Türkiye NATO’dan Çıkarılacak ve Savaş Açılacak! / Ahmet AKGÜL

Tartışma Alanı

Türkiye NATO’dan Çıkarılacak ve Savaş Açılacak! / Ahmet AKGÜL

İletigönderen Türk-Kan » Cmt Şub 18, 2012 17:01

Suriye ve İran’ı hallettikten sonra:
Türkiye NATO’dan Çıkarılacak ve Savaş Açılacak!


Giriş:

Bazı tespitlerden yola çıkarak yaptığımız tahmin ve tahlillere göre:

A – Suriye ve İran da bir şekilde halledildikten sonra; 27 İslam ülkesini kontrol altına almayı ve Büyük İsrail’i kurmayı amaçlayan BOP’un son aşaması olarak asıl sıra Türkiye’ye gelmiş olacaktır.

B- “Irak tezkeresini çıkarmadığı, İran müdahalesinde gevşek davrandığı” gibi gerekçelerle Türkiye NATO’dan çıkarılacaktır.

C- Ardından “Kürtlere özerklik vermiyor ve kendi halkına orantısız güç kullanıyor” bahanesiyle Türkiye saldırıya uğrayacaktır.

D- Yeni ve eski MİT başkanı ve yardımcısının “PKK-KCK ile ilişkileri ve işbirliği” nedeniyle Özel yetkili Savcılıkça ifadeye çağrılmaları ise; İşte bu çok muhtemel gelişmelere karşı, Türkiye’de “iktidar ortaklarının, TSK ve MİT gibi stratejik kurumların sağlama alınması ve işbirlikçilerin uzaklaştırılması” hazırlıkları mıdır? Umarız CIA destekli cemaat ile AKP hükümeti arasındaki gizli iktidar mücadelesi gerçekten millicilerle işbirlikçilerin hesaplaşmasına dönüşüşecek ve bu kapışmadan Türkiye karlı çıkacaktır.

Gelişme:

MİT’in gizli ve kirli ilişkileri:


Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Bilal Bayraktar’ın ihtarı üzerine MİT müsteşarı Hakan Fidan uçakla Ankara’dan İstanbul’a gitmişti. Henüz ifade verip vermeyeceği kesinleşmemişti ama, bu noktadan sonra suların durulması mümkün değildi. Bu durum, bir anlamda bizzat Başbakan’ın ifadeye çağrılması gibiydi. Belki ona da sıra gelecekti!..

“KCK operasyonlarında tutuklananların bir çoğu MİT elemanı çıkıyordu. Bu nasıl olurdu?!. Uludere’de 35 sivil gencin ölümüne yol açan yanlış istihbaratın da MİT üzerinden TSK’ya verildiği konuşuluyordu! Böyle ise durum oldukça vahim görülüyordu” [1]  diyen ve “MİT ve Emniyette sarsıntı” başlığı ile telaş ve tedirginliğini dile getiren AKP yalakası Nazlı Ilıcak bile anlaşılan olacakları sezmişti.

Hakan Fidan (Başbakan’ın resmi görevlisi olarak) Eski MİT Müsteşarı Emre Taner ve yardımcısı Afet Güneş, Oslo’da Zübeyr Aydar ve Sabri Ok gibi PKK-KCK yetkilisi teröristlerle özel toplantılar yapıp “Özerk Kürdistan’ın yol haritası üzerine” görüş birliği etmişlerdi. Şimdi “MİT elemanlarının KCK eylemlerine öncülük yaptığı” yolundaki savcılık tespitleri:

“Acaba PKK devre dışı bırakılıyor ve Türkiye terör belasından kurtuluyor görüntüsüyle, BDP’ye meşruiyet kazandırıp Özerk Kürdistan’a zemini mi hazırlanıyor?” sorularını da gündeme getirmişti.

