TUSAMULUSAL GÜVENLİKSTRATEJİ ARAŞTIRMA MERKEZİ
Türkiye'ye karşı kullanılan kartlar ayrı ayrı
Terörde ABD-AB kıskacı
ABD'nin Ortadoğu'da kullandığı Kürt kartı Barzani ve Talabani üzerine yoğunlaşıyor. ABD, Türkiye'nin Barzani'yi tanımasını, bölgedeki politikalarının geleceği açısından önemli sayıyor.
AB'nin Kürt konusundaki kartı ise PKK üzerinde yoğunlaşıyor. Bölücü örgütün Avrupa'daki yapılanması ve sağlanan destek göz önüne alındığında Türkiye'nin bölücülük konusunda sıkıştığı kıskaç ortaya çıkar...
Türkiye'de kaçakçılık eylemleri İran-Irak ve Suriye sınırlarında yaşayan vatandaşlar için uzun yıllar boyu hep "bir ekmek kapısı" söylemiyle tanımlandı. Bu tanım, "ne yapsınlar iş yok, vatandaşın ekmek parası, kaçakçılık değil sınır ticaretidir" şeklindeki siyasi söylemlerle desteklendi ve yasalara göre suç teşkil eden eylemler ulusal bir ekonomi yaratılmadığı için hep göz ardı edildi. Bu süreç Van-Hakkari-Şırnak üçgenini kaçakçılığın çekim merkezi haline getirdi ve bu çekim merkezi Irak kuzeyindeki terör kampları ile kuşatıldı. 80'li yılların sonlarına gelindiğinde artan terör olayları kaçakçılıkla mücadeleyi ikinci plana itti ve bölgede oluşan kaçak ekonomisi kısa vadeli tedbirlerle çözülmesi olanaksız bir hal aldı. 1990 ve sonrasında PKK terör örgütünün güç kazanması, sınır boylarında sözde gümrük teşkilatı kurarak kaçakçılığı bir finans kaynağı haline dönüştürmesi ve uluslararası teşkilatların resmi raporlarında Türkiye çıkışlı kaçak-terör ilişkisinin sıkça dile getirilmesiyle bu sorun yeniden gündeme taşındı. Siyaset yapıcıları terörün finans kaynaklarının kesilmesi konusunda ne yapılması gerektiğini düşüne dursun, Barzani'ye süpürmeye çalıştığı PKK terör örgütünden ummadığı bir direnişle karşılaşan ABD bu kez PKK'nın finans kaynaklarını kesmeye yöneldi. Beyaz Saray'ın Haziran 2008 ayı itibariyle PKK'nın "Başkanlık Yabancı Uyuşturucu Kaçakçıları Listesi"ne alındığına ilişkin resmi açıklaması medya günlüğüne birkaç satırla yansıdı ama "neden şimdi" sorusu bu günlükte yer almadı. Aslında PKK terör örgütünün nerdeyse yirmi yıldır sürdürdüğü uyuşturucu destekli kara para trafiğini şimdiye kadar görmezden gelen ABD'nin bugün ortaya çıkarak "Terör örgütünün finans kaynaklarını kurutmak ve bu yolla örgüte darbe vurmak" söylemiyle nereye varmak istediğini sorgulamak gerekmektedir. Bu hamle 6 Kasım Erdoğan-Bush görüşmesinin ikinci ayağıdır. Bu yeni hamle ABD'nin PKK terör örgütünü AB desteğinde legalleştirmek ve Irak kuzeyinde yapay olarak oluşturulan Barzani liderliği altında toplamak şeklinde açığa çıkan tuzağının bir parçasıdır.
