Türkiye’nin önündeki seçenekler: PKK’nın ezilmesi, bölünme, iç savaş, askeri müdahale / Ümit ÖZDAĞ

Türkiye’nin önündeki seçenekler: PKK’nın ezilmesi, bölünme, iç savaş, askeri müdahale / Ümit ÖZDAĞ

İletigönderen Balasagun » Cum Kas 07, 2014 10:24

Türkiye’nin önündeki seçenekler: 1
PKK’nın ezilmesi, bölünme, iç savaş, askeri müdahale


Resim
Şehirlerimizde askerlerimiz kafalarına sinsice kurulan pusularda ateş edilerek öldürülmekte, asker eşleri evlerinde tehdit edilmekte, devlet memurları saldırılardan zırhlandırılmış otobüslere binerek korunmaya çalışmaktadır. Böyle bir ortamda Başbakan A. Davutoğlu, PKK açılımını Orta Doğu’nun büyük başarı hikayesi olarak nitelendirse de aslında bu nitelemenin hikaye olduğunu Afyon’da devam eden AKP kampında açılımın gittiği noktadan endişe duyan AKP’li milletvekilleri ile Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan arasındaki tartışmanın niteliği gösteriyor. Bu tartışmada Y. Akdoğan, hem milletvekillerini “kaydettim ileride değerlendiririz” diye tehdit ediyor hem de “Ben açılımdan sorumlu bakan” değilim, diyerek, açılım ile arasına mesafe koyuyor. Öte yandan bir AKP milletvekili, “Bizim can güvenliğimiz yok. Vatandaş ne yapsın. Alanda hakimiyet devletin elinden gitti. Evime, havaalanına rahat gidemeyeceksem bu çözüm süreci nasıl yürüyecek?” diye soruyor. AKP Şırnak Milletvekili Emin Dindar ise “Bir kardeşimi şehit verdim. Evimi taradılar. Şimdi beni öldürmeye gelirlerse ne yapacağım” diye soruyor. (Sözcü, 4 Kasım 2014) Bakan Y. Akdoğan ile milletvekili Şamil Tayyar arasında sert bir tartışma olurken, Mehmet Metiner de Aydoğan’a itiraz ediyor. AKP’li milletvekilleri gidişten endişeli bir şekilde, “HDP ve Öcalan’ın samimi olmadıklarını” ve “Açılım ile ilgili alınan kararların milletvekillerine bildirilmediğinden” şikayet ediyorlar. (Hürriyet, 6 Kasım 2014)

AKP’li milletvekillerinin PKK açılımı ile ilgili endişelerini artıran, Başbakan Başdanışmanı Etyen Mahçupyan’ın “PKK’nın bölgede alan hakimiyeti kurduğu, şehirlere hakim olmaya başladığı, kamu düzeninin devletin değil, PKK’nın elinde olduğu ve PKK’nın bu süreçte güçlendiği” şeklindeki açıklamasından çok, bizzat İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın 2 Kasım 2014’te Afyon’da AKP kampında yapmış olduğu açıklama. Ala şöyle diyor: “Bu süreçte alan hakimiyetinin kaybedildiği zamanlar oldu. Hakimiyeti sağlayamadığımız zamanlar oldu. Kırsalda terör baskısı arttı, şehirlere inmeye başladılar. Bölgede devletin devlet olması gerekir. Tedbirler alınsın. Yoksa iş tersine dönecek.” (Aydınlık, 3 Kasım 2014) Durumun ne kadar vahim olduğunu önlemleri alması gereken makamda olan bakanın bu şekilde ifade edişi, endişeleri daha da artırmış olsa gerek. Gerçi, Ala’nın daha sonra bir Doğulu milletvekiline “Devlet arslan gibidir, uyur gözüküyor. Sonra tahrik edilirse insanı parçalar” diyerek, endişeleri yatıştırmak istediği anlaşılıyor. (Sözcü, 4 Kasım 2014)

