TUSAMULUSAL GÜVENLİKSTRATEJİ ARAŞTIRMA MERKEZİ
Harekata dönüşmedikçe terörle mücadelede bir anlamı kalmıyor
İstihbaratın rolü
Dağlıca baskınına ilişkin istihbarat raporlarının yeterince ciddiyetle değerlendirilmediği suçlamaları haber olarak basında yer aldı. Bu raporların ciddi şekilde değerlendirilmesinin anlamı sınır ötesi operasyondur. Buna da o dönemde siyasi otoritenin izin vermediği bir gerçektir.
Teröristlerin saldırmasını bekleyerek onlara karşı mükemmel önlem almaya çalışmak, başarı örneği olmayan bir yaklaşımdır. Bunun deneyimlerini Türkiye 1990'lı yıllarda yaşadı. Günümüzde de siyasetin, istihbarat raporlarının gereğini askeri önlemlerle ortaya koyamadığı bir gerçektir...
Bir gazete, geçtiğimiz günlerde, Dağlıca Baskını ile ilgili olarak, "Genelkurmay Baskını Biliyordu" şeklindeki manşetiyle şok bir iddia ortaya attı. Anımsanacağı üzere 21 Ekim 2007'de, Irak kuzeyinden gelen kalabalık bir terörist grubu, Dağlıca'da konuşlu bir piyade taburuna saldırmış ve çıkan çatışmada 12 askerimiz şehit düşmüş, 16'sı yaralanmış ve 8'i ise kaçırılmıştı. Yazılı ve görsel medyada uzun süre tartışıldı bu olay. Askerlere yönelik suçlamalar vatan hainliğine kadar götürüldü ve tartışmaların akıl ve izan ölçüsünü aştığını gören Genelkurmay Başkanlığı 19 Ocak 2008 gün ve 10/08 sayılı basın bildirisiyle, "Son günlerde basın ve yayın organlarında, 21 Ekim 2007 tarihli Dağlıca saldırısı sonrası gelişen olaylar hakkında çok sayıda haber ve yorum yer almakta ve yoğun bir tartışma ortamı yaratılmış bulunmaktadır. Dağlıca olayı, kişilerin ve onların bağlı oldukları kurumların birikimleri, eğilimleri ve misyonları doğrultusunda farklı şekillerde yorumlanmaktadır. Ordu karşıtlığını siyasi ve ekonomik rant aracı yapan bazı çevreler, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne seviyesiz bir şekilde saldırmak için, bu olayı saptırarak kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktadırlar. Olayda şüphe, önyargı ve kinle üretilmiş iddialar ön plana çıkarılmakta; Dağlıca'da aynı zamanda, hain bir saldırının 12 vatan evladının kan ve canları pahasına püskürtülerek, bir fedakarlık örneği sergilendiği göz ardı edilmektedir" diyerek basının dikkatini çekti. Bugün için değişen bir şey yoktur; aynı basın, aynı hedef, aynı çarpıtmalar, aynı düşmanlık yine gündemde. Peki, yazılanlar doğru mudur? Yani baskın öncesinden biliniyor muydu? Biliniyorsa eğer bu istihbaratın terörle mücadeledeki önemi nedir? Gazetenin haberine göre Dağlıca'da yaşananlar, 9 gün öncesinde Jandarma İstihbarat tarafından Genelkurmay'a haber verilmişti. Ele geçirildiği iddia edilen belgelere göre Dağlıca baskınının hangi tepeden yapılacağı, koordinatları, PKK istihbaratçısının kimliği dahil tüm bilgilerin dokuz gün önce başta Genelkurmay olmak üzere tüm komuta kademelerine bildirilmişti. Konunun buradan ele alınarak askeri taktik açısından bu haberin analiz edilmesiyle terörle mücadelede istihbaratın ne anlam taşıdığı da ortaya çıkacaktır.
