. Böylece Osmanlı Devleti’nin ekonomik iflası ve yabancı egemenliğine geçişi daha da hızlanmış oldu.

Osmanlı’yı borçlanmaya alıştırdılar

Tipik bir gösterge olarak Osmanlı Devleti’nin mali denetimine ilişkin şu örneği verebiliriz: 1910–1912 yıllarında Osmanlı Maliye Nezareti’nde 5500 memur çalışırken, Düyûn–u Umumîye emrinde 9000 memur çalışmakta idi. Bütün devlet gelirlerinin % 31,5’i bu kuruluş tarafından tahsil edilmekte idi.
Düyun idaresine gelen gelirler, devletin zaten pek artmış olan bütçesinin durumunu daha da ağırlaştırmaktaydı. Düyûn–u Umumîye memurları “Devlet memuru” sayılmakta, devletten bağımsız oldukları halde emekli maaşı almaktaydılar. Hatta Düyun bünyesinde çalışan yabancılara dahi yine devlet hesabına emekli maaşı vermek için ayrıca bir sandık kurulmuştu. Bu durum, dünyanın hiçbir yerinde görülmemişti.

Osmanlı topraklarında ecnebi maden şirketleri

Düyun idaresinin kurulması son dönem Osmanlı tarihi için önemli bir dönüm noktası olarak telakki edilebilir. Bu idare Osmanlı gelirlerini devlet içinde devlet misali topluyor, hissedarlarına dağıtıyordu. Bu idare sayesinde verdiklerini geri alacaklarından emin olan Avrupalı sermaye çevreleri, Osmanlı Devleti’ni yeniden borçlanmaya özendirmeye, bunun için fırsatlar oluşturmaya başladılar. Bu idarenin kuruluşundan sonra Osmanlı ekonomisinin gittikçe genişleyen bir alanı yavaş yavaş yabancı denetimi altına girmiş ve bu Osmanlı hazinesini değil, yabancı vergi sahiplerini güçlendirmeye başlamıştır. Bu idarede çalışan binlerce personel, Osmanlı şehir ve köylerine yayılarak Paris, Londra ve Berlin’deki kupon sahipleri adına vergi toplamaktaydılar...

Islahat Fermanı maddeleri ile benzerlik

”Sosyal Devlet–Milli Devlet” adlı eserinde Prof. Dr. Haydar Baş, şu tespitlerde bulunur: “Osmanlı’nın, borç alması ile sadece vergilerine el konulmadı; borç veren sömürgeci güçler, Osmanlı’nın bütün idaresine karışmakta, onun parçalanmasına zemin hazırlayan yasaları tek tek ona aldırmakta idiler. İlk borç alındıktan 2 yıl sonra Ali Paşa hükümeti döneminde, İngiliz ve Fransızlarla beraber hazırlanan 1856 Islahat Fermanı maddeleri, yakından incelendiğinde, günümüzün Avrupa Birliği İlerleme Raporları ve IMF talimatları ile olan benzerliği dikkatleri çekecektir".
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24

Re: Tarih Tekerrürden İbaret / Oğuz KÖROĞLU

İletigönderen Başkomutan » Pzr Nis 24, 2011 2:13

BORÇ ALAN BUYRUK DA ALIR
22.04.2011 Oğuz KÖROĞLU
yenimesaj.com.tr

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı savaşlar ile değil, alınan borçlar ve akabinde verilen imtiyazlarla sağlanmıştır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu işgal eden devletler, hatırlarsanız alacaklarını gerekçe göstermişlerdi

”Sosyal Devlet–Milli Devlet” adlı eserinde Prof. Dr. Haydar Baş beyin; Osmanlı’nın borç alması ile sadece vergilerine el konulmadığı; borç veren sömürgeci güçlerin, Osmanlı’nın bütün idaresine karışıp, onun parçalanmasına zemin hazırlayan yasaları tek tek ona aldırdığı görüşlerine yer vermiştik. Devam edelim; Sn. Baş şu tespitlerde bulunuyor:

Süreç, "Islahat Fermanı"yla başlıyor

"İlk borç alındıktan 2 yıl sonra Ali Paşa hükümeti döneminde, İngiliz ve Fransızlarla beraber hazırlanan 1856 Islahat Fermanı maddeleri, yakından incelendiğinde, günümüzün Avrupa Birliği İlerleme Raporları ve IMF talimatları ile olan benzerliği dikkatleri çekecektir.

