
İnsanı hayvandan ayıran, insanın düşünmesidir derler.
Acaba hayvanlar düşünmez mi? Kimi, düşünür, der, kimi, düşünemez.
Düşüncesiz insanların adı bu yüzden midir bilmem, hayvana çıkmıştır:
“Düşüncesiz hayvan!” deyip geçilir onlara.
Utanmaz insanlara damgayı basarız: “Hayvan!” “Utanmaz hayvan!”
Hayvanlar utanmaz mı gerçekten?
Utanma, insana özgü bir duygu mudur? Her insanda var mıdır “utanma? “
Utanma: Utanma duygusunun adı.
Eşanlamlısı, “ar”. Arapçası “hicap” “hayâ”. “Utanmak”, aynı sözün eylemi. “Utanış, utanç”, utanma duygusu duymanın adı. “Utangaç”, olur olmaz her şeyden utanan, çok utanan.
Utanmanın tersi, “utanmaz”. “Ar etmeyen, arsız” . “ Ar damarı çatlamış” kişiler utanmaz.
Utanma duygusu, öğrenilen bir duygu olmalı.
Çocuk büyütenler bilirler. Çocuğu nasıl eğitirsen ondan utanır. Çıplak gezersen yanında, anadan doğma, o da başkalarının yanında aynını yaparken utanmaz. Yalana alıştırırsan, yalan söylemek onun için utanç verici bir duygu olmaktan çıkar. Dayağa alıştırırsan dayak yemekten, dayak atmaktan utanmaz. Sen atana, anana dil uzatırsan, değer bilmezsen, o da bunun aynını yapar, hiç mi hiç utanç duymadan her öğretileni yapar.
Nelerden utanılacağı kültürlere göre de değişir.
Bir de çekinme duygusu var, çekingenlik. Bu, yabancıdan, bilinmeyenden, yanlış yapmaktan korkma, ürkme duygusu. Çocuklar bir yabancı görünce hemen annelerinin arkasına sığınmazlar mı?
Utanma nasıl bir duygudur o halde? Nasıl anlatabiliriz bu duyguyu. Nelerden utanırız? İnsanlığın ortak utandığı durumlar var mı?
Utanma, onursuz, şerefsiz duruma düşmekten, gülünç duruma düşmekten korkma, üzülme duygusu diye tanımlanır.
“Utancından yere geçmek”, “ utançtan yerin dibine girmek”, onurunu düşünen, onuruyla yaşayan, onurlu insanların duygularıdır.
Bu duruma istemeden düşen, düşürülen insanlar canına bile kıyar. “Onursuz yaşamaktansa ölmeyi yeğlerler…”
Bunun yanında, yüzüne tükürülünce bile utanmayanlar var:
“Arsızın yüzüne tükürmüşler, yağmur yağıyor , demiş.” sözünü duymayan, bilmeyen çıkar mı?
“Ar yok, heyâ yok!” Utanmaz, namussuz insanlara denen bir söz.
“Ar dünyası değil, kâr dünyası!” boşuna mı denmiş? Üç kuruşluk çıkarı uğruna nelerini satanlar var. Dün öyle derken, bugün başka der böyle kişiler. “Para dediğin elin kiri”, demez, “ Üç paraya arını namusunu satar “ böyleleri. Hem de ne çoktur bunlardan ortalık yerlerde. Her taşın, her kovuğun altından çıkarlar. “Beş para etmez”deriz böylelerine… “Utanma nedir bilmezler”.
Utanmaz göz, tükenmez söz”, bunlar için denmiş. Utanmayana ne söylesen boştur anlamında…
“Utanırsa terbiye eden utansın.” Utanması olsa, onu öyle terbiye eder miydi terbiye eden demeden, eğitimin, terbiyenin önemi vurgulanır bu sözle.
“Acındırırsan arsız olur, acıktırırsan hırsız olur”muş insan.
*
Ülkemizde utanmazlar tarafından bir utanmaz oyun sergileniyor.
Dünyada bir örneğini daha göremeyeceğimiz kirli bir oyun.
Katilden kahraman yapma oyunu.
Katili insan sayma oyunu!
Birini bilerek bilmeyerek yaralayan, sakat bırakan, bilerek, bilmeyerek can alan, ardından eğer bir parça insanlık kırıntısı taşıyorsa içinde, pişman olurmuş. Pişman olmaktan öte çok utanırmış. Zaten toplum da ölene kadar onu damgalarmış.
Neredeyse her toplumda, her dinde insan canı kutsaldır. Can alan, kazayla bile can alsa artık eskisi gibi olamaz, saygı, sevgi göremez. Önce cezasını çeker. Ömrü yeter cezaevinden çıkarsa, artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz, toplum dışına itilir. Önü kesilir.
Çevremize şöyle bir göz atsak bunun ne çok örneğini görürüz.
Bulunduğumuz yerde bir manav vardı. O yerleşimin tek satıcısıydı. Çevre köylerden, kentin sebze halinden meyve sebze getirir satardı. İşleri de iyi görünürdü. Derken bir akşam sebze arabasıyla kentten gelirken köy yolunda bisikletli bir gence (13) çarpmış. Çocuğu öldürmüş. Görünürde bisikletli çocuk suçluymuş. Önüne aniden çıkmış, yolun ortasından gidiyormuş.
Adamı önce hemen jandarma alıp götürdü, göz altına alındı, sonra tutuklandı. Ardından davası başladı. Bir iki yıl ceza aldı. Hapis yattı.