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da endişesini, “Süreç biterse HDP de Öcalan da AK Partisi olarak biz de bunun altında kalırız” diyerek ifade ediyor. Öte yandan PKK açılımını Orta Doğu, özellikle Irak-Suriye eksenindeki gelişmeler ile birlikte değerlendiren Cumhurbaşkanı alışılmadık bir şekilde şöyle konuşuyor: “Ne içerideki ihanet şebekelerine (müzakerelerin sürdüğü PKK ve HDP’yi kastediyor) ne de dışarıdan (ABD’yi kastediyor) gelen algı operasyonlarına Türkiye boyun eğecek, eyvallah diyecek bir ülke değildir. Sevr Antlaşması’nı yırtıp atmış, manda ve himayeyi elinin tersiyle itmiş, bağımsız, hür bir ülkeyiz, Türkiye’yiz.” PKK açılımının sahibi Erdoğan’ın bu durumun vahametini gösteren ve Davutoğlu’nun ileri sürdüğünün aksine başarı öyküsü olmadığını ortaya koyan bu açıklamasını, HDP’ye yönelik “Sabrımız da bir yere kadar” mesajı izlemiştir. Erdoğan, HDP’ye kamuoyu önünde bu mesajı verirken, Öcalan’a da gizlice Ahmet Takan’ın Yeniçağ’da ileri sürdüğü ve şimdiye değin tarafların yalanlamadığı, “Türk Silahlı Kuvvetlerini zor tutuyorum. Ne çözüm bulacaksan bul” mesajını iletmiştir. (Yeniçağ, 4 Kasım 2014)

Açılım ile arasına mesafe koyanın sadece Y. Akdoğan değil, açılımı sürdüren kurum olan Milli İstihbarat Teşkilatı olduğu da anlaşılıyor. MİT, PKK açılımının kurumsal sorumluluğunu Kamu Güvenliği Müsteşarlığı adlı yeni ve zayıf bir kuruma devrederken, kurumun başına da bir MİT Müsteşar Yardımcısının getirilmesini sağlıyor.

Öte yandan PKK, Ayn el-Arap’ta ABD ile gerçekleştirdiği askeri-politik stratejik ittifakın farkında olarak, “Kobani”den PKK için bir ‘Stalingrad Başarısı’ çıkaracak şekilde kendisini yeniden küresel sistem, Orta Doğu ve Türkiye’de konumlandırma çabası içindedir. Suriye’nin kuzeyinde kurduğu “devletçikleri” Türkiye’ye karşı güç projeksiyonunda kullanacağı konusunda AKP Hükümetini defaat ile uyardığımız PKK, şimdi bunu büyük bir başarı ile yapmaktadır.

(devamı yarın)

Ümit ÖZDAĞ, 6 Kasım 2014
uozdag61@gmail.com
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Re: Türkiye’nin önündeki seçenekler: PKK’nın ezilmesi, bölünme, iç savaş, askeri müdahale / Ümit ÖZDAĞ

İletigönderen Balasagun » Cum Kas 07, 2014 10:34

Türkiye’nin önündeki seçenekler: 2
PKK’nın ezilmesi, bölünme, iç savaş, askeri müdahale


Resim
Bu ortamda Murat Karayılan, PKK’nın Türkiye’yi yıkabilecek güçte olduğunu ileri sürerken, Cemil Bayık, ABD’nin müzakerelerde aracı ülke olmasını talep etmiştir. AKP Hükümetinin bütün ümidini bağladığı Öcalan konusunda ise Kandil’den önce M. Karayılan’ın “Barışı Öcalan, savaşı biz yaparız” açıklaması gelmiştir. Bunun örgüt dilinden Türkçeye tercümesi, “Öcalan, PKK’yı % 100 kontrol edemiyor demektir.” Ayrıca Kandil’den gelen son açıklamada Öcalan-Hükümet görüşmeleri çıkmazda ve beyhude olarak nitelendirilmiştir.

PKK, 1984’ten beri devam eden terör sürecini, yerleşim bölgelerinde başlatacağı silahlı ayaklanmalar ile yeni bir aşamaya taşıma çalışmalarına başlamıştır. Kobani’de IŞİD ile süren çatışmaları küresel bir halkla ilişkiler faaliyetine dönüştüren ve çatışmalar üzerinden dünya kamuoyunun gözünde vahşi, kafa kesen terör örgütü IŞİD’e karşı medeniyetin ve mazlum Kürtlerin, Yezidilerin savunucusu rolüne terfi eden PKK, bu yeni pozisyonu değerlendirmeyi hedeflemektedir. Diğer bir ifade ile PKK, kent ayaklanmaları gerçekleştirip, Türk ordusunu meskûn mahal çatışmasına zorlamayı ve Türkiye içinde Kobaniler oluşturmayı hedeflemektedir.

