Türkiye’de Sendikal Hareket Ne Yaptı/Yapıyor? Ne Yapmalı?

Türkiye’de Sendikal Hareket Ne Yaptı/Yapıyor? Ne Yapmalı?

İletigönderen Noyan Umruk » Cum Oca 29, 2010 15:31

TÜRKİYE’DE SENDİKAL HAREKET NE YAPTI/YAPIYOR? NE YAPMALI? :shock:

Dr. Noyan UMRUK

Tekel İşçilerinin onurlu direnişi, arkasındaki anlamlı, dürüst ve de kararlı sendikal destek, küreselleşme ve yarattığı/yaratacağı krizler sürecinde tüm emekçiler için, dünyada ve ülkemizde sendikal örgütlenmenin ne denli önemli olduğunu herkese anımsattı. Ülkemizde uzun zamandır özlemi çekilen demokratik hak arama kararlılığı için Tekel İşçileri, Tek-Gıda İş Sendikası, Türk İş, başta DİSK olmak üzere içten dayanışma gayreti içinde olan diğer sendikal kuruluşlar, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri, mesleki kuruluşlar, halkın çok geniş bir kesiminin ortaya koyduğu ağırbaşlı yöntem bütün dünyaya örnek olacak düzeydedir.
Ancak, bu olumlu sınav, ülkemizde. sendikal örgütlenmenin nesnel biçimde değerlendirilmesini de engellememelidir.

I-SENDİKAL HAREKETTE DIŞSAL SORUNLAR:

1- Dünyada Teknolojik Gelişme Sürecinin Doğurduğu Yeni
Üretim İlişkileri:

Başta iletişim sektörü olmak üzere tüm üretim alanlarına giren bu yeni
teknoloji küresel rekabeti hızlandırmış, bu durum yeni çalışma türlerinin ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Kısmi zamanlı çalışma, işin paylaşımı, çağrı üzerine
çalışma, ödünç iş ilişkisi gibi yüzlerce yeni çalışma türü ortaya çıkarken; ekonomik
krizler daha sıklaşmış, kapsamı büyümüş, bu yüzden kısa çalışma uygulamaları
daha çok gündeme gelmeğe başlamıştır.
Bu yeni çalışma türlerinin tüm dünyada işçi sendikacılığını olumsuz
yönde etkilediği bir gerçektir. Nitekim başta ABD ve Fransa olmak üzere birçok
ülkede sendikalar ciddi üye kayıplarına uğramışlardır.
Ayrıca bu yeni ekonomik düzen sendikacılığa karşı bir tür savaş açmış,
artan işsizliğin sorumlusu olarak sendikacılığı göstermiş; üretimi ve yatırımları
hiçbir yasal korumanın olmadığı ülkelere yönlendirmiştir.
Türkiye’de 24 Ocak 1980 kararları ile benimsenen ve uygulamaya
konulan bu yeni ekonomik düzen, kuşkusuz sendikaları da etkilemiştir. Sosyal
hakların ve kurumların ekonomik büyüme önünde en önemli engel olduğu mesajı
düzenli biçimde topluma verilmiş, uygulamalar buna göre yapılmıştır.
.
2- Sanayileşme Düzeyinin Yetersizliği, Çoğulcu Demokrasinin
Kurumsallaşamaması:

Nüfus artış hızını henüz binde onların altına indirememiş olan Türkiye
sanayileşme sürecini tamamlamış bir ülke görüntüsünü vermemektedir. Nüfusun
Türkiye’de çalışanların büyük çoğunluğunun dünya görüşü, tutum ve davranışları, henüz sanayi toplumunun bireyi olmaktan uzak olduğunu göstermektedir.
Kuşkusuz son kırk yıl içinde, sendikalaşmanın da etkisi ile, bu alanda olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. Ancak sendikal bilincin çalışanlar arasında yeterince yaygınlaştığı söylenemez. Bağımlı çalışanların büyük çoğunluğunun muhafazakar siyasal partilere oy vermeleri bu durumun anlamlı bir göstergesidir.
Sendikacılık hareketlerini belirleyen ana etkenlerden birincisi sanayileşme
ise, ikincisi de çoğulcu demokrasinin tüm kurum ve kuralları ile yerleşmesi,
toplumda bir yaşam biçimi haline gelmesidir. Bu açıdan da Türk sendikacılığının
pek şanslı olduğu söylenemez. Zaman zaman çoğulcu demokrasiye ara veren
askeri rejimler, demokratik kitle örgütlerinin yasama ve yürütme organları üzerinde
yeterince etkili olamaması, siyasal faaliyetlerin halkın özlemlerine cevap
vermekten uzak kalması, başta Anayasa olmak üzere birçok yasada kişi hak ve
özgürlüklerini kısıtlayan hükümlerin bulunması, yargı mekanizmasının etkisiz
konuma düşmesi çoğulcu demokrasinin yerleşmesini güçleştiren nedenlerden
sadece birkaçıdır.