TUZAĞIN BAŞLANGIÇ KURGUSU
21 Ekim 2007 günü Türk Ordusunun bir piyade taburuna yapılan saldırıya tepki vermeyerek Türk milletinin Irak'a müdahale edilmesine yönelik iradesini hiçe sayan Başbakan Erdoğan, terörle mücadele konusunu danışmak için Kasım 2007'de gittiği ABD ziyaretinden Başkan Bush'un kalıplaştırdığı "PKK müşterek düşman ve anlık istihbarat paylaşımı" sözüyle geri dönmüştür. 1991 Körfez harekatıyla Barzani ve PKK terör örgütünü güçlendiren, 2003 Irak işgaliyle de birini ayrılıkçı Kürt hareketinin bölgesel lideri, diğerini ise AB destekli siyasi bir güç konumuna getiren ABD Türkiye'yi içine çekmeye çalıştığı tuzağı aslında bu söylemle başlatmıştı. Bu söylemin ardında, "terör" kılığını çıkartarak "peşmerge" kılığını giymesi ve başlangıçtaki siyasi hedefine Barzani liderliğinde yürümesi için PKK terör örgütüne "bombalı ikaz"da bulunmak amacı yatıyordu ama kimse görmek istemedi bu tuzağı. 16 Aralık'ta ABD'nin kurguladığı gibi başlayan hava harekatı ile Metina, Zap, Avaşin, Hakurk ve Kandil terör yuvalarında vurulan çok sayıda yaralı teröristin Barzani'nin kontrolündeki Erbil, Raniyah, Kaladiza ve Choman'daki hastanelere götürüldüğünü açıklayan Genelkurmay'ın 16 Aralık 2007 günlü basın açıklaması bu görüşümüzü doğruluyordu ama kimse dikkate almadı. 21 Şubat'taki kara harekatına konu olan Zap bölgesindeki teröristlerin Barzani bölgesine doğru kaçmaya çalıştığı ve çatışmada yaralanan teröristlerin ise bazı hastanelerde tedavi edildiğini açıkça ifade eden 24 ve 26 Şubat 2008 sayılı basın bildirileri de aynı istikametteydi ama medya ve uzmanlar bu tuzağı yine görmezden geldi. Görmezden gelinse de sonuç değişmiyor; Türkiye'ye kurulan tuzak işliyor, örselenen teröristler ağır ağır Barzani'ye itiliyor, atılan her bomba şu mesajı çağrıştırıyor; "dağdaysan terörist, yerdeysen peşmerge".
VARILAN NOKTA

Emperyalist tuzağın başlangıç kurgusu dağdaki teröristler direndiği için henüz istenen sonuca ulaşamamıştır. 16 Aralık 2007'den günümüze sürdürülen kara ve hava harekatı ile teröristlerin az ya da çok bir darbe aldığı kesindir. Ancak kesin olan bir husus daha vardır, o da; çok sayıda teröristin Barzani'ye sığınmış olduğudur. Üstelik terör örgütünün iki numaralı ismi ve 92 Şemdinli karakol baskınlarında şehit düşen 74 askerimizin katili Osman Öcalan'ın Barzani bölgesi olan Süleymaniye'de fırıncılık yaptığını kamuoyunda artık bilmeyen kalmamıştır. ABD, sınırlı istihbaratıyla yönlendirdiği TSK'nin sınırlı harekatı ile teröristleri Barzani'ye itmekte ve ayrılıkçı hareketin parçalanmaması için kesin sonucu sağlayacak istihbaratı Türkiye'ye vermemektedir ve asla vermeyecektir. PKK, ABD'nin müşterek düşmanı değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. Anlık istihbarat şeklinde karşılıklı çıkarların korunduğu bir işbirliği de yoktur. Bu istihbaratla yapılan harekatın görünen sonuçları karşısında Türkiye'nin ulusal çıkarlarının aksine Barzani liderliğinin güçlendirildiğini düşünmek mümkündür. Nerdeyse hemen her gün Çukurca ve Şemdinli güneyindeki Zap, Avaşin ve Basyan'da görüntü veren teröristlere karşı kapsamlı bir kara harekatına girişilememesi bu düşüncelerimizi doğrulamaktadır. ABD istihbaratıyla nokta olarak vurulan onca hedefe karşın teröristlerin 9 Mayıs 2008'te Aktütün jandarma bölüğüne saldırması ve 6 askerimizin çatışmada şehit edilmesi Türk tarihine son dönemlerde sıkça yazılan trajedilerden yalnızca biridir. Bu trajedi, hem teröristlerin eylem güçlerini koruduklarını göstermekte hem de ABD istihbaratı ile bir yere