PKK baskısı kırılmalı

Bu politika yaşama geçmese dahi, kısmen gerçekleştirilmesi, AKP’yi Türkiye ve AKP için yaşamsal bir tercihin önüne koyacaktır. AKP Hükümeti ya geri adım atacak ve Türkiye’nin bir bölümünde (iddialara göre; Tendürek Dağı’nın güneyinde kalan bölgeyi Şanlıurfa içinde kalacak şekilde) Kürdistan’ın federe devlet olarak kurulmasına izin verecek ya da PKK ile süren müzakereleri keserek, PKK’yı ezmek için ağır isyan bastırma programını uygulamaya koyacaktır. TSK, sınır bölgelerinde ağır güvenlik önlemleri alacak, Kuzey Irak’taki PKK kampları işgal etmeli, Türkiye içinde tekrar alan hakimiyetine geçilmelidir. Halk üzerinde son yıllarda oluşmasına izin verilen PKK baskısı kırılmalıdır. Bu çerçevede Öcalan tecrit edilmeli, terörist örgüt ve lider kadrosu yıldırılmalıdır.

AKP eğer, PKK karşısında geri adım atar ve federal devlet mekanizmasını kabul eder ise PKK ayaklanması duracaktır. Ancak Türkiye yeni ve daha büyük bir politik, ekonomik, sosyal ve kültürel kaos süreci içine sürüklenecektir. Federal devlet modeline geçiş, PKK’nın Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu’sunu devralması, Öcalan’ın İmralı’dan çıkması ve galip bir lider olarak Diyarbakır’a dönmesi, Kandil kadrolarının Türkiye “Kürdistan’ına” dönmeleri, dağdan inen PKK’lılara iş vs.. kredisi adı altında PKK’ya örtülü savaş tazminatı ödenmesi, Türkiye’nin geri kalan bölümünü ya da Türkiye’den geriye kalanı çok sert bir şekilde sarsacaktır.

Liberal ekonomist Ege Cansen “Türkiye’nin en önemli iktisadi meselesi, siyasi bölünmedir. Kamusal gelir ve giderler ve kamusal varlık ve yükümlülükler yeniden paylaşılacaktır” derken, çok önemli bir boyutun altını çizmektedir. Bu gelişmeler sonucunda Türkiye’nin batı, kuzey, orta ve güneyinde Kürt kökenli vatandaşlara yönelik büyük bir diskriminasyon başlayacaktır. Öte yandan PKK, Güneydoğu Anadolu’da Türklere ve Araplara yönelik başlatmış olduğu etnik temizliği geliştirerek sürdürecektir. Böyle bir sürecin sonucu, iç savaştır. İç savaş, milletlerin bağırsaklarının ortaya döküldüğü en olumsuz sosyal süreçlerin başında gelmektedir. Bu iç savaşa dışarıdan müdahale olmaması durumunda çok büyük acı ve kan kaybından sonra Türkiye’nin bütünlüğü sağlanabilir. Ancak Batı’nın bu iç savaşta Türkiye ile PKK’yı baş başa bırakmayacağı kesindir.

İnsani Müdahale veya İngilizce ifadesi ile Right to Protect (R2P)(Koruma Hakkı) uluslararası ilişkiler alanına yeni girmiş, tartışmalı ve tehlikeli bir kavram/eylemdir. Çünkü kimin kimi hangi şartlarda ve nasıl koruyacağının bir hukuki çerçevesi olmadığı için rahatlıkla insani görünümlü milli egoist planların aracı olabilmektedir. Amerikan Deniz Kuvvetleri Akademisi Öğretim Üyesi ve National Interest dergisinin eski editörü Nikolas K. Gvasdev, 1933 Montevideo Anlaşması ile egemenlik hakları belirlenen uluslararası sistemdeki devlet anlayışının aşıldığını ve “Suriye Olayının”, “Suriye Normu” diye anılan ve devletlerin otoritesini reddedenlere karşı kuvvet kullanma hakkını sınırlayan bir anlayışı ortaya çıkardığını ifade etmektedir.

