
Türkiye’de kendisini “dindar” olarak tanıtan bir kesim var. Bu kesim genelde “Allah, Kuran, ahlak” kavramlarını kullanarak siyaset yapar, para kazanır.
Din üzerinden yapılan siyaset ve ticaret bu kesime bu dünyada kazandırıyor. O yüzden siyaset ve ticaret baronları dini-imanı ağızlarından hiç düşürmediler. Peki, bu “din-ticaret” baronları öbür dünyada da kazanacaklar mı?
Kuran’ın açıklamalarına göre kaybedecekler. Bunların öbür dünyadaki siyaset ve ticaretlerini bırakalım, bu dünyaya bakalım.
Türkiyeli dinciler
“Türkiyeli” sözcüğünü bilerek kullanıyorum; Türkiye’deki “dinci” kesim kendini genelde “Türk” görmez; şeytanın ezandan kaçtığı gibi “Türk/Türkiye” kavramından kaçar. Bu kesimin kanı ve bedeni Türk, dili Türkçe olsa bile, düşünce ve davranışları Türk gibi değildir, melezdir. Zaten bu kesim, “Türkiye Cumhuriyeti, Türk yurdu” gibi kavramları kullanmaktan nefret eder, kendini “Türkiyeli Müslüman” diye tanıtır. Bu kesimin dindarlığı arızalıdır. Bunu şöyle açıklarız: “Dindar” denince akla bir dini samimi yaşayan kişi gelir. Sözünü ettiğimiz kesim ise, riyakârdır. Ayrıca bu kesim, din-siyaset baronları ile emperyalistlere teslim olur. Gerçek Müslüman’ın/dindarın teslimiyeti Yaratan’adır. Bu nedenle bunlara “dindar değil, dinci=din tüccarı” demek daha doğrudur.
Dincilerin Suriye-İran sınavı
Türkiyeli dinciler, Amerika emperyalizminin Irak ve Libya gibi Müslüman ülkelere yaptığı katliam ve zulümler karşısında susuyorlar katilleri destekliyorlar. Neden böyle yapıyorlar biliyor musunuz? Oy verdikleri kişiler dinci ve Amerika güdümlüsü idi de ondan. Bu dinciler şimdi Suriye ve İran’da da katillerin arkasında saf tutuyorlar. Yani bunların imamı Obama, kıblesi Washington oldu.
Amerika hedefine Suriye ve İran’ı koyduktan sonra bizim dincilerin TV, gazete, radyo, köşe yazarı ve seyyar hatiplerine baktım: Beşer Esat Dürzîliğini, Ahmet-i Necat Şiiliğini anlatmaya başladılar. (Hala anlatıyorlar) Neymiş, İranlılar ateşe taparlarmış, Suriye’de “sapık” mezhep yaygınmış, Suriye ve İran’ın “Şii-Dürzi” Müslümanları Hıristiyanlardan daha tehlikeliymiş. Bu mezhepçilik oyununu yüz yıl önce İngilizler oynamıştı, şimdi Amerika oynuyor.
Demek istediğim o ki, Türkiye’deki dinciler mümin (güvenilir) değiller. Ortadan samimiyet kalkınca akıl da kalkar. Başka bir deyişle insan nifakçı ve dört ayaklı bir yaratık olur.
İster okumamış olsun ister okumuş olsun, ister gazeteci olsun ister akademisyen olsun, ister ilahiyatçı ister Diyanet mensubu olsun, ne olursa olsun, kim olursa olsun, Türkiye’nin dincileri Suriye-İran hattında da bataklığa saplandılar, kaybettiler.
Bunlar yalnız bizim değil, İslam dünyasının da yüz karasıdırlar.
Bunlar emperyalizme uşaklık ettiler, uşaklık etmeye devam ediyorlar.Bu yüzden Türkiye’deki onurlu kişilerin, gerçek aydınların işleri zordur.
Yarın emperyalistler yurdumuza saldırırlarsa, bu Amerikancı dincilerin İşgalcilere kapılarını açmayacakları, düşman saflarına katılıp bizlere kurşun sıkmayacakları ne malum?
Bu tehlikeli adımı Libya, Tunus, Suriyeli Amerikancılar attı.
Yazımızı şöyle tamamlayalım:
İslam inancı her Müslüman’a şahsi/bireysel sorumluluk yükler.
Hiç kimse sorumluluğunu bir başkasına yükleyemez.
Herkes yaptığı işlerin, verdiği kararların hesabını verecektir.
Filan hocanın şöyle demesi, filan gazetenin böyle yazması bir Müslüman’ı kurtarmaz; Müslüman’ı özgür iradesiyle ve samimiyetle yaptığı doğru davranışları kurtarır.
Dincilik ve Amerikancılık atılmaz bir akçe, iyileşmez bir hastalık değildir. Amerikancı dinciler bu illetten tövbe ve akılla kurtulabilirler. Bunu bekliyoruz.
Yusuf DÜLGER, 5 Temmuz 2012