varılamayacağını belirten görüşlerimizi kanıtlamaktadır. Bu saldırı aynı zamanda Öcalan çizgisindeki radikal teröristlerin ABD planına karşı direneceklerini dolayısıyla eylemlerinin süreceğini de işaret etmektedir. Irak cephesindeki tuzak bu yönüyle işlerken, Avrupa cephesinde ise Öcalan çizgisindeki PKK'nın ERNK siyasi cephesine AB ülkelerince verilen destek artarak sürmektedir. Hava harekatı ile eş zamanlı olarak gelişen bu durum AB'nin Ortadoğu'daki gelişmeleri ABD-İsrail inisiyatifine bırakmak istemeyişinin bir işareti olarak değerlendirilmelidir. Ortadoğu'nun eski mandaterleri İngiltere ve Fransa, Barzani ile ilişkiler geliştirmek suretiyle de tarihsel ikili oyunlarını sürdürmektedir. İşbirlikçi niteliği sergileyen bir siyasetin yüzünden "hasta adam" görüntüsü veren Türkiye'nin üniter yapısına yönelik tehditler bundan böyle ABD-İsrail-Barzani üçlüsü ile Öcalan çizgisindeki AB-DTP ikilisi arasında geçecek olan strateji savaşlarının sonuçlarına göre şekillenecektir. Bu strateji oyununda roller ve hedefler bu şekilde açığa vurulmuşken ABD'nin ikinci bir hamle yaparak PKK'yı uyuşturucu ticareti yapan kaçakçılar listesine almasını nasıl yorumlamak gerekmektedir?
PKK'NIN KAÇAKÇILIKTAKİ ROLÜ

PKK terör örgütünün kaçakla olan ilişkisi yeni bir durum değildir ve özellikle 1990 yılından itibaren İran ve Irak sınırlarımızdan yapılan kaçakçılığı sınır boylarına yerleştirdiği üç beş kişilik sözde gümrük teşkilatı ile kontrol altına aldığı ve bu yolla önemli bir gelir elde ettiği öteden beri bilinen bir gerçektir. Bu gerçek, Öcalan'ın 1999 yılında Ankara DGM savcılarınca alınan ifadesinde, "Sınırlarda kaçakçılardan vergi adı altında para alınmaktadır. Uyuşturucunun Türkiye'deki en önemli merkezi Van'dır. Benim nazarımda Zagros (Hakurk-Kandil hattındaki sıra dağlar) önemlidir. Burada ticaret (kaçakçılık) belirleyicidir. Üçgendedir (Türkiye-İran-Irak üçlü sınırı). Başta kardeşim (Osman Öcalan) olmak üzere bazı kadroların İran-Zagros-Romanya üzerinden Avrupa'ya uyuşturucu sevk ettiğini öğrendim" sözleriyle su yüzüne çıkmıştır.
90'lı yıllarda "kaçaktan haraç almak" şeklinde geliştirilen bu yöntemle Doğu illerimizdeki tüm kaçak sınır patikaları örgütün denetimi altına girmiştir. Devlete vermediği vergiyi haraç olarak teröriste veren kaçakçılar silahın gölgesinde ortaya çıkan bu fiili duruma karşı koymamış aksine işbirliği yaparak terörden destek ummuştur. O yıllardan günümüze süregelen "Kaçakla uğraşanın karakolu basılır" söylemi, terör ile kaçak arasındaki bağı ifade etmek için ortaya çıkarılmış ve sınırı namus bilip görev yapan askeri personel üzerinde psikolojik baskı kurulması amaçlanmıştır. PKK terör örgütünce 80'li yılların sonlarına doğru kurulan bu sözde gümrük teşkilatı zamanla kurumsal bir yapı kazanmış ve terörden ziyade bir mafya özelliği gösteren bu örgüte haraç vermeden bölgede kaçakçılık yapılabilmesi nerdeyse olanaksız hale gelmiştir. 27 Mayıs 2008'te PKK'nın İran'daki kolu PJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) kamplarından kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan ve "Etkin Pişmanlıktan" yararlandırılarak serbest bırakılan R.A. isimli teröristin, "örgütün İran sınırında Halepçe ve Pişdere adlı 2 gümrük noktası var. Örgüt burada gelen kaçakçılardan her katır yükü için 2 bin dinar alıyor. Gümrük noktalarında örgütün aylık geliri 30 bin dolardır" şeklindeki itirafları son yirmi yıldır göz ardı edilen terör-kaçakçılık-gümrük ilişkisini gözler önüne seren sayısız itiraflardan yalnızca bir tanesidir.
