Türkiye'yi sel vurdu: 31 ölü

Genel & Güncel Konular

Re: Türkiye'yi sel vurdu: 31 ölü

İletigönderen İlteriş » Pzt Eyl 14, 2009 1:35

Kemal KILICDAROGLU (Sel Felaketi, ihmaller ve sorumlular) / Haber Ozel

"Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir"

Mustafa Kemal Ataturk
Kullanıcı küçük betizi
İlteriş
Üye
Üye
 
İletiler: 1197
Kayıt: Cmt Eki 20, 2007 23:05

Re: Türkiye'yi sel vurdu: 31 ölü

İletigönderen bezgin » Pzt Eyl 14, 2009 15:30

'Sel'in Psikolojik Sonuçları



Yrd. Doç. Dr. Psk. Halis Özerk

Yaşadığımız sel felaketi nedeniyle gerek mallarını, gerek işini ve en önemlisi yakınlarını kaybeden yurttaşlarımızın büyük bir çoğunluğunun önemli psikolojik sorunlar yaşamaları kaçınılmazdır. Devletin ilgili bütün kurumlarının ve ilintili bütün özel kuruluşların; oluşturulacak bir kriz yönetimi çerçevesinde işbirliği ile bölgedeki yurttaşlarımıza yönelik bir psikolojik sağlık taraması yapmasında yarar vardır. Sel felaketinde yakınlarını kaybedenler açısından bakıldığında, bu yurttaşlarımızın sırasıyla şu beş temel tepkisine hazır olunması ve bu tepkilerinin (özellikle öfkelerini sözel olarak ifade etmelerinin) hoşgörüyle, anlayışla karşılanması, sonrasında da yapılması gerekenleri uygulamaya koymak gerekir.

1) Şok, 2) Korku, 3) Öfke, 4) Suçluluk, 5) Elem, keder (veya çökkünlük).

Yapılması gerekenler:

Öncelikle bu tür travmalardan en çok etkilenenlerin çocuklar (özellikle 10/11 yaşından küçük çocuklar) olduğu unutulmamalıdır. Çünkü çocuklarda 10/11 yaşından önce soyut düşünce gelişmediği için bütün olup bitenler somut ve abartılı anlamlar yüklenerek hafızaya kaydedilir. Bu nedenle travma sonrası stres bozukluğunun temel belirtilerine en fazla ve en yoğun olarak çocuklarda rastlanır. Örneğin bu tür doğal afetlerde uyku bozukluklarını en fazla yaşayanların çocuklar olduğu görülmektedir. Uyku bozukluğunu da altını ıslatma, tiklerin oluşması, parmak emme (regresyon) davranışlarının izlediği görülmüştür. Dolayısıyla yapılacak psikolojik destek ve psikoterapi çalışmalarında çocuklara öncelik ve ağırlık verilmelidir.

Onlara, olup bitenler, onların anlayacağı bir dil ile profesyonelce aktarılmalıdır. Kendilerini (algılarını, düşüncelerini, duygularını) ifade etmelerine hatta duygusal tepkilerini ortaya koymalarına kontrollü bir şekilde izin verilmelidir. Onlara sıklıkla dokunulmalı, temas edilmeli ve bu yolla güvende oldukları duygusu yaşatılmalıdır. Bununla ilintili olarak gerekiyorsa çocukların ebeveynleri ile bir süre aynı yatakta yatmalarına izin verilmelidir. Sürekli aynı duygu durumunu yaşamaması için onlara duygusal boşalımlarını sağlayıcı etkinlikler (oyunlar, resim çalışmaları, akranlarıyla sık sık bir araya getirme gibi etkinlikler) düzenlemelidir.

Yetişkinlere gelince; afeti hangi düzeyde yaşamış olursa olsun bir “kayıp” yaşayan yurttaşların acılarını hafifletmek, kendisini güvende hissetmesini, bundan sonraki yaşantısını devam ettirebileceğine inanmasını sağlamak bakımından, öncelikle devlet yetkililerinin, fiziksel, duygusal ve ekonomik olarak onların yanında olduklarını hissettirmeleri gerekir.

Aynı zamanda işverenlerin de bu durumdaki işçilerine, ekonomik olanağı bulunan tüm özel kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin benzer tutum ve davranışlar içerisinde olmaları, afetlerin bireyler üzerindeki etkilerini daha kısa sürede gidermek bakımından büyük yararlar sağlayacaktır.

Ayrıca yetişkinlerin, acılarına neden olan durumu anımsatıcı öğelerden, mekânlardan uzaklaştırılmalarında, hayatın devam ettiği gerçeğinin hatırlatılması bağlamında da mümkün olan en kısa sürede varsa işlerine devamlarının sağlanmasında, işleri olmayan ve geçimini sağladığı olanakları kaybeden yurttaşlara ise yine yaşamını belli bir düzeyde sürdürebileceği ekonomik imkânların en kısa sürede sağlanmasında aynı nedenlerle önemli yararları olacaktır.