Bu fermana göre;

* Yabancılar mülk edinme hakkı ediniyor,

* Azınlık okullarının açılmasına ruhsat çıkıyor,

* Patrikhanede alınan karaların Bâbîali tarafından onaylanması sağlanıyor

* Azınlıklar için farklı mahkemeler oluşturuluyordu.


***
Azınlıklara verilen her türlü imtiyazla birlikte çok kısa süre içerisinde Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisi azınlıkların kontrolüne geçmiştir. Genel anlamda, Osmanlı’nın yeraltı kaynaklarının talan edilmesi de 1854 yılında alınan ilk borçla birlikte başlamıştır.

Ecnebi maden şirketleri Osmanlı topraklarına üşüştüler

1856 yılında yapımına başlanılan “Aydın Demiryolu Projesi” ile, demiryolunun 45 km. çevresinde bulunan bütün madenlerin işletim hakkı, çok cüzi ücretlerle İngiliz firmalarına devredilmiştir. Birçok ecnebi maden şirketi Osmanlı topraklarına üşüşmüşlerdir:

a– Abotts Emmry Mines Ltd,

b– Edward Hadkinson Maden Şirketi,

c– P. G. Barf ve Şükerası Altın Şirketi,

d– Peterson Ve Şürekası Krom Madeni,

e– Edward Hadkinson Gümüş Madeni,

f– Mr. Wilson Demir Madeni,

g– J. Whittal Civa Madeni,

h– Alfred Charnaud Mermer Ocağı,

i– Whittal Ve Şürekası Kalemin ve Krom Madeni,

j– Issigonis Demir İşletmesi,

k– Rio Tinto Bor Madenleri…


Osmanlı’yı yıkan, faktör: Borçlanma ve imtiyazlar

1882 yılından 1922 yılına kadar yabancılara sadece krom ile ilgili 35 adet imtiyaz verilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir: Jon Peterson, Chalton Venil, Dimitraki Meziki vb...

Yine “Bağdat Demiryolu Projesinin” yapımını üstlenen Bağdat Demiryolu Şirketi’ne, demiryolunun etrafında 20 kilometrelik hat içerisindeki madenlerin imtiyaz hakkı verilmiştir.

Bu örnekler çoğaltabilir; ancak temel gerçek olan şu: Osmanlı Devleti-’nin yıkılışı savaşlar ile değil, alınan borçlar ve akabinde verilen imtiyazlarla sağlanmıştır.

ABD, küresel bir imparatorluk peşinde

I. Dünya savaşından sonra Anadolu’yu işgal eden devletler, alacaklarını gerekçe göstermişlerdir. Dünün birçok sömürgeci devletinin yerini, bugün dünya krallığı hayali ile bütün dünyayı kana bulayan ABD almıştır.




TARİH TEKERRÜRDEN İBARET
23.04.2011 Oğuz KÖROĞLU
yenimesaj.com.tr

Borçlandırılan devletlerin nasıl sömürüldüğünü Prof. Dr. Haydar Baş beyden dinlemeye devam edelim:

CIA destekli krizler, darbeler, kazalar ve nihayetinde "işgal"

"Hızla global bir köye dönüşen dünyamızda, küresel bir imparatorluk peşinde olan ABD, devletleri ele geçirme yolu olarak bugün uluslararası şirketleri kullanmaktadır.

Ekonomik olarak kendine bağımlı hale getirdiği ülkelerden, verdiği borçların karşılığında para değil, “yeraltı kaynaklarının kullanım hakkı, topraklarının ABD üssü haline getirilmesi vs…
” gibi siyasi talepler istemektedir.

