Ümmetçiler ve Milliyetçiler!..

Genel & Güncel Konular

Ümmetçiler ve Milliyetçiler!..

İletigönderen zaman » Sal Şub 26, 2008 23:02

O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU

21 şubat 2008 cumhuriyet

Çarpıtılmış tarih

Türkler Arapların putlara taptığı dönemde Orta Asya'da, Tanrı bilincinde Şaman inancında yaşamaktaydılar!.. İslamiyetin yayılma süreci başında (MS. 632) Arap ordularının saldırısıyla karşı karşıya kaldılar. Yüz yılı aşkın bir mücadele sonunda bölge tümüyle Arapların istilasına uğradı!.. Türkler teslim oldular (MS. 751)!.. Arap tarihçi İbn-i Dahak vahşeti şöyle anlatıyordu: "Katledilmeyen çocuk, ırzına geçilmeyen kadın kalmamıştı!.. Türkler diri diri yakılmıştı!.."

Ne acıdır ki, tarihin bu en büyük "Türk soykırımı" sistemli çabalarla unutturuldu!.. Kılıçla katledilen Türklerin İslamı gönüllü olarak kabul ettikleri yalanı uyduruldu!.. Sonradan bu gerçeği ifade eden "milliyetçiler" de "ümmetçiler" tarafından susturuldu!..

Yok edilen kimlik

Türkler çokuluslu Osmanlı İmparatorluğu döneminde yönetim kademelerinden uzaklaştırıldı!.. "Türk kimliği" yıkıma uğratıldı!.. Tüm coğrafyada Türkler; "etrak-ı bi idrak" yani "aptal Türk" olarak anılmaya başlandı!.. İmparatorluk topraklarında diğer uluslar, kimliklerini koruyarak yaşarlarken Türkler, İslamiyetin ulusçuluğu reddeden, ümmetçiliği esas alan anlayışı içinde kimliklerinden arındırıldılar!.. "Türk'üm" diyemedikleri için, yalnızca "Müslümanım" demek zorunda kaldılar!..

I. Dünya Savaşı'nda Filistin cephesinde, ihtiyat zabiti olarak görev yapan Falih Rıfkı Atay, "Zeytin Dağı" adlı eserinde şöyle diyordu: "Suriye, Filistin ve Hicaz'da, 'Türk müsünüz' sorusunun birçok defalar cevabı 'estağfurullah'dı!.."

Zaten Osmanlı hanedan mensupları da kendilerini "Türk" görmüyorlardı!.. Prof. Dr. Bozkurt Güvenç' in belirlemesiyle; "Türk Osmanlı idi ama, Osmanlı Türk değildi!.."

Ulus milliyetçiliği

"Türkiye Cumhuriyeti" kurulduğunda Atatürk , yeni devleti kuran halkı "Türk ulusu" olarak tanımladı!.. Ona bir ulusal kimlik kazandırdı. "Yurtseverlik" temelinde "ulus bilinci" geliştirmek için, eylem ve söylemlerinde Türk ulusunu yüceltti!..

Atatürk bugün kimilerinin "ecdat" olarak gördüğü ve "laf söyletmem" dediği Osmanoğulları'nın Türklükle ilişkisini şöyle açıklıyordu:

"Anadolu-Rumeli insanı, elbette bizim insanımızdır. Bizler o insanların devamıyız. Ama bizim atamız Osmanlı Hanedanı değil!.. Biz hanedan soylu değiliz!.."

"Osmanoğulları 600 yıldan beri zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardır. Şimdi de Türk ulusu, bu saldırılara artık yeter diyerek, ayaklanarak egemenlik ve saltanatını doğrudan kendi eline almış bulunuyor!.."

Soy milliyetçiliği

II. Dünya Savaşı yıllarında (1939-1945) Türkiye'de, "ulus milliyetçiliği" dışında, yeni bir milliyetçilik anlayışı gelişti. Bu anlayış 1900'lü yılların başlarında ortaya çıkan, Orta Asya kaynaklı "Türkçü-Turancı" milliyetçilik anlayışıydı!.. Başka ulusların, özellikle de Çinliler ve Rusların egemenliği altında yaşayan Türklerin özgürlüğünü ve birlikteliğini savunuyordu. Savaştan Almanların galip çıkması halinde Sovyet yönetimindeki bütün Türklerin özgürlüğe kavuşacağını öngörüyordu!.. Ama umulan olmadı!..