Daha önce Ergenekon tertibiyle, Kurmay Subayların, Paşaların, Ordu Komutanlarının ve Genel Kurmay Başkanlarının tutuklanıp yıllarca hapis kalmaları karşısında kılını kıpırdatmayan, hatta sinsi ve pinti sevinç duyan Ömer Çelik gibi AKP kurmaylarının ve yandaş yazar ve yorumcuların, şimdi kalkıp:

“MİT gibi stratejik önemi ve gizlilik özelliği taşıyan kurumlarımızın şaibe altında tutulması ve yıpratılması oldukça tehlikelidir.”

Türünden açıklama yapmaları, çifte standartlığın, yani münafıklığın en açık göstergesidir. Erzincan Jandarma Komutanlığı basılıp, mahalle ve köylerdeki 150 kadar “haber elemanının” bile bütün gizli bilgilerinin internete düşürülmesine ses etmeyenlerin bugünkü söylemleri art niyetlerinin hatta hıyanetlerinin bir işaretidir.

Hakan Fidan ve soru işaretleri!

Hiçbir ciddi ve tedrici deneyimi (kurum içinde önemli ve uzun vadeli hizmet süreci) olmadığı halde, ABD’deki hızlandırılmış eğitim seminerlerinden ve özel üniversite diploması serüveninden sonra MİT’in başına oturtulan Hakan Fidan’ın İsrail’in ve Yahudi Lobilerinin güvenine mazhar olmadan bu makama getirileceğini sanmak saf dilliktir. “İsrail’in Hakan Fidan’dan hoşlanmadığı” iddiaları ise Onun rahat hizmet vermesine yönelik bir dezenfarmosyon (Toplumu yanlış bilgilendirme, kasıtlı ve ters yönlendirme) taktiğidir. Ve zaten bir kişi ve hükümetin, ABD ile iyi ama İsrail’le kötü olduğuna inanmak ancak ahmaklık alametidir.

MİT tarafından Özel savcılığa, “görevsiz ve yetkisizlik itirazını içeren bir dilekçe gönderilmiş ve MİT müsteşarının ifadesinin alınabilmesi için Başbakanın izni gerektiği” belirtilmiştir. Aynı gün Hakan Fidan’ın hemen Köşke çıkıp Cumhurbaşkanı ile konuyu görüşmesi ise, bu sarsıntı ve sıkıntının kimleri ve nasıl etkilediği konusunda ipuçları vermektedir. Ve hele, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun MİT ağzıyla konuşması, tam bir acziyet ve teslimiyettir. Bu arada Adalet Bakanının bir gün içinde iki sefer Başbakanlığa gidip; “Özel savcıların MİT mensuplarını soruşturma yetkilerini sınırlandırma” düzenlenmesi için hazırlık yaptıkları söylentileri de, tedirginliğin derinliğini göstermektedir. Ve bize göre AKP, suçüstü yakalanmanın şaşkınlık psikolojisi içinde, kendisini daha çok ele verecek yanlışlıklar peşindedir

Şu sorular ve yanıtları, Türkiye üzerindeki Siyonist senaryoların da şifreleriydi:

1- Bazı MİT elemanlarının KCK eylemlerinin elebaşlarıyla çok sık ve yakın ilişkilerini tespit eden savcılık, oldukça ciddi ve vahim bulgulara erişmeden böyle bir soruşturmaya girişebilir miydi!

2- Yakalanan KCK tutuklularının MİT’le irtibatlarını itiraf eden ifadeleri, başka hangi hain tezgahları haber vermekteydi?

3- İstanbul Emniyetinde, bu tespitleri yapan İstihbarat ve Terörle Mücadele Şube Müdürlerinin apar topar görev yerlerinin değiştirilmesi, hangi susturma ve bastırma gayretinin gereğiydi?

4- MİT, Özel yetkili Savcıların istediği bilgi ve belgeleri niçin göndermemişti?

5- MİT’le ilgili “oldukça hayret verici ve deprem tesirli” olduğu söylenen dosyalar nelerdi?

6- Abdullah Öçalan’ın kukla liderliğinde ama ABD ve İsrail güdümünde bulunan PKK ve KCK’nın hıyanet hedeflerine MİT’in de alet edildiği yönünde hangi bilgi ve belgelere erişilmişti?

İskenderun Deniz Üssü Saldırısı İsrail’in işiydi ve PKK sadece tetikçiydi!

