TÜRK NESRİN
Okuma kitaplarımızdaki “Eskici” öyküsünü bilir misiniz? Refik Halit Karay’ın. Hani o Arabistan’ın sıcak çöllerinde ayakkabı tamiri yapan eskici. Oralara düşmüş bir Türk çocuğunun (Hasan), halasının tamir için eve çağırdığı eskiciyi merakla izlerken, nerede olduğunu unutarak, “Çiviler ağzına batmaz mı senin?” diye bir anda kendiliğinden, kimsenin Türkçe konuşmadığı bu yerde Türkçe konuşuvermesi… Eskicinin çocuğa Türkçe yanıt vermesi, çocuğun eskiciye soluk almadan bir şeyler anlatması, saatlerce susmadan konuşması… Sonunda Türkçe gurbetindeki, dil gurbetindeki bu iki kişinin ağlaşarak ayrılmaları…
Vatanda doğduğumuz, hep vatanda yaşadığımız, vatan hasreti nedir, dil hasreti ne demektir hiç bilmediğimiz halde, ilkokulda biz çocuklar bu öykü sınıfta okunurken ağlamıştık, hiç unutmuyorum. Sonra öğretmen olunca, o yıllarda ders kitaplarımızdan hiç eksik olmayan bu öyküyü ne zaman okutsam gurbetçi çocuklarına, yine öyle duygulanırdık… İçimiz daralır, gözlerimiz buğulanırdı… Aylarca diline yabancı kalmak, kimseyle tek kelime bile edememek… Bunun ne korkunç bir şey olabileceğini düşünürdük…
Gurbet vatandan uzak yer. Sıla, vatanın…
Eskiden doğduğun yerden uzağa gitmenin adıydı gurbet.
İstanbul’a çalışmaya giden de gurbette sayılırdı, gidene, “Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun? / Gittin uzaklara beni unuttun.” türküsünü bile yakmıştır halkımız bir zamanlar:
“Yârimin giydiği ketenden gömlek / Yok imiş dünyada öksüze gülmek / Gurbet ellerinde kimsesiz ölmek…”
“ Gurbetten gelmişim yorgunum hancı” Bekir Sıtkı’nın şiiri. Selahattin İnal’ın bestesi şarkıyı dinleyeni sarar, duygulandırır… Yıllarca Türkân Şoray yazdı denilen, başka bir şiir yazmadığı için de pek inandırıcı olmayan, sonradan Sennur Sezen’in yazdığını öğrendiğimiz “Buruk Acı” şarkısının sözleri, söyleyin kimin içini yakmaz?
“Gurbet içimde bir ok, her şey bana yabancı / Hayat öyle bir han ki, acı içinde hancı.”
Şairimiz, Kemalettin Kamu’nun ünlü “Gurbet” şiirinin şarkısı da vardır, iç titreten acıyı, bizlere ezgisiyle de duyurur…
“Gurbet o kadar acı / Ki ne varsa içimde / Hepsi bana yabancı / Hepsi başka biçimde.” Yurdumuzun işgal günlerinde yazılmış hem de bu sözler.
“Ayrı düştüm vatanımdan ilimden / Gurbet bana ben gurbete alıştım” türküsü Muhlis Akarsu’nun.
“Virane köyümün dağları karlı / Her gün ah çekerim sinem yaralı / Yıkılası şu gurbette duralı / Gurbet bana, ben gurbete alıştım” türkünün ikinci dörtlüğünden. “
Yıkılası gurbet!” Gurbete ileniş.
Sinoplu ozan, Öztürk, elinde sazı “Ah bilsen nasıl özledim seni!” diye köyüne sesleniyor, daha bugün dinledik:
“Ben o memlekette açtım gözümü / Yaylası, keşkeği aklıma düştü.” diyor.
Harmanı, düveni, sırtındaki küfeyi, kolundaki ibriği sayıyor, şu dizeleri durmadan yineliyor: “ Yine bugün köyüm aklıma düştü.” “Yine bugün Sinop aklıma düştü…”
*
Gurbet, doğup büyüdüğü yerden ayrı düşmek, en bilinen anlamıyla.
