Uğur Mumcu (1942 - 1993)

Uğur Mumcu (1942 - 1993)

İletigönderen Panzehir » Cum Şub 23, 2007 17:50

Resim

Aslen, Ankaralı olan Uğur Mumcu, 22 Ağustos 1942 yılında, babasının memuriyeti dolayısıyla Kırşehir'de, dört kardeşin üçüncüsü olarak doğdu. Annesi Nadire Hanım, babası, Tapu Kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey'di. İlk ve orta okulları Ankara'da okuyan Mumcu çok aktif bir öğrenciydi. Bu hızlı yaşam Hukuk fakültesinde de devam etti. 1961 yılında baş1adığı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1965 yılında tamamladı. Bir süre avukatlık yaptı; yabancı dil öğrenmek için İngiltere'ye gitti. 1969-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın asistanı olarak çalıştı. Yazmaya, üniversite öğrenciliği yıllarında, Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön Dergisinde başlayan Uğur Mumcu, 12 Mart döneminde bir yazısında kullandığı "ordu uyanık olmalı" sözleriyle, "orduya hakaret etmek", "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak" suçunu işlediği iddasıyla gözaltına alındı. Uğur Mumcu bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkum edildi. Fakat yargıtayca karar bozuldu ve serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra, Mumcu askerliğini, 1972-74 yılları arasında Ağrı'nın Patnos ilçesinde, resmi tanımıyla "sakıncalı piyade eri" olarak tamamladı. Patnos'ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi. İlk yazıları 1962'den itibaren Yön, Türk Solu, Devrim, Ant, KIM v.b. dergilerde yer alan Mumcu'nun, 1968-69-70 yıllarında Akşam, Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde zaman zaman çeşitli konularda inceleme yazıları da yayımlandı. Köşe yazarlığına 1974 yılında haftalık Yeni Ortam dergisinde başladı. Daha sonra çalışmaya başladığı Anka Ajansında 1975 yılından itibaren Cumhuriyet'e de köşe yazıları yazdı. 1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. gözlem başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 6 Kasım 1991'de İlhan Selçuk ve yaklaşık 80 Cumhuriyet çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat - 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet Gazetesi'nde yazan Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yönetim değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e döndü. Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 yılında uğradığı bombalı saldırı sonucu öldü.

Gün gelir devran döner
Adımıza türküler söylenir bu şehirde!..
...
Kullanıcı küçük betizi
Panzehir
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi
 
İletiler: 3483
Kayıt: Pzr Şub 18, 2007 20:02

İletigönderen Berco » Sal Şub 27, 2007 16:34

Moskova'ya bugün Marksist aydınlarımız değil,işadamlarımız gidiyor:"Marksistler cezaevine,işadamları Moskova'ya..."Moskova'da Dünya işçileri birleşmiyor,işverenler birleşiyor. ...Çok şakacı bir dünyada yaşıyoruz,ideolojiler yıkılıyor,teoriler çürüyor;İslamcılar Kürtçü,komünistler dinci,kapitalistler ve emperyalistler de Kürtçü ve Sovyetçi...Birilerinin bizi işlettiği kesin de,kim işletiyor,bu pek belli değil. (Cumhuriyet,10 Aralık 1989,İşletiliyoruz)
Kullanıcı küçük betizi
Berco
Üye
Üye
 
İletiler: 166
Kayıt: Pzt Şub 26, 2007 21:37

İletigönderen Sema » Prş Mar 01, 2007 0:20

Panzehir, Paylaşım için çok teşekkürler..

Bu büyük ustanın bir şiirini paylaşmak istedim burda..

Sesleniş

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık.
Babamız,sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken
bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini
yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük. Dövüldük, vurulduk, asıldık.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez.
İsteseydik, diplomalarımızı,
mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik,doktorduk, avukattık.
Yazlık kışlık katlarımız,arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı.
Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibiverdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Fidan gibi genç kızlardık.
Hayat, şakırdayan birşelale gibi akardı gözbebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında,
işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik.
Direndik küçücük yüreğimizle,
direndik genç kızlık gururumuzla.
Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi,
taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.

Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi...

Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti.
Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli
işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha.
Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına,
birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu. Hukuk sustu. İnsanlık sustu.

Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Kanserdik.
Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşımızdaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce, kolumuzu, omuz başından keserek,
yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine.
Sonra da, otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.

Öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Giresun’daki yoksul köylüler, sizin için öldük.
Ege’deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Dogu’daki topraksız köylüler, sizin için öldük.
İstanbul’daki, Ankara’daki işçiler, sizin için öldük.
Adana’da, paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler,
sizin için öldük.

Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi...

Bagımsızlık, Mustafa Kemal’den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen
ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler,
gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın, dedik,
sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.

Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım,
unutma bizi...

Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk;
komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik;
kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı’nda emperyalizme karşi dalgalandirdigimiz
bayragimizi daha da dik tutabilmekti bütün çabamiz.
Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.

Vurulduk ey halkım, unutma bizi...

Henüz çocuklugumuzu bile yaşamamıştık.
Bir kadin eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha.
Bir gece sabaha karşı,
pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla
çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık.
Içimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik
boynumuzu uzattık yağlı kementlere.

Asıldık ey halkım, unutma bizi...

Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar,
agabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı
ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere.
Öfkelerini bir gün bile, karşısındakilere bağırmamış
insanların gözleri önünde, öldürüldük.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına,
Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.

Korkmadan öldük ey halkim, unutma bizi...

Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım,
unutma bizi...
Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım,
unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi,

hep birlikteyiz ey halkım, unutma bizi, unutma bizi,
unutma bizi...

UĞUR MUMCU


Cumhuriyet 25.8.1975
Bizi öldürmedikçe bizim kafamızdaki cereyanı boğmadıkça, başladığımız inkılap ve ilerleme bir an bile durmayacaktır....
Kullanıcı küçük betizi
Sema
Üye
Üye
 
İletiler: 710
Kayıt: Çrş Şub 21, 2007 18:03
Konum: Istanbul


Şu dizine dön: Öz Geçmiş

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x