Tarihimizle yüzleşiyoruz!
Gelin sizlerle, tam 45 yıl önceki Meclis tutanaklarından bir konuşmayı izleyelim (o günlerde. Türkiye Büyük Meclisi değil, Millet Meclisi olarak tanımlanıyordu nedense). Siz karar verin bu konuşmanın günümüzü ne kadar yansıttığına, ülkemiz siyasetinin 45 yılda ne kadar yol aldığına ve şimdi nerelere geldiğimize...
Ben, dikkatimi çeken yerleri kalın harflerle belirledim; gerekli güncellemeleri yaptım, o günün iyi niyetli beklentilerini, bugün hayal bile edilemeyecek şeyleri de (!) ile işaretledim.
Benim gibi 70’ini geçmiş kişilere, her şeyi yeniden, yalnız isim değişikliği ile aynen tekrar yaşıyormuşuz gibi geliyor; “tarih tekrardır” sözü bizim için söylenmiş olmalı. Son on yılda yaşananların hemen hepsi sanki 45 yıl önce falımıza bakılarak söylenmiş. Yahut ta biz millet olarak çok tutarlıyız, dün ne isek bugün de oyuz diyebiliriz.
Haydi, başlayalım tarihimizle yüzleşmeye…
Geri kalmış ülkelerde, büyük toprak sahipleriyle büyük tüccarlar, bankerler ve montaj sanayicileri, hâkim sınıf durumundadırlar. Bunlar çıkarlarıyla milletlerarası kapitalizme bağlıdırlar. Emperyalizmin aracısı ve ortaklarıdırlar. Ve genellikle emekçiler politik bir güç olarak ya hiç örgütlenmemiştir bu geri ülkelerde, ya da örgütleri zayıftır. Bundan dolayı demokrasi varsa sadece şekilden ibarettir. Fakat buna karşılık sömürü içerden ve dışardan olduğu için, katmerlidir ve millî bağımsızlık fikri son derece canlıdır.
Halk uyanmaya ve demokratik haklarına sahip çıkmaya başladı mı, geri kalmış ülkelerin, emperyalizmin desteği ile ayakta duran kültürsüz, çıkarcı ve bencil burjuvazisi ile toprak ağaları, şeklî demokrasiyi bile imtiyazlı durumları için tehlikeli bulurlar. Hele dış borçlanmalar yetersiz olduğu ve ekonomik ve malî zorlukların baş gösterdiği dönemlerde, demokrasiyi büsbütün tatil edip faşizmi kurmaya heveslenirler. Bu iş için yabancı dost ve ortaklarının, yani emperyalizmin askerî desteğini de isterler. Emperyalist kuvvetler, ittifaklar ve anlaşmalarla zaten yurtta üslenmiş bulunuyorsa, bunlar davete lüzum kalmadan yardımlarını esirgemezler. Hatta millî kurtuluş ve sosyalizm akımı güçlenmeye başlayınca, emperyalistler İçerdeki adamlarını, ortaklarını harekete iterler: Komünizm umacısı canlandırılır; dış tehlikeden söz açılır; demokratik hakların kullanılışı, hürriyet rejimini içerden yıkma teşebbüsleri olarak nitelendirilir ve besleme dernekler, gazeteler, dergiler aracılığıyla iftiralar, yalanlar, suçlamalar, taşlı, sopalı saldırılar, suikastlar başlar. Hükümet tertiplere girişir: Düzme beyannameler, silâh depoları bile keşfolunur. İşçiler grev mi yapıyor; bastırmak için asker gönderilir ve grevi gizli komünist ajanlarının kışkırttığı ilân olunur. Gençlik örgütlerine ajan sokularak gençler birbirine düşürülür ve olaylar komünistlerin işi olarak gösterilir. Öğretmenler komünistlikle suçlanır; namuslu sendikacılar keza komünist olarak ilân edilir. Kim ki, emperyalizmin boyunduruğuna karşıdır; kim ki, üslerin temizlenmesini ister; kim ki, ne şu devletin, ne bu devletin uydusu olmayalım, bağımsız yaşayalım der; kim ki, toprak reformu yapılsın, sömürgeye son verilsin, Anayasa eksiksiz tastamam uygulansın diye, yazar, çizer, söyler; hepsi de komünistlikle suçlanır. Yürürlükteki Faşist kanunlar az gelir; yeni yeni terör kanunları hazırlanır.
