Türkiye'de Zorunlu Din Dersi

Tartışma Alanı

Türkiye'de Zorunlu Din Dersi

İletigönderen Otopsi » Sal Haz 23, 2009 18:20

ENİS BERBEROĞLU'NA AÇIK YANIT

GELİN RUHBAN OKULU’NDAN ÖNCE LAİKLİĞİ TARTIŞALIM

Enis Berberoğlu


Sayın Berberoğlu,

13 Haziran günü sütununuzda yayınladığınız ve yukardaki konulu yazınızın sonunda “bana ses veriniz” dediğiniz için bu yazıyı yazıyorum.

Bilim dalı olarak “Tarih”, son derecede teknik bir disiplin olmakla beraber, her köşe yazarının ilgi alanı içindedir ama bu konularda sağlıklı yorum yapabilmiş tek bir yazara Türk basınında rastlamak mümkün değildir. Çünkü içlerinde bir tek “tarihçi” yoktur. “Tarihe ilgi duymak” başka şeydir, “tarihçi” olmak bambaşka bir şey. Öyle de olunca, sizin yazınızda olduğu gibi vahim sonuçlara ulaşmak mümkündür.

1. İşlediğiniz konular son derecede önemlidir ama “sokaktaki adam” dahil herkesi memnun edecek ayrıntıda yanıt verebilmek için ne yazık ki sütununuz yeterli değildir. Buna rağmen, bir taraftan sizin yaptığınız gibi sorularınızı kısa kısa yanıtlayacağım ama sizin için asıl yanıtlarımı http://www.orhancekic.com sitemde yayınlayacağım. Lütfen siteye iki gün sonra bakın, zira”böbrek nakli” ameliyatından bir hafta önce çıktım, nekahet dönemindeyim, uzun süre yazmaya takatim yok.



Tartışmaya açtığınız konular, şunlar:

1. “Türkiye’de zorunlu din dersinden vazgeçilmiyor. Devlete egemen din ve mezhep topluma dayatılıyor.” Diyorsunuz.

YANLIŞ.

Bu konu zaman zaman siyasiler tarafından istismar edilse de, bu ön yargı yerleşmiştir. Kural şudur: İstemeyen öğrencinin velisi yönetime dilekçeyle başvurur ve o öğrenci bu derse girmez. Yani bir dayatma yoktur. Nitekim geçtiğimiz günlerde bir alevi yurttaşımız bu yolu kullanmıştır. Öte yandan “İdare” bu dersi “din kültürü ve Ahlak” dersi olarak vermeye başlamış, konular böylece sadece İslam dininin Hanefi mezhebinin öğretisi olmaktan çıkarılmış, tüm dinlerin öğretildiği bir çerçeveye oturtulmuştur. Böylece bir kültür dersine dönüştürülmüştür. Ama buna rağmen “önyargı” sürmektedir. Ayrıca, doğal olarak azınlık çocukları bu dersten muaftırlar.

2. “Devlet din adamı yetiştiriyor. İmam-hatiplerde 120.000 öğrenci okuyor. Buna karşılık Ortodoks Ruhban Okulu kapalı. Yani devlet dinler arasında taraf tutuyor.

YANLIŞ.

Devlet İslam dinine hizmet verecek kadroları oluşturmak üzere imam-hatip okullarını açarken, “buna karşılık” Ortodoks din adamı yetiştiren Ruhban Okulunu kapıyor değil. Bu Ruhban Okulu meselesine Sn. Ertuğrul Özkök de takılmış, “bunu bir türlü anlamıyorum, biri çıkıp da şunu bir anlatsın” demişti. Vaktimin yetersizliğinden yanıt verememiştim.

Bütün mesele, aydınlarımızın doğru dürüst bir “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” dersi almamış olmalarından kaynaklanıyor. Bizim milletvekillerimiz de “Devrim Tarihi” bilmez ve şu andaki sorunlarımızın yarısı değil, tümü, buradan kaynaklanır.

Ruhban Okulu’nun kapatılmasının nedeni, en önemli devrim yasası olan “Eğitim Birliği Yasası”dır. (Tevhid-i Tedrisat Kanunu).

