Üç Kısa Öykü (Pazar Sohbeti)

Üç Kısa Öykü (Pazar Sohbeti)

İletigönderen Feza Tiryaki » Pzr Şub 09, 2014 22:27

Üç Kısa Öykü (Pazar Sohbeti)


İşe Girerken Türk, İşte Kürt


Doktora Türkçe bir rapor götürdük özel bir hastaneden alınan. Cumartesi ama bu küçük sağlık merkezi açık. “Rapordaki Latince tıp sözlerinden ne dendiğini anlıyorum ama bunu bir çevirin öyle getirin!” dedi emeklilik yaşını çoktan geçmiş yaş yaşamış Alman doktor. Sonra ekledi: “Bizde mükemmel derecede Türkçe –Almanca bilen, en üst derecede çeviri yapabilen bir Türk çalışan eleman var ama onun yükünü azaltmak bakımından çeviriyi siz yaparsanız iyi olur.”

Doğru, duvara asılı resimli tanıtımda, klinik sağlık ekibinde bir Türk kızı adıyla sanıyla yazılı. Yalnızca yazılı o kadar. Türkçe adlı bu kızla yıllar önce Türk diye Türkçe konuşan hastaları anımsadık hemen. Kızın Türk olduğunu bile unutmuşuz… Kendisiyle şaşırıp Türkçe konuşana buz gibi bakışlarla Almanca yanıt verirdi… Şimdiye dek ağzını Türkçe ile bir kez bile açmamıştır… Kürtmüş kendisi, bölücülerin deyimiyle, Türkçe bilmezmiş eğer inanırsanız…

İşe girerken, “Türk’üm, iyi derecede Türkçe biliyorum!” İyi Türkçe bilen eleman arandığında böyle söyle.

Çalışırken, nasılsa işi garanti artık: “Türk değilim, Türkçe bilmiyorum.” İşe alındın, yasaların korumasındasın, seni kolay kolay işten atamazlar, maskeni indir, bölücünün suratını takın!

Buna Türkçe bilme ayrıcalığından dolayı iş veren bile durumun ayırdında değil. Bize elemanını övüyor. Üstün Türkçesinden dem vuruyor…

Ya Almanlar saf, saf görünmek işlerine geliyor, ya bu bölücülere av olan, yurduna ulusuna düşman genç hainler çok akıllı…


En Büyük Türk’ü Bilmeyen Selvi


Burası kentin en çok tutulan, iş yapan Türk dükkânı. Merkezde. Ulaşım ağının göbeğinde. Çalışan kızların çoğu başları sıkı sıkıya bağlı kızlardan, kadınlardan seçilme. İçerde yok yok… Türkiye’de ne üretilmişse, ne satılıyorsa her şey burada. İğneden ipliğe derler ya öyle. Peynirden, çaya, kahveye, çay bardağına, pekmezden, zeytin çeşitlerine… Akkabağı da bulabilirsiniz burada, kestaneyi de… Bir de kasap bölümü var. Etler vitrinde, orta yerde üst üste konulmuş… Karşında parçalayıp işliyorlar…

Alışveriş arabasına bir çocuk oturtulmuş, babası kasabın sırasını bekliyor. Çocuk düzgün bir Türkçeyle:

“Bunlar ölü hayvan mı? Neden öldürmüşler? Hayvanların üstünü soymuşlar, etini mi çıkarmışlar?” diye soruyor babaya.

Baba kem küm ediyor: “Yok ölü hayvan değil.” Kız: “ Ya ne? Hani dışı? Neden dışları yok? Neden ölü?”

Baba: ”Yaşlı hayvan bunlar. Yaşlanınca kesiliyor yemek için. Allah öyle emretmiş…”

Küçük kız hayvanlara acıyor, ha bire soru soruyor. O ara öğretmenlik damarım kabarıyor:

“ Adın ne senin küçük kız?”

“Selvi. “ Kaç yaşındasın?” “Beş!” Kızı artık tutmayın: “Benim bir ablam var. Benim ağbim yok! Erkek çocuk yok bizim evde. Ablam Silay. Ben varım, bir de ablam. Ablam okula gidiyor…”

“Peki Selvi her şeyi biliyorsun sen madem, eminim şimdi soracağım soruyu da bilirsin:

“En büyük Türk kim?” Utanıyor, ben Alman yuvasına falan diye kekeliyor… Türk’ü bilmem… diyor.

Soruyu değiştiriyorum:

“ Atatürk kimdir? Atatürk’ü söyle bana. Mutlaka duydun, resmini gördün!” Sözün burasında baba lafa karışıyor:

“Alman yuvasına gidiyor kızım. Nereden bilecek o soruyu?” Baba büyük kızından anlatmaya başlıyor. Çok başarılı bir öğrenciymiş okulunda. Alman öğretmenler kafasını karıştırmayın diyormuş, başka şey öğretmeyin… Babanın sesi sert: “Nasıl bilsin kızım Atatürk’ü?”

“Kimden mi öğrenecek atasını ? Nasıl mı bilecek? Annesinden, babasından! Evde siz öğreteceksiniz… ” derken beni çekiştiriyorlar, çekiyorlar oradan, gel uyma, uzatma… diye.

Küçük kızın işaret parmağı derisinden soyulmuş ölü hayvanların etlerine doğru uzanmış, bakışları meraklı…

Babanın gözleri ölü gibi donuk, öyle bana bakıyor…


Kraldan Çok Kralcı İtalyan


Burası da büyük bir alışveriş merkezi: "Real." Ülkemizde de şubeleri varmış, geçenlerde gazetelerde çıkmıştı, iflas ederek satılığa çıkan bu şubeleri bir Türk firması satın almış.

Balık kısmında İtalyan aksanıyla konuşan bir çalışan kadın var. Almanlara nasıl yaranacağını şaşırmış… Balıklarla kafayı yemiş.

Bir tanıdığım anlattı. Sıraya girmiş balık almak için. Bu satıcı kadın öndeki Alman kadına kendini nasıl beğendireceğini bilememiş. Kırık bozuk bir Almancayla balık satışı yapıyor. İstenilen balığı buzlarından çıkarıp alıcının yanına getiriyor. Okşayarak buzlarını döküyor. Derisini gösteriyor. Etinin güzelliğini övüyor. Yok alıcı beğenmiyor, başkasını işaret ediyor. Haydi o balık elde. Satıcı onu okşuyor, severek gösteriyor. Böyle böyle on beş dakika geçiyor… Sıra bekleyen vatandaşımız neredeyse baygınlık geçirecek sinirden… Sıra bizden alıcıya gelince satıcı buz! Bir dövmediği kalıyor soru soranı, kendisini meşgul eden yabancıyı…

Para- aş- iş… Parayla insanlar böyle avlanıyorlar işte… Parayı işi verene düdük çalınıyor… Yalakalığın sınırı, ülkesi yok… Yeter ki paradan haber ver!


Feza Tiryaki, 9 Ocak 2014
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x