Asıl cezası ne oldu biliyor musunuz? Artık o yerde yaşayamadı, o yerde çalışamadı. Çocuğun ailesi buna izin vermedi. Adamı memleketinden kovdular. Gözümüze görünme dediler. Adam ailesiyle, çoluk çocuğuyla başka yere taşındı. Eşi bile bir daha oralara geri dönemedi. Yıllar sonra bile bisikletli çocuğun ailesi onu hiç bağışlamadı. Eşini dostunu ziyarete izin vermedi. Lanetlendi. Şu anda öyle sürgünde yaşıyor. Bir gencin ölümüne sebep olmanın utancı ölene kadar onu izleyecek.
Geçen hafta tanıdık iki genç arabalarıyla kaza yapmıştı. Tankerle çarpışmışlar. Çarpışmanın şiddetiyle arabaları yaya yoluna savrulmuş. Yaya yolundaki iki kişiyi altına almış. Biri ağır yaralı kurtulmuş, diğeri otuzlu yaşlardaki genç adam, bir fabrikada teknisyenmiş, iki çocuklu, oracıkta can vermiş.
Kazada arabayı kullanan genç (20) olay sonrası bunalıma girmiş. Sanki aklını kaybetmiş. Devlet hastanesinde gözetim altına alınmış, uyuşturucu ilaçlarla genci sakinleştirmeye çalışıyorlarmış.” Ben adam öldürdüm, ben katil oldum” diye ağlıyormuş. Yüzünü elleriyle kapatıyormuş, kimselere bakamıyormuş…
Yine bir komşumuz vardı eskiden. Konuşkan, hoş sohbet bir Alman. Bizi onunla dışarda konuşurken gören başka bir komşumuz hemen uyarmıştı. O adam uzun yıllar önce, içkiliyken araba kullanmış, arabasıyla yolda giden iki okullu kızı ezmiş, öldürmüş. Epey hapis falan yatmış, cezasını çekmiş. Burada gözümüze bakmıştı komşumuz: “Ama o bir katil! İki masum, suçsuz günahsız kızın katili!..” “Kazada suçlu çıktı!”demişti.
Bunu duyduktan sonra o kişinin neden öyle yalnız olduğunu, toplumdan neden dışlandığını anlamıştık…
Hırsız öyledir, namussuz insan öyledir, ekmeğini kötü yollardan kazanan, uyuşturucudan, kadın satıcılığından para kazanan öyledir. Toplum onları damgalar, dışına atar.
Biz işin ayarını kaçırdık, bölücü ırkçılar gemi azıya aldı, ortalığa döküldüler. Bunlar, aptallara, hainlere, vatan millet düşmanlarına numaradan kendilerini acındıra acındıra, her yaptıkları yasa dışı eylem yanlarına kâr kala kala, iyice arsızlaştılar.
Utanma bir yana bırakıldı, gizliden falan değil artık katilbaşını uluorta övmeye başladılar.
On binlerin katiline özgürlük istiyorlarmış.
On binlerin katiliyle devlet yetkilileri açıktan açığa görüşme yapıyormuş.
Bölücülere, bölücü sözlerle gösteri yapmak, kirli çaputlarını sallamak serbestmiş.
Türk vatanında, Türk bayrağı taşımak artık sakıncalıymış.
Katilbaşı Türk adını sevmiyormuş, kalksın diyormuş. Dediklerim olsun diyormuş… “Sonra ha!.. Karışmam!” diyormuş.
Türk Ordusu’nun generalleri, Türk Ordusu’nun bir önceki başı, bütün dünyanın gözü önünde, dostun düşmanın gözü önünde çete (?) kurmaktan ömür boyu hapis yatacakmış. Olmayan darbeden mi, olmayan bir örgütten mi ne sorumlu tutuluyormuş…
Yüzlerce general hapismiş. Canilerle değiş tokuş yapılabilsin, devletine başkaldıran teröristler salıverilsin diye böyle cezalara çarptırılmışlarmış…
Bir gün sonra dananın kuyruğu kopacakmış. Katilbaşını bir büyük kentimizde kutsayacaklar, göğe çıkaracaklarmış. Aklayıp paklayacaklarmış, bölücü tayfası bir iyice azacakmış…
*
“İşte geldim Samsun’a, can da geldi burnuma..”
“Uşağını öven utanmış.” der bir atasözümüz. Şimdilerde kimse utanmıyor.
Adı üstünde uşak olan, uşaklık eden övülür mü? Uşaklık eden biri insan sayılır mı?
Şimdi sayılıyor!..
“Adam adamdan korkmaz, utanır.” diye biliriz.
Adam adam değilse ne yapacak?
“Kalıbından utanmamak “ böyle olmalı.
“Ağız yemese yüz utanmazmış.”
“Arsız neden arlanır, çul da giyer sallanır. ” demişler.
“Yüz yüzden utanır”mış.
Ben utanıyorum…
Düşürüldüğümüz şu durumda yüzümü yerden kaldıramıyorum… Gençlerimizin gözlerine bakamıyorum…
Ya yüzü olmayan ne yapıyor?
Unutulmasın:
“Arlı arından, huylu huyundan vazgeçmez!”
Geçen sefer katilbaşıyla yapılan tutanaklar ortalığa saçılmıştı.
Kirli defterler ortaya çıkmıştı. Herkes suçu birbirine atmıştı. İçeriğin korkunçluğu gözardı edilmişti: “ Yok daha imzalanmadı, yok daha sonuç belli değil.”
Bu kez özerkliğimizi ilan ettik diyen, devlete meydanlarda küfür edebilen kişi de görüşmeye gidecekmiş.
“Tencere tencereye yüzün kara demiş. Çömlek utancından yere geçmiş…”
Çömlek kadar olamadık!
Feza Tiryaki, 19 Mart 2013