Bunlardan başka, özellikle afeti yaşayanlara ilişkin (zaten hedefi belirsiz öfke ve suçluluk duyguları içerisinde iken), yetkililerin onları suçlayıcı veya onları sorumlu tutan ifadeler kullanmalarında (haklı olsalar bile), tam aksine, acıları “paylaşmak” adına bu tür olaylarda herkesin hataları ve sorumlulukları olabileceği biçiminde ifadeler kullanılmasında yarar vardır.

13 Eylül 2009
http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&kid=29&hn=81462
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Türkiye'yi sel vurdu: 31 ölü

İletigönderen bezgin » Sal Eyl 15, 2009 10:43


Gülen okuluna dere yatağında izin

Topbaş’ın, Ayamama Deresi yatağındaki araziye Gülen cemaatine ait Çağ Öğretim İşletmeleri’nce ‘özel okul’ inşa edilmesi için imar planlarını onayladığı ortaya çıktı.

Deniz Tatarer

Cumhuriyet- İstanbul’da yaşanan sel felaketinin faturasını CHP’ye çıkaran İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş’ın, Ayamama Deresi yatağındaki 30 bin metrekarelik araziye Fethullah Gülen cemaatine ait Çağ Öğretim İşletmeleri’nce “özel okul” inşa edilmesi için gerekli imar planlarını onayladığı ortaya çıktı.

Bahçelievler Belediyesi sınırları içindeki Yenibosna Köyaltı mevkisindeki söz konusu arazinin “Ağaçlandırılacak alan” statüsünden çıkarılarak, “Hizmet ve Özel Eğitim Alanı”na dönüştürülmesine ilişkin imar planı tadilatı raporu 14 Eylül 2007’de İBB Meclisi’ne sunuldu. İBB Meclisi İmar ve Bayındırlık Komisyonu’nca hazırlanan rapora göre, Maliye Bakanlığı adına kayıtlı 60 bin metrekarelik arazinin, 30 bin metrekaresinin bakanlığın 8 Mayıs 2006’daki izniyle 49 yıllığına Gülen cemaatine ait olduğu bilinen Çağ Öğretim İşletmeleri AŞ’ye tahsis edildiği belirtildi. Plan tadilatlarının 4 Nisan 2007’de Bahçelievler Belediyesi’nce onaylandığı da kaydedilen raporda, parselin batısında yer alan “ıslah edilmemiş Ayamama Deresi”nin yer aldığı uyarısında bulunuldu.

Ayamama Deresi ve çevresinin düzenlenmesine ilişkin 1/5 bin ölçekli nâzım imar planı çalışmalarının henüz bitirilmediğinin de altı çizilen raporda, İSKİ Genel Müdürlüğü’nün Ayamama Deresi’ne ilişkin çekinceleriyle ilgili şu bilgilere yer verildi:

“Ayamama Deresi’nin görüş istenilen kısmı 240 hektar üzerinde su toplama havzası içinde kalmaktadır. Derenin sağında ve solunda 25’er metre olmak üzere toplam 50 metrelik bir bant imar planlarına servis yolu veya yeşil alan işlenmelidir. Bu bantların içerisinde derenin doğal akışını engelleyecek, arazi topografyasını değiştirecek herhangi bir çalışma yapılmamalıdır.”

İBB Şehir ve Planlama Müdürlüğü ise imar planı tadilatını uygun bulmadı. Planlarda yapılan değişikliğin “donatı azaltıcı”, “yapı ve trafik yoğunluğunu arttırıcı” nitelikte olduğunun altı çizilen müdürlük görüşünde, “...bu gibi ‘münferit’ tadilat talepleri bölge planlarına uygun şekilde değerlendirilmelidir” uyarısında bulunuldu.

Plan tadilatı raporuna dönemin İmar ve Bayındırlık Komisyonu üyeleri Atalay Oğul ve Gülabi Kazma muhalefet şerhi koydu. CHP’nin ret oyu verdiği plan tadilatı AKP’li üyelerin oyçokluğu ile kabul edildi.

Cumhuriyet
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Re: Türkiye'yi sel vurdu: 31 ölü

İletigönderen bezgin » Prş Eyl 17, 2009 13:00

Yağmanın Altından 'Yoksulluk' Çıkar


Erol Köktürk-Tahsin Bakırtaş

Yerel seçimlerin üzerinden daha 6 ay geçmiştir. Seçilenlerin, 4.5 yıllık çalışma izlencelerini oluştururken, bu felaketlerden yeni dersler çıkarmaları, şapkalarını önlerine koymaları, bu arada yeni yoksulluğu önemsemeleri, ciddiye almaları gerekir.