7- Öyle ise, PKK-KCK ile irtibatlı bir MİT, İsrail’e dolaylı hizmet mi üretmekteydi?

AKP yanlısı Yenişafak yazarı Abdülkadir Selvi (07.02.2012) de şunları itiraf etmişti:

    “İskenderun'daki saldırıyı Kenan Yıldızbakan'a bağlı PKK timi gerçekleştirmişti. Yıldızbakan'ın İsrail'le ilişkileri dikkat çekiciydi. Barış Kılızçay da operasyonda yakalanan PKK'lılardan biriydi. Kenan Yıldızbakan'ın İsrail'e gidip geldiğini ve İsrail'de bir kadının evinde kaldığını itiraf etmişti. Kenan Yıldızbakan da İsrail'le ilişkisini reddetmemiş. İsrail'le ticaret yaptığını ve bir sevgilisinin olduğunu söylemişti.

    İskenderun deniz üssüne yapılan saldırı, PKK tarihinde örneği olmayan bir saldırı niteliğindeydi. PKK'nın denizcilere yönelik bir saldırısı o güne kadar görülmemişti. Mavi Marmara ile eşzamanlı gerçekleşmesi ise başlı başına bir ilişki ağının işaretiydi. Kenan Yıldızbakan da, bu iş için yetiştirilmiş İsrail ilişkili bir terörist liderdi. Çünkü, İskenderun saldırısının talimatı Kandil'den gelmemişti. PKK'lılar gerçekleştirmiş ancak talimatını İsrail vermişti. Ve Tim şefi Kenan Yıldızbakan'ın inisiyatifiyle gerçekleşmişti! Kenan Yıldızbakan, 8 yıldır İsrail'de yaşayan birisiydi. Bu sırada PKK ile İsrail arasında irtibatı sağlayan kişiydi.”
8- Ve yine, AKP’nin sahip çıktığı, Yahudi asıllı sözde Kürt aydını Musa Anter’in oğlu Anter Anter, Recep T. Erdoğan’ın beyin takımından Cüneyt Zapsu’nun kuzeniydi… Ve bu Cüneyt Zapsu sebataisti, ABD’li Siyonist Yahudi ve eski Savunma Bakanı Vekili Paul Wolfowitz’in yakın ekibindendi. Yani sözde biribiriyle çatışıyor zannedilen, AKP- PKK ve İsrail aslında çok kirli ve çetrefilli bir ilişki içinde miydi?

9- KCK soruşturmasıyla ilgili tutuklanan kişilerin serbest bırakılması için, MİT yetkililerinin Adliye’ye telkin ziyareti yaptığı iddiaları gerçek miydi?

10- Tutuklu yazarlar Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun yeni yazdıkları “sızıntı/wikileaks’te ünlü Türkler “ kitabında iddia ettikleri gibi “AKP, Ergenekon sanığı General Veli Küçük’e Milletvekilliği teklif etmiş miydi?

11- “2001 sonrası Amerikalılarla yapılan görüşmelerde AKP'nin hemen hemen tüm kilit isimleri adeta birbirlerini şikayet etmişlerdi. Wikileaks belgeleri doğruysa, Amerikan elçiliğinin adeta bir 'üst makam' haline gelmişti. Bakan olmak için talepte bulunanlar arasında, Nimet Çubukçu, Ömer Dinçer, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Cüneyt Zapsu, Egemen Bağış, Ömer Çelik ve Vecdi Gönül görülmekteydi.