Halktan, emekten yana bir parti varsa kapatılması yoluna gidilir. Militanlar, sendikacılar, yazarlar, karikatürcüler, hatta 15 yaşındaki çocuklar tevkif edilir. Bu işe en uçtakilerden başlanır. Ve en uçtakiler yok edildikten sonra, sıra geride kalan en uçtakilere gelir. Tabiî bütün bunların, vatanı komünizmden korumak; demokrasiyi, hürriyetleri kurtarmak için yapıldığı söylenir.
Ve bu işler enerjik bir yönetim istediğinden, çoğu zaman emperyalistlerle işbirliği eden bir komutan, bir subay hükümeti ele alır. Güney Vietnam'da faşizm aynen bu anlattığımız şekilde kurulmuştur.
…
Anayasa çizgisinin gerisinde Hükümet etmenin de elbet bir sınırı vardır. Ve bu sınırın, derinleşen buhranla, Demirel RTE Hükümetine manevra imkânı bırakmadığı nihayet bizzat Başbakan tarafından anlaşılmış olmalıdır ki, Hükümet yeni terör kanunları hazırlatıyor.
…
Hazırladıkları “terör” kanunlarını Meclisten geçirebileceklerini biran için düşünsek bile, bunlar Anayasa Mahkemesi tarafından mutlaka iptal edilecektir (!). Anayasa Mahkemesinde namuslu, bilgili yargıçlar var (!). Anayasayı Amerika'nın nüfuzunu korumak hürriyeti ve vurgunculara kazanç hürriyeti şeklinde yorumlamaya asla yanaşmayacak, yargıçlardır bunlar (!). Ama olacak şey değil ya, biran için olduğunu farz etsek ve bu terör kanunlarının iptal edilmediğini düşünsek, bu takdirde bile amaçlarına ulaşamayacaklardır. Çünkü yargıçlar, savcılar ve zabıta memurları “terör” kanunlarını vicdanlarınca yorumlayarak, Hükümetteki bayların istediği şekilde uygulamayacaklardır (!).
Anayasanın fiilen tatili demek olan bu kanunları hazırlayanlarda, olayları görme ve değerlendirme yeteneği, acaba hiç hiç mi kalmamıştır? Cidden merak ediyorum.
…
Sayın milletvekilleri, demek ki, Türkiye hükümetlerin mutlaka uymaları icap eden birtakım kurallar vardır. Türkiye Cumhuriyetinde her halde hükümetler «sandıktan çıktık» gerekçesiyle diledikleri politikayı izlemekte serbest değillerdir. Cumhuriyet hükümetleri millî mücadele ruhuna sadık kalacaklardır (!). Millî bağımsızlığımızı, egemenlik inaklarımızı sınırlayıcı anlaşmalar imzalamayacaklar; .bu sonucu doğuracak ittifaklara girmeyeceklerdir. Halktan, emekten yana olacaklardır; “iktisaden zayıf olan kişileri, bilhassa işleri bakımından başkalarına tabi olan işçi ve müstahdemleri, her türlü dar gelirlileri ve yoksul kimseleri”, himaye edeceklerdir (!).
…
Önce şu noktayı belirteyim: Adalet Partisi AKP emekçi halk yığınlarının oylarını almasına rağmen, büyük toprak sahiplerinin, büyük sermayedarların çıkarlarına hizmet eden bir partidir.
Anayasa çizgisinin gerisine düşmesinin asıl nedeni budur. Demirel RTE Hükümeti millî tarihimizle, 27 Mayıs Anayasa’sıyla Anayasamız ile intibaksızlık halindedir. Bu durum Adalet Partisini AKP’yi, partizan bir yönetime ve giderek faşizme itelemektedir.
Partizanlık gayretleri bütün Devlet dairelerinde, sendikalarda, öğrenci derneklerinde, öğretmenler topluluğunda, esnaf derneklerinde kendisini şiddetle hissettirmektedir.
Halk çocuklarının bilinçlenmesini önlemek için Millî Eğitim Bakanlığı sistemli şekilde çalışmaktadır. Bakanlığın kilit noktalarına Atatürk düşmanlığı, devrim düşmanlığı ile tanınmış kimseler getirilmiştir. Bunlar öğretmenleri kendi tutucu ve çağ dışı zihniyetlerine göre derecelendirmektedir.
Atatürkçü devrimci, toplumcu öğretmenler, komünistlikle suçlanarak, ya Bakanlık emrine alınmakta, ya başka ödevlere nakledilmekte, ya da istifaya zorlanmaktadırlar. Türkiye Öğretmenler. Sendikası yönetici ve üyelerine sistemli şekilde baskı yapılmaktadır. Bu kuruluşun başına yeni seçilen bir öğretmen, Ankara'daki ödevinden alınarak Elâzığ'ın uzak bir köyüne atamıştır.
