Fakat her yazar edebiyat tarihini bilir ve baska yazarlarin eserlerinden bilinçli bilinçsiz esinlenir. Hiçbir yazar oturup sifirdan bir eser yaratmaz; her sey birikimle olur.
Etkilenmek ve kurguyu aynen almak çok ayrı şeylerdir!
Hadi, siyasi görüşlerini bir yana koyalım romancılığına bakalım....
Bardakçı yazdı:Sözü hiç uzatmadan, açıkça söyleyeyim: Orhan Pamuk, intihalcidir! Fuad Carım'ın Kanuni Devrinde İstanbul'' isimli eserinin birçok bölümünü intihal etmiş ve Beyaz Kale'' adındaki romanın temelini Carım'ın bu kitabı üzerine kurmuştur. Hem de bazı cümleleri neredeyse aynen alarak...
Fuat Carım, 1892 ile 1972 seneleri arasında yaşadı. Mülkiye'yi bitirdi, Kuvá-yı Milliye'ye katıldı, milletvekilliği, Dışişleri Genel Sekreterliği ve büyükelçilik yaptı. Son derece entellektüeldi, çok ilginç kitaplar yazdı ama bunları az sayıda bastırdı. Kanuni Devrinde İstanbul'', bunlardan biriydi.
Kitabın kahramanı 1550'lerde üç yıl boyunca esir olarak İstanbul'da yaşayıp hatıralarını kaleme alan Pedro de Urdemalas adında bir İspanyol'du ve Fuad Carım, tam dört asır sonra, 1964'te, metnin Türkçe'sini yayınlamıştı. Eser, daha sonra 1001 Temel Eser Serisi''nden bir başka isimle çıktı.
Bu intihal konusunu bundan birkaç sene önce de gündeme getirmiş ama Modern edebiyatta böyle şeyler olur'' gibisinden abuk subuk bir cevap almıştım. Üstelik, Beyaz Kale'nin sonundaki kaynaklar'' listesinde Carım'ın eseri yoktu ve Fuad Carım'ın adı kaynaklar''a ancak benim yazımdan sonra, kitabın sonraki baskılarında görünmüştü.
İntihal (TDK:
Aşırma), bir kişinin eserinde başka kişilerin ifade, buluş veya düşüncelerini
kaynak göstermeksizin kendisine aitmiş gibi kullanması.
Aşağıdaki karşılaştırmada kullanılan kırmızı alıntılar, Güncel Yayıncılık tarafından Ocak 1996 yılında yayınlanan, Fuad Carım çevirisi, Pedronun Zorunlu İstanbul Seyahati adlı, 16. yy. da Türklere esir düşen bir İspanyolun anılarını anlatan kitaptan, mavi alıntılar İletişim Yayınları tarafından Orhan Pamukun Beyaz Kale adlı romanından alınmıştır.
"...Cenovadan Napoliye giderken, hareketimizi haber alarak Ponza Adalarında bekleyen Türk donanmasının hücumuna uğradık..." (Pedro s.11)Venedikten Napoliye gidiyorduk. Türk gemileri yolumuzu kesti..." (Pamuk s.11)
"...Ama ne olur ne olmaz, gene esir düşebiliriz korkusu ile, kürekçileri sıkıştırmaktan vazgeçtiler. Malüm a, kürek çekenler ya Türk, ya Mağribi. Gemi bir kere zaptedil mi, bunlar artık serbest. O vakit, Türklere, bu bize şunu etti, şu bize işkence yaptı, derler..." (Pedro s.12)
"... Türk ve Mağripli olan kürekçilerimiz sevinç çığlıkları atıyordu; sinirlerimiz bozuldu... Esir düşerse cezalandırılmaktan korkan kaptanımız kürek kölelerini şiddetle kırbaçlatmak için bir türlü emir veremiyordu..." (Pamuk s.11)"...İlk önce, öyle bir niyetimiz olmadı değil. Fakat bir borda ateşi yiyince teslim olduk..." (Pedro s.13)"Şiddetli bir borda ateşine tutulmuştuk, hemen teslim olmazsak gemimiz batacaktı..." (Pamuk s.12.)"...Birinin bileklerini, kulaklarını ve burnunu kesip omuzuna bir pafta yapıştırdılar; paftada şu yazılı idi: Böyle eden böyle olur. Öbürünü kazığa çaktılar..." (Pedro s.12)"Kazığa oturtulan korkak kaptanımız yeni ölmüştü. Kırbaççıları, burnunu, kulağını kesip ibret olsun diye bir sala koyup denize bırakmışlardı..." (Pamuk s.11.)"...Rampacılar gemiye daldılar ve herkesi çırılçıplak ettiler. Beni tepeden tırnağa soymadılar; sırtımdakiler, onların hoşlanmadıkları ve beğenmedikleri şeylerdi. Hem, sırtımdakilerle uğraşmaya bir lüzum görmediler; yattığım kamara çok daha değerli eşyalarla doluydu..." (Pedro s.13.)"...Rampacılar gemimize ayak basarlarken kitaplarımı sandığıma koyup dışarı çıktım. Gemi ana-baba günüydü. Dışarıda herkesi toplamışlar çırılçıplak soyuyorlardı..." (Pamuk s.14.)"...Cerrah mısın, diye sordular. Hayır deyince, az kalsın partiyi kaybediyordum. Bereket versin lafa, sözü geçen kaptanlardan Durmuş Reis karıştı. Cenevizli dönme Durmuş Reis İdrar ve nabız hekimidir, cerrahtan daha faydalıdır" dedi, kürekten işte bu suretle kurtuldum..." (Pedro s.13.)"