Askere ilişkin notlar ise daha dikkat çekiciydi. Bu kriptoları yazan Büyükelçi, Washington'a geçtiği gizli raporunda aynen şöyle demişti: '(Türk Generaller) Tayyip Erdoğan'ın davranışlarından büyük rahatsızlık içindedir. Oysa Erdoğan bizim güçlü bir müttefikimizdir. Generallerin bu tutumu, ABD çıkarlarının korunması açısından engelleyicidir. Hilmi Özkök'ün sadakatli (ABD'ye sadık) duruşu sahiplenilmelidir.
Muhalif generaller Hilmi Özkök'ün çizgisine itiraz etmektedir. Erdoğan, kendisine (ABD tarafından) desteğin devamı halinde, ABD'nin bir müttefiki olarak Ortadoğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir. Ancak (ABD olarak) Türk Ordusu'ndaki üst düzey subaylar tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz.” [2] 

“Wikileaks belgelerinde 7 Temmuz’da TBMM Başkanı Bülent Arınç ABD Büyükelçisi Pearson’a TSK’yı gammazlamaya yeltenmişti: Arınç, TSK’nın Kuzey Irak’taki faaliyetlerinden rahatsızlığını hatırlatan ve Süleymaniye Baskını’nı savunan Pearson’a, bu süreci Türk halkına anlatmak gerektiğini” söyleyerek şöyle demekteydi: “Aksi takdirde basında ve diğer yerlerdeki ‘anti-Amerikancı’ kriz kışkırtıcılığı yapma gayretlerini sürdürecekler.” Bülent Arınç’ın Pearson’a yaptığı şu değerlendirme de ilginçti: “AKP hükümetinin ABD’ye karşı samimi yaklaşımının, AKP’nin yıprandığını ve devrildiğini görme hevesiyle hareket eden ‘belirli çevrelerden’ –Türk ordusunu kastediyor- güçlü ve ciddi bir muhalefet geldiğini ve bunun önlenmesi gerektiğini.” Söyleyen Arınç, Pearson’a, AKP’nin Süleymaniye Baskını’na rağmen ABD’ye karşı yapıcı yaklaştığını ancak bu konuda ordu ve bürokrasiden baskı yapıldığını şikayet etmekteydi.

Eğer bu yazılanlar doğruysa, Türkiye’yi AKP’mi, yoksa ABD’mi yönetmekteydi?

“İkinci İsrail” olacak “Birleşik Kürdistan” hedefi:


Sözde stratejik müttefikimiz olan, ama hala Türkiye’nin tapusu olan LOZAN anlaşmasını imzalamayan ABD, BOP tertibiyle 27 İslam ülkesini kontrol altına aldıktan sonra Türkiye’ye yönelecekti. BOP’un eş kahyası olarak, Irak, Libya ve Suriye saldırılarına taşeronluk yapan Sn. Recep T. Erdoğan ve AKP iktidarının en azından koyu bir gaflet içinde bulunduğu kesindi. Hatta Mısır’daki İhvanı Müslimim’in ABD güdümüne girmesi ve HAMAS’ın pasifize edilmesi için AKP’nin arabuluculuk girişimlerini tespit eden TRT muhabiri Metin Turan’ın görevine derhal son verilmişti.

Ve yine sivillere yönelik Uludere bombalanmasını Türk F-16’larından 18 dakika önce Amerikan predotorlarının başlattığı ve yanıltıcı istihbaratın MİT aracılığı ile TSK’ya verilip kasıtlı yaptırıldığı yönündeki iddialara ABD yetkilileri doğru ve doyurucu bir yanıt verememişlerdi.

İşte tam böyle bir süreçte; Kuzey Irak Kürt Lideri Barzani’nin “Tam bağımsızlık kararı” almak üzere hazırlık yapması, “Dört parça, Tek Millet” sloganıyla Türkiye, ırak, İran ve Suriye’deki Kürtleri tek bir devlet çatısı altında birleştirme çabası ve bu sorunun aşılması için resmen BM’e başvurulması, herhalde tesadüfle izah edilemezdi. Daha da ilginçti, AKP Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, Hürriyet Gazetesinde yer alan demecine göre: “Türkiye’ye Katar’dan para geldiği yönündeki iddialar uydurmadır. 11 ayda 13 Milyar Doları bulan ve kaynağı belli olmayan paranın Kuzey Irak’tan fiziki olarak aktarılması doğaldır. Çünkü o bölgede bankacılık sistemi oturmamıştır.” Şeklindeki itirafları dikkat çekiciydi ve Türkiye’deki hükümeti ve ekonomiyi hangi güçlerin ve hangi hedeflerle ayakta tuttuğunun göstergesiydi.

