Geçen gün Turgut Özakmanı televizyonda bizim Mustafa filminden sahneler üzerinde yorum yaparken görünce çok üzülmüştüm.
Çünkü filmi izlemediğini biliyordum.
Ankara galasına bizzat davet ettiğim halde gelememişti. Sonradan karşılaştığımda da Gelemedim, ama en kısa zamanda izleyip seni arayacağım, fikrimi söyleyeceğim demişti.
Araya zaman girdi. Filmle ilgili asılsız eleştiriler aldı yürüdü. Filmde olmayan sahneler bile bu internet-medya kampanyasında suçlama için kullanıldı.
Sonunda Mehmet Ali Birand 32. Günde, Mustafa tartışması için Turgut Özakmanla beni davet edince, dün kapısını çaldım, Hocam gelin şu filmi birlikte izleyelim dedim.
Memnuniyetle kabul etti ve beni evine buyur etti.
Kitaplar, anılar, yorumlar arasında unutulmaz 4 saat geçirdik birlikte...
Şaşırmıştı, kuşkuluydu
Özakman, annemin Basın Yayın Genel Müdürlüğünden çalışma arkadaşıdır.
Bir kez daha yazmıştım, annem sigara içmeye onun yanında alışmış; yıllarca da tiryaki olarak kalmıştı. O yüzden Şu Çılgın Türklerden önce de bizim evde hep kulakları çınlatılan, saydığımız bir aile büyüğü gibidir.
Ankara Or-an sitesindeki evinde bu sıcaklıkla karşıladı beni...
Eleştirilerin hepsini okumuştu. Hatta biraz da şaşırmıştı.
Kuşkuluydu.
Seyredeceğim. Beğenirsem söylerim, beğenmezsem de söylerim, haberin olsun dedi.
Zaten aksi düşünülebilir miydi?
Hayret hayret hayret!
Birlikte izlemeye koyulduk.
İzledikçe gözlerine inanamadı.
Böylesine acımasızca yerden yere vurulan, hakkında kampanyalar açılan film bu muydu?
Ne vardı ki bunda?
Hayret...hayret...hayret... diye tepkisini gösterdi Turgut Hoca...
Bu kampanyanın nasıl açıldığına inanamadığını söyledi.
Önündeki internet mesajlarında suçlanan sahneler, filmde yoktu bile...
İzlerken sorular sordu, notlar aldı.
Eleştirileri, katılmadığı noktalar yok muydu?
Vardı; hem de pek çoktu.
Ama bunun iyi niyetli ve titiz bir çalışma olduğunu, bir ilk film olmasından kaynaklanan kimi beklentileri karşılayamamamasının doğal sayılacağını, bazı küçük düzeltmeler yapılsa çok daha amacına uygun bir film haline gelebileceğini söyledi.
Bazı şeylerin söylenmesini erken ya da zamansız buluyordu. Bazı bilgilerin şu ortamda Atatürke zarar vermesinden korkuyordu. Ama film aleyhine karalama kampanyası yürütenlere, Bu filme gitmeyin diyenlere kesinlikle hak vermiyordu.
Haksızlık ediyorlar
Bunları, dün akşamüzeri banda kaydedilen, bu akşam yayımlanacak 32. Gün programında da söyledi:
Bütün eleştirilerini, maddi hata saydığı yerleri, yanlış anlaşılmasından endişelendiği sahneleri, kendi deyimiyle bir hoca gibi, bir baba gibi, müşfik bir yaklaşımla birer birer, madde madde sıraladı. Düzeltilmesini istedi.
Cevaplarımı sabırla, anlayışla dinledi.
Ama sonunda filme haksızlık edildiğini söyledi; büyük emek ürünü olduğunu teslim etti.
Dediğim noktaları mutlaka düzelt. Ben de eşimi alıp sinemada da izlemeye gideceğim diyerek beni uğurladı.
Torunu da filme gitmemiş, ama filmde Atatürkün sigara tiryakisi gibi gösterildiğini duymuş, üzüntüsünü dedesine söylemişti.
Seni görse sana da söyleyecekti dedi Turgut Hoca...
Ben de onu görsem, dedesinin anneme kötü örnek olduğunu söylerdim dedim; bir kahkaha attı.
Film, Atatürkü sigara içerken gösteriyor diye bana dava açanların, evlerde sigara içki içerek çocuklarına kötü örnek olan ana babalara da dava açması gerekmiyor muydu?
Filmi eleştirmek için program yapanların, makale yazanların, söz söyleyenlerin, meslek etiği gereği önce eleştirdikleri filmi görmeleri gerekmiyor muydu?
Özakmanın evinden ayrılırken hem yarım yüzyılın imbiğinden süzülmüş bir birikimden yararlanmanın gururunu taşıyordum, hem de (nihayet) filme ilişkin derli toplu, akademik bir değerlendirme dinlemiş olmanın keyfini...
Aklımda, giderayak şefkatle kulağıma fısıldadığı şu söz kaldı en çok:
Sabır... ya sabır!