Millî Eğitim Bakanı, bu hukuk dışı işlemin nedenlerini açıklayabilir mi? Millî Eğitim Bakanlığı ırkçı, mukaddesatçı ve her türlü gerici ve tutucu yayınların âdeta dağıtım merkezi haline gelmiştir. Bu gibi yayınlar okullara, öğretmenlere gönderilmekte ve bunların okunması ve okutulması için okul yönetim kurulları, öğretmenler üzerine baskı yapılmakladır.
Devlet Tiyatrosunun oynayacağı eserler, çağdaş medeniyet zihniyetiyle çelişen bir şekilde sansür edilmektedir.
Öğrenci dernekleri, gençlik ve fikir kulüpleri, arasında ayrım yapılmakta, faşist komanda çömezlerinin yuvalandığı kuruluşlar Devlet Hazinesinden beslenmektedir.
Özerk kuruluşlar olması gereken TRT ve Anadolu Ajansı gibi kuruluşlar da, tarafsızlıktan ayrılmaları, Hükümetin propaganda organları haline gelmeleri için baskı yapılmaktadır.
Sayın milletvekilleri,
Yurdun Doğusu ile Batısı arasındaki farkı hızla azaltmak için gerekli gayret gösterilmiyor. Doğulu vatandaşa Anayasanın: “Herkes dil, irk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşittir,” diyen 12nci 10uncu maddesi uyarınca muamele edilmiyor. Keza alevi vatandaşlarımızı huzura kavuşturacak tedbirler alınmıyor: Diyanet İşleri Başkanlığında Alevilere temsil hakkı tanınmıyor.
…
Tekrar ediyorum. Bütün bu işler millî birliğimizin ve toprak bütünlüğümüzün korunması bakımından son derece ters sonuçlar verebilecek kısa görüşlü bir politikadır. Bu topraklar üzerinde yaşayan ve Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan herkese eşit muamele edilmelidir.
…
Sayın milletvekilleri, Demirel RTE Hükümeti, her işi ters yürütmekte âdeta kararlı görünüyor. Her vesileyle anarşistlikten, komünistlikten söz açan, Anayasa haklarının kullanılışını anarşistlik olarak nitelendiren Hükümet, izlediği bölücü ve partizan politikasıyla, bizzat kendisi anarşik bir ortam yaratmıştır.
…
Demirel Hükümetinin bu politikası akla ister istemez 5 Mart 1959 tarihli ikili anlaşmayı getiriyor. Başbakan ve Dışişleri Bakanının böyle bir anlaşmanın varlığından haberdar olmadıklarını defalarca tekrarlamış olmaları da şüphe ve endişelerimizi arttırıyor. Başbakana ve Dışişleri Bakanına sözünü ettiğimiz ikili anlaşmanın düstur 3ncü tertip, cilt 41, sayfa 1025 te yayınlanmış olduğunu haber verelim. Bu anlaşmanın başlangıç kısmında Amerika'nın Türkiye'yi doğrudan veya dolaylı saldırılara karşı koruyacağı ifade edildikten sonra, 1nci maddede: Bir saldırı olunca -bu saldırı dolaylı da olabilir Amerikan Hükümetinin Türk Hükümetinin çağrısı üzerine, Silahlı Kuvvetlerin kullanılması dâhil bütün gücüyle, Türkiye'ye yardım edeceği bildirilmektedir. Dolaylı saldırı terimi, devletler hukukunda, içerde baş gösteren yıkıcı faaliyetler karşılığı olarak kullanılmaktadır. Faaliyetlerin yıkıcı olup olmadığına ise, Hükümet karar verir. Görülüyor ki, sözü geçen anlaşmanın bu hükmü, bir yabancı devletin içişlerimize karışması imkânını sağladığı için, millî varlığımız bakımından son derece tehlikelidir.
Terör kanunları çıkarmaya hazırlanan Demirel RTE Hükümetinin, başı darda kalınca bu anlaşmaya sarılmayacağından; hele Amerikan aleyhtarı akımların daha da gelişmesi karşısında, Amerikan'ın Hükümeti bu yola sürüklemeye kalkışmayacağından emin değiliz. Dünyanın her yerinde Amerika askeri müdahalelerini buna benzer anlaşmaların gölgesinde yapmıştır. Bu anlaşmanın millî savunmamız bakımından her hangi bir önemi bulunduğu da ileri sürülemez. Amerika’sız kendimizi savunamayacağımız kanısında olanların elinde NATO ve CENTO ittifakları vardır. Amerika'ya içişlerimize karışmak yetkisi tanıyan 5 Mart 1959 tarihli ikili Anlaşmanın derhal feshini isteriz.