Şimdi AKP’li Adalet Bakanı Sadullah Ergin kendisi hakkındaki soru önergesini yanıtlarken yaptığı açıklamalara göre, Ergenekon tezgahının asıl karakutusu bilinen Tuncay Güney’in, hala neden tutuklama ve yakalama kararı çıkarılmadığı ve ifadesinin alınmadığı halde, alakasız ve günahsız onlarca insanın cezaevlerinde ömür çürütmesiyle ilgili şerli şifreler elbette çözülecekti.

Türkiye NATO’dan Ne Zaman Sürülecekti?

Sovyet Rusya’da Komünizm çöküşünden sonra NATO’nun düşman hedef olarak İslamiyet’i ve Müslüman ülkeleri gösterdiği ve hatta düşman rengini “Kızıl”dan “Yeşil”e çevirdiği artık herkesin bildiği gerçekti. AKP Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Türkiye’nin NATO’ya ne kadar sadık” olduğunu hatırlatıp avuna dursun, NATO’ya yön veren Siyonist beyinler, “yeterince kullanıldığı, ama artık ayak bağı olmaya başladığı” gerekçesiyle tek Müslüman ülke üyeleri olan Türkiye’yi bu askeri ittifaktan dışarı atma hazırlığı içindeydi.

“Karanlıklar Prensi” olarak bilinen Siyonist Yahudi lobileri beyin ekibinden ve “Recep T. Erdoğan’ı Milli Görüşten koparma” şerefiyle övünenlerden Richard Perle’nin yoldaşı, Teksas Valisi ve Cumhuriyetçi Başkan adayı Rick Perry; Yıllarca yararlandıkları ve övgüler yağdırdıkları AKP için:

“Türkiye eski İslamcı militanlar tarafından yönetilmektedir ve artık bu ülkenin NATO’dan atılması gerekmektedir.” Sözleri, bu niyetlerinin itirafı gibiydi.

Hürriyet gazetesinin İsrail teröristi Ehud Barak’la samimiyetiyle övülen yazarı Tolga Tanış, ABD Yahudi lobilerinin mutlak etkinliğini ve işleyiş şeklini anlattığı yazısında: “Cumhuriyetçi Başkan adayı Rick Perry’in, öyle sadece siyasi ve geçici bir hevesle değil, “Türkiye NATO’dan çıkarılmalıdır.” Teklifini bilinçli olarak yaptığını belirtmişti.

Aslında “Yeni Osmanlı Projesi” diye Yahudi yazar Noam Chomsky’nin ortaya attığı ve zavallı İslamcıların da kendi ayıplarını kapatmak için üzerine atlayıp sahip çıktığı plan da, yine “Büyük İsrail Hedefine” geçirilmiş jelatinli bir kılıf yerindeydi.

Sonuç:

İşte bütün bu şeytani heves ve hesapların gerçekleşmesi için, TSK’nın sürekli kötülenip küçültülmesi, etkisiz ve çaresiz konuma sürüklenmesi için nice senaryolar tertiplenmişti. Şimdi MİT soruşturması ile bu tezgahlar geri tepmeye başladığı için mi, bu denli telaş ve tedirginlik gösterilmekteydi?

TSK içinde de, MİT bünyesinde de, Hükümet ve devlet kademelerinde de; ABD ve İsrail hizmetçisi kişi ve ekiplerin deşifre edilmesi ve çıbanların deşilmesi, kimleri ve niye bu denli rahatsız etmekteydi?

Yoksa şafak söküyor ve güneş doğuyor diye mi yarasalar ve yarası olanlar bu denli endişeliydi?

Oysa her karanlık gecelerin ardından kutlu ve umutlu Güneş’in doğuşunu hiçbir güç engelleyemezdi.

“Eleyse- Subhü bi-karib; Sabah Yakın Değil miydi?” [3] 

BU VADİ BAŞKA VADİ!, HAKTIR ALLAH’IN VA’Dİ! Diyenler haklıydı ve bu anlatılanların hayaline bile canlar feda kılınırdı.