TARİHTEN ÖRNEKLER
Temmuz 1992 itibariyle teröristler tıpkı bugünkü gibi Şemdinli-Çukurca hattının güneyindeki Hakurk, Basyan, Avaşin ve Zap alanlarını mesken tutmuştu. Gelen haberlere göre, İmralı'da yatan bölücü başı Öcalan "bir parça özgür vatan" sloganıyla yola çıkarak Botan-Behdinan savaş hükümetini Şemdinli'de kurmayı planlıyordu. 91 Körfez krizinde Çekiç Güç'ün destek ve himayesinde Saddam'dan arta kalan silahları ele geçiren teröristler beklenmedik bir güce erişmişlerdi. Derecik, Aktütün ve Alan gibi sınır boylarında oturan köylüler kaçakçılığın sağladığı iletişimle teröristlerden haber alıyor ve güvenlik güçlerine anında bildiriyorlardı. Gelen ilk haberler başta Şemdinli ilçe merkezi olmak üzere bölgedeki tüm askeri üslerin vurulacağı yönündeydi. Bu haberler sıralı amirler yoluyla mülki ve askeri üst makamlara bildirildi. O dönemde terör zirveye ulaşmış ve Şırnak-Hakkari-Van üçgeninde nerdeyse her gün bir olay oluyor, karakollar basılıyor, yola mayın döşeniyor, çocuklar teröristlerce kaçırılıyordu. Bugün basının ele aldığı ve yorumladığı şekilde alt birimlerden gönderilen haberler üst birimlerce istihbarat raporlarına dönüştürülüyor ve eylem ikaz mesajı olarak geri yayınlanıyordu. Ancak bu tür mesaj alış verişleri sonuç getirmiyor, tehdit her geçen gün ağırlaşıyordu. Çünkü tıpkı bugünkü gibi teröristler Irak sınır boylarındaki kamplarından çıkarak gizlice sınırları aşıyor, eylem yapıp geri kaçıyordu ve tıpkı bugünkü gibi siyaset teröre karşı tavır almadığı için Irak'a harekat yapılamıyordu. 30 Ağustos 1992'de Türkiye, teröristlerin Alan karakoluna yaptığı saldırı haberiyle ayağa kalktı; sabaha karşı bir askeri karakol saldırıya uğramış, teröristler ağır darbe almış olmasına karşın 19 şehit verilmişti. Cumhurbaşkanı Özal olay yerine geldi, bilgi aldı, terörist tehdidinin Irak kuzeyindeki Hakurk kampında olduğunu öğrendi ve hiçbir şey yapmadan geri gitti. Irak'a harekat yapılarak tehdit yok edilmediği için 12 Eylül 1992'de Aktütün ve 27 Eylül 1992'de Derecik'te olmak üzere teröristler karakol saldırılarını sürdürdü. Çıkan çatışmalarda terör örgütüne ağır bir darbe vuruldu ama Türkiye 55 vatan evladını siyasetin körlüğü yüzünden şehit verdi. Şimdi, tarihin bu sayfasına bakıldığında olayların istihbarat açısından özeti şudur; karakollara saldırı yapılacağı biliniyordu ve bu haber üst makamlara bildirilmişti. Bilinen mantıkla bir yaklaşım sergilenmesi gerekirse eğer, "bu baskınlarının da sorumlusu Genelkurmay'dır" demek olasıdır ama gerçek bu değildir. Gerçek şudur; terörle mücadele bir siyasi sorumluluktur ve siyaset bu sorumluluğu taşıyamazsa bunun cezasını halk çeker, asker çeker, şehit verilir ama bunun sorumluluğundan siyaset kendisini kurtaramaz. Tarihten alınan bu örnek olaylar çerçevesinde, "Özal, zamanında Irak'a harekat yapılmasına izin vermiş olsaydı, bu karakol baskınları yaşanmamış olacaktı" demek mümkündür. Dolayısıyla baskın istihbaratı geçmişte de vardı bugün de var, istihbarat zafiyeti hiç olmadı ama bir ülkenin dış politik tavrıyla doğrudan ilgili bir istihbarat eyleme yani harekata dönüştürülmüyorsa haberin önceden alınmış olması taktik açıdan bir anlam taşımaz. Bu durumda istihbaratı harekata dönüştürmek sorumluluğu kime aittir, bu sorunun cevabını düşünmek gerekmektedir.