Savaş sonrasında Türkiye demokrasiye geçti!.. Yeni dönemde güç kazanan karşıdevrim; ideolojik zemin arayışına girişti!.. Altyapı oluşturmak üzere dine yöneldi!.. Türkiye Sovyet tehdidine karşı NATO'ya ve Müslüman ülkelerin oluşturduğu "yeşil kuşak" içine sokuldu!..

Türk-İslam sentezi milliyetçiliği

"Komünizm" karşıtlığı,Türkiye'de önce "milliyetçi-mukaddesatçı" ideolojiyi; sonra da "Türk-İslam Sentezi" ni doğurdu!.. Bu sentez doğası gereği birlikteliği mümkün olmayan iki öğretinin alaşımıydı!.. Ulus kimliğini reddeden "ümmetçilik" le bu kimliği savunan "milliyetçilik" yapay bir beraberlik içine sokuldu!.. Aslında yapılan, iki öğretinin birbirinden ayrılmaz olduğunu beyinlere çivileme amacını güdüyordu!.. Ardında ise "ulusal kimlik bilinci" ni yok etmeye kararlı güçler duruyordu!..

"Milliyetçiler", "Türk- İslam Sentezi" nin kendilerini yok edecek bir tuzak olduğunu yıllar yılı fark edemediler!.. "Ümmetçiler" in Arap milliyetçiliğine hizmet eden, İslam şeriatçıları olduklarını göremediler!.. Ulusal kimliği (Türk kimliğini) kabullenmeyen ümmetçilerin karşısında direnç gösteremediler!.. Ve ümmetçiler, milliyetçilerin sırtında yol katederek bugünlere geldiler!..

ABD dayatması

Sovyetler sonrasında (1991) dünya egemenliği amaçlayan ABD, Ortadoğu ülkelerinde "ulusal kimlik bilinci" ni yok etmeye yöneldi!.. Yeni bir proje üretti!.. "Büyük Ortadoğu" adı verilen geniş bir coğrafyada yeni bir İslam anlayışı -"ılımlı İslam"- geliştirdi!.. Model olarak da Türkiye'yi seçti!..

Sonuçta Türkiye'de "ulusal kimlik bilinci" nden arındırılmış yeni nesillerin yetiştirilmesi için yeni olanaklar yaratıldı!.. Dinsel kuralların geçerli olduğu bir yaşam tarzı topluma dayatıldı. Bu yolda ümmetçilere en büyük desteği de milliyetçiler sağladı!..

Aslında iki grup arasında derin bir anlayış farkı vardı. Bu fark "Türk milliyetçisi" Nihal Atsız' la, "şeriat ümmetçisi" Mehmet Akif' in düşünce yapısındaki fark kadardı!.. Bugün coşku içinde okuduğumuz "İstiklal Marşı" mızın, 10 kıtalık tüm metnine "Hakk", "ezan", "cennet", "iman" gibi sözcükleri ustalıkla yerleştirmiş, ama bir tek "Türk" sözcüğü için yer bulamamış ümmetçi Mehmet Akif'in yeni ardılları, onun; "Türk Arapsız yaşayamaz. Kim ki 'yaşar' der delidir!.. Arabın Türk ise, hem sağ gözü hem sağ elidir!.." dizelerinde belirttiği yoldan giderlerken, beraberlerindeki "milliyetçiler" gerçekleri göremediler!.. Vasiyetinde (4 Mayıs 1941) Arapları "yeni düşman" , Amerikalıları "yarınki düşman" olarak niteleyen Türk milliyetçisi Nihal Atsız'ın yolunu terk ettiler!.. "Ulusçuluk güden, ulusu için savaşan ve ölen bizden değildir" diyen ümmetçilerin peşine düştüler!..