3- Örgütlenmenin Önündeki Engeller

Çoğulcu demokrasinin bir ürünü olan özgür sendikacılık herşeyden önce
serbestçe örgütlenme hakkını gerektirir. Birçok Avrupa ülkesinde sendikal
örgütlenme, genel örgütlenme hakkı içinde yer almaktadır.
Ülkemizde ise siyasal iktidarlar örgütlenme hakkından genellikle kuşku
duymuşladır. Gerçi, 1961 Anayasası bu endişeyi dağıtmaya çalışmıştır. Ancak 12
Mart 1971 müdahalesi sonrası dönemde adı geçen Anayasada yapılan
değişikliklerle örgütlenme hakkına yeniden sınırlamalar konulmuştur. Sendikacılık
hareketinin özellikle 12 Eylül 1980 müdahalesi ile çizilen hukuki çerçeveden
olumsuz yönde etkilenmiştir.
Ancak örgütlenme özgürlüğünün önündeki tek engel kısıtlayıcı hukuk
kuralları değildir. Kayıt dışı ekonomi, özelleştirme, alt işveren uygulamaları ve
izlenen ekonomi politikaları da sendikal örgütlenmeyi yakından etkilemiştir.

a) Yasal Engeller
Türk yasa koyucusu örgütlenme hakkından genellikle kuşku duymuştur.
Çok partili düzene geçildikten (1946) sonra bile bu konudaki endişeler ortadan
kalkmamıştır. 1947 Sendikalar Kanununun (5018) TBMM’de görüşülmesi
sırasında bu durum açıkça görülmekte ve özellikle iktidar partisi sözcüleri
tarafından dile getirilmektedir. İşçi sendikalarına o sırada yürürlükte olan İş
Kanunu (3008) kapsamına giren beden işçilerinin üye olabilecekleri kabul edilmiş,
sendikaların milli kuruluşlar olduğu vurgulanmış, uluslararası kuruluşlara üye
olabilmeleri Bakanlar Kurulunun iznine tabi tutulmuş, ayrıca sendikaların Çalışma
Bakanlığının idari denetimine tabi oldukları açıkça benimsenmiştir. Sendikaların
toplu pazarlık haklarının düzenlenmediği 1947-1960 döneminde grevin
yasaklandığı da unutulmamalıdır (3008 sayılı yasa, m.72).
Bu yasakçı zihniyet sonraki yıllarda da devam etmiştir. Bunun tek istisnası
1961 Anayasasının kabulünü izleyen ilk yıllardır. Sözü geçen Anayasada tüm
çalışanlara sendika kurma ve bunlara üye olabilme haklarının tanınması, toplu
pazarlık ve grev haklarının Anayasada güvence altına alınması, 1963 yasalarının
(274,275) ülkemizde sendikacılığın kısa sürede güçlenerek gelişmesi için özel
hükümler getirmesi sendikacığın hızla gelişmesine neden olmuştur. Hatta bu
dönemde, çok kısıtlı bir alanda, kamu görevlilerinin örgütlenmelerine olanak
veren özel bir yasa kabul edilmiştir. (624)
Ancak bu dönem 12 Mart 1971 müdahalesi ile sona ermiştir. Nitekim
Anayasada yapılan değişikliklerle memur sendikacılığı tasfiye edilmiştir.
Ancak sendikal örgütlenmeye en ciddi engeller 1982 T.C. Anayasası ve
2821 ve 2822 sayılı yasalarla getirilmiştir. Çalışanların bir kısmı örgütlenme
hakkından yoksun bırakılırken (2821, m.21), sendikaların faaliyetine ciddi
sınırlamalar konulmuş, sendikalar devletin idari ve mali denetimi altına alınmıştır.
(m.52) Bu kısıtlamaların bir kısmı sonraki yıllarda Anayasadan ve yasalardan
çıkarılmıştır. Ancak kamu görevlilerinin örgütlenme hakları önünde hala ciddi
kısıtlamalar olduğu; özel okul öğretmenlerinin sendikalaşmasına 625 sayılı yasanın
koyduğu yasağın devam ettiği, kamu kesiminde işçi-memur ayırımına çözüm
bulunamadığından binlerce işçinin kamu görevlisi statüsü ile çalıştırıldığı, bunların
özgür toplu pazarlık ve grev haklarından yararlanamadıkları bir gerçektir.
Öte yandan 1982 Anayasasının 54. maddesi çerçevesinde grev hakkına getirilen kısıtlamalar ve hükümetin grevi ertelemesine ilişkin düzenlemeler hem ILO sözleşmelerine aykırı düşmektedir.

b) Giderek Boyutları Büyüyen Kayıt Dışı Ekonomi ve İstihdam
Her ülkede olduğu gibi ülkemizde de kayıt dışı ekonomi ve istihdam
sendikalaşma önünde en önemli engellerden biridir. Bu sektörde çalışan işçilerin
iş mevzuatının hükümlerinden bile yararlandırılmadığı ve genellikle sigortasız
çalıştırıldığı bilindiğine göre bu sektörde faaliyet gösteren işverenlerin sendikal
haklara saygı göstermeleri beklenemez.
Türkiye için bu durum özel bir önem taşımaktadır. Zira diğer ülkelere
oranla Türkiye’de kayıt dışı ekonominin genişlemesi 1990’lı yıllardan itibaren hız
kazanmıştır. Resmi araştırmalara göre OECD ülkelerinde son yirmi yıl içinde
kayıt dışı ekonomi GSMH’nin %15’i civarında iken ülkemizde bu oran %50’yi
aşmıştır.
Kayıt dışı ekonomide asıl istihdam biçimi olan kayıt dışı istihdam tarım dışı
üretim faaliyetlerinde SSK ya bağlı çalışanların sayısına yaklaşmakta ve Devlet
İstatistik Enstitüsü verilerine göre 2 milyonu aşmaktadır.(2)
Kayıt dışı istihdam içinde çocuk işçiliğinin de yer aldığı kuşkusuzdur.
Ülkemizde istihdam edilen çocukların %87 sinin 1-9 işçi çalıştıran küçük
işyerlerinde çalıştığı, bu kesimde kayıt dışı istihdamın yaygın olduğu ise
bilinmektedir.
Ülkemizde öteden beri var olan ve son yıllarda gelişen klasik kayıt dışı
istihdam türleri yanında 1990’lı yılların başından beri yabancı kaçak işçilik de
giderek yaygınlaşmıştır. Bu konuda kesin rakamlar bulunmamakla beraber
yakalanan yasa dışı göçmenlerin sayısı 2000’li yıllarda 250 bini aşmıştır. (3)
Kayıt dışı istihdam hakkında bir fikir veren bu rakamlar, hem haksız rekabetin boyutlarını göstermekte hem de sendikalaşma açısından ciddi bir engel oluşturmaktadır.