Günümüzde gurbet anlayışı diğer kavramlarımız gibi değişti. Altmışlı yıllardan sonra Almanya’ya gönderilen Türk işçileriyle gurbet, Avrupa oldu. Kuzey Afrika oldu. Arap ülkeleri oldu. Amerika oldu…
Gurbete çıkmak için yaban ele gitmek de gerekmiyor çağımızda. Uyursan, aldanırsan, eloğluyla birlik olan kuyruk acılılar, gözü paraya doymazlar vatanını sana gurbet ederler!
Gurbeti içinde taşımaksa, en zoru. Vatanında el olmak… Öz yurdunda gurbete çıkmak… “Serseri, derbeder olmak!” İstiklâl Marşı şairimizin dediği gibi, şu anda olduğu gibi:
“Cihan alt üst olurken, seyre baktın, öyle durdun da,” / Bugün bir serseri, bir derbedersin kendi yurdunda!” (Derbederin Türkçesi, yaşayışı dağınık.)
Eller gelir, kimi parayı bastırır yurdunu gizliden, açıktan işgal ederler. Kimini sığınmacı numarasıyla, iktidarının eliyle yurdunda yerleşik düzene sokturursun, sınırlarını yıkarsın. Arapça diliyle kendi okullarını bile açtırır, dünyada görülmemiş uygulamalar yaptırırsın… Binlercesine, on binlercesine… Sırf Kilis’te şu anda on sekiz bin Suriyeli Arap çocuğu okula gidiyormuş. Sözde sığınmacı sayısını bilen yok. Diğer sınır illerinde nasıl, söylenmiyor. Kilis’teki bu çocuklar karne alınca, sayıları çıkmış ortaya. İngiliz’i, Fransız’ı, Hollandalı’sı, Rus’u ayrı… Kıyılarımıza yerleşen yerleşene… İşte böyle, gözüne bakarak vatanına, zamanında göz koydukları, silahla alamadıkları topraklarına rahat rahat yerleşir bin bir türlü yabancı… Beni yönetsin diye seçtiklerin, öz vatanını senden alır, ellere verirler… Ülkenin özünü, düzenini, değerlerini bozmak, yüreklerdeki Atatürk sevgisini, vatan sevgisini yok etmek isterler. İçindeki hainler gizlendikleri yerlerden çıkarlar, başköşelere geçer, bölücülük adına düşmanlarınla birlik olurlar… Bunlar her gün ama her gün bir numaralı katilinle (İmralı’daki) görüşmeye giderler.
Artık nereye gidersen git gurbet seninle gelir, gurbet içindedir…
Bunları durup dururken niye yazdın diyeceksiniz belki. Merak edeceksiniz, neden yine dilime gurbeti doladım?
Yurtdışında yaşayan Türklerin bir adı gurbetçidir. Sıladan uzakta sılayı yaşarlar. Şimdiler de onlara göçmen dense de gönülleri bir gün bile göçmedi vatandan…
Almanya’ya, Fransa’ya işçi göçü başladığında bölücülük henüz hortlamamıştı… Çalışmaya gurbete çıkanlar gurbetçiydi. Ülkemizin neresinden gelirlerse gelsinler dil gurbetinin acısıyla yandılar… Dilimiz Türkçeye dört elle sarıldılar. Çocuklarına öğretmen istediler, vatana döndüğünde Türkçe konuşsun, dilini töresini unutmasın dediler…
Şimdi terör örgütünün yuvalandığı söylenen bir eski kent var Almanya’da. İkinci Dünya Savaşı’nda bomba yememiş ender yerlerden biri. Tarihi dokusu hiç bozulmamış, eski evleri, eski sokaklarıyla ünlü bir yer: “Celle.” Burası ilk çalıştığım yerdi. Siirt’in bir köyü olduğu gibi buraya göç etmiş. Sığınmacıymışlar. Yani yurtdışında çalışabilmek için başvurulan bu bilenen hileyle buradalarmış. İlk işleri okula giden çocuklarına Türkçe öğretmeni istemek olmuş. Yetmiş beş yılının ortaları. Almanların harıl harıl bu göçmen vatandaşlarımızı, sen Türk değilsin, sen Kürt'sün diye ayrıştırmaya başladığı, Kürtçülüğün başlatıldığı yıllar… Ülkemizde daha PKK terörü yok. Vatandaşlarımıza, ekonomik nedenlerle göçebilmek, iş bulup çalışabilmek adına devletini kötületiyorlar. Geçim derdi, vatandaşın başka bir sorunu yok…
Türkçe ders isteyenlere bazı okul müdürleri karşı çıkardı: ‘Neden Türkçe dersi istiyorsunuz? Size neden gerekir ki? Almancayı iyi öğrenin, yeter! derlerdi.