Yoğun yağmurun neden olduğu sellerin ardından yaşananlar, yitirdiklerimiz, görüntüler ulus olarak hepimizin canını yakmıştır. Masum bir beklenti, bir kişinin çıkıp da bu felakette sorumluluğu olduğunu açıklaması, görevini bırakması beklentisi yine boşa çıkmıştır. Suçlu olarak, yağmurun fazla yağması, dereler, insanlar ve hatta insanoğlu gösterilmiştir. Sorumluluğu kendi dışındaki kişilerde ve etkenlerde arama hastalığı sürmüştür. Acıyla ve felaketle gelen bir fırsat, durumumuzu gözden geçirme, yeniden düşünme fırsatı yine kaçırılmış görünmektedir.

Bu felaketin birçok karesi üzücüdür. Biz en son kareleriyle ilgilenmek istiyoruz. Utanç verici “yağma” kareleriyle… Yağma, böyle bir felaketi yaşasalardı Londra’da, Paris’te, Münih’te göreceğimiz bir olgu olmazdı. Çünkü bu yağmanın görünen yüzünü değil, arka planını irdelemek gerekmektedir.

Son yılların önemli kavramlarından olan “yeni yoksulluk”, küresel ekonomik alanda oluşan dönüşümler sonucunda, önceden kendini yoksul duyumsamayan kitlelerin yoksul duruma düşmesi, bu yoksulluğun görece kalıcı olması ve bu özellikteki kitlenin giderek toplumsal ve mekânsal süreçlerden dışlanmasıdır. Bu dışlanma ve ötekileşme ya da ötekileştirme süreci yoksun olmaktan kaynaklanan ve göreceliğe de dayalı bir süreçtir. İnsanın karnı doysa da, ısınsa da ve barınsa da diğer insanların sahip olduklarına sahip olamama durumu, onları yoksun kılmakta, yoksullaştırmakta ve ötekileştirmektedir.

Bu ortaya çıkan yoksulluğun çok önemli özelliği ise kalıcılaşmasıdır. Düşük eğitim düzeyi ile kentlere gelen insanların, sosyal güvenceye dayalı, düzenli çalışabilecekleri işlere sahip olmaları oldukça zor olmaktadır. Bu durum düzenli gelire sahip olmama ve istikrarlı bir yaşam kalitesine erişememe sorununu gündeme getirmektedir. Düzenli bir işe sahip olanlar bile düşük gelir düzeyine sahip oldukları ve dolayısıyla kentteki yaşam kalitesini tutturabilecek gelir düzeyine sahip olmadıkları için “çalışan yoksul” kesimi oluşturmaktadırlar.

Türkiye’de yaşanan “Kıyı-Batı ve Dağ-Doğu çelişkisi”, yeni yoksulluğun da temelini oluşturmaktadır. Özellikle yoksul Dağ-Doğu’dan eğitim düzeyi düşük insanların Kıyı-Batı kentlerine göç etmesi, kırsallaşan kentleri ortaya çıkarmaktadır. Bu insanlar kente gelirken değerleriyle, yaşam biçimleriyle gelmektedirler. Kentlerin merkezlerlerine değil, periferisine yerleşmektedirler. Kent merkezini kuşatan periferi, değerlerini, yaşam biçimini, alışkanlıklarını kırsalda yaşadığından hatta daha keskin biçimde yaşamaya yönelirken, aynı zamanda yaşadığı periferisini bir biçimde kuşatan kapitalist yaşam ve onun tüketim değerleri bu eğitimsiz ve yeni geldiği çevrede tutunmaya çalışan bireyleri içine çekmektedir. Kentin merkezine iş bulmak için gittiğinde ya da onun yaşadığı mekânla iç içe geçmiş gökdelenleri gördüğünde, büyük alışveriş merkezlerine en azından ısınabilmek için girdiğinde karşılaştığı durum, onun dünyasında kurguladığı yaşam biçemini allak bullak etmektedir. Bu bağlamda yeni bir yoksulluk oluşmaktadır.

Zengin Batı-Kıyı kentleri olarak adlandırdığımız kentlerde yoksul Dağ-Doğu kaynaklı göçlerle oluşan kentlerin periferileşmesi sorunları vardır. Bu bağlamda göç alan bölgelerin nerelerden göç aldığına baktığımızda, Kıyı-Batı bölgelerinin Dağ-Doğu bölgelerinden göç aldığı, TÜİK (2009) verilerinde çok açık biçimde görülmektedir. Bu verilere göre 2007-2008’de en fazla göç alan İstanbul ve yakın çevresi olup, göç edenlerin sayısı 374.868’dir. İstanbul ve yakın çevresine gelen insanların yüzde 58.35’i yoksul Doğu kentleri ile Karadeniz bölgesindendir. İstanbul bu nedenle diğer göç alan bölgelerden farklı olarak incelenmelidir.