c) Yasa Dışı Alt İşveren Uygulamaları
Verimliliği artırabilmek, işçilik maliyetini düşürerek firmanın rekabet
gücünü korumak gibi amaçlarla tüm dünyada son yirmi yıl içinde alt işveren
uygulamalarının önemi artmıştır. Pahalı olan ileri teknolojiyi işletmelerin bizzat
edinmesi yerine, bunları kullanan firmaları işyerinde devreye sokmaları çok daha
kolay ve ekonomik olmaktadır. Bunun gibi işletmenin asıl üretim konusu dışında
kalan bazı yardımcı işlerin alt işverenler aracılığı ile yerine getirilmesi hem
maliyetleri düşürmekte, hem de yönetime kolaylık sağlamaktadır. Örneğin
güvenlik, yemek, temizlik, ulaşım gibi işlerin alt işverene verilmesi uygulamada
hizmetin kalitesini yükseltmekte ve işletme yönetiminin yükünü hafifletmektedir.

1 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Kayıt dışı istihdam ve yabancı kaçak işçi
istihdamı, Ankara 2004, s23.
2 Aynı kaynak. S.43.
3 Aynı kaynak, s.39.
Ancak alt işverenin tanımının, özellikle yasal amaçlar dışında kullanılmasını
önlemenin kolay olmadığı evrensel bir olgudur. Nitekim Uluslararası Çalışma
Örgütü (ILO) 1999 yılında bu alanı düzenleyen bir sözleşme tasarısını kabul
edebilmek için yaptığı çalışmaları sonuçlandıramamıştır.
Ülkemizde ise 1475 sayılı yasanın konuya ilişkin hükümlerinin yetersizliği,
özellikle amaç dışı kullanımının ciddi bir yaptırıma sahip olmaması alt işverenlik
kurumunun çoğunlukla kötüye kullanılmasına neden olmuştur. Salt ücretleri
düşürebilmek, işyerinde yıllardan beri toplu pazarlık yapan sendikaları bertaraf
edebilmek için üretim sürecine göstermelik alt işverenler sokulmuştur. Yasal
düzenlemelerin yetersizliği karşısında yüksek yargı organları içtihat yolu ile bazı
normları geliştirmeye çalışmışlardır.
10 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe giren yeni iş kanununu hazırlayan
bilim komisyonu da yargı kararlarından yararlanarak bu konuda kötü niyetli
uygulamaları önlemek amacı ile yeni bir düzenleme yapmıştır. Bilindiği gibi
T.B.M.M.’de İş Kanununun yasalaşması aşamasında en fazla tartışılan, değişiklik
önergeleri verilen konulardan biri alt işverenlik olmuştur.
4857 sayılı İş Kanununun ilgili hükümleri henüz yeni olduğundan yüksek
yargı organlarının kararları ile uygulama tam olarak istikrara kavuşmuş değildir.
Doktrinde ise daha şimdiden oldukça zengin bir kaynakça oluştuğu
gözlenmektedir.
Alt işveren konusundaki belirsizlik ve yetersizlikten Türk işçi sendikacılığı ciddi biçimde etkilenmiştir. Sendikaların nispeten kolay örgütlenebildikleri işkollarında bile birçok işverenin sisteme derhal alt işverenleri sokarak bu hareketi önlediği ya da mevcut sendikayı tasfiye için göstermelik altişverenler kullandığı oldukça sık rastlanan bir olgudur.
Gerçi yasal çerçeve bakımından alt işverenin işçilerinin de örgütlenme
hakkı olduğu, yetkili sendikanın alt işverene ait işyerinde toplu pazarlık ve grev
hakkını kullanabileceği; hatta alt işverenin bağıtladığı toplu sözleşmeden
kaynaklanan işçi haklarından da asıl işverenin sorumlu olduğu (İş K. M.2/VI)
ileri sürülebilir. Ancak uygulamada bunların gerçekleşme şansının yok denecek
kadar az olduğu bilinmektedir.

d) Amacı ve Politikaları Belirsiz Özelleştirme Uygulamaları
Küreselleşmenin ön plana çıkardığı neoliberal iktisat politikaları 24 Ocak
1980 kararları ile ülkemizde de uygulanmaya başlamıştır. Bu politikanın
vazgeçilmez ilkelerinden biri de kamuya ait olan iktisadi teşebbüslerin hızla
tasfiye edilmesi, özelleştirilmesidir.
Bilindiği gibi devletin yatırımlar yoluyla ekonomik faaliyette bulunmasının
çok farklı nedenleri vardır. İlkel toplum yapısını değiştirerek sanayileşmeyi
hızlandırmaktan, özel girişimcilere öncülük yapmaktan, devlet kapitalizmine
kadar uzanan değişik görüş ve ihtiyaçlar bu konuda rol oynamıştır. Ayrıca ülkenin
gelişmişlik düzeyi, bölgeler arası aşırı farklılıklar, özel kesimin yatırım yapmakta
istekli davranmadığı bölgeler ve işkolları devletçilik politikalarında etkili olmuştur.
Öte yandan Türkiye’de son çeyrek yüzyıl içinde kendimize özgü, tutarlı bir
özelleştirme modeli ortaya konulamamış, bunun hukuksal çerçevesi sağlık
esaslara kavuşturulmamıştır. Bu yüzden özelleştirmeler yürütme erki ile yargı
arasında sürekli çekişmelere neden olmuştur. Sonuçta özelleştirilen işletmelerden
elde edilen gelirler özelleştirmeyi finanse etmekten başka bir işe yaramamıştır.
Daha kötüsü özelleştirme sonucu işletmenin yeni yatırımlarla modernleştirilmesi,
yeni istihdam yaratması üzerinde hiç durulmamış; istihdam sorunun çözümü
devlete bırakılmıştır. Sık sık özelleştirmeler sonucu kapatılan işletmenin arsasının
rant amacı ile kullanıldığı görülmüştür.
Sendikalaşma bu süreçten de ciddi biçimde ve olumsuz yönde etkilenmiştir.
Türkiye gibi tarihsel nedenlerle ekonomisinde kamunun ağırlıklı bir
rolü olan ülkelerde sendikalaşma hareketlerinin de kamu işletmelerinde
yoğunlaşması doğaldır. Bu durumun sendikacılık açısından olumlu ve olumsuz
yönleri olduğu açıktır. Ancak plansız özelleştirmelerin sendikaları ciddi üye
kaybına uğrattığı da bir gerçektir.