Gelinen nokta

Ümmetçilerin Türklere bakış açısını ortaya koyan İslam önderlerinin bir söylemi çok anlamlıdır: "O insanlar ki tepsi gibi düz yüzlü, elmacık kemikleri çıkık, burunları basık, gözleri çekiktirler (Türkler); onlar yeryüzünden yok edilmedikçe İslam sâlâh bulmayacaktır!.."

Bugünün dünyasında bunun bir yolu kalmıştır. O da Türklerin Araplaştırılmasıdır!..

Türk-İslam sentezi milliyetçileri; bugün "Ya Allah bismillah Allahü'ekber" diye peşlerinden koştukları ümmetçilerin, gün gelecek kendilerine "Ben Türk'üm" dedirtmeyeceklerini anladıkları an, iş işten çoktan geçmiş olacaktır!.. Unutulmamalıdır ki, ümmetçiler için yalnızca bir değer vardır; o da "İslam" dır!.. Bunu "milliyetçiler" akıllarından hiç çıkarmamalıdır!..
Kullanıcı küçük betizi
zaman
Üye
Üye
 
İletiler: 32
Kayıt: Sal Oca 22, 2008 22:00

Re: Ümmetçiler ve Milliyetçiler!..

İletigönderen Türk-Kan » Sal Şub 26, 2008 23:33

zaman yazdı:Bugünün dünyasında bunun bir yolu kalmıştır. O da Türklerin Araplaştırılmasıdır!..

Öylesine bir savas veriyorlarki bunun icin :) son fetvalarindan bir tanesi de bu sacmalikti;cennet dili arapca olacakmis :imam:

:arrow: http://www.guncelmeydan.com/forum/cenne ... 13051.html
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.

Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Kullanıcı küçük betizi
Türk-Kan
Kuvva-i Milliye
 
İletiler: 6735
Kayıt: Pzt Şub 19, 2007 20:56

İletigönderen gokdeniz » Çrş Şub 27, 2008 1:03

gecti bor'un pazari , sur esegin nigdeye :)
saatleri geri alma ens titusunun basina gelsin bu adam, hergun bir saat versinler bu geriye alsin ...
kusmayla , her seyi yok etme duygusu arasinda gidip geliyorum boyle yazilari okuyunca sadece soylenmis olmak icin soylenmis , cozumlerden yuz isik yili uzak
ummetcilikle milliyetcilikmis ..neden bu iki ucu boklu degnek arasinda gidip gelmemiz , birakin gidip gelmeyi savrulmamiz gerekiyor? bu iki olasilikta bugun icinde bulundugumuz sorunlara cozum olmaz ..bizim cografyamiz disinda cozumsuzlugun cozum oldugu baska bir abuk cografya var mi?neden "milli" ci olamiyoruz .kendi insanimizi din'i ile degisik kulturleri ile kucaklayan ve bu kucaklamayi fethullah'in kucagina oturtmayan bir sentezle yapmayi beceremiyoruz ?
Kullanıcı küçük betizi
gokdeniz
Üye
Üye
 
