
Bu yazıda sizlere İslam'ı irdelemek gibi bir gayem yok veya savunmak veya yermek, veya laikliği desteklemek, veya eleştirmek, sizleri tamamen başka bir boyuta İslam'ın ve laikliğin bir soru olarak algılanmadığı The Cemaat yani emperyalizm boyutuna taşımak istiyorum.
Bu boyutun detayları, Amerikan Emperyalizminin Ilımlı İslam'ı bir reçete olarak sunduğu ve bu sunuşta rol alan the Hocaefendi ve O'nun liboş destekli the cemaati artık Türkiye'nin bir sorunu haline gelmesinde saklıdır. The Cemaat hem laikler hemde Müslümanlar için bir tehdittir.
Ergenekon operasyonu herhalde bunun çok güzel bir kanıtı olsa gerektir.
Nurculuğun özünden sapmış, bir çeşit 'din' olmuş şekli olan The Cemaat artık başka bir boyuttadır, o sizin Kestanepazarı zamanında hatıralarınızda algıladığınız camide vaaz veren saf temiz insanlar gitmiş, yerine istihbarat örgütlerinin kullandığı bir sivil toplum ajan şebekesi gelmiştir.
Emniyet Genel Müdürlüğü içinde yuvalanması, her girdiği partide hem lideri hemde muhalefeti desteklemesi ile toplumun bir yarası haline gelen The Cemaat'ten bahsediyorum size.
The cemaat'in merkezi Aydınlık dergisinin haberine göre Emniyet Genel Müdürlüğü istihbarat daire başkanlığıdır.
The cemaat artık dinsel bir hareket olmanın ötesinde, Allah ile kul arasında bir yolun dışında Sirat-al Mustekim'den sapmış şekli ile Müslümanlara karşı kullanılan, bir diyalog paravanına dönüştürülmüştür.
Emperyalizmin The Cemaat'i kullanış şekli sadece Türkiye'ye yönelik değil, fakat bizim Türkistan coğrafyası olarak algıladığımız, emperyalizmin Orta Asya diye tanımladığı büyük satranç tahtasında kendisine yer arayan palyaçolarin ve yeni oryantalistlerin cirit attiğı yeni savaş alanına da taşınmıştır.
The Hocaefendi Amerika'ya hicret ettiğinde tercihini Abromowitz'ten yana kullanırken, Graham Fuller vasıtası ile CIA ile tanışmış ve light-Ilımlı İslam'la müşerref olmuştur.
Bu hicret Hz. Peygamberin hicreti değil, Ebu Leheb'in yanına sığınmadır.
O'na, Necip beyin dediği gibi, biraz geç kalmak ile birlikte, vatanına hoşgeldin diyoruz.
Her-kul takma adıyla internet sitesinde ve namaz gazetesinde yazılar yazarken diyalog ve hoşgörüden bahseden The Hocaefendimiz sinek havalandığında basın açıklaması yaparken, Türkiye'yi ilgilendiren en önemli konularda ağlayarak sessiz kalması herhalde yeni peygamberliğinin bir işareti olsa gerektir.
Son iki veya üç yıldır Türkiye siyasetinde yaşananlar, aslında sömürge ülkelerinde gerçekleşen siyasi travmaların bir örneğidir.
The Cemaat üyesi genç bir savcıya açtırdığı Şemdinli davası ile Genelkurmay Başkanı hakkında çeteleşme kanaati oluşturan,
Emniyet Genel Müdürlüğü içinde oluşturduğu kadrolaşma ile ülkenin ve halkın güvenliği konusunda artık bir tehdit olan,
insanlarin özel hayatları hakkında istihbarat toplayıp, The Cemaat'e karşı olan kişi ve kurumları dinleyip, sanal ortamda bir dezenformasyon şebekesine dönüşen,
The Hocaefendi'nin davasının düşmesi talebine karşı gelen Cumhuriyet Savcısının özel konuşmalarını Emniyet İstihbaratındaki tosuncukları vasıtası ile dinleyip sanal aleme koyup kıral benim diyen,
Hükümet ile Asker'i karşı karşıya getirmeye çalışan,
Orta Asya'da açtığı okullar için Büyük Britanya İmparatorluğu'ndan İngiliz Kültürüne yaptığı hizmetlerden dolayı ödül alan,
Demokrasi ve diyalogtan bahsedip Mehmet Ali Birand'in 32'inci Gün programını yasaklattıran the Cemaat;
Demokrasi, İslam, bağımsızlık, fikir özgürlüğü, özel yaşam, laiklik ve milliyetçilik gibi kavramların ötesinde,
Anadolu halkının varlığı için de artık bir tehdit oluşturmaktadır.
Bu tehdit arkasına aldığı Amerikan Emperyalizmi ile kendisini daha güçlü görerek saldırganlaşan, Anadolu halkını yutmak isteyen bir canavarın hikayesidir.
The Economist dergisinin 10 Mart tarihli sayısında yeni peygamber olarak tanımladığı The Hocaefendi'nin The Cemaat'i artık kendi kontrolünün ötesinde çok bilinmeyenli bir denklem de karanlık bir limana doğru yol almaktadır.
Karargah Türkiye değil, Washington'daki savaş çetesinin merkezi olan American Enterprise Enstitüsü'nün alt katı yapılmıştır.
Yazının başlığını hayal ürünü bir yazı olarak koymuştuk, evet anlatılanlar tamamen bir hayal ürünüdür, umut ederiz ki bu rüyadan bir an önce uyanmak dileğiyle.
Haksız bir biçimde gözaltına alınan değerli dost Adnan Akfırat, Serhan Bolluk, değerli yurtsever Doğu Perinçek, İlhan Selçuk ve Kemal Alemdaroğlu beylere geçmiş olsun diyorum.