3. Bu konuyu aşağıda diğer bir sorunuza yanıt verirken, açıklayacağım.
4. Devlet din görevlisi (imam) istihdam ediyor. Diyanet İşleri’nde 75.000 imam var. Ama kilise, sinagog ve cem evleri kendi yağlarıyla kavruluyor.

YANLIŞ.

Bu soruyu da aşağıdakilerle birleştirerek yanıtlayacağım, zira çok uzadı.

Sonuç olarak bir yargıya varıyor ve “biz laikliği Fransa’dan öğrendik ama, orada din gerçekten devletten bağımsız. Din adamlarını devlet yetiştirmiyor. Devlet bunlara maaş ödemiyor” diyorsunuz. Sonra da çözüme ulaşıp:

o “İmam-hatipler kapatılmalı, devlet din eğitiminden elini çekmelidir.
o Ruhban Okulu açılmalı, Cemevleri ibadet yeri sayılmalıdır” diyorsunuz.

Şimdi bunları toplu olarak yanıtlayalım:

Öncelikle “laiklik” konusunda geçen yıl İstanbul Barosu’nun düzenlediği panelde yaptığım ve sonrasında Baro tarafından basılan ve web sitemde “makaleler” başlığı altında yer alan “laiklik” konulu 40-50 sayfa tutarındaki makaleyi mutlaka okumalısınız.

Doğrudur, biz laik düzeni yani “toplumun evrensel hukuk normlarına göre yönetileceği” esasını Fransızlardan aldık.

Kurallar Fransız İhtilali’nden hemen sonra, “Bonapart Yasaları” adıyla kondu. Napolyon, çıkardığı yasayla, kiliseye, önce el koyduğu sonra iade ettiği tüm mal varlığını verirken kuralları da saptadı:

1. “Kilise ile devleti ayırdım. “ Kilise, din demekti. Böylece kural ortaya çıktı:

“Laik devlette din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır.”

2. Kilisenin verdiği hizmet bir “kamu hizmeti” sayılmaz. O nedenle din görevlileri “kamu görevlisi-memur” sayılmaz. Bu nedenle devletten maaş alamazlar. Sosyal güvenceleri, emeklileri de yoktur. Bütün bunları “kilise” kendi varlığından karşılayacaktır.

Kilise’nin bakım- onarım, su, elektrik benzeri hiçbir gideri hazineden karşılanamaz.

3. “Din” kamu hizmeti sayılmayacağına göre, din dersleri eğitimi zorunlu olamaz.
4. Devlet kilise açmaz. Bütün bunları kilise kendi kaynaklarından karşılar.

Peki ama Kilise bu kaynakları nereden sağlayacaktır?

Uçsuz bucaksız mal varlığından. Kilise büyük topraklara sahiptir. Yunanistan’ın yarısı Rum Ortodoks Kilisesi’nin tapulu arazisidir ve devlet kamulaştırmaya gidememektedir.

Kilise bu toprakları bir işletme gibi işletir, kiraya verir, gelirini toplar.

Teoloji eğitimi gören öğrencinin verdiği paralar devlete değil kiliseye gider, çünkü bu okullar kilisenindir.

Ölen Hıristiyanlar bağışlarla kiliseye büyük destek vermektedirler.

Vaftiz en büyük gelir kaynaklarıdır. Her Hıristiyan, aksini belirtmedikçe, vaftiz olduğu kiliseye her yıl (sigorta primi öder gibi) ödeme yapmaya mecburdur. Dünyada 5 milyar dolayında Hıristiyan var. Toplanan parayı siz hesaplayın. Bu şartlarda artık “Papazın maaşını kim ödeyecek? Su parasını hazine versin!.” Benzeri tartışmalara yer var mıdır?

Şimdi gelelim konumuza ve Türkiye’ye:

Atatürk soruyor: Sultan Ahmet Camii’nin imamının maaşını kim ödeyecek?