II- SENDİKAL HAREKETTE İÇSEL SORUNLARI :

Türk sendikacılığın belirgin içsel sorunları şunlardır:

1- Gücünü Yasal Desteklerde Arayan Bir Sendikacılık

Sanayileşme düzeyinin yetersizliği gibi yapısal nedenlerle sınıf bilincinin
yeterince gelişmediği Türk toplumunda sendikacılık son altmış yıl içinde yasalarla
biçimlenmiş, yasalara biçim verme gücüne sahip olamamıştır. Çoğulcu
demokrasinin anayasalar ve yasalarla güvence altına alındığı dönemlerde
sendikacılık ta güçlenmiş; yasal çerçevenin daraldığı dönemlerde ise etkinliğini
kaybettiği görülmüştür. Bunun en tipik örneği 1961 Anayasasının ilk yıllarıdır.
Sendikalaşma, toplu pazarlık ve grev haklarının ilk kez Anayasaya girmesi ve 274-
275 sayılı yasalarla (1963) düzenlenmesi Türk sendikacılığında 1963-70
döneminde hızlı bir gelişmeye neden olmuştur. Bu yasalarla sendikalara sadece
çağdaş sosyal haklar tanınmakla kalmamış, sendikaların kısa sürede güçlenmesi
amaçlanmıştır. Örneğin üyelik aidatının kaynakta kesilmesi, işçileri temsil
yetkisinin sendikalara bırakılması, profesyonel yöneticiliğin korunması, aidat
miktarının serbestçe belirlenmesi bunlardan sadece birkaçıdır.
Bu olanaklar sendikaları mali açıdan kısa sürede güçlendirmiş; BU DÖNEM SENDİKAL HAREKETİN ALTIN ÇAĞI OLMUŞTUR.
. Ancaksendikaların önemli bir kısmı bu yasalardan aldıkları güce alışırken, sendika içi demokrasiden uzaklaşmışlardır. Profesyonel yöneticiliği kaybetmemek için genel
kurulun oluşumuna tüzük hükümleri ile müdahale etmek, genel kurulun
toplanma süresini iki yıldan üç yıla çıkarmak, seçimlere hile karıştırmak gibi
yöntemlere başvurulduğu görülmüştür.
Öte yandan aynı yasalarda sendikalara çok geniş bir faaliyet alanı
tanınmasına karşın sendikalar uğraşlarını toplu pazarlık etrafında
yoğunlaştırmışlar; örneğin yasaların elverişli hükümlere sahip olduğu dönemlerde
bile siyasal faaliyette bulunmaktan uzak durmuşlardır. Buna karşılık en büyük
işveren konumundaki devlet ile siyasal iktidara yakın sendikacılar aracılığı ile
ilişkilerin düzgün gitmesine özen gösterilmiş; hatta rakip sendikaların tasfiyesi için
siyasal iktidarla işbirliği içine girildiği dönemler oluşmuştur. Nitekim sonradan
Anayasa Mahkemesinin kararı ile birçok hükmü iptal edilen 1317 sayılı kanun ve
bu kanunun parlamento da görüşülmesi sırasında çıkan 15-16 Haziran olayları bu
tutumun açık bir göstergesidir.
Sendikaların yasal desteklerle kolay sendikacılık yapma alışkanlığını
edinmesinde siyasal iktidarların da kuşkusuz rolü olmuştur. Sendikacılık
hareketini kontrol altına almanın en kolay yolunun yasalarla bu harekete biçim
vermek olduğu açıktır. İktidara aday siyasal partiler genel seçimler için
düzenledikleri aday listelerinde birkaç sendika liderinin de yer almasına özen
göstermişlerdir. Bunlardan seçilmek suretiyle parlamentoya girenlerin sendikacı
kimliğinden çok, belirli bir partinin üyesi kimliği ile hareket ettikleri görülmüştür.
Sendikacılık hareketinin gücünü yasalardan beklemesi beraberinde ciddi
sorunlar ve olumsuz sonuçlar getirmiştir.
.
2- Daha Çok Kamu Kesiminde Örgütlü Bir Sendikacılık

Sendikal örgütlenmenin birçok pratik güçlükleri beraberinde getirdiği
bilinen bir gerçektir. Çoğulcu demokrasi ve özgür sendikacılık geleneğine sahip
olmayan; sınıf bilinci gelişmemiş toplumlarda yasaların koruyucu hükümleri
genellikle yeterli olmamakta ve sendikalaşma önünde fiili engeller kolay kolay
aşılamamaktadır.
Bu durumun en önemli istisnası kamuya ait işyerleridir. Genellikle bunların
yoğun işçi çalıştıran nispeten büyük işletmeler oluşu, yasaların dışına çıkma
gayreti içinde olmamaları sendikal örgütlenme açısından kolaylık sağlamaktadır.
Nitekim Türk sendikacılığının da daha çok kamu kesiminde örgütlendiği
görülmektedir. Bu kesime ait işyerlerinde toplu pazarlığın da sonuçta siyasal
güçlerin devreye girmesi ile sonuçlandığı anlaşılmaktadır.
Türk sendikacılığı bu nedenlerle bir yandan özelleştirme uygulamalarından
büyük ölçüde etkilenirken, öte yandan da mücadele gücünü, kendine güven
duygusunu geliştirememektedir.