İstanbul, kendi içinde zenginliği ve yoksulluğu bir arada yaşayan farklı bir megapol konumundadır. İstanbul için gelir ve tüketim eşitsizliğinin verileri ne yazık ki yoktur. Bu nedenle bu eşitsizliği hesaplama olanağı da yoktur. Ancak İstanbul’un farklı mekânlarında biraz gezindiğimizde, Türkiye’deki var olduğunu düşündüğümüz “Kıyı- Batı ve Dağ-Doğu çelişkisi”nin, İstanbul’un “Kıyı-İç eksenli çelişkisi”ne dönüştüğüne tanıklık edebiliriz. Dağ-Doğu’da görebildiğimiz olayların ve olguların, İstanbul’un iç kesimlerindeki ilçelerde ve mahallelerinde de olduğunu çok rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Bunun nedeni, kanımızca, kente göç eden insanların oluşturduğu kümelerin, yeterince kamu hizmeti alamamasıdır. Kamu hizmetinin göçün önünde gerçekleşememesidir. Gelenler kentin çeperlerinde gelişigüzel, kendilerince mahalleler oluşturmakta; daha sonra bu mahallelere kamu elektrik, yol, su, okul, hastane ve altyapı götürmektedir. Böyle olunca da kent planlamasına dayanmayan, kent bütünü içinde tasarlanmamış kentçikler oluşmakta; bunlar popülist politikalarla bezendiğinde de kırsal kesimden daha da kötü koşullarda yaşam standartları ortaya çıkmaktadır. İstanbul’da yağacak olan bir kar ya da bir yağmur, kolayca felakete dönüşmekte, büyük mega kent ya da kapitalist finans merkezi olarak nitelendirdiğimiz İstanbul, bir anda kar altında ya da sular altında kalabilmektedir. Bunun adına da “doğal felaket” denilmektedir. Oysa doğa kendi dengesi içinde enerjilerini boşaltmaktadır. Bunun dünyanın her coğrafyasında bir felakete dönüşmediği de görülmektedir. Nerelerde dönüşüp nerelerde dönüşmediğinin, gelişmişlik, yönetim erginliği, stratejik davranma ve önlem alma ile ilgili olduğu ortadadır.

İstanbul’da yaşanan sel felaketindeki televizyonlara yansıyan görüntülerdeki yağmalamaların ve ölen insanların öykülerinin üstünü biraz kazdığımızda, bu “yeni yoksulluk”un izleri çıkmaktadır. Kente göç ederek gelen ve hemen hemen her gün kent merkezleriyle ilişki içerisinde bulunan, kentin yüksek gelirli insanlarının izlediği televizyonları mağazalarda gören, bindiği 4x4 jeepleri dışarıdan izleyen bu insanların, bir sel felaketiyle sular içinde yüzen bu televizyonları kapıp götürmesinin, selin arkasında bıraktığı yemek takımlarını kapışmasının, arabalarına doldurmasının, hatta belki de yaşamını yitirmiş insanların cüzdanlarını karıştırmasının altında basit bir yağmalamanın olmadığı, yalnızca vicdanla açıklanamayacak gerçeklerin olduğunu görmek, saptamak gerekir.

Suyun bütün kentleşme pisliklerini ortaya çıkardığı bugünlerde, dere yataklarına izinsiz yapı yapanların, riskli bölgelere ev kuranların arka planında da yine yeni yoksulluğun bulunduğu görülmelidir. Öte yandan “çalışan yoksulluk” örneği de bu sel felaketinde açıkça ortaya çıkmıştır. Bir tekstil firmasının kamyonetten bozma servis aracında boğularak ölen yedi kadının öyküsündeki yırtık şemsiye figürü, çalışan yoksulluğu simgelemektedir. Yerel seçimlerin üzerinden daha 6 ay geçmiştir. Seçilenlerin, 4.5 yıllık çalışma izlencelerini oluştururken, bu felaketlerden yeni dersler çıkarmaları, şapkalarını önlerine koymaları, bu arada yeni yoksulluğu önemsemeleri, ciddiye almaları gerekir. Yeni yoksulluğun yeni toplumsal felaketlere neden olmaması için, bugünden başlayarak çabalar harcamak, felaketten çıkarılacak derslerden birisi olmalıdır.

Cumhuriyet - Olaylar Görüsler
İşgâlciler ölmeli! :turkiye:

"Bir ülkenin nüfusunun yarıya yakın bölümünün bir bölgede, dörtte birinin bir şehirde yaşaması, başlı başına tezgahtır."
Kullanıcı küçük betizi
bezgin
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 1394
Kayıt: Prş Eki 30, 2008 1:35

Önceki

Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x