“Yer: Ankara... Tarih: 2003 yılı Nisan ayı... Saat: 22:00 civarı... Başkent’te, bir aracın içinde, hiç geçmediğim caddelerin üzerinden, gecenin sessizliği içinde randevu yerime doğru ilerliyorum. Alelade bir binanın alt katlarına götürülüyorum... "Gökdelen" neyse, bu da tam tersi... Ben "Yerdelen" denilmesini uygun buluyorum...

Bana mihmandarlık yapan iyi giyimli genç, " Beyim, benim görevim burada son buluyor. Sizi, brifing odasında bekliyorlar" deyip bir kıyıya çekiliyordu.

Teşekkür edip, önümde duran kapı tokmağını çevirip, bambaşka bir dünyaya doğru adım atıyorum. Kendimi her biri saygı uyandıran bir şıklıkta, iyi eğitim almış, en genci 44 yaşında olan, vatansever bir grubun arasında buluyorum. Kısa bir selamlaşmanın ardından, hemen brifinge geçiliyordu. "Dünya nereye gidiyor, Türkiye nereye sürükleniyor, geçmişte neredeydik, bugün neredeyiz, gelecekte nerede olmayı hedefliyoruz"u içeren bir özlü sunuş dinliyorum.

Türkiye’de kim kimdirden tutun da, yakın gelecekte operasyona uğrayacak gruplardan, büyük sermayenin hesap hareketlerine dek her şey ayrıntıları ile anlatılıyordu.

İşadamından bürokrata, bilgisayar mühendisinden, subaya, gazeteciden diplomata, film yapımcısından senarist ve yazara, istihbaratçıdan şarkıcıya, emniyetçiden hukukçuya dek her iş kolundan vatan evladı bu yapının içinde yer alıyordu. Bir nevi Kuva-i Milliye'nin evrim geçirmiş, 2000'li yıllara ışınlanmış halini andırıyordu.

Bu insanların ortak tutkuları vatanları oluyordu. Türkiye için yapamayacakları şey, ödemeyi göze almayacakları bedel yoktu. Hangi ülke, hangi açık ya da gizli güç olursa olsun, yaptıkları yanlarına kalmıyordu. Milli sermaye olarak görülen bir şirket operasyona mı uğradı, hemen gayri milli sayılan bir başka şirketin kirli çamaşırları ortaya dökülüyor ve ticari itibari sıfırlanıyordu.

"Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur" sözüne inanılmıyordu. Her operasyona uygun, içeriden ve dışarıdan müttefikler temin ediyor, stratejik hedeflere en pratik ve pragmatik yollardan gidiliyordu.

Büyük Orta Doğu projesini realize etmek için kıtalararası özel uçağı ile dolaşan, Kabbalist Yahudilerin başı da gelip sonunda bu vatansever organizasyon’la masaya oturmuştu. Önce tehditler savuruyor, ardından aldığı kararlı yanıtlar üzerine, bir şey diyemeden uçağına binip gidiyordu.

Bunlar gösterişten uzak bir hayat yaşıyordu. Hepsi vatan aşkına ve bağımsızlık sevdasına tutkundu. Adları ne olursa olsun, hepsi bu ülkenin Mustafa Kemal’leri, Mehmet Akif’leri gibi davranıyordu.

Henüz daha Ortadoğu’da savaş çıkmamış, tarihi hesaplaşma başlamamıştı. Ama çok yakında çevremiz alev topuna dönecekti ve bu kaçınılmazdı. O yüzden provokasyonlara gelmemek, milli ve manevi değerlerimiz etrafında kenetlenmek lazımdı. [4] 


 [1]  Sabah / 09 02 2012
 [2]  Akşam / Serdar Akinan – sızıntı 1 / 08 02 2012
 [3]  Hud Suresi: 81. Ayet
 [4]  7 Şubat 2012 / http://ultra-turkler.blogspot.com/ Hayrullah Mahmut

Ahmet AKGÜL, 9 Şubat 2012
Millî Çözüm Dergisi
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

Şu dizine dön: Devlet ve Siyaset

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x