Vatandaşlarımız anlatırdı soranlara: “Çocuğum vatana gittiğinde Türkçeyi bilmezse ne yapacak? Türkçe konuşmazsa, yazmazsa, okumazsa olur mu? Türkçe öğrenecek!”
Her türlü engellemeye, caydırmaya karşı Türkçe öğretmeni istediler, çocuklarına Türkçe dersi gördürdüler bu vatandaşlarımız…
Önceleri kasetler, video filmlerle vatan özlemi giderilirdi. Dilimize böyle kavuşulurdu.
Sonraki yıllarda uydu antenlerinin evlere girmesi, kablolu televizyon derken çocuklar evlerinin içinde, Türkiye’deymiş gibi yaşar oldular. Türkçeyle yattılar, Türkçeyle kalktılar…
Neredeyse hepsi güzel Türkçe konuşuyor günümüzde gurbetçi çocuklarının. İletişimin gelişmesi ile dil gurbeti bitirildi… Dış görünüşlerinden Türk mü değil mi anlayamadığın biri, bir bakıyorsun Türkçe konuşuyor, Türk!
Geçen Haziran’da Gezi gösteri yürüyüşlerinde Türkleri gördükçe şaşırmıştık. Bakıyorsun bir büyük alışveriş merkezinde kasada çalışıyor. Senin yakandaki bayrağa, Atatürk resmine tepki veriyor. Seninle Türkçe konuşuyor. Bir boynuna atılmadığı kalıyor, karşısında Türk’ü, aynı bayrağı taşıyanı, Atatürk’ü seveni görünce… Dil bağı bile yetiyor tanımadığınla gurbette sarmaş dolaş olmaya…
En umulmadık yerde karşına bir Türk çıkıyor. Seni dilinden buluyor, dilde kardeşsiniz, dilde birsiniz, berabersiniz. Dil, gurbeti vatan yapıyor, Türkçe seni Türkiye’yle, vatanla bağlıyor…
Bölücüler bunu görmediler mi? Ne yapsalar ne etseler Türk ulusunu temelden ayrıştıramadıklarının bilincindeler. Türk ulusunu birleştiren başka bir dil daha olsa, ayrıştırma için onu kullanacaklar, ama yok! “Kürtçe Kürtçe diye zırvaladıkları şey, herkes biliyor, aslında yok. Ülkemizin bir yöresinde konuşulan türlü çeşitli ağızlar var. Birbirini anlamayan, yerel ağızlar. Bu ağızların yapılarını inceleyen dil bilimciler, bunların “Dil” sayılmayacağını, kültür dili özelliği olmadığını, ağızların birbirini anlamadığını, sonradan uydurulan yazı dilinin İngiliz’in eliyle oluşturulduğunu, bu ağızların çeşitli dillerin kelimelerinin karmasıyla (Türkçe, Farsça, Arapça…) konuşulduğunu söylüyorlar.