3- Faaliyet Alanı Toplu Pazarlıkla Sınırlı bir Sendikacılık

1963 yasaları ile Türk sendikacılığı oldukça geniş bir faaliyet alanına
kavuşmuştur. Üstelik grev ve toplu sözleşme hakları anayasa güvencesi altına
alınmıştır. Toplu pazarlık dışında sendikalara üyelerini temsilen dava açma, sosyal,
kültürel hatta ekonomik alanlarda birçok faaliyet alanı tanınmıştır. Ufak bazı
sınırlamalar dışında sendikaların siyasal alanda faaliyet göstermelerine de izin verilmiştir.
Türk sendikacılığı bunlardan sadece biri üzerinde faaliyetini
yoğunlaştırmıştır. Bu alan toplu pazarlık olmuştur. Kuşkusuz üyelerinin hak ve
menfaatlerini koruma ve geliştirme açısından toplu pazarlık faaliyeti olağan üstü bir
öneme sahiptir. Ancak, genellikle iki yılda bir yapılan toplu pazarlıklar dışında Türk
sendikaların diğer faaliyet alanlarına yeterince önem vermedikleri görülmüştür.
Halbuki 1970’lerden sonra Dünya’da sendikaların üye kaybını önlemek için
faaliyet alanlarını genişlettikleri, üyelerine çeşitli hizmetleri götürebilmek amacı ile
çaba harcadıkları bilinmektedir. Türkiye’de gelişmeler ters yönde olmuş,
sendikalar özellikle 1980 den sonra, yasal bir zorunluluk olmasına karşın eğitim
faaliyetine bile yeterli ilgiyi göstermemişlerdir.

4- Geciktirilmiş ve Kısıtlı Bir Kamu Görevlileri Sendikacılığı

Ülkemizde kamu görevlilerinin örgütlenme hakkına uzun süre kuşku ile
yaklaşılmıştır. Bu tutumun oluşmasında Türk kamu personelinin hukuki
statüsünün de rolü olmuştur. “Devletin asli ve sürekli kamu görevlerinin memurlar
eliyle yürütüleceği” ne ilişkin Anayasa hükmü (m.128), kamu görevlilerinin
örgütlenme haklarında kısıtlamalar yapılmasında gerekçe olarak kullanılmıştır.
Gerçekte ise Türk kamu personel yönetiminde bu ilkeye özen gösterilmemiş,
atama yoluyla işe alınan yüzbinlerce işçi kamu görevlisi statüsünde çalıştırılmıştır.
Bu nedenle aynı işi yapanlardan biri memur, öteki işçi kimliği ile ayrı yasalara tabi
tutulmuştur. İşçiler 1963 ten beri örgütlenme, toplu pazarlık ve grev haklarından
yararlanırken, memur statüsünde çalışanlar bunlardan yoksun kalmışlardır.
Gerçi 1965 yılında 624 sayılı yasa ile memurlara da sendikalaşma hakkı
tanınmıştır. Ancak bu yasa kamu görevlilerinin örgütlenme haklarına çok sayıda
sınırlama getirmiş, bu örgütlere de çok sınırlı bir faaliyet alanı bırakmıştır. Bu
çerçevede dahi memur sendikalarının faaliyetine 12 Mart 1971 döneminde
Anayasada yapılan değişiklikle son verilmiştir.
Kamu görevlilerin örgütlenme haklarının yasal bir düzenlemeye
kavuşabilmesi için otuz yıl beklemek gerekmiştir. Önce Anayasanın 53.
maddesine eklenen bir fıkra, daha sonra 4688 sayılı yasanın kabulü Türk
mevzuatında halen kamu personelinin örgütlenme haklarını düzenlemektedir.
Ancak her iki hukuki dayanağın da çağdaş, uluslararası sözleşmelere uyumlu
olduğu söylenemez. Özellikle Türkiye Cumhuriyetinin onayladığı ILO’nun 87 ve
151 sayılı sözleşmeleri ile Anayasanın 53. ve 4688 sayılı yasanın birçok hükmünün
çeliştiği,kamu çalışanlarının toplu sözleşme ve grev hakları ILO konferanslarında da sık sık dile getirilmektedir.
Ancak, kamu çalışanları da, 2000’li yıllara değin, uzun yıllar bu hakların kazanımı için etkili bir baskı grubu oluşturamamışlardır.

.
III- NE YAPMALI?

Kayıt dışı ekonomi, alt işveren ve özelleştirme uygulamalarının
olumsuz etkilerini önleyebilmek ya da azaltabilmek için sendikaların başta siyasal
partiler olmak üzere diğer sivil toplum örgütleri basın ve üniversite çevreleri ile
işbirliği yaparak güçlü bir kamu oyu oluşturmalarından başka çare yoktur.
Oluşturulan bu kamu oyunun desteği ile Anayasa ve yasalarda özgür sendikacılık
önündeki engellerin kaldırılması da kolaylaşmış olacaktır.
Ancak yeni bir yapılanma sırasında en önemli sorumluluk ve yükümlükler
doğrudan doğruya sendikalara düşmektedir. Kanımızca bunların bazıları şunlardır.

