Utanmaz Yüz, Tükenmez Söz

Utanmaz Yüz, Tükenmez Söz

İletigönderen Feza Tiryaki » Cum Eyl 18, 2015 10:18

Utanmaz Yüz, Tükenmez Söz


“Yüz yüzden, göz gözden utanır”. Çocukluğumuzda sıkça duyardık, particiliğin azdığı yıllar. Toplumda ikilik… Tahtalara vururdu büyüklerimiz: “Allah kimsenin yüzünü bunlarınki gibi eşek derisi etmesin…” derler, utanmazın utanmazlığını birbirlerine anlatırlardı… Atasözleri, yılların süzgecinden süzülüp gelmiş bu bilgece söyleyişler anlamlarını hiç yitirmezler…

“Yüz yüzden, göz gözden utanır.”

Utanır mı? Utanırmış… Artık utanmıyor ülkemizde kimse. Özellikle utanmazlık öne çıkarılıyor, bilerek gözümüze sokuluyor. Böylece erekleri neyse ona ulaşıyorlar… Şehitliği değersizleştirme mi, askerliği, polisliği gözden düşürme mi, vatan sevgisine saldırma mı, yürekleri incitme mi, dini kullanarak insanları dinden soğutma mı her ne ise yıpratacakları güzel duygu, bir ölçüde bunu başarıyorlar…

Vicdansızlık demiş çoğu, şehit edilen genç polisimiz Mehmet Tuhal’ın ölüm haberinin ailesine verilişine… Kameralı, ayarlanmış bir gösteri grubuyla gelinip, hacılarla hocalarla, belediye başkanlarıyla, yetmemiş kaymakamlarla baskın yapılıp olayın filminin çevrilmesine, sonra da çekilen filmin basın yayına dakika sektirmeden dağıtılmasına…

Vicdan acıma duygusudur, herkeste bulunmaz. Kimi doğuştan odundur, “vermemiş Mabut, neylesin Mahmut” hesabı tam bir kütüktür, robottur, yüreğinin yeri boştur… Herkeste olmayan bir duygu da utanmadır. Burada asıl eksik olan utanmadır, yüzün yüzden, gözün gözden utanmamasıdır. Yüz derisinin kalınlaşmasıdır… Gözün gözden kaçırılması, göz göze gelinmemesidir…

“Göz görmez, yüz utanmaz!”

Gözü dönmüşe ne edeceksin? Gözleri felfecri okuyana, göz boyayana, kaş yapayım derken göz çıkarana sözün, bir şey söyleyecek dilin var mı?

“Göz görür, yüz utanır.” Hani nerede? Olana bitene, başa gelene, göz kuyruğu ile bakarsan utanır mısın?

“Göründü Sivas’ın bağları!”

Ülkemize biçilen elbise iyice belirginleşti, çizilen karanlık yol, gören göze kılavuz istemez denircesine hiç saklanmadan gösterildi…

“Görünürden görünmez çoktur” ama gördüklerimiz bile durumumuzu çözümlemeye yeter…

Şimdi herkes bir düşünsün. Olay çağımız Türkiye’sinde, Atatürk’ümüzün hasta yatağındayken büyük bir özveriyle sınırlarımıza kattığı Hatay’da, oranın Hassa ilçesinde, bir şehit evinde geçiyor. Hakkari’de, Mehmet polisimizi, görev arkadaşlarıyla polis arabasında devriye gezerken, görevi başındayken, güvenliği sağlama görevini yaparken hain maşalar, yola döşedikleri mayınla parçalayarak öldürüyorlar. Öldürenler kendisini saklamıyor. HDP adlı partinin göbeğinden bağlı olduğu, örgüt başına liderim dediği terör örgütünün (Pkk) üyeleri… Bu arada her zamanki gibi mayın döşeyenler kaçıyorlar, yakalanmıyorlar…

Bir ülkede, çağdaş bir cumhuriyette, polis öldürebilmek, askere uzanabilmek, güvenlik güçlerinin canlarına kastetmek öyle hafife alınabilecek bir olay değildir. Büyük bir cürettir. Başkaldırıdır. Bunu yapanların, bu cesareti bulanların, bizden, içerden güç aldıkları, siyasette yoldaşları olduğu açıktır…

Bunu yapanlar, o bölgeyi boşaltın, o bölge terör bölgesi olsun, bizi yöneten, kışkırtan, silahlandıran, okşayan yayılmacılara, komşu devletlere verilsin, düşmanlarınıza peşkeş çekilsin diyorlarsa ki, öyle diyorlar, durum din iman denilerek, ayetler okunarak, din kullanılarak geçiştiremeyecek kadar ciddidir, büyüktür, ülkenin egemenliğiyle ilgilidir…