Şirketler aracılığıyla bu taleplere boyun eğmeyen ülkeleri ise, ikinci adımda CIA destekli krizler, darbeler veya devlet başkanlarının kazalarda ölümü beklemektedir. Yine de istenilen netice alınamazsa, artık “işgal” ederek, ülkelerin kaynaklarının zorla ele geçirilmesi söz konusudur” (Prof. Dr. Haydar Baş, Sosyal Devlet Milli Devlet, İcmal Yay. İstanbul, s.73–75)

“Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları”

“MAİN Şirketi” eski Şeflerinden John Perkins, “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı kitabının “Önsöz”ünde çarpıcı bilgiler veriyor:


“Biz ekonomik tetikçiler, küresel imparatorluğun yaratılmasında gerçekten sorumlu olanlarız. Ve birçok farklı şekillerde çalışırız. Belki de en sık kullanılanı, öncelikle şirketlerimize uygun kaynakları olan ülkeleri bulur ve gözümüzü üstlerine dikeriz (petrol gibi). Ardından Dünya Bankası veya onun kardeşi başka bir organizasyondan o ülkeye büyük bir kredi ayarlarız.

"Ülkenizde üs kurmamıza izin verin"

Fakat para asla gerçekte o ülkeye gitmez. Ülke yerine o ülkede projeler yapan kendi şirketlerimize gider. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar. Bizim şirketlere ilaveten o ülkedeki birkaç insanın kâr sağlayacağı şeyler. Bunlar toplumun çoğunluğuna yaramaz. Yine de o insanlar, yani bütün ülke, bu borcun altına sokulur. Bu borç, ödeyemeyecekleri kadar büyüktür ve bu da planın bir parçasıdır. Ve geri ödeyemezler.

Ardından, biz ekonomik tetikçiler onlara deriz ki:

’Dinleyin! Bize bir sürü borcunuz var. Borcu ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü petrol şirketlerimiz için oldukça ucuza satın. Ülkenizde askeri üs kurmamıza izin verin..." veya askerlerimizi desteklemek için dünyanın bir yerlerine asker gönderin –Irak veya Afganistan gibi–. Veya, bir sonraki Birleşmiş Milletler seçiminde bizimle beraber oy verin’.

Elektrik şirketlerini özelleştiririz. Sularını ve kanalizasyon sistemlerini özelleştiririz ve ABD şirketleri veya diğer çok uluslu şirketlere satarız. Bu, mantar gibi biten bir şey. Ve çok tipik. IMF ve Dünya Bankası bu şekilde çalışır.

"Bu ikili, üçlü, dörtlü bir darbedir"

Ülkeyi borca sokarlar ve bu öyle büyük bir borçtur ki, ödenemez. Ardından yeniden borç teklif edersiniz ve daha fazla faiz öderler. Koşullara bağlı ve iyi bir yönetim talep edersiniz. Aslında bu onların kaynaklarını satmalarını sağlar. Buna sosyal hizmetleri, teknik şirketleri, bazen eğitim şirketleri de dahildir. Adli sistemlerini, sigorta şirketlerini yabancı şirketlere satarız. Bu ikili, üçlü, dörtlü bir darbedir!”
(John Perkins, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları–Confessions of an Economic Hit Man, April Yay. Ankara, 2005).

Hedef aynı, değişen sadece isimler…

Galata Bankerleri…

Düyûn–u Umumiye…

Misyonerlik…

Osmanlı Devleti’ni yutan şeytan üçgeni.

“Dün” ve “bugün” ne kadar da birbirine benziyor değil mi, kıymetli okurlar?

Yakın geçmişte “Şark Meselesi” adı altında ideolojik ve etnik hücumlara maruz kalan Türkiye coğrafyası, bugün “Büyük Ortadoğu Projesi’nin” hedefinde ve merkezinde bulunuyor.

Geçmişteki “Düyun–u Umumiye” ve “Galata Bankerleri”nin yerini bugün “Dünya Bankası” ve “IMF” gibi global oluşumlar almıştır.

Misyonerlik faaliyetleri günümüzde farklı bir boyut kazanmış, “Dinlerarası Diyalog”, “Medeniyetler İttifakı”, “Ilımlı İslam”, “İbrahimî Dinler” gibi projelerle, dinî ve millî bütünlüğümüz baltalanıyor…

Hedef aynı, yöntem aynı, muhatap aynı, zihniyet aynı, coğrafya aynı, roller aynı…

Değişen sadece isimler…

***
“Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

‘Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”


(Mehmet Akif Ersoy)

-SON-
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler!

Eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur
Sakın kurtarıcı bekleme‚ yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım

Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni alem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır

Beni hatırlayınız
Kullanıcı küçük betizi
Başkomutan
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 2297
Kayıt: Pzt Eki 12, 2009 23:24


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 6 konuk

x