Müdahaleye hazırlık

Nikolas K. Gvasdev, Suriye Normu’nun kısa bir süre içinde Türkiye’de PKK’ya, Kolombiya’da FARC’a, Filipinler’de komünist ve İslamcı asilere karşı uygulanan isyan bastırma uygulamalarının sorgulanmasını beraberinde getireceğini ileri sürmüştür. Gvasdev’e göre bunun sonucu, devletlerin topraklarının bir bölümünde egemenliklerinin sınırlanması olacaktır. Üstelik bu konuda; Güney Kafkasya’da üç egemen devletin yanında, üç uluslararası sistem tarafından tanınmayan devletçiğin (Dağlık Karabağ, Abhazya, Güney Osetya) birlikte yaşaması bunun olabilirliğini göstermektedir. Özetle, Türkiye’ye müdahalenin zihinsel hazırlığının yapıldığını düşünebiliriz. Ancak Batı’nın Suriye konusunda bile askeri müdahalede ne kadar isteksiz olduğu göz önünde tutulur ise Türkiye’ye askeri müdahalenin ne kadar zor olduğu anlaşılacaktır. Öte yandan böyle bir müdahale; Türkiye-Batı ilişkilerini bitirirken, Türkiye-Rusya-İran ilişkilerini yeni bir zemine oturtacağı da kesindir.

İmralı’ya üçüncü konuk

İç savaş tehlikesinin doğduğu ve sivil iradenin iç savaşı durdurmada yetersiz kaldığı durumda Türkiye’nin önüne çıkabilecek diğer seçenek, askeri müdahale seçeneğidir. “Artık asker müdahale yapmaz” gibi şablon ve gerçeklerden kopuk söylemleri bir tarafa bırakır isek yapılması gereken tespit askeri müdahaleleri askerlerin öznel arzularının değil, objektif şartların yaptığı/yaptırdığıdır. Cezayir’in Fransa’dan kopma sürecinde Fransız ordusunun bile darbe girişiminde bulunmuş olması ve darbenin ancak General de Gaulle’ün tarihi şahsiyeti sayesinde aşılabildiği gerçeği göz önünde tutulmalıdır. Türkiye’de gerçekleşecek bir askeri darbe, PKK’ya “özgürlük savaşçısı” olma şansı verecektir. Ancak şartlar bölünmeyi ve iç çatışmayı durdurmak için başka bir yola izin vermezse Türkiye, bütünlüğünü sağlamak için son şansını bu şekilde kullanmak zorunda kalabilir.

Sonuç olarak; ülkemizin içinden geçtiği süreçte demokratik sistem ülkemizin güvenliği açısından en az Birinci Ordu kadar büyük önem taşımaktadır. Diğer bir ifade ile demokrasi Türkiye için milli güvenlik rejimidir. Türkiye, PKK’nın temsil ettiği Stalinist-Pol Pot türü terörist örgüt ve anlayışı, demokratik hukuk devleti içinde aşmanın yolunu bulmak zorundadır. PKK’nın zafer duyguları yaşadığı bir süreçte, müzakerenin başarılı olması mümkün değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP Hükümeti, uçuruma doğru giden Türkiye’yi uçuruma düşmekten kurtarmak için bir an önce PKK terör örgütünü yıldıracak kapsamlı önlemleri almak zorundadırlar. 1990’lı yıllara dönmek isteyen Türkiye değil, PKK’dır. Eğer 1990’lı yıllara dönmemek için Türkiye’nin parçalanmasına gidecek bir kapı açılacak ise 1990’lı yıllara dönmek ve sonunda Murat Karayılan ve Cemil Bayık’ı İmralı’da Öcalan’ın yanına koyacak önlemleri almak çok daha tercih edilir bir seçenektir.

Ümit ÖZDAĞ, 7 Kasım 2014
uozdag61@gmail.com
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18

Re: Türkiye’nin önündeki seçenekler: PKK’nın ezilmesi, bölünme, iç savaş, askeri müdahale / Ümit ÖZDAĞ

İletigönderen Balasagun » Cmt Kas 08, 2014 10:43

Türkiye’nin önünde başka seçenek yok mu?

Resim
21yyte.org ve Yeniçağ gazetesinde 6-7 Kasım 2014 tarihlerinde yayınlanan “Türkiye’nin önündeki seçenekler: PKK’nın ezilmesi, iç savaş, bölünme, askeri müdahale” başlıklı yazıma yönelik olarak bir çok olumlu ve olumsuz eleştiri geldi. Olumsuz eleştirilerden en çok ciddiye alınması gereken, “Bu dört seçeneğin dışında seçenek yok mu?” sorusu idi. Bu meşru bir sorudur ve cevabı hak etmektedir. Bu soruyu soranların büyük bir kısmının beyninin arkasındaki soru “Acaba Açılımın başarılı olma şansı hiç yok mu?” sorusudur. Politik bir çözüm olarak Açılımı desteklememiş olsam dahi eğer AKP Hükümeti, PKK Açılımı’nı doğru şekillendirse ve yürütse idi bugün Türkiye, olduğu noktadan çok daha iyi bir noktada olurdu.