İletiler: 202
Kayıt: Pzt Kas 19, 2007 2:00

ummetciler ve milliyetciler

İletigönderen gokdeniz » Çrş Şub 27, 2008 1:07

LAIK YANILGI-ATILGAN BAYAR

Ecevit, belki formüle edememişti ama Türk Solu’nun bunalımını sezmişti: Laiklik diye tarif edilen, laiklik değil, başka bir şeydi!
Bakın, aşağıdaki alıntı, Türk basınının kendisini laik zanneden yazarı Hasan Pulur’un 11 Eylül 2005 tarihli yazısından:
“BİR zamanlar 'düzenle' tutturmuştuk. 'Bu düzen değişmelidir!' diyenin peşine takılıp giderken, bunu söyleyenin gün gelecek Vahdettin hayranı olacağını ya da 'Osmanlı Devleti'nin laisizme yakın olduğunu' söyleyeceğini hiç düşünebilir miydik?”
Yazının diğer kısımlarından alıntı yapamıyorum.
Çünkü konum Hasan Pulur değil. Konum, Bülent Ecevit’in dine bakışı, din ile ilişkileri hayatının son döneminde laisizm adına doğru tanzim etme çabaları olacak.
Ecevit’in Türk Solu açısından önemi, ‘ulasalcılık’ vasfının yanı sıra ‘din’ ile temastaki yüksek entelektüel kavrayışıyla birlikte yazılacak.
Belki Ecevit’ten başka, Türk Solu içinde din ile sağlıklı ilişki ‘tesis etmeye’ teşebbüs etmiş bir başka entelektüel ve eylem adamını da bu vesileyle anmak gerekiyor.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Nazım Hikmet kuşağının ‘madde var, madde’ diye bağırdığı bir dönemde, partisinin (Vatan Partisi) Eyüp’te yaptığı mitingde ‘Eyüp’ün, İstanbul’un fethinden de önce İslam olan halkı’ diye konuşmaya başlamasıyla tarihe geçmişti. Nitekim tescilli komünist Kıvılcımlı, bu konuşma yüzünden ‘şeriat propagandası’ suçuyla hapis yatacaktır.
Aynı Kıvılcımlı, yıllar sonra evine gelen Dev-Genç’li militanları da, ‘ayyaklabılarınızı çıkartın, burası bir Müslüman evi’ diye azarlayacaktı.
Bülent Ecevit’e dönüyorum.
İyi hatırlayınız, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en çok İmam-Hatip okulu açan başbakanlardan biri Bülent Ecevit’dir.
Gerektiğinde Fethullah Gülen’e sahip çıkan da Ecevit’dir. Sistem dışına düşmesine izin vermemiştir.
Kişisel dini pratiğini yazacak değilim. Ancak, Osmanlı’nın laisizme yakın bir sistem tesis ettiğini ilan eden de Ecevit olmuştur.
Bütün bu özellikleri ile Bülent Ecevit, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’da ilk nüvelerini gördüğümüz, laisizmin sol tarafından doğru tarifi konularında Türk entelektüel hayatına büyük katkılarda bulunmuştur.
Neticesinde, Türk Solu, ya dini ‘halkın afyonu’ olarak tarif edegelmiş; veya laikliği ‘dinin Allah ile kul arasında olduğu’ şeklinde tanımlayıp, kitleleri ikna etmeye çalışan bir yalanı terennüm edip durmuştu.
Bu tarif ile sol, aslında bir laiklik tarifi yapmıyor, ama, adına ‘deizm’ denilen, ‘dinsiz tanrı inancı’ felsefesini tutundurmaya çalışan bir propaganda faaliyeti yürütüyordu.
Benim ‘laik yanılgı’ diye adlandırdığım, Türkiye’nin entelektüellerinin yıllarca tartışamadığı bu sorunlu alan, Bülent Ecevit’in demeçleriyle açılır ve tartışılabilir bir hal almıştı.
Yoksa, ‘laik yanılgı’nın tarif ettiği gibi din ‘allah ile kul arasında bir irtibat’ olsaydı, bireysel bir iş olurdu ve gündelik hayatı hiç ilgilendirmeyen; imamlara, camilere ve hatta Diyanet İşleri Başkanlığı’na hiç mi hiç ihtiyaç duyulmayan bir özel konu halinde kalırdı.
Oysa din, sadece inanç boyutuyla değil, inancın dünyevi hayata yansımasıyla da bir sosyal pratik ve örgütlü inançtan başka bir şey değil.
Geçtiğimiz günlerde İlber Ortaylı hocanın ‘din ile devlet işlerinin ayrılması imkansızdır’ sözünü de bu kapsam içinde değerlendirmek gerekiyor.
Bu konuda kara zihinle, yobazca, hayır efendim ayrılır, diyenlerin ise, bir an önce Diyanet İşleri Başkanlığı’nı feshetmesini beklememiz gerekir.
Oysa ‘ayrılır’cıların hiçbirinin böyle bir konuya temas bile etmeyeceğini çok iyi biliyoruz.
Demek ki, Bülent Ecevit’in hem Türk Solu’na hem de Türkiye’ye yaptığı en büyük katkılardan biri olarak laikliğin doğru tarifinde bir aşama katettiğini burada tarihe not düşmek durumundayız.
Yazının başına dönüyorum.
Hasan Pulur’un ayrıntılarını burada vermek içimden gelmeyen o yazısındaki gibi Bülent Ecevit’in geliştirmeye çalıştığı çağdaş ‘zihniyet devrimini’ anlayamayan, anlamlandıramayanların, Ecevit’in ‘oy avı’na çıkmış olduğunu ilan ettiklerini de biliyorum.
Onlara yalnızca, Merve Kavakçı operasyonu gibi Siyasal İslam operasyonlarına karşı Ecevit’in gösterdiği sert tepkiyi hatırlatmama bilmem gerek var mı?
Şimdi…
Bu yazının Türkiye'de oluşumunun ipuçlarını gördüğümüz ‘laik derleniş’in, Türkiye’nin yüz akı bu entelektüelin ‘zihniyet devrimine’ vakıf olabilmesi için bir anahtar mahiyetinde yazıldığını belirtmek zorundayım.
Eğer bu ‘laik derleniş,’ Ecevit’in ‘deizm’ ile ‘laiklik’ ayrımını yapabilme yeteneğini kapsayabilecek bir derleniş olursa, Türkiye için umut olacaktır.
Yok eğer, ‘laisizm’ diye ‘deizm’ propagandası yapmayı sürdürecek ve aslında Bülent Ecevit’in şahsında gerçekleştirdiği entelektüel zenginleşmeyi içeremeyecekse, yeniden yaşama ihtimalimiz bulunan ‘laik yanılgı’ süreci, yurdumuzda Siyasal İslam’ın kurumsallaşmasına zemin hazırlayacak demektir.
Türk Solu’nun vazifesi büyüktür. Otobüs tepelerinde elbette alt ıok sayılsın…
Ama, Türk halkının ‘inancın örgütlü şekli olan din’i sivil olarak yaşayabileceği alanın tarifi sol entelektüellerin acil vazifesidir.
Aksi takdirde din, sivil alanda yer bulamadıkça, o yeri Devlet içinde aramaya, üst yapıyı baskı altına almaya çalışarak, kendisine sivil alan açma gayretine devam edecektir.
Türkiye’de laikliğin tesisine rağmen, ‘laik yanılgı’ dolayısıyla Siyasal İslam’ın gelişmeye zemin bulabilmesinin ve artık kurumsallaşmaya başlamasının önemli sebeplerinden biri de budur .....