Bu vesileyle Amerikan Büyükelçisinin bütçe tartışmaları başladığı sırada yaptığı konuşmayı egemen devletler arasında cari olan kurallara aykırı ve içişlerimize açık bir müdahale saymaktayız. Egemen bir devlet nezdindeki elçiler o devletin içişleriyle ilgili demeç veremezler. Oysa Mister Hart Ricciardone, Jr. Türkiye'nin kapitalist yoldan kalkınma gayretlerini övmüş ve garip bir tesadüfle, A. P. sözcüsünün, Doğu blokunda da kapitalist metotlara dönülmekte olduğu hakkındaki görüşüne paralel sözler sarf etmiştir.
Türkiye'de Demirel RTE Hükümetinin izlediği kapitalist yönetime karşı olan partiler, kuruluşlar ve kişiler vardır. Bütçe münasebetiyle Hükümetin iktisadi ve malî politikası Büyük Mecliste tartışılırken Amerikan elçisinin bu konudaki beyanlarını, Devletler hukukuna aykırı bir davranış ve İçişlerimize müdahale sayıyoruz.
Sayın milletvekilleri, Amerika ile imzalanmış ikili anlaşmalar, millî güvenliğimizi tehdit eden, egemenlik haklarımıza karşı duran nitelikleriyle hâlâ yürürlükte duruyor. Türkiye İşçi Partisinin inkâr edilemeyecek hukukî delillere, olaylara dayanan açıklamaları karşısında, önce “Yok öyle şey! Yalan!” diye bağırarak tepki göstermiş olan Demirel Hükümeti, nihayet bu anlaşmaların bağımsızlığımız, millî menfaattarımızla bağdaşmayan hükümlerinin değiştirilmesi için Amerikan Hükümetine başvurduğunu açıklamak zorunda kalmıştır. Aradan hemen bir kırkaltı yıla yakın bir zaman geçtiği halde Amerika ile bu konuda müzakereler başlayıp başlamadığı, başlamışsa bugüne kadar ne sonuç alındığı hakkında bir fikrimiz yoktur.
Bunun gibi Kıbrıs meselesinde artan endişelere yol açmaktadır. Batı basını, bundan kısa bir süre önce Makarios'un bir demecine yer vermiştir. Atina'daki toplantıdan dönen Makarios, Kıbrıs meselesinin Atlantik camiası içinde bir çözüme ulaştırılmasına karşı olmadığını ilk defa ifade etmiştir. Yunanistan'a bağlanacak bir Kıbrıs'ta, Türk Silahlı Kuvvetlerinin işgalinde NATO üsleri kurulabileceğini söylemiştir. Demirel Hükümeti böyle bir çözümü geçerli bulmakta mıdır? Büyük bir gizlilik içinde yürütülen ikili konuşmalarda, dolaylı olarak Enosis'in kabulü anlamına gelen, böyle bir çözüm üzerinde durulmuş olması ihtimalinden ciddî endişeler duymaktayız.
Dışişlerine ilişkin görüşlerimizi sunarken, Hükümetin Güney Vietnam'a Afganistan’a bir Türk askerî heyeti göndermek hususundaki kararının tehlikelerine ve isabetsizliğine, Yüce Meclisin dikkatini çekmek isteriz.
Malî sıkıntı içinde bulunan Demirel RTE Hükümetinin, Amerika’dan sağlanacak kredi ve yardım karşılığında, Vietnam'daki Afganistan’daki müşahitler heyetinin kadrosunu genişletmeye yanaşması ve Türkiye'yi, tarihin yazdığı ilk millî kurtuluş savaşını yapmış olan bu milletin evlâtlarını, kurtuluşları için savaşan Vietnamlılara Afganlara karşı Amerikan emperyalizmi emrinde savaşa sokması, ihmal edilemeyecek bir ihtimal olarak belirmektedir. Her ne kadar basında gidecek heyetin asla savaşa katılmayacağı, sadece gerilla savaşının nasıl yapıldığını izleyeceği yazılmışsa da, asıl maksadın hiç değilse Amerika'nın bu işte güttüğü asıl maksadın bu olduğundan şüphe ettirecek sebepler vardır. Bir kere gerilla sayası Amerikan karargâhlarından nasıl izlenecektir? Gerilla savaşını Amerikalılar yapmıyor ki; İkincisi, öteden beri bilindiği üzere Amerika müttefiklerinin Vietnam'da Afganistan’da kendisine yardım etmelerini istemektedir. Bir heyet gönderilmesinin bu yolda bir ilk adım olmayacağını, ileride heyetin genişletilip daha aktif bir role sokulmayacağını, bir askerî birlik haline getirilmeyeceğini kim temin eder? Bu mülâhazalarla, Türkiye İşçi Partisi son derece tehlikeli gelişmelere yol açabilecek olan bu kararın kesinlikle karşısındadır.
