Ünlü Türk Hainleri
Baştan söyleyelim, kitabımız 'bilimsel bir tarih yapıtı' değil, tarih sayfaları üzerinde gezdirilmiş gözlerin saptadıklarıdır. Ancak tarihsel gerçeklerden ayrılmamaya titizlikle özen gösterilmiştir.
Kitabın birinci bölümünde ünlü Türk 'hain', 'asi', 'aykırı' ve benzerlerine, ikinci bölümünde ise ünlü 'rüşvetçilere' yer verilmiştir. Kitaba elbette ki sayılan bu niteliklere sahip olan herkes alınmamış, onlar arasından bir seçme yapılmaya çalışılmıştır.
Tekrar ediyorum, iş bu kitap 'bilimsel bir tarihi yapıt' değildir. Ama tarihsel konulara meraklı olanlar tarafından ilgiyle okunacağını ummaktayım.
Erdoğan Tokmakçıoğlu
İsim Yayınları / Araştırma-İnceleme Dizisi
186 sayfa Mart 2011
netkitap.com
HAİNLER RESMİ GEÇİDİ
Birkaç yıl önce kaybettiğimiz şair, yazar Atilla İlhan’ın hainlik konusunda ilginç bir tespiti vardı:
“Türkiye’nin yüzde 10 hain kontenjanı var” Gerçekten ne kadar yurtseverimiz varsa, Atilla İlhan’ın belirttiği gibi haini de o kadar çok olan bir ülkedeyiz...
“Erdoğan Tokmakçıoğlu’nun tam da bugünlerde okunması gereken bir kitabı çıktı. Kitabın adı: “ÜNLÜ TÜRK HAİNLERİ...” Tokmakçıoğlu, araştırmacı bir yazar. Üşenmemiş, Osmanlı donanmasını gözünü kırpmadan Mısır’a satıveren “Hain Ahmet Paşa”dan tutun da Kanuni’nin verziri Makbul-Maktul İbrahim Paşa, Kehle-ikbal Rüstem Paşa, Abaza Mehmet Paşa, Ali Galip, Çerkez Ethem, Gülfem Hatunların portlerini çıkarmış.
Bir ülkede adaletin, hukukun ve yargıçların güvence altında olmadığını varsayar ve hala açılamayan şu ünlü Deniz Feneri davasını nasıl unuturuz? Bu; sosyal açıdan bir ülkenin çöküşünü işaret eden ve düşüncenin, ideolojinin, erdemin, AR ve NAMUS kavramlarının yerini İHANET ve YOLSUZLUKLARIN almasının sonucu sayılamaz mı?
Duverger’in “Eğer bir ülkeyi ahmaklaştırmak, bireyin düşüncelerine pranga vurmak istiyorsanız onun düşünmemesini sağlayacak enstrümanları kullanın” demesi boşuna değildir.
Osmanlı İmparatorluğu’nda otoriteyi padişah ve “ulema ve şeyhülislam”lar temsil ederdi. Adalet hatta ceza mekanizmaları, bir insanın iki dudağı arasında oldu mu; rüşvet, irtikap ve ihanet de önlenemez hale gelir.
“Hain Ahmet Paşa: Türk donanmasını olduğu gibi Mısır’a teslim eden bu Osmanlı Paşası, sığındığı Mısır’da Kosovalı Mehmet Ali Paşa sayesinde rahat bir yaşam süreceğini umdu. Kendisine tahsis edilen saray misali bir evde cariyeleri tarafından öldürüldü.” (Erdoğan Tokmakçıoğlu, Ünlü Türk Hainleri, S. 1499) Hukukun ve adaletin kurumsallaşmadığı tek adam yönetiminin örnekleri o kadar çok ki” KURTUL ALTUG, İdeolojinin Yerine İhanet mi?,
Aydınlık, 11 Nİsan 2011.
Burada Fransız düşünürü Duverger’in sözüne açıklık getirmek zorundayız.
Birkaç kere belirttiğimiz gibi bir kere daha belirtmekte yarar var. Ben bu satırları 17 Nisan günü yazıyorum. 17 Nisan 1940 yılında Köy Enstitüleri’nin temeli atılmıştır. Çok partili hayata geçince (1945) Köy Enstitüleri’nin kapatılması kararı alınmış ve 1954 yılında tamamen kapatılmıştır. Hasan Ali Yücel Milli Eğitim Bakanı ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden alınmışlardır. Milli ğitim Bakanları olarak Reşat Şemsettin Sirer ve Tahsin Banguoğlu’na Köy Enstitüleri’ni yıkım görevi verilmiştir. Onlar da görevlerini başarıyla yapmışlardır(!) 1950’den sonra Tevfik İleri.
Amerikalı “eğitim uzmanları”(?!) o yıllarda Milli Eğitim Bakanlığı’na yerleşmişlerdir. Hala görevlerine devam ediyorlar... Milli Eğitim Bakanlığı işgal altında.
Köy Enstitülerinin kapılarına kilit vurulurken Cumhurbaşkanı Lozan kahramanı İsmet Paşa’dır.
Demokrat Parti’nin 1950’de ilk yaptığı işlerden biri Halkevleri ve halkodaları kapatmak olmuştur.
Menderes bunlardan dolayı şunları söyleyebilmiştir:
“Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz” diyebilmiştir.
Ve sonun başlangıcı:
“1947’DE TÜRKİYE AMERİKA’YA KAYITSIZ ŞARTSIZ TESLİM OLMUŞTUR.”
BANU AVAR
19.04.2011