Caminin, kilisenin olanaklarına sahip olmadığını biliyor ve bu soruyu soruyor ve gene kendi yanıtlıyor:

“ Napolyon vermezmiş, umrum bile olmaz. Biz vereceğiz. Çünkü İslam dini, pratikleri de olan son derecede önemli bir dindir. İslamı en doğru şekilde anlatacak din adamlarına ihtiyacımız var. Bunlar geçmişte olduğu gibi şeyhler, şıhlar olamaz. Devlet gereken güvenceyi verecek ki insanlarımız bu konuyu meslek olarak seçsinler, yaşlandıklarında da emekli olarak güvende olsunlar. Aksi halde bunları tarikatlar, cemaatlar sahiplenir ki, kısa sürede ortada ne devrim kalır ne de din. Biz, zorunlu olarak ve Cami’nin kilise gibi bir güce sahip olamayışından yola çıkarak, kendimize özgü bir laiklik uygulayacağız. Din adamlarımızı eğiteceğiz. O halde imam-hatip liseleri açacağız. İlahiyat Fakültesi açacağız ve böylece kutsal dinimizin en yetkin ellerde öğretilmesini sağlayacağız” dedi. Böylece hazine işin içine girmiş oldu.

Fransa’da devlet din adamı yetiştirmez, maaş ödemez ama, işte bu gerekçeyle biz yetiştirmek ve ödemek zorundayız. Aksi halde öyle bir fatura öderiz ki, bunun altından kimse kalkamaz.

“Ruhban Okulları açılmalı” diyorsunuz. Kapatan biz değiliz ki !

Bu konu Lozan’da çözümlenmiş ve uzun yıllar hiçbir sorun da yaşanmamıştır. Kayserili Makarios bile buradan mezundur. Peki buraya nasıl geldik?

Cumhuriyet’in en radikal ve temel yasası “Eğitim Birliği Yasası”dır. 3 Mart 1924 tarihli bu yasa ile, ki aynı gün hilafet kaldırılmıştır, Türkiye’deki tüm ortaöğretim kurumları tek bir çatı altında toplanmış ve Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Böylece ir taraftan “medrese kafalı”, diğer taraftan laik kafalı eğitim görmüş kişilerden oluşan bir toplum olmaktan çıkılmış, sadece laik eğitim esas alınmıştır. Bu dönemde Ruhban Okulu da Milli Eğitim’e bağlıdır.

1972’li yıllar enteresandır. Türkiye o yıllardan itibaren her konuda kuşatma altına alınmıştır.

(1973 Türk diplomatlarının Ermenilerce katline başlanması. 1974 Kıbrıs Sorunu. Hemen arkasından PKK- Kürt Sorunu.)

Ruhban Okulu bunun dışında kalmamış ve Fener Rum Patriği durup dururken (daha doğrusu dışarıdan gelen yönlendirmeyle) Ruhban Okulu’nun Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlanmasını istemiştir. Gerekçe olarak da oranın papaz yetiştiren bir “din okulu” olduğunu ileri sürmüştür. Oysa Cumhuriyetin başından beri orası papaz yetiştirir ama Milli Eğitim’e bağlıdır.

Bartalomeos’a Türkiye’nin bir laik devlet olduğu, her dine, İslamiyet dahil eşit mesafede bulunulduğu, bu teklif kabul edilirse o zaman da tüm imam-hatiplerin “Diyanet İşleri Başkanlığı”na bağlanmak isteyebilecekleri, bunun da yasalara aykırı (Tevhid-i Tedrisat)olduğu anlatıldı. Bu kez, Ruhban Okulu’nun bir yüksek okul olduğu iddiasını ileri sürdü. Buna yanıt olarak da “ O takdirde YÖK’e bağlanırsınız” dendi. Eğer bir ayrıcalık yapılırsa, o zaman İlahiyat Fakültesi’ni de Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlamak talebi gelebileceği , bunun da yasalara aykırı olduğu bildirildi.

Direnen Patrikhane’dir, İdare değil. Bu koşullarda Ruhban Okulu açılamaz zira Türkiye Cumhuriyeti bir sömürge devleti değildir.

Saygılarımla,

Y.Doç.Dr.Orhan Çekiç

Maltepe Üniversitesi Cumhuriyet Tarihi Bölüm Başkanı

http://orhancekic.com/makale.asp?id=502
Kullanıcı küçük betizi
Otopsi
Üye
Üye
 
İletiler: 251
Kayıt: Sal Ağu 12, 2008 13:55

Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x