1- Gücünü Üyelerinin Güven ve Desteğinden Alan Bir
Sendikacılık

Yasaların desteği ile ayakta duran bir sendikacılığın sağlıklı olamayacağına
yukarıda işaret etmiştik. Mali gücünü üyelik aidatının kaynakta kesilmesinden
(check-off), işçileri temsil gücünü, toplu pazarlık yetkisini hep yasalardan alan bir
sendikacılığın iktidarda bulunan siyasal partilerin etkisinden kurtulması mümkün
değildir.
Türk sendikalarının gerçek anlamda özgür olabilmeleri için ilk yapmaları
gereken iş, yasa desteği alışkanlıklarını terketmeleridir. Yukarıda da açıklandığı
gibi sendikal örgütlenmeyi ve tüm faaliyet alanlarını, toplu pazarlık haklarını yasa
ile düzenleme yöntemi siyasal iktidarların sendikalar üzerindeki hegemonyalarını
sürdürme ihtiyacından doğmuştur. Sendikalar da bu sistemin rahatlığına zamanla
sendikalar giderek etkinliklerini kaybederken yasa koyucudan sürekli olarak
sorunlarının çözümünü istemişler ve yasaların yetersizliğinden şikayet etmişlerdir.
Sonuçta bugün Türk sendikaları hem kamuoyunun, hem de üyelerinin güvenini
büyük ölçüde yitirmişlerdir.(4)
Türk sendikacılığı en azından 1963 sonrası döneminde elde ettiği
deneyimlerle yasaların desteği olmasa da ayakta kalabilecek güce kavuşmuştur.
Bundan sonra yasal destek yerine gücünü üyelerinin güven ve desteğinden alması
gerekmektedir. Bunun için aşağıdaki hususlara önem verilmesi kanımızca
zorunludur.

2- Sendika İçi Demokrasiyi Benimseyen ve Yaşayan bir
Sendikacılık

Sendikalar, nitelikleri gereği, demokratik kuruluşlardır. Nitekim 1961 ve
1982 Anayasalarında da bu ilke açıkça yer almıştır. Bunun anlamı sendikanın
kuruluşundan işleyişine, hatta sona ermesine kadar söz sahibi olan tek gücün
üyeler olmasıdır. Tüm organların oluşumunda olduğu kadar denetiminde de
üyelerin eşit oy hakkına sahip olduğu genel kurul en önemli organdır. Genel
kurulların olabildiğince sık toplanması ve üyelerin en etkin biçimde temsil
edilmesi, işleyişinin demokratik kurallara uygun olması zorunludur. Mevcut
yönetimin tüm icraatının genel kurulda en etkin biçimde denetlenmesi de sendika
içi demokrasinin vazgeçilmez bir öğesidir.
Bu konuda Türk sendikacılığının arzu edilen düzeye ulaşmadığı bir
gerçektir. Özellikle sendika şube genel kurullarına katılacak olan delegelerin
seçiminde yargı denetiminin olmaması ciddi bir eksikliktir. Ayrıca 1963 ten beri,
başlangıçta iki yılda bir yapılan genel kurulların önce üç, daha sonra dört yıla
çıkarılması kanımızca isabetli olmamıştır.
Ayrıntıya girmeden denilebilir ki sendika içi demokrasiyi tüm yönleri ile
benimsemiş bir sendikacılık kısa sürede gücünü üyelerinden alan bir harekete
dönüşebilir. Örneğin mevcut yasalar çerçevesinde bile işçi konfederasyonlarının
tüzüklerinde gerekli değişiklikleri yaparak genel kurullarını daha sık toplamak
suretiyle sendika içi demokrasiye katkıda bulunmaları mümkündür.

3- Siyasal Faaliyet Modelini Belirlemiş Bir Sendikacılık

Sendikaların, özellikle üst kuruluşlarının, siyasal faaliyet dışında kalmalarına
olanak yoktur. Çoğulcu demokrasinin bir ürünü olan özgür sendikacılık aynı
zamanda demokratik rejimin tüm kurumları ile işleyişinde en önemli bir
güvencedir. Bu da sendikaların siyasal faaliyette bulunmalarını gerektirmektedir.
4 Betül Urhan, “Türkiye’de sendikal örgütlenmede yaşanan güven ve dayanışma
sorunları”, Çalışma ve Toplum Dergisi, sayı 4, 2005/1, s. 76,77.
Ancak bilindiği gibi siyasal faaliyetin türleri vardır ve her ülke sendikacılığı
kendine özgü bir model geliştirmiştir. Bu model tarihsel nedenlerle İngiltere’de
olduğu gibi sendikaların bir siyasal parti kurması ve bu parti ile organik ilişkileri
devam ettirme biçiminde olabileceği gibi, Kara Avrupa’sında olduğu gibi
sendikaların siyasal partiler karşısında bağımsızlıklarını koruyarak, bunlardan
kendi görüşlerine yakın olanlarla işbirliğine girmek şeklinde de olabilir. Bunun da
çok farklı uygulamaları vardır.
Bu hususta önemli olan yasaların sendikaların siyasal faaliyetine ciddi
kısıtlamalar koymamalarıdır. Bu konuda Türk mevzuatında çok farklı
düzenlemelerin yaşandığı dönemler olmuştur. Yakın tarihimizde Anayasa (m.52)
ve yasalara siyasal faaliyetleri çok kısıtlayan hükümler konulduğu hatırlardadır.
Ancak 52. maddenin tümü ile Anayasadan çıkarılması ve 2821 sayılı yasada
değişiklikler yapılması sonucu bugün Türk mevzuatında sendikalara geniş bir
siyasal faaliyet alanı bırakıldığı görülmektedir.
Ancak sendikaların bu hususta ciddi bir arayış içine girdikleri
görülmemektedir. Kuşkusuz Türk sendikalarının başka bir ülkedeki modeli kopya
etmek yerine ülkemizin kendi koşullarına uygun bir model geliştirmeleri en
sağlıklı çözümdür. Bu konuda kırk yıl önceki arayışlara bugün rastlanmamaktadır.
Bilim çevreleri ile işbirliğine girilerek bu modelin oluşturulmasında yarar vardır.
Genel seçimlerde mevcut siyasal partilerin aday listelerine bazı sendika
yöneticilerinin kabul edilmesinin, bunlardan bir kısmının seçilmesinin beklenen
başarıyı sağlayamamış bir model olduğu ortadadır.