2009 yılından beri de ülkemizde iktidar partisi AKP’nin eliyle, AB’nin isteğiyle bu yerel ağızlardan ortak bir ağız, bir bölge dili yaratılmaya çalışıyor, TRT bu iş için kullanılıyor.
Terör örgütü kandırdıklarını, tehditle korkuttuklarını yurtdışında da güdümüne almış… “Sen Türk değilsin, Kürt'sün!” sözü bunların birinci silahı. Dilde gurbeti hiç bitirtmemek, yeni yetişenleri boşluğa düşürmek. Türkçeden koparmak… Türkiye’den koparmak… Dilsiz şeytana çevirmek…
Büyük bir mağaza zincirinin bir şubesinin kasasında bir kız. Yirmili yaşlarda. Kasadaki bir uygulamayla ilgili bir şey soracağım. A… bakıyorum adı, yakasındaki kartta yazan ad Türk adı: “Nesrin.” Belki soyadı başkadır, Türkçe bilmeyebilir, babası Almandır diye soyadını da iyice okuyorum. Türk adı. Üç harflik bilinen bir Türkçe ad.
Nesrin ne güzel addır. Yaban gülü, Ağustos gülü… Nesrin adlı ne çok öğrencim oldu. Sınıf arkadaşım, akrabalardan bildiklerim, öğretmen arkadaşlar…
Nesrin, Farsça kökenli bir Türkçe ad. Kumral saçlı, güzel kıza hiç düşünmeden Türkçe soruyorum sorumu. Böyle durumlarda genellikle Türkçe konuşulduğunda kendisiyle, Türk kasa görevlisi sevinçten coşar. Bülbül gibi şakır sizinle. Selamını da, “güle güle”yi de Türkçe der. Göz göze gelir, birbirinizi kucaklarsınız gurbette, Türkçenizle…
Nesrin, önce bir irkildi, baktı, “Almanca söyleyin!” dedi. Almancayla: “Türkçe bilmiyorum!” Sonra anlaşılmayacak şekilde ağzında, ben Kürdüm gibi bir şeyler yuvarladı. Türkçe bilmiyormuş. Anlamazdan geldim, “Kürdüm” lafını. Yakasına bir kez daha baktım: “Adınız, soyadınız Türkçe. Türksünüz. Burada doğup büyüdüğünüz için mi Türkçe bilmiyorsunuz?” Kız bu kez gözlerime dik dik baktı. ”Ben Kürdüm!” dedi.
Eh bizde sınama yolları çok. Kız kasada yazarken birden soruveriyorum Türkçe, şunu gördünüz mü, fiyatı indirilmiş, doğru yazdınız mı? Türkçe bilmediğini söyleyen Nesrin kendiliğinden dediklerime tepki gösteriyor. Dilimizi bal gibi biliyor. Oğlum yanıma geliyor o ara. Kız ile ilgili bir şey diyorum, kızı duyarsa onu ilgilendirecek bir şey… Kız yerinden fırlıyor. İkinci denemem de tamam. Nesrin Türk. Türkçe onun anadili. Türkçeyi bilen konuşan biri gurbette, gurbetin ekmeğini yerken, vatanına, dili Türkçeye, adına, soyadına ihanet ediyor. Kafası yıkanmış, diline düşman edilmiş.
Eskici’deki, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki dile hasret kalan Türk çocuğundan, Türk Hasan’dan, diline nefret kusan Türk kızına, Türk Nesrin’e gelmişiz meğer biz onlarca yıl sonra… Bunca yıl, ileriye gidileceğine, dil gurbetine son verileceğine…
Düşman boş durmamış…
Düşman tek vatanda değil; düşman, dün Şırnak’ta Türk ordusu askeri konvoyu geçerken PKK çaputu sallayacak kadar gemi azıya alan, arsız, şımartılmış, satılmış, vatansız düşman, eli kanlılardan oluşan düşman, aynı zamanda gurbete çıkmış…
Türk Nesrin bunun yurtdışındaki bir örneği…
Feza Tiryaki, 26 Ocak 2014