SİYASETİN SORUMLULUĞU
Irak'a harekat yapılarak Irak kuzeyindeki terör yuvalarının temizlenmesine ilişkin Türkiye'de başlatılan tartışmaların tarihi oldukça eskidir. Asker kullanımına yetki veren ilk tezkere 20 Mart 2003'te Meclis'ten geçmiş, hükümete ulusal iradenin bir yansıması olarak yetki verilmiş ama hükümet bu yetkiyi ulusal çıkarlar doğrultusunda kullanmak yerine PKK terör örgütünü açıktan yöneten ABD'nin harekatını desteklemekten yana tavır almıştır. Bu destek; Barzani'nin Kerkük'ü işgali, Irak kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulması ve güçlü ve siyasi bir PKK olarak Türkiye'ye geri dönmüştür. Irak'a harekat yapılmasını öngören ikinci tezkere 18 Ekim 2003 tarihinde çıkarılmış ancak Barzani'nin karşı çıkması üzerine ulusal iradeyi yansıtan bu yetki hükümet tarafından yine kullanılmamış aksine ABD yanlılığı sürdürülmüştür. Geçen süreçte siyasetin PKK terörünü siyasallaştırmaya yönelik çabaları Türkiye'ye artan terör ve şiddet olayları şeklinde yansımaya başlayıp da halkın öfkesi sokaklara taşınca, hükümet 15 Ekim 2007'de üçüncü tezkereyi Meclis'e sunmuş ve 17 Ekim'de tarihi bir çoğunlukla tezkere Meclis'ten geçmiştir. Yıl 2007 aylardan Ekim'dir. Teröristlerin Şemdinli-Çukurca hattı güneyindeki Hakurk, Basyan, Avaşin ve Zap alanlarında bulunduğu söyleyebilmek için artık istihbarata bile gerek yoktur, çünkü anılan bölgelerde her gün teröristler boy göstermektedir. Ulusal iradenin bir ifadesi olarak Irak'a savaş anlamına gelen tezkereyi elinde bulunduran hükümet, askeri ve sivil kaynaklardan gelen istihbaratın ışığında söz konusu terörist yuvalarına harekat yapılmasına izin vermek şöyle dursun, "ABD'ye soralım" mantığıyla ulusal iradeyi hiçe saymış ve bunun sonucu olarak 21 Ekim 2007'de Dağlıca'da konuşlu bir piyade taburu Avaşin ve Basyan'dan gelen teröristlerin saldırısına uğramıştır. Şimdi bu olaya bilinen yaklaşım mantığı ile bakıldığında "hükümet bu baskını önceden biliyordu" demek mümkündür. Çünkü Milli İstihbarat Teşkilatı Başbakan'a bağlıdır ve bu tehdit raporlarda yer almıştır. Tehdidin ağırlığı ve yakınlığını bilmesine rağmen ve de ulusal iradenin harekat konusundaki kararlılığı mevcut olmasına rağmen hükümet bu tehdide göz yummuş ve göz ardı edilen tehdit gelip Dağlıca'da vurmuştur, şeklinde bir mantık yürütmek hiç yanlış olmayacaktır. Askeri taktikte istihbarat, harekat için yapılır. Tehdidi açığa çıkaran istihbarat zamanında alınmış olmasına karşın hükümet harekata izin vermemekle bu baskına zemin hazırlamıştır, demek yaşadığımız trajedinin yalın bir ifadesi olacaktır.