4- Sendikalar Arası Gönüllü İşbirliğine Dayalı Güçlü
Sendikacılık

Çoğulculuk özgür sendikacılığın vazgeçemediği bir ilkedir. Hangi düzeyde
olursa olsun sendikaların serbestçe kurulması ve faaliyet göstermesi çoğulculuğun
bir gereğidir. Bu açıdan felsefi görüş ayrılıklarına dayalı sendika ve üst
kuruluşların bulunması doğal olduğu kadar aynı zamanda yararlıdır.
Ancak bu durum sendikalar arasında gönüllü işbirliğine engel olmamalıdır.
Aksi yöndeki davranışların sendikacılık hareketini zayıflatacağı unutulmamalıdır.
Örneğin bazı sendikaların siyasal iktidarla anlaşarak bir kısım kamu işyerlerindeki
işçileri bünyesine alarak diğer sendikalarla rekabete girmesi asla onaylanamaz.
Öte yandan tüm dünyada sendikaların ortak çıkarlar etrafında gönüllü
işbirliğine girerek kamu oyuna seslerini daha güçlü biçimde duyurdukları
görülmektedir. Son yıllarda ülkemizde de buna uygun örneklere rastlanmaktadır.
Ayrıca Avrupa ülkelerinde sendikaların gönüllü birleşmeler yoluna giderek
güçlerini artırdıkları bilinmektedir. İşkolu sendikacılığının en başarılı örneği olan
Alman sendikacılığında esasen 17 olan işkolu sendikalarının son yıllarda azalma
eğiliminde olduğu gözlenmektedir.
Bunun gibi Fransa’da aynı sendika ya da konfederasyon bünyesinde işçi ve
kamu görevlilerinin birlikte örgütlendikleri, emeklilerin de sendika üyeliği sıfatını
devam ettirdikleri görülmektedir. Böylece sendikaların güçlerini artırabilmek ya
da bu gücü koruyabilmek için ciddi çabalar içinde oldukları anlaşılmaktadır.
Kuşkusuz yasalarda düzenlenmiş Türk sendikacılığında bunlardan bir
kısmının yapılması olanaksızdır. Ancak işkolu sayısının azaltılmasına karşı
sendikaların gösterdiği tepkiyi haklı görmek mümkün değildir.

5- Etkinliklerini Çeşitlendirmeye, Üyelerini Artırmaya Yönelik
Programları Olan Sendikacılık

Türkiyede sendikacılık genelolarak toplu pazarlık, özel olarak “ücretler”
üzerinde yoğunlaşmıştır. Halbuki yasalar sendikalara toplu pazarlık dışında
oldukça geniş bir faaliyet alanı bırakmış, hatta ekonomik faaliyetlere bile izin
vermiştir. Türk sendikaları bir kısmına yukarıda değindiğimiz, elverişsiz
ekonomik ve sosyal koşullar nedeniyle toplu pazarlık sisteminde tıkanmalar
başlayınca en önemli işlevini kaybetme tehlikesi ile karşılaşmışlardır.
Halbuki benzer durumlarla karşı karşıya kalan Avrupa Sendikaları
üyelerine yönelik faaliyetlerini çeşitlendirme yoluna gitmişlerdir. Bunlar,
üyelerinin günlük hayatta karşılaştıkları her türlü sorunu çözmeye yöneliktir ve
çok çeşitlidir. Örneğin ülkemiz açısından üyelerine sağlık hizmetleri sunmak,
mesleki eğitim, çalışma hayatından doğan hakların daha etkin biçimde yargı
organlarında savunulması gibi etkinlikler üyeleri sendikalara yaklaştırabileceği gibi,
yeni üyelerin kazanılmasına da olanak verebilir.
Öte yandan Avrupa sendikaları yeni çalışma türleri nedeniyle uğradıkları
üye kaybını telafi edebilmek için özel programlar yapmakta ve uygulamaktadırlar.
Örneğin genç işçilere, kadın işçilere yönelik bilgilendirme toplantıları
düzenlemektedirler. Kuşkusuz bu etkinliklerin finansmanı için bütçelerinde
önemli paylar ayırmaktadırlar.

6- Uluslararası Resmi ve Mesleki Kuruluşlarla Daha Sıkı
İşbirliğine Açık Sendikacılık

Tüm dünyada sendikacılık hareketleri küreselleşme olgusundan etkilenerek
uluslararası ilişkilere daha fazla önem vermeğe başlamışlardır. Türkiye’nin ve
Türk sendikacılığının ise bu tür ilişkilere daha fazla ihtiyacı vardır. Gerçekten
demokrasisini batılı standartlara yükseltme çabası içine giren, Avrupa Birliğine
dahil olmaya çalışan Türkiye’nin gerçekte uluslararası ilişkilerini daha çok
yoğunlaştırma yönüne gideceği kuşkusuzdur.
Türk sendikaları ise kırk yılı aşkın bir süreden beri dünya ve Avrupa
sendikacılığı ile organik ilişkiler içine girmiştir. Ancak son yıllarda bu ilişkiler eski
canlılığını kaybetmiştir. 1980 öncesi Türk sendikalarının ICFTU yönetiminde
önemli organlarda temsil edilir duruma geldikleri bilinmektedir. Son yıllarda
Türk Sendikacılığını Çevreleyen Olumsuz Koşullar, Özellikler
24
ETUC ile girilen gereksiz polemiklerin kanımızca yararı yoktur. Türk işçi ve
işveren sendikaları uluslararası mesleki örgütler bünyesinde ne kadar aktif rol ve
görev alırlarsa, bundan hem kendileri, hem de Türk dış politikası yarar görecektir.
Öte yandan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) her yıl toplanan
Konferansında Türkiye, özellikle işçi kanadı, en kalabalık heyetlerle temsil
edilmektedir. Çeşitli konfederasyonları temsilen Konferansa katılanlar yanında,
çok sayıda sendikadan gelen heyetlere Cenevre’de rastlamak alışılmış hale
gelmiştir. Ancak bunlar Konferansın genel kurul ya da komisyonlarında aktif
görev alma bir yana, çalışmaları bile yeterince izlememektedir. Bu duruma son
vermek üzere konfederasyonların bir ilke kararına varmaları , az sayıda yabancı dil
bilir sendikacının, ya da uzman tercümanlar eşliğinde az sayıda sendika liderinin
toplantılara katılmaları ile yetinilmelidir. Böylece en azından sendikaların
bütçelerinde tasarruf sağlanmış olacaktır.