Vahameti ancak anladılar

PKK Açılımı’nın “başarı şansını” 2009’dan buyana ortadan kaldıran iki temel faktör olmuştur. Bunlardan birincisi, AKP Hükümetinin PKK ile müzakere sürecini stratejik bir süreç olarak değil, taktik bir süreç olarak görmesi ve hep bir sonra ki seçimlere kadar zaman kazanma üzerinden kurgulamasıdır. İkinci temel faktör, PKK’nın da AKP Hükümeti’nin bu yaklaşımını çok erken tarihte deşifre ederek, Oslo’da ve daha sonra müzakere sürecinde verdiği sözleri tutmadan AKP Hükümetini yumuşak karnı olan seçim öncesi dönem üzerinden baskı altına alma politikasıdır. (İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın Abdülkadir Selvi’ye itirafı, Yeniçağ, 7 Kasım 2014)

Bu iki faktörün nelere yol açtığını ayrıntılı olarak şu şekilde ortaya koyabiliriz. AKP Hükümeti, oy kaybı endişesi ile (2011’de örgütün Hakkari’de alan hakimiyeti kurma çabası dönemi ve KCK operasyonları hariç) PKK ile çatışmadan sürekli kaçınmıştır. AKP Hükümetinin çatışmadan kaçtığını gören PKK, sürekli ileri adım atarak AKP Hükümetini güç alanı boşaltmaya zorlamıştır. AKP’nin seçim endeksli, devlet gücünü paralize eden ve PKK’ya alan açan politikaları PKK’da zafer kazandık, Türkiye’yi yendik duygusunu yaratmıştır. Nitekim Karayılan 12 Şubat 2013’te şöyle demektedir: “Açıkça söylemek gerekir ise yenildiler, yenildikleri için önderliğimizin yanına gidip diyalog kurma yöntemine başvurdular.” Terör konusunda acemi olanlar dahi bilirler ki zafer duygusu içinde olan bir terör örgütü başarılı müzakere yapmak için en kötü ortaktır.

Terör örgütü, AKP Hükümetinin seçim endeksli ürkek politikalarını meşrulaşmak, güçlenmek, devlet iktidarı yanında PKK iktidarını inşa etmek ve ulaştığımız aşamada devlet iktidarını sonlandırarak PKK iktidarını inşa etmek için kullanmaktadır. AKP Hükümeti yetkilileri bu durumu “Kamu güvenliği yeniden tesis edilecektir” şeklinde ifade etmektedirler.

PKK’nın, Orta Doğu’daki Suriye merkezli gelişmeleri de AKP Hükümetinden ve bürokratlarından daha iyi okuduğu görülmektedir. Ankara’nın anlamsız ve akılsız bir tutkuya dönüşen yerine adam bulmadan Esad’ı devirme politikasından, Suriye’nin kuzeyinde devletçikler inşa etmek için yararlanan PKK, şimdi bu devletçiklerden Türkiye’ye Kobaniler ihraç etmeye ve meskun mahal çatışmaları başlatmayı hedef almaktadır.

Terör konusunda acemi olanlar bilirler ki PKK gibi sınır aşan bir yapılanmaya sahip bir terör örgütü ile başarılı müzakere için ön şartlardan birisi bölgesel/uluslar arası istikrarın olması şarttır. Jeopolitik dönüşüm dönemleri örgütlere yeni fırsatlar yarattığı ve büyük ödemeler yapabilecek müşteriler çıkardığı için böyle dönemler müzakereler için olağanüstü kötüdür.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin bazı yetkililerinin ancak ulaşılan aşamada durumun vahametini anladıkları anlaşılıyor. Erdoğan, “Sınırlarımızda büyük bir oyun oynanıyor, bu PKK’nın aklı değil daha üst bir akıl var” derken, Gümrük Bakanı N. Canikli, Kobani üzerinden Büyük Kürdistan stratejisinin uygulandığını söylüyor.