*
Kullanıcı küçük betizi
gokdeniz
Üye
Üye
 
İletiler: 202
Kayıt: Pzt Kas 19, 2007 2:00

Ustten devam...

İletigönderen Yusuf Batum » Sal Mar 04, 2008 19:08

En ustteki yazida Turkler denerek bir genelleme yapilmistir.
Ben yukarida yazilan bilgiye yuzde yuz katilamayacagim.
Anlatilanlara maruz kalan Turkler hangileridir.
Yahudi olan Hazarlara ne diyecegiz. Hazarlar 12. yuzyila kadar Yahudi olarak yasadilar.
O yuzden bir obanin, ya da belli sinirlar icinde anlatilanlara uygun seyleri yasayanlarin durumunu
genellemek ne kadar dogru?!

Ayrica Araplara putperest (Farsca bir tabir) denirken, bir sey gozden kaciyor.
Onlar da yaratici olarak Allah'a inaniyorlardi. Yani onlar huzurlarinda egildikleri putlarin kendilerini yarattigini zaten dusunmuyorlardi. Kur'an'in tabiri ile onlar "musrik"tiler. Yani Yaratici ile aralarina putlari vasita olarak koymuslardi.
Onlara hurmet, Allah'a hurmet idi. Iste Islam o vasitalari kaldirmis, kisiyi dogrudan Yaratici ile muhatap kilmistir.

Saygilar...
Veni Vidi NoN Vici / Poet Valent, Poem Manent

Eskali Cizilmis Tutku: Memleket!

Avrupa'dan kaz gelmez, tavuklarinizi ziyan etmeyin...
Kullanıcı küçük betizi
Yusuf Batum
Üye
Üye
 
İletiler: 192
Kayıt: Çrş Şub 27, 2008 16:18


Şu dizine dön: Genel - Güncel Konular

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 1 konuk

cron

x