
Böylece, bütün okulları, imam-hatipleştirme hedeflerini tekrarlamış oldu.
Diğer okullardan yetişenler ne oluyor veya ne olacak bu durumda?
Ayrıca, “millî ve manevi değerlere bağlı” ve “ülkenin kültürüyle ve tarihiyle yoğrulmuş nesiller” yetiştirilebilmiş olsaydı, “cumhuriyete bağlılık” esas olmaz mıydı? Meselâ her türlü milliyetçiliği ayağının altına almak, T.C.’yi silmek, Atatürk’ün yerine çay bardağı koymayı önermek, millî ve manevi değerlere bağlılık mı oluyor?
* * *
“Millî eğitim” hedefini gösteren Atatürk idi.
Üstelik milleti de uyarıyor ve şöyle diyordu:
“Tarihimizi tetkik ediniz. Türk’ün çektiği bütün felâketler, maruz kaldığı tehlikeler ve musibetler hep kendi öz benliğini, millî varlığını ihmâl ederek nereden geldikleri ve ne oldukları, hangi nesle mensup bulundukları belirsiz bir takım kimseleri kendilerine reis tanıyarak onların şuursuz bir vasıtası olmak mevkiine düşmüş olmasındandır.”
Bilge Kağan da 1350 yıl önce bu tür uyarılar yapmış ve hatta “Ey Türk Milleti! Sen, aç olunca tokluk nedir bilmezsin, fakat tok olunca da açlık nedir düşünmezsin!” demişti.
“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye’nin istikbâline, kendi benliğine, millî an’anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzûmu öğretilmelidir” diyen de Atatürk idi.
Cumhuriyetin ilk nesilleri böyle yetişti de onların sayesinde Türkiye Cumhuriyeti ayakta kaldı. Fakat NATO sürecinden itibaren, millî kimliğe düşman veya millî kimliği yok sayıp yerine dini kimliği yerleştiren nesiller yetiştirilmeye başlandı. Bugünkü Türkiye’nin ana meseleleri buradan kaynaklanmaktadır.
Yalanla devlet ayakta durmaz!
En önemli meselelerden biri de şudur ki belirli bir kişiyi kastetmiyorum; genel olarak ülkeyi yönetenler halka doğruları söylememektedir.
Oysa yalanla iman bir arada olmayacağı gibi yalanla devlet yönetilmez ama artık insanlarımız yalanlarla avunmaya çok meraklı. Bunun sebebini, Texe Marrs, şöyle açıklıyor: “Gerçekler çok sarsıcı ve rahatlarını kaçırıcı olabileceğinden, gerçekle yüzleşmek istemiyorlar. Ancak Soljenitsin’in belirttiği gibi; cesur bir insanın atacağı en basit adım, bir yalanın parçası olmamaktır. Gerçeğin bir kelimesi bile tüm dünyaya bedeldir.”
Emre Kongar ise “Dunning-Kruger sendromu”ndan yani bir algılama sapmasından bahsediyor:
“Bu insanlar, bir gün ak dediğine ertesi gün kara der ama demediğini iddia eder, karşı çıkanları suçlar. Herkesin gördüğü, tanık olduğu bir olayı inkâr edebilir, sizi buna inandırmaya çalışır, karşı çıkanları yalancılıkla, gerçeği saptırmakla, ihanetle suçlar.”
Türkiye, “Dunning-Kruger sendromu”na yakalanmış insanların kontrolünde bir ülke haline geldi. Siyasetin temeli yalan olunca, millî eğitim de yalan oldu, dini eğitim de!
Yalan söyleyen insanların millî veya dini kimliğinden kime ne fayda gelir? Yalanla devlet ayakta durmaz!
Arslan BULUT, 29 Eylül 2015
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr