
Boğaz boyu olay dolu bir yaz olmasına rağmen son bir aydır Mısır’daki değişimler yüzünden Türkiye gündemden düştü. Mayıs sonunda Gezi Parkı’nı eylemcilerden temizleme operasyonu ile başlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a karşı muhalefet herkesin tahmin ettiğinden çok daha dayanıklı çıktı. Hükümetin bu politik türbülansa bir sürü baskıcı yöntemlerle karşılık vermesi Erdoğan’ın dar görüşlü tutumunu tam manasıyla otoriter bir havaya soktu. Aynı zamanda Ankara’nın Ortadoğu’daki stratejik pozisyonu da çökmeye devam ediyor. Başbakan’ın Mısır’daki 3 Temmuz askerî darbesine gösterdiği tepki onun prensipleri sonucu olabilir fakat sert ve garip duygusal sözleri önemli bir Ortadoğu ülkesi ile daha aralarına soğukluk getirdi. Son zamanlarda üstü örtülü alaylı bir ağızla Mısır basınında Erdoğan’ın ertelenmiş Gazze gezisinde, Gazze’ye İsrail’den geçerek gitmesi gerektiği çıktı. Böylece Türkiye, bölgenin başlıca güçlü devletleri olan İsrail, Mısır, Suriye, Suudi Arabistan ve Irak ile kavgalı durumda oluyor.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de bu hafta Türk siyasi hayatını daha da bulandırması mutlak olan tartışmalı “Ergenekon davası”nın mahkeme kararları açıklandı. Kararlar hakkında Washington’da fazla bir konuşma yok. Washington Post gazetesi Pazartesi günü AP kaynaklı bir haber yaptı, hepsi o kadar. Beyaz Saray sessiz. Dışişleri sözcüsü Marie Harf Türk kanunlarının temyize imkân verdiğini yatıştırıcı bir dille açıklayıp, “gelişmeleri izlediklerini” söyledi. Aylardan Ağustos, Washington’dakiler belki de devlet işlerinden çok, State Road restoranında yer ayırtma peşindeler. Belki yetkililer Washington’un pek çok önemli konuda (ben yalnız Suriye var diyorum amma) Ankara’ya ihtiyacı olduğunu düşünerek Erdoğan’ı kızdırmanın kimsenin işine yaramayacağını düşünüyorlar. Belki de hükümet ve Kongreyi, Türkiye’de derin devleti ve ülkenin millî istihbarat teşkilatının karanlıklarını ortaya çıkaracağını vaat eden dava ile yakından ilgilendirmek kolay değil. Türk Ordusu’nun geçmişten beri otoriter ve baskıcı tutumları olduğuna haklı olarak inanmış olsanız da Ergenekon davasının kaygı verici tarafları var.
Bir bakalım. 2007 Haziran’ında Türk polisi Ümraniye’de bir binanın çatısında 27 el bombası buldu. Bombalar, Özel Harekât Dairesinden Oktay Yıldırım adlı bir astsubayla ilişkilendirildi. Daha sonra Yıldırım’ın, içinde diğer muvazzaf ve emekli subaylar, suç çeteleri, aşırı milliyetçiler ve istihbarat elemanları olan 300 kişi ile bağlantısı olduğu söylendi. Görünüşte İstanbul polisi, Türkiye’nin hakkında çok konuşulan efsanevi derin devletini, Başbakan Erdoğan ve onun Adalet ve Kalkınma Partisini (AKP) alaşağı etmek için Türkiye’nin sokaklarında kargaşalar çıkartmaya kalkışırken suçüstü yakaladı. Ergenekon örgütü daha sonra 2006 Yargıtay saldırısı, tanınmış Ermeni gazeteci Hrant Dink cinayeti ve pek çok diğer cinayet ve suikastlarla suçlandı. Liberal Türkler sevinç içindeydiler. O zamana kadar Erdoğan, Türk demokratların(hepsi değilse de) ve batılı gözlemcilerin çoğunun hayranlığını kazanan çözümcü, reformcu, toplumsal rızaya dayanan bir politika izledi. Türk liberalleri ve onların dışarıdaki dostları için Türkiye’nin derin devletinin yargılanması ve Türk Ordusu’nun dize getirilmesi, ülkenin demokrasiye geçişi için önemli bir adım idi.
Fakat zamanla Türk liberalleri Ergenekon’un neyin peşinde olduğunu sorgulamaya başladılar. Erdoğan Ergenekon’u politik muhaliflerine karşı kullanmaya başladı. Komplo, komplo içinde bir komploya dönüştü. Savcılar soruşturmalar yürütürken, askerlerle birlikte, gazeteciler, akademisyenler, politikacılar ve diğer muhalifler süresi belirsiz tutuklamalarla hapishanelere dolduruldu. 2008 ve 2009’da Türk vatandaşları, devletin onların telefon konuşmalarını dinlediği ve söyledikleri her şeyin aleyhlerine kullanılacağı düşüncesiyle panik içindeydiler. İnsanlar bazı durumlarda ve toplantılarda telefonlarının pillerini çıkarmaya başladılar. Bir süre sonra sahiden bir alâmet haline geldi. Eğer Ortaköy’de bir kafede yemeğe oturduğunuzda telefonunuzun pilini havalı bir gösterişle çıkartmıyorsanız önemli birisi olmadığınız açıkça belli oluyordu.
Sonra da 2010 başında savcılar, Ergenekon’la ilişkili, doğrudan ordu içinde, güya zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün engellediği, 2003’de hazırlanan, “Balyoz” dedikleri bir darbe planın soruşturmasını başlattılar. Silahlı kuvvetlerin darbe geçmişlerine (1960, 1971, 1980 ve 1997) ve 1924’de Atatürk’ün kurduğu politik sistemin devamı yolunda yönetime devamlı müdahalelerine bakınca yüksek rütbeli subayların Erdoğan’ı devirmeye kalkıştıkları suçlaması akla yatıyordu. O günlerde Washington, yarı uykulu bir halde, darbecilerin ayıklanmasının Erdoğan’ın daha demokratik bir siyasi ortam yaratma gayretlerinin alameti olarak gördü.
Pek çok araştırmacının çok önceden, fakat 2010 ve 2011’de olayları dikkatle izleyen herkesin gördüğü, soruşturmaların politik yanının çok daha büyük olduğu idi. Ümraniye’de bulunan silahların ardından başlayan soruşturmaların yürütülüş şekli, iddianamelerin içeriği ve Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarında tutuklananların kişilikleri bir araya gelince derin devleti ortadan kaldırma gayretini de aşan hırslı bir tutuma dönüştü. Türkiye’de, medya dâhil pek çok kimse ve yabancı araştırmacılar olanları ya görmemezlikten gelmeye karar verdiler ya da Erdoğan ve AKP bu işe öylesine saplandığından yapılacak fazla bir şey olmadığı sonucuna vardılar fakat her iki davada da gülünç boyutlarda, anlaşılması imkânsız iddianamelerdeki kanıtların büyük bir bölümünün üretilmiş olduğu açıktı. Balyoz davasında savcının iddiası 2010 Ocak ayında ortaya çıkan 19 CD’den yalnız birinin üzerine kurulu idi. İddia edilen bu CD’de Erdoğan’ı devirme planın kanıtlarının bulunması. Kriminolog bilirkişi raporları bu CD’nin darbenin yapılması planlanan tarihten daha sonra hazırlandığını gösteriyor. Mahkemeler hükümetin suiistimalini gösteren bu kanıtı hiçe saydı ve geçen yıl 322 subay, bazıları 20 yılı bulan hapis cezalarına çarptırıldı. Benzer bir hileli yol Ergenekon’da da kullanıldı, eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve 10 diğer emekli subay müebbet hapse mahkûm edildiler. Toplam olarak 275 tutukludan 250’si suçlu bulundu ve değişik hapis cezalarına çarptırıldı. Bunların arasında gazeteciler, doktorlar, politikacılar ve akademisyenler var.
Ergenekon ve Balyoz davalarından mahkûm olanların görüşleri hakkında fikriniz ne olursa olsun demokratik düzenin göstergesi olan adil yargılanma onların hakkı. Türkiye’de onlara bu hak tanınmadı.
(Çeviri: Erkan GÜÇİZ) Steven A. Cook, 7 Ağustos 2013