BASKIN SONRASI
21 Ekim günü ilk şehit haberleri Dağlıca'dan gelmeye başladığında Irak'a geniş kapsamlı bir harekat için bütün koşullar oluşmuştur; TSK bahardan bu yana sınırlara yığınak yapmış ve askeri hazırlıkları tamamlamıştır, harekat için kamuoyu desteği alınmış, psikolojik üstünlük sağlanmıştır ve Türkiye'nin hükümranlık haklarına ağır bir tecavüz yapılmış olduğundan uluslararası hukuk da Türkiye'den yanadır. Türkiye'nin terörden çektiği acılara artık "dur" demek için en uygun ortamda dahi hükümet sınır ötesi harekata izin vermemiş ve ulusal iradeyi dış politik tavrına yansıtmamıştır. Bunun anlamı nedir? Bir ülkenin varlığına ve bekasına başka nasıl bir tehdit ve tecavüz olmalıdır ki, o ülke duraksamaksızın ulusal tepkisini ortaya koyabilsin? Böylesine ağır bir saldırıya uğrayan bir ülkede siyaseti harekete geçmekten alıkoyan nasıl bir güç olabilir? En demokratik ülkeler bir yana en ilkel topluluklarda dahi böylesi bir olayın tepkisiz kalabileceğini düşünmek olası değildir ama Türkiye'de bu tepkisizlik yaşanmıştır ve hükümet Dağlıca baskınını görmezden gelmiştir. Görmezden gelmenin ötesinde Başbakan Erdoğan 5 Kasım'da ABD'ye gitmiş ve bu eylemlere karşı ne yapılacağını ABD Başkanı Bush'a sormuş, "PKK müşterek düşman ve anlık istihbarat paylaşımı" cevabıyla geri dönmüştür. Dağlıca baskını bir trajedidir ve Türk milleti bu baskının faturasını çok ağır ödemiştir. Dağlıca, yakın tarihimize utançla yazılmış ikinci Süleymaniye olayıdır ve birincisinde Türk askerinin başına çuval geçirilmiş, ikincisinde ise 6 asker kaçırılarak Türk askeri ile korkaklık ve esaret kavramları yan yana getirilmiştir. Dış politika ve dış politik tavır bir siyaset işidir ve bu olayın tek sorumlusu teröre siyasi çözüm anlayışıyla yaklaşan bugünkü siyasi zihniyettir. Türkiye'nin sahip olduğu iç ve dış dinamikleri teröre karşı harekete geçirmeyen böyle bir anlayış karşısında Irak'ta yuvalandığı herkesçe bilinen teröristlerin olası eylemlerine ilişkin elde edilen dış istihbaratın artık ne önemi vardır?
Dağlıca'da kaçırılan askerler

Dağlıca bölgesi

Terörle mücadele amacıyla konuşlanmış birlikler

İSTİHBARAT HAREKAT İÇİNDİR
İstihbarat harekat için yapılır. Yurt içindeki terörist varlığına ilişkin alınan istihbaratın yönettiği harekat her zaman olumlu sonuç vermeyebilir, doğaldır bu. Ancak istihbarat sonucu yapılan operasyonların büyük çoğunlukla boşa çıkması ise güvenlik güçlerini yıpratır; asıl tehdidin belirsizliğine yol açar, en önemlisi tehdidi umursamazlığa neden olur, bu örnekler geçmişte yaşanmıştır. Yurt dışı istihbaratta ise durum farklıdır; tehdidin sınır ötesinden gelip karakolu vuracağına ilişkin birçok haber güvenlik kuvvetlerine intikal etmektedir. Harekata dönüştürülmeyen bu tür haberler "tehdide karşı korunma" içgüdüsüyle karakoldaki savunma tedbirlerinin artırılmasına yol açmaktadır. Tedbirler arttıkça savunmadaki asker harekat inisiyatifini kaybetmektedir. Tehdidin varlığını sınır ötesinde tespit eden güvenlik güçleri siyasetin aldırmazlığı yüzünden harekatı gerçekleştiremediği için özgüvenini yitirmekte, kapana kısılmış aslan gibi çaresizliğe düşmekte, bu da psikolojisini olumsuz etkilemektedir. Terörist eylemlere karşı pasif savunmaya geçmek her zaman için risklidir; savunmada olan zayıf duruma düşer, askeri kuraldır bu. Aktütün ve Derecik baskınları öncesi