7- Sendikal Kültürün Gelişmesine Yönelik Eğitim, Tanıtım,
Araştırma ve Yayın Yapan Sendikacılık

Tüm dünyada işçi sendikacılığı 1970’li yıllardan beri küresel bir saldırı ile
karşı karşıya bulunmaktadır. Serbest piyasa ekonomisinin yolunda
işleyebilmesinin önünde en önemli engellerden birinin sendikalar olduğu ileri
sürülmektedir. Hatta 1990’lı yıllarda sendikacılığın toplumsal bir hareket olarak
sona erdiği, sadece tarihçesinin incelenebileceği iddia edilmiştir. Ancak bu
kehanetler günümüzde gerçekleşmemiştir. Gerçi sendikalar önemli üye
kayıplarına uğramışlardır. Bu kayıp bazı ülkelerde ciddi boyutlara varırken,
bazılarında beklenen çöküntü yaşanmamış, bazılarında ise sendikal yoğunluk daha
da artmıştır. Bu durumun her ülkeye özgü nedenleri vardır.
Bizim üzerinde durmak istediğimiz husus, sendikaların bu saldırı karşısında
sendikal kültürün gelişmesine yönelik faaliyetler içine girmeleri zorunluluğudur.
Nitekim birçok batılı sendikacılık bu konudaki iddialara bilimsel yanıtlar
verebilmek için araştırma ve yayın faaliyetine daha fazla önem vermiş, ayrıca
eğitim ve tanıtım faaliyetleri ile kamu oyunun hatalı yönlendirmesine karşı kendi
tezlerini savunmuşlardır. Bunun için ciddi maddi fedakarlıklara katlandıkları da
kuşkusuzdur.
Türk sendikacılığında ise bu alanda beklenen canlanma maalesef
görülmemektedir. Yasal bir zorunluluk olmasına karşın eğitim faaliyetinde
yavaşlamalar yaşanmaktadır. Daha 1960’lı yıllarda ülkemizin en önde gelen
iktisatçı, hukukçu, sosyal politikacı uzmanlarını kadrolarına alarak ciddi
araştırmalar yaptıran sendikalar bugün gıpta ile hatırlanmaktadır.

.
SONUÇ

Türk sendikacılığı, ülkemize özgü olumsuz koşullar yanında, 1970’lerde
başlayan ve dünyada birçok ülke sendikacılığını etkileyen olumsuz koşulları bir
arada yaşamaktadır. Bunlardan ülkemize özgü yapısal koşulların, sanayileşme
düzeyinin yetersizliğinin ve çoğulcu demokrasinin henüz tüm kurum ve kuralları
ile yerleşmemiş olmasının en önemli etkenler olduğu görülmektedir. İzlenen
ekonomi politikalarının kayıt dışı ekonomiyi ve istihdamı genişletmesinin, tutarlı
politikalardan yoksun özelleştirme ve alt işveren uygulamalarının yanında yasal
kısıtlamaların da serbestçe örgütlenme hakkının önünde engel oluşturduğu
anlaşılmaktadır.
Özetle, Türk sendikacılığının içinde bulunduğu koşulların bu hareketin
gelişmesi için elverişli olmadığı sonucuna varmak mümkündür.
Öte yandan Türk sendikacılığının özelliklerinden kaynaklanan sorunların
da gözardı edilmemesi gerektiği görülmektedir. Gücünü yasaların desteğinde
arayan, sendikalaşmayı daha çok kamu kesiminde gerçekleştiren, faaliyet alanını
toplu pazarlıkla sınırlayan, sendika içi demokrasiye gerekli önemi vermeyen,
kamu görevlilerinin örgütlenme haklarında zaman kaybetmiş olan bir sendikacılık
modeli karşımıza çıkmaktadır. Bu olumsuz özellikleri taşıyan bir işçi sendikacılığı
karşısında güçlü bir işveren sendikacılığının oluşamayacağı da ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle işveren sendikacılığının da temsil gücünün yetersiz kaldığı
anlaşılmaktadır.
Bu koşullar altında yeni bir yapılanmaya ihtiyaç gösteren Türk
sendikacılığında bu yapılanmanın esaslarına gelince; bunların: Gücünü üyelerinin
güven ve desteğinden alan, sendika içi demokrasiyi benimseyen, siyasal faaliyet
modelini belirlemiş olan, sendikalar arası gönüllü işbirliğine açık, etkinliklerini
yeni ihtiyaçlara göre çeşitlendirmiş, uluslararası ilişkileri yoğun, sendikal kültürün
geliştirilmesinde kararlı bir sendikacılık olduğu sonucuna varmaktayız
Kullanıcı küçük betizi
Noyan Umruk
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1070
Kayıt: Pzr Mar 08, 2009 13:39

Şu dizine dön: Dr. Noyan UMRUK

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x