...Sonradan Ceneviz dönmesi olduğunu öğrendiğim Reis iyi davrandı bana; neden anladığımı sordu. Küreğe verilmemek için hemen astronomi bilgimden, geceleri yön bulabileceğimden söz ettim, ama ilgilenmediler. Bunun üzerine bende bıraktıkları anatomi cildine güvenerek hekim olduğumu ileri sürdüm. Az sonra gösterdikleri kolu kopmuş birini görünce cerrah olmadığımı söyledim. Öfkelendiler, beni küreğe çekeceklerdi ki, kitaplarımı gören Reis sordu: idrardan ve nabızdan anlıyor muydum? Anladığımı söyleyince hem küreğe verilmekten kurtuldum..." (Pamuk s.14.)"...En üste Muhammedin sancaklarını astılar; bunların altına, bizden aldıkları bayrakları, haçları ve Meryem Anamızın tasvirlerini astılar. Külhanbeyler, başaşağı asılan bu haçlarla tasvirleri bir ok yağmuruna tuttular... Derken denizlerde eşine rastlanmayan bir top ateşi koptu..." (Pedro s.18.)"...Bütün direklerin tepesine sancaklar çektiler, altlarına da bizim bayrakları, Meryem Ana tasvirlerini, haçları tersinden asıp külhanbeylerine aşağıdan oklattılar. Derken toplar yeri göğü inletmeye başladı..." (Pamuk s.14.)"...Ulu-Türk, tutsakları görmek istedi. İki bine yakın tutsağı, ayaklarından zincirleyip sıraladılar; kaptan ve zabit olanları boyunlarından çemberlediler ve bizden aldıkları trampetaları çalarak, boruları öttürek ve bayrakları sürükleyerek hepimizi saraya götürtüler..." (Pedro s.19.)"...Bizleri Padişaha çıkarmak için zincire vurdular, askerlerimizi gülünç göstermek için zırhlarını ters giydirdiler, kaptanların ve subayların boyunlarına demir çemberler taktılar, gemimizden aldıkları borularımızı, trampetlerimizi alayla ve keyifle çalarak eğlene eğlene bizi saraya götürdüler..." [Pamuk s. 18]"...Sinan Paşanın on iki yıldan beri çektiği nefes darlığı artmıştı. Göstermediği hekim kalmamıştı. Sonunda beni de çağırdılar. Paşaya elimle bir şurup hazırladım. Nasıl alınacağını sorunca, işi çaktım ve bir kaşık isteyerek, gözü önünde, üç kere doldurup içtikten sonra, alsana senyör diyerek, kendisine de içirdim..." (Pedro s.22.)"...Oysa, derdi, bildiğimiz nefes darlığıydı. İyice sorup soruşturdum, öksürüğünü dinledim, sonra mutfağına inip orada bulduklarımla naneli yeşil haplar yaptım; bir de öksürük şurubu hazırladım. Paşa zehirlenmekten korktuğu için göstererek şuruptan bir yudum içip haplardan bir tane yuttum..." (Pamuk s.17.)"...Amcabey diye anılan, aslen Valencialı birini yollayarak, bir hıyanette bulanmayacağıma dair yemin ettirip zincirimi söktürdü..." (Pedro s.24.)"...Bir hafta sonra bir gece gelen kâhya, kaçamayacağıma yemin ettirdikten sonra zincirlerimi çözdü..." [Pamuk s.18]"...yolda müslüman olmamı istedi. Yapamam, dedim. Koruya vardığımızda, dostlarından olan ve Hristiyanlıktan dönme, iki kişi beklemekte idi... Ne söylediğimi soran Paşaya, ben karşılık vererek, öfkeyle, kestirin kafamı, callada da, sana verilen emri yerine getir, dedim... Seni din düşmanı ve Muhammed düşmanı köpek seni, biraz geçsin, ben sana yapacağımı bilirim... deyip yürüdü..." (Pedro s.28-29)"...Bir kâhya kararımı sordu. Belki kararımı değiştirirdim, ama bana bunu bir kâhya sordu diye değil! Şu sırada din değiştirmeye hazırlıklı olmadığımı söyledim... İkisi, bir duvar dibinde durup ellerimi bağladılar, pek de büyük olmayan bir balta vardı ellerinde. Müslüman olmazsam, Paşa boynumun hemen vurulmasını emretmiş. Kalakaldım...
(...) Orada ellerimi çözerlerken azarladılar beni: Allah, Muhammet düşmanıymışım." (Pamuk s.30-3l.)Brdakçı yazdı:Norman Mailer'in bir romanı var: Ancient Evenings''. Eski Mısır'da başlayan bir öykü; cinayetlerle, didişmelerle, bir başka dünya tartışmalarıyla dolu gerilimli bir kitap.
Ancient Evenings''i bulup gözden geçirin, İngilizceniz yoksa birilerine en azından girişini tercüme ettirin ve Norman Mailer'in Ancient Evenings''i ile Orhan Pamuk'un Benim Adım Kırmızı''sı arasında bir benzerlik olup olmadığı konusunda bendenizi aydınlatıverin...