Politikleşmiş istihbarat

Buna rağmen, AKP Hükümeti/devleti içinde birileri hâlâ Öcalan üzerinden artık Türkiye’yi bir felakete götüren Açılım’ı hayatta tutmaya çalışıyorlar. Politikleşmiş istihbarat, Başbakan’a olanları değil, duymak istediklerini söylüyor. Davutoğlu ise PKK’nın çekilmesi konusunda Türk halkına doğru söylemediklerini ifade ederek, şimdi sürecin yürümesi için PKK’nın Türkiye sınırları dışına çekilmesi gerektiğini ileri sürüyor. Oysa bu PKK için çoktan aşılmış bir aşama. Öte yandan AKP Hükümeti, PKK ile üzerinde anlaşılan diğer maddeler konusunda Türk halkından bilgi saklayarak halka doğruyu söylememeye devam ediyor.

Özetle, Türkiye’nin önünde müzakere, AKP Hükümeti için en az zarar ile PKK’yı aşmak için bir fırsat gibi göründü ise de Hükümet, uygun ve gerektiğinde devletin ciddiyetini/gücünü gösterecek şekilde yaklaşmadığı, AKP’nin seçim menfaatlerini, Türkiye’nin yaşamsal menfaatlerinin önüne koyduğu için müzakere süreci Hükümetin istediği gibi gelişmemiş, kontrol dışına çıkmış, devleti ayağa düşürmüştür. Bundan sonra Öcalan üzerinde yapılacak hamleler ile ne Orta Doğu’daki gelişmelerin PKK’ya sunduğu ABD/AB zeminindeki fırsatlar ne bölgesel şanslar ne de Türkiye içinde elde ettiği kazanımlar örgütün elinden alınamaz. Bu ise AKP Hükümetini, PKK’nın adı ne olur ise olsun federasyon talebini kabul etme zorunluluğu ile karşı karşıya bırakır.

İlk düğme yanlış iliklenirse

Bu sonuç, demokratik bir sonuç değil, çekirdek bir % 4’ün silah zoru ile geriye kalan % 96’ya iradesini dayatmasıdır. Bu sonuç ile birlikte, devlet yeniden yapılandırılmaya sokulacak, kamu kaynakları yeniden dağılacak, doğudan batıya, batıdan doğuya karşılıklı iç göçler başlayacak, ekonomik yaşam büyük siyasal tansiyonun altına girecek nihayet bir sosyal/politik patlama kaçınılmaz hale gelecektir. Öcalan, Bayık, Karayılan vs.. PKK şeflerinin kırmızı halının üzerinde yürümeye başlamaları, PKK’lıların Diyarbakır’a zafer kazanmış bir şekilde girmeleri, Ankara’da belediye otobüsünde iki elini ve bir gözünü kaybeden gazi, otobüs sürücüsünün hakaretine uğrarken, PKK’lılara iş kurmak için kredi verilmesi bir noktadan patlayarak iç çatışma zeminini oluşturacaktır.

Diğer bir ifade ile “yığınaklanmada yapılan hatalar, manevra ve taktik sahada yapılan hamleler ile giderilemez.” Siviller bu deyişi, “birinci düğmeyi yanlış ilikledin mi ikincisini doğru ilikleme şansın yoktur” diyerek ifade ederler. Sonuç olarak, müzakere siyasetini başarı ile uygulamak isteyen bir AKP Hükümetinin ilk önce PKK’ya Türkiye’nin yenilmediğini, 1990’lardan PKK’dan daha fazla korkmadığını (1990’larda Türkiye değil, PKK yenildi), devletin gücünün kullanılması durumunda Öcalan’ın yanına Bayık ve Karayılan’ın da misafir olarak gelebileceğini göstermesi gerekir.

Bu yazının yazarı 25 Ağustos 2003 tarihli “PKK’nın Son Saldırıları” başlıklı yazısında “....eğer PKK arkasına AB ve ABD’yi alarak kısa dönemli bir şiddet kampanyası yapar ise basında ve Ankara’da “bu adamlarla görüşerek sorunları çözmek en iyisi” sözlerinin yükseldiğini görecektir” diye yazmıştı. Onun için isterseniz tekrar başa dönün ve hem bu yazıyı hem de “Türkiye’nin önündeki seçenekler: PKK’nın ezilmesi, iç savaş, bölünme, askeri müdahale” başlıklı yazımı tekrar okuyun.

Ümit ÖZDAĞ, 8 Kasım 2014
uozdag61@gmail.com
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin”
Kullanıcı küçük betizi
Balasagun
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 3523
Kayıt: Cum Eki 17, 2008 13:18


Şu dizine dön: Gazete Köşe Yazarları

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 2 konuk

x