92 sonrası ummadığı bir güce kavuşan örgüt bir yandan haraç toplarken bir yandan da uyuşturucu madde kaçakçılığını doğrudan yapmaya başlamıştır. Afganistan ve Pakistan'dan gelen baz morfin teröristlerin güvenli bölgelerinde asit anhidritle buluşarak eroine dönüştürülmüş ve Avrupa ülkelerinde satışa sunularak örgüt gelirleri önemli ölçüde artırılmıştır. 2000'li yıllarda uluslararası uyuşturucu kartelleriyle da tanışan PKK mafyası bugün ahlak dışı bu ticaretin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bu çerçeveden bakıldığında, örgütün kaçakla ilişkisinin bir bilinmeyeni olmamasına ve terörün finans kaynaklarının dondurulmasına ilişkin BM kararı da bulunmasına karşın ABD'nin şimdi ortaya çıkarak terörle mücadele söylemi altında "malumu ilan" etmekle PKK'nın sözde lider kadrosunu köşeye sıkıştırmaya çalıştığını düşündürmektedir.
KAYNAKLAR KESİLEBİLİR Mİ?
PKK terör örgütünün finans ilişkileri çok boyutlu ve karmaşık bir yapıya sahiptir. Öcalan'ın yakalandığı 1998'e kadar geçen yirmi yıllık süreçte örgüt, Ortadoğu, Kafkaslar ve Avrupa ülkelerinde Türkiye karşıtlığı temelinde şekillenen siyasi, askeri ve ekonomik ilişkiler geliştirmiştir. Söz konusu ilişkilerin kapsamının satır başlarıyla ifadesi dahi, örgütün finans kaynaklarının ortaya çıkarılması ve kesilmesinin ne denli güç olduğu yolunda bir fikir verebilecektir. 1979 yılında Öcalan'ın Suriye'ye geçişiyle başlayan PKK'nın uluslararası ilişkileri bölge ülkelerinin istihbarat örgütleriyle sağlanan temas sonucu derinlik kazanmış, ardından Hizbullah, Filistin Kurtuluş Örgütü, ASALA gibi terör örgütleriyle sağlanan işbirliği sonucu geliştirilmiştir. Başlangıçta halktan zorla toplanan bağışlarla şekillenen PKK sermayesi, İran ve Irak sınırlarındaki kaçakçılığın kontrol altına alınmasıyla güçlenmiştir. Genelkurmay II. Başkanı Orgeneral Saygun'un ifadeleriyle PKK'nın finans gücü 500 milyon Avro'ya ulaşmıştır. Bu kara para Suriye'den İran'a, Rusya'dan Almanya'ya kadar çok geniş bir ülke yelpazesinde gezinmektedir. Şimdi ki adı Roj olan Med Tv'nin yayın aşamasında şirketler ve vakıflar kurulmuş, bir yandan kara para aklanırken öte yandan yabancı ortaklıklarla para trafiği uluslararası bir boyut kazanmıştır. Ayrıca Öcalan'ın ifadesinde yer alan "son dönemde evimde bulunan kasada 20 milyon dolarım vardı" şeklindeki açıklaması örgütün milyon dolarlarla ifade edilen bir nakit parayı da el altında bulundurduğunu göstermektedir. Örgütün finansal ilişkilerinin boyutu, Avrupa ERNK siyasi cephe teşkilatının bilinen gelir kaynakları ve para transferleri dışında, İran, Suriye, Irak ve Avrupa'da değişik isim ve unvan altında birçok kişi ve kuruluşun şahsi ve şirket hesaplarına kadar uzanmaktadır. Barzani ve Talabani aracılığıyla PKK'nın kara para akladığını ve yine bu kişiler aracılığıyla ticari yatırımlarda bulunduğunu söylemek de mümkündür. Bu haliyle PKK terör örgütünün otuz yıla yakın bir süreç içerisinde kök saldığı Avrupa'daki finansal yapısının bir anda yok edilebileceğini varsaymak olası değildir. Hal böyle iken AB'nin desteği olmadan ABD'nin PKK'yı uyuşturucu kaçakçıları listesine dahil ederek örgütün para kasalarına ulaşabilmesi ve AB hukukunu kullanarak bu kaynakları dondurması da pek olası görülmemektedir.