Sayın milletvekilleri, oturduğu koltuğun sorumluluğunu idrakten âciz bir kişi, bizler için. “Moskova'dan emir alırlar” demiştir. Bu sözleri sahibinin yüzüne bir tokat gibi çarparım. (Gürültüler).
Türkiye İşçi Partisinin yöneticileri kimseden emir alacak tıynette olmadıklarını, ömürleri boyunca ispat etmişlerdir. Ama kamuoyunun, daha dün denecek kadar kısa bir zamandan beri tanımaya çalıştığı bazı kişiler hakkında, aynı hüküm verilemez. Kârü kisp (kazanma derdi) peşinde olanların neyi, ne zaman, kime satacakları belli olmaz. (A. P. Sıralarından “ne demek bu?” sözleri, sıra kapaklarını vurmalar) (T. I. P. sıralarından “Başkan, niye müdahale etmiyorsun?” sesleri)
…
Türkiye işçi Partisi dışardan emir alırmış; dışardan beslenen komünistler varmış; komünistler bir ihtilâl hazırlığı içindelermiş... Peki, ne duruyorsunuz baylar, ne duruyorsunuz? Elinizde belgeler vardır elbet, döksenize bunları ortaya. Hayır! Hiçbir delilleri, ispatları yoktur. Ama bu baylar söylerler bunları. Terör rejimi kurmak için söylerler bunları; halk uyanmasın diye söylerler bu yalanları. Talihsizliği Türkiye'nin, bugün sorumluluk yerlerinde bu gibilerin de bulunmasıdır. Gene bu kürsüden Türkiye İşçi Partisinin kapatılacağı tehdidi savrulmuştur. (Gürültüler, müdahaleler)
…
Baylar, özellikle sizlere hitap ediyorum, Hükümet koltuğunda oturan baylar. Anayasayı sizlere çiğnetmeyeceğiz. (Gürültüler) Sizlerin mantığı ile hükümetler sandıktan çıkar; ama şunu iyi belleyiniz:
Milletlerin tarihi sandıktan çıkmaz.
Akıllar başlara devşirilmelidir:
Biz de Adalet Partisinin AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesine başvurabiliriz. Hem bizim delillerimiz geçerli şeylerdir, bu nokta unutulmasın. Ama biz sizin kapanmanızı değil, Anayasa sınırları içine girmenizi isteriz. Çünkü emekçi halkımızın her, gün gözünden düşen, düşmeye mahkûm olan bir partisiniz. Kaldı ki, toprak ağalarının, büyük sermayedarların çıkarlarım savunan bir partinin, demokratik ortamda seçim mekanizmasının hakemliği ile günbegün eridiğini görmek zevkinden mahrum olmak da istemeyiz.
Türkiye İşçi Partisini kapatacaklarmış!.. Kimin haddine!... Bunu başardıklarını farzımuhal biran için kabul etsek bile, millî, kurtuluş hareketinin, sosyalizm için mücadelenin duracağı, hattâ duraklayacağı düşünülebilir mi?... Bu hareket, kaynağını tarihsel gelişmemizden almaktadır. Mücadele devam edecektir ve üstelik sizler “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidar” durumuna düşmüş olacaksınız. (Gürültüler)
Faşizm geçmeyecektir, baylar!...
Anayasayı koruyan kuvvetler sizden kat kat güçlüdür. Çünkü onlar, haklı bir dâvayı savunmanın yenilmez manevi gücüne de sahiptirler.
Akıllar başlara devşirilmelidir!.
Türkiye İşçi Partisini kapatacaklarmış!...
Hodri meydan!.
Saygılarımla.
(Mehmet Ali Aybar Adalet Partililerin “yuh!” sesleri ve Türkiye İşçi Partililerin alkışları arasında kürsüden indi)
DÖNEM: 2, CİLT 14, TOPLANTI: 2, MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ
66ncı Birleşim, 27.2.1967 Pazartesi
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/MM__/d02/c014/mm__02014066.pdf