Terör, az da olsa kalacak!’mış...
Eğer Banu Avar yazıp hatırlatmasaydı, unutmuştuk. Evet öyle olmuştu, Cumhurbaşkanı Demirel, Çankaya’da “Milliyet”çileri kabul etmişti, Genel Yayın Müdürü Doğan Heper’di, biz de salondaydık. Konu, elbette 25 yıldır gündemden inmeyen “Kürt sorunu, PKK”, dolayısıyla Batı’ydı. Demirel ortaya sordu:
“Batı ne istiyor?”
Belki cevabını da kendisi verecekti, ama biz, Cumhurbaşkanı’nın huzurunda olduğumuzu bir an unutup “Sevr’i istiyorlar!” deyiverdik.
Cumhurbaşkanı onayladı:
“Batı Sevr’i istiyor!”
1995 yılının mayıs ayının başıydı.
* * *
Yıllar önce Lozan’da, İngiltere’nin baş delegesi Lord Curzon “bağımsızlık”tan bir adım geri atmayan İsmet Paşa’yı tehdit ediyordu:
“Şimdi bu masada verdiklerimizi yakında ekonomik zorluklara düştüğünüzde bir bir geri alacağız.”
O gün gelmiş miydi?
Belli ki gelmişti!
* * *
Yıl 1991, “Baba Bush” Körfez Savaşı’nı başlatır. Irak’taki Kürt gruplar Saddam’a karşı ayaklanır. Saddam bölgedeki insanları Kürt-Türk ayrımı yapmadan yok etme harekâtına başlar, on binlerce insan Türkiye sınırına dayanır. Batı’nın müdahalesi gerekir, Özal Amerika’yı yardıma çağırır, “Çekiç Güç” gelir, bölgeye yerleşir, önce bin, sonra 25 bin kişi olur. Kürt devletinin temeli atılmıştır, PKK da rahatlar, “Çekiç Güç” yardımıyla gelişir.
* * *
İşte “federasyon” lafı bu sırada ortaya atılır:
“Türk-Kürt Federasyonu.”
Türkiye Cumhurbaşkanı Özal “federasyon” sakızını çiğnemeye başlamıştır, lakin tepki büyüyünce lafını yumuşatır:
“Ben federasyon istemedim, konu kamuoyunda tartışılsın istedim!”
Lakin Amerikalı federasyon lafını dolaştırmaktadır, Büyükelçi Abromowitz ağzından “Kürt-Türk Federasyonu” lafını hiç düşürmemektedir.
Emekli büyükelçi rahmetli Coşkun Kırca, Amerikan elçisine, “Biz sizin iç işlerinize karışıyor muyuz, siz nasıl böyle konuşuyorsunuz?” deyince, şu cevabı alır:
“Ben karışmıyorum, bunları sizin Cumhurbaşkanınız söylüyor!”(X)
* * *
1995’te Cumhurbaşkanı Demirel’dir, Avrupa’nın PKK terörüne yaklaşımını şöyle anlatır:
“Bunu askeri tedbirlerle ortadan kaldıramazsınız, diyor, siz bunlara azınlık hakları tanımalısınız, diyor. O zaman anlatıyoruz ki, bunlar bizim ülkenin tümünün sahibi... Niçin onlara azınlık diyelim? Azınlık haklarının ikinci adımı başka istikametlere varır. Özerkliğe varır, otonomiye varır, Türkiye’nin parçalanmasına varır.”
* * *
Vardı, vardı, birkaç adım kaldı, yaşarsak görürüz.
“Terörle bir yere varılmaz” diyenler, artık nereye varıldığını görmüş olmalılar.
Adam çıktı, hem de saklı gizli değil, televizyon kameralarına baka baka “Hastir!”i çekti, kimin gıkı çıkabildi?
* * *
Yarın Abdullah Öcalan serbest bırakılsa, dikkat buyurun, affedilse demiyoruz, zira af lafını da “Hastir!” diye suratınıza çarpmaları da mümkün...
Önce Öcalan serbest bırakılır, sonra Anayasa’ya “Kürt ulusu” girer, siyasi haklar verilir; Öcalan partinin başına geçer, ilk seçimde seçilir, başbakan yardımcısı koltuğuna oturur.
Olur mu?
Niye olmasın? Biz bunu kaç kere yazdık, “Terörle bir yere varılamaz!” gafleti yorganının altında derin uykuya dalanlar, bugün nereye varıldığını herhalde gördüler.
* * *
Şimdi diyeceksiniz ki bunlar demokrasinin gereği, demokratik hakları tümüyle tanıyacağız...
Hayhay, başından beri söylüyoruz, Yılmaz Erdoğan çocuğuna Kürt adı verdi de ne oldu? Bilet satışları mı düştü?
* * *
İyi güzel de bütün bu haklar verildi, terör bitecek mi?
Ruhat Mengi’nin televizyon programına katılan Prof. Dr. Yılmaz Esmer’e göre “hayır”, az da olsa terör sürecekmiş...
Neyse, demokratik hakları tanıyalım, teröre de az çok katlanalım. Hocalardan daha iyi bilecek değiliz ya!
————
(X) Hangi Dünya Düzeni?, Banu Avar, Remzi Kitabevi
HASAN PULUR / Milliyet
30.12.09