ÇIKIŞ YOLU
ABD'nin ayrılıkçı Kürt hareketini Barzani liderliğinde toparlamak ve yönetmek hamlesine karşı AB, Öcalan çizgisindeki harekete verdiği destekle bu hareketin inisiyatifini elinde tutmaktadır. Bu inisiyatifi örgütün siyasi ve finansal hareketlerinin kontrolünü elde bulundurmakla sağlamaktadır. ABD'nin bu yeni hamlesine karşı AB, PKK'nın finansal hareketlerine bir takım kısıtlamalar getirirken öte yanda örgüte verdiği siyasi desteğin dozunu yükselterek Türkiye'ye baskısını artıracaktır. Bizans oyunlarının tarihsel mirasçısı AB bununla da yetinmeyip DTP üzerinden sürdürülen siyasi hareketi de yönetmeye kalkışacaktır. ABD'nin PKK'yı uyuşturucu kaçakçısı sayan kararına bu analizlerin ışığında bakıldığında bu hamlenin, PKK dağ kadrosunun Barzani'ye gidişini hızlandırmak ve AB'nin siyasi manevralarına güç kazandırmak amacıyla yapıldığı görülmektedir. Anlaşılan odur ki Türkiye, bir yanda ABD-İsrail-Barzani, öte yanda AB-DTP-Öcalan üçlü guruplarıyla sarmala alınmış durumdadır. Barzani ile geliştirilen ilişkiler siyasi zihniyetin tavrını ABD-İsrail'den yana koymuş olduğunu göstermektedir. Her ne kadar AB baskılarına boyun eğmez bir görünüm ve Öcalan'a karşı sözde de olsa bir direniş sergilense de izlenen siyasetin ABD yörüngesine oturmuş olduğunu söylemek bu tablo içerisinde mümkündür.
Bilinen polis taktiğinde zanlıyı yumuşatmak, konuşturmak, suçu itiraf ettirmek yani polisin istediği davranış biçimine zanlıyı getirebilmek için uygulanan "iyi polis kötü polis" rolü her zaman işe yaramıştır. Şimdi zanlı durumunda olan Türkiye masaya oturtulmuş, kelimenin tam anlamıyla bir sarmala alınarak dört bir yanı iyi polis görünümündeki emperyalist güçler tarafından kuşatılmıştır; ABD-İsrail ikilisi," Barzani'yi tanı, işine gelir, kurtulursun" derken, AB-DTP ikilisi ise "Öcalan'ı tanı senin için kurtuluş yolu budur", demektedir. Her iki seçeneğin de hedefi Türkiye'nin üniter yapısını bozmak, parçalamak ve bölmektir. Bu iki seçeneğin çizdiği tablo Anadolu'dan Türk kimliği ve varlığının silinmesine kadar gidecek olan bir karanlık yolu işaret etmektedir. Bu durumda ABD'nin PKK terör örgütünü uyuşturucu kaçakçıları listesine almış olması ya da AB'nin PKK'ya terör örgütü demesinin Türkiye açısından artık hiç bir anlamı yoktur. Türkiye için çıkış yolu bu emperyalist seçeneklere karşı "ulusal harekatını başlatmak" ve bu yolda bir adım ileri atmaktan geçmektedir.
Erdal SARIZEYBEK - İç Güvenlik ve Terör Danışmanı