alınan istihbaratın ışığında güvenlik güçleri savunmadaki durumunu değiştirip sınır ötesi harekata kalkışamadığı için terörist saldırısı karşısında zayiat vermekten kurtulamamıştır. Asimetrik mücadelede düzenli güçlerin savunmaya geçmesi durumunda sınır ötesi alınan istihbaratın hiçbir önemi yoktur; baskını durduramaz, zayiatı önleyemez, psikolojik üstünlüğü veremez, mücadelenin tabiatında bu vardır. Karşı güç araziyi çok iyi bilen, pasif hedeflere karşı eylem koymada oldukça deneyim kazanmış ve olası zayiatını da dikkate almayan bir yapıya sahiptir. Bu durumda harekat inisiyatifini ele geçirmenin ve karşı gücün eylem potansiyelini kırmanın yegane yolu yaşam alanlarını kısıtlamaktan ve aldığı destekleri yok etmekten geçmektedir. Sadece Dağlıca değil tüm sınır boylarında teröristlerin hedefi haline gelen karakolların baskına uğramasını önlemenin yolu da budur. Bunu yapabilmek için o sınır ötesindeki tehdidi yok etmek şarttır. Tehdidi yok etmenin yolu da teröristlerin yuvalandığı Irak kuzeyindeki kamplarının haritadan silinmesi ve Barzani desteğinin kesilmesinden geçmektedir. Bugün yaşanan trajedi 90'lı yıllarda sıkça yaşanmıştır ve artık tarihten ders çıkarmanın zamanı gelmiştir. Irak'a Barzani'yi de hedef alan geniş kapsamlı bir harekat yapılmadıkça terörist varlığına ilişkin alınmış istihbarat bir anlam ifade etmeyecektir ve savunmada kalan güvenlik güçleri zayiat vermeye devam edecektir.
SİYASET SORUMLULUK TAŞIMALI
Terörle mücadele bir siyasi sorumluluktur. Bu sorumluluk; dağdaki teröristle mücadelenin yanı sıra dış destekleri kesmek, dağa çıkış sürecini durdurmak gibi çok geniş tedbir yelpazesini içeren bir ulusal strateji belirlenmesiyle şekillenir ve anlam kazanır. Bugün etnik ayrımcılığa dayalı terör tehdidi çok açık ve nettir. Bu tehdidin dağdaki ayağı Irak kuzeyindeki Hakurk, Basyan, Avaşin ve Zap alanlarında bulunmaktadır. Bu ayaklar yere bastığı ve kırılmadığı için Şemdinli-Şırnak hattındaki tüm askeri karakollar tehdit altındadır. Bu tehdit özellikle Hakurk ve Avaşin kamplarıyla kuşatılmış olan Hakkari-Yüksekova-Çukurca üçgeninde ağırlık kazanmaktadır. Bu tehdidin Avrupa'daki ayakları ile Türkiye'deki siyasi cephesi de bilinmektedir, bunu söyleyebilmek için ilave bir istihbarata ihtiyaç yoktur. Terörle mücadelede istihbarat, harekata dönüştürülmedikçe bir anlam taşımamaktadır. Dağlıca'da alınmış olan istihbaratın harekata dönüşmesi demek; anılan dönemde Irak kuzeyindeki terörist yuvalarına kapsamlı bir kara harekatı yapılmış olması demektir. Ama siyaset izin ve yetki vermediği için harekat yapılamamıştır ve göz ardı edilen bu tehdit Dağlıca'ya gelip Türk milletini vurmuştur. Türkiye'nin bu tehditleri görmezden gelmesi demek; yeni Dağlıca baskınlarının ufukta göründüğünü söylemekle aynı anlamdadır. Hakurk'a bir nefes kadar yakın olan Yeşilova karakoluna teröristlerin önümüzdeki günlerde baskın yapabileceğini şimdiden söylemek olasıdır. Bu olasılık, yıllardır tehdidi görmezden gelen bir siyasetin gaflet ötesi tavrının ve ihanetle aynı adı taşıyan körlüğünün doğal sonucundan kaynaklanmaktadır. Siyaset artık sorumluluğunu taşımalı ve bu tehdidi yok etmek için Türkiye'nin sahip olduğu iç ve dış dinamikleri harekete geçirmelidir. Aksi halde karakol baskını ve şehit haberleriyle sarsılacaktır ülkemiz...
Erdal SARIZEYBEK - İç Güvenlik ve Terör Danışmanı