Böyle bir ihanet, hainlik, vatanın güvenlik güçlerine saldırı; herkesi ilgilendirmelidir. Şehitlere ulusça sahip çıkılmalı, teröriste aman vermemelidir… Tek yumruk olunmalıdır…

Bu kurgulanmış çekim, bütün haber ajanslarında yayınlanmış, kaymakamlık, bilgiağı sitesine, “foto galeri” adıyla bu “şehitliği haber verme töreni” ile ilgili resimler koymuş… Tepki alınınca, izleyenler bu duruma isyan edince, inkâr edilmiş, biri gizliden çekmiş, çeken itiraf etti, aman yaman denilmiş, geriye çark edilmiş… Valilik açıklamış, akım derken karayım açıklaması:

“Gizli çekilen, ahlaki ve insani değerlere aykırı şekilde çekilen görüntüler…” demişler, biz çektirmedik derlerken…

İhlas Haber ajansı, Doğan Haber ajansı nasıl çekmiş o zaman o resimleri? Nasıl hazır ve nazırmış orada foto muhabirleri? “Kaymakamlar ve valiler orada şehit ailelerimizin yüreklerini dindirmek için oradalar, canlı yayın kayda almak için değil,” demiş Başbakan tepkiler artınca bu duruma… Bir de aba altından sopa:

“Bu haber üzerinden sürekli bunun oradaki aileleri tekrar tekrar bu acıları yaşatacak şekilde dolaşması da doğru değil. Gerekli hukuki, idari her türlü işlem yapılacak.”

Kaymakam ve valiler mi gider aileye böyle bir haberi vermeye, yoksa bir doktor eşliğinde komutan mı gider, polis ise şehit, komiser mi gider? Hem de gizlice, sessiz sedasız, önce aileyi alıştırarak, yakınlarıyla buluşarak mı giderler, bir düşünsek, gözümüzdeki perdeyi bir an çekebilsek…

"Göz görür, yüz utanır.”

Saygıyla, özenle, gözü yaşlı gidilmez mi öyle yere?" Kim evladını yitiren bir ana babanın yüreğinin acısını dindirebilir? “

Şu sözlere bakınız:

Kaymakamlık yazmış, gazetelerde gördük: “Şehitlik mertebesi istek değil nasip işidir. Ne mutlu evladımız şehit oldu.”

Nereden bulup çıkarırsınız böyle sözleri? Ne dediğinizi kulağınız duyuyor mu? Bu sözler nasıl sözlerdir?

Diyelim ki öyle, olayı çevirtmediniz, yalan söylemediniz, yukardaki inanılmaz sözler, “gözden ateş çıkartan sözler,” yazılmamış bir yere, “gözümüz önümüze aksın,” gizli çekilmiş, siz sütten çıkmış ak kaşıkmışsınız… Biz de inandık… Orada yaşananları, çevirdiğiniz resimli romanı değiştirir mi bu?

“Göz görmemişe, kulak işitmemişe inanma…”


Burada öyle mi? Sedirde anne baba yan yana. Babanın yanında esmerden takım elbiseli gençten biri. Kaymakam olurlarmış kendileri… Baba öyle önüne bakıyor. Gözleri duman duman… Yere bağdaş kurmuş hocamız, tam “ana babanın” hizasına çökmüş. Yayın başlıyor. Dikkat! O ne? Görüntüyü kapatanlar, çekimi aksatanlar var. Sanki belediye otobüsünde safları sıklaştırıyorlar, kapı önünü açıyorlar: “Müsaade edin! Müsaade edin!” Edelim, ediyorlar! Kabak gibi ortada hazırladıkları sahne. Önü kapatanı çekip ortadan alıyorlar. Flaşlar patlıyor art arda… Şakırt!.. Şakırt!.. Şakırtılar… Kameralar çalışıyor… Ana şaşkın, nereye, kime bakacağını bilemiyor… Önce kaymakam diyor bir şeyler. Burnunu sıkıyor, belli sıkılıyor kameralar önünde nasıl diyecek? “ Bir,” diye başlıyor… “Yaşam feda etmişsiniz…” Çekimde burası iki kez yineleniyor, yine de ne denildiği pek anlaşılamıyor. Arkadan bir feryat! Anneye sesleniyorlar: “Salavat getir, salavat getir!” Hoca zaman geçirmeden başlıyor oturduğu yerden saymaya:

“Teyze (Sanki kendi genç, hem neden teyze, bari anne denseydi, adı yok mu şehit polisimizin annesinin, adına Hanım ekleyerek seslenmek toplum kuralı değil mi?), biz Müslüman insanlarız, elhamdülillah…"

"Allaha inanıyoruz, kitaba inanıyoruz…”( İnanmıyorsun diyen mi var?)

"Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz…" (Ölümün hak olduğunu bilmeyen mi var? Bu sözlerin burada işi ne? Sözlerin sonu: “Alnına yazılan orada da olsa… burada da olsa…”

Söylediğinizle yaptığınız birbirini tutuyor mu? Öyleyse neden doktor kapılarını aşındırır, ameliyatlar olursunuz ölüp kavuşayım tanrıma demezsiniz? Ta Amerikalara gidersiniz başınız ağrısa… Hastaneleri ayağınıza getirtirsiniz, hastalandığınızda tedaviniz için en yeni araçları gereçleri, ilaçları satın aldırır, çağın tüm olanaklarını kullanırsınız… Gitmemek için ne mümkünse yaparsınız…

Bu sözlerle başlangıç yapıyor. “Müslümanmış, Allah’a dönecekmiş.” Şimdi bu sözlerin şehit evinde işi ne? Sana neye inanıyorsun diyen oldu mu? İnancın, mesleğin imamlıksa sorgulanabilir mi? Hem inançlara karışılır mı? Yok, mesele şehidin ana babasına ölümün ne olduğunu anlatmaksa, yaşam onlara anlatmıştır, onlar vatana hayırlı evlat yetiştiren eli öpülecek kişilerdir, şu anda senden bir şey öğrenmeye ihtiyaçları yoktur, dini imanı da biliyorlardır, bilmezler mi? Orası dershane mi? Ders mi, kurs mu veriyorsunuz camide? Bulunduğunuz ortamı karıştırdınız mı? Hem sonra Tanrı ile kul arasına girilir mi? Şimdi ağızdaki bakla çıkıyor:

“Sizin evladınız öyle bir makama yükseldi ki…” Soluk almadan devam:

“Allah için, vatan için, din için şehit oldu… Peygamberlikten sonraki en büyük mertebeye ulaştı…”

Başı, kıyıları oyalı eşarp örtülü, ayağı şalvarlı, üstü uzun kollu gömlekli, acılı derin bakışlı, sedire şöyle bir ilişmiş duran anacık, bir anda irkiliyor, sarsılıyor, oraya buraya bakınıyor. Kalkıyor ayağa, sanki gidecek, atacak kendini dağa taşa… Bakışları anlamsızlaşıyor, boş boş bakınıyor, bir anda dünya başına yıkılmış:

“Amanin…” Amanin…” diyerek diz dövüyor, bağrına vuruyor…

Ana’nın polis oğlu, kahpe bir pusuda, yola gizlice döşenen, sonra da uzaktan patlatılan bombayla diğer polis (Serkan Çölkesen) arkadaşıyla birlikte şehit olmuş. Aynı araçtaki iki polisimiz de ağır yaralanmış. Bunu yapanlar terör örgütü üyesi vatandaşlar. Açılım diye diye dokunulmayanlar… Başka bir ülkeden gelmediler. Örgütün başıyla, yöneticiler müzakeredeler, masadalar. HDP adlı, bu örgütün siyasi partisi üç günde bir, örgütün başıyla hapishanede buluşuyor. HDP’li vekiller bu teröristlerle senli benli resimler çektiriyorlar. Irak’taki Kandil dağında oturan örgüt üyeleriyle, üst yöneticileriyle selam sabahlı basın yayın. Bu örgüte, imzacı sanatçılardan (!) tek kötü söz yok, tek kınama yok… Geçen hafta bildiriler yayınlamışlardı çarşaf çarşaf, ünlü dizi oyuncuları, şarkıcılar, kendilerine sanatçı dedikleriniz… Oyunu, gönlünü bunlara veren verene… Yurduna, ulusuna ihanet eden edene… Dışardan düşman gelmemiş, bir ülkeyle savaşa tutuşulmamış, cephede kıran kırana vuruşma olmamış… Bu iç düşman, tuzakla, alçakça polisimizi öldürmüş, yoluna bomba koymuş…

Sonra iktidarın, bu olayın sorumluları, yöneticileri, şusuları, busuları toplanıp orada din-iman söylemine giriyorlar. Bir utanın, bir kez utanın… Görevinizden istifa edin, yer yarılıp da içine girseydim, şehidin annesinin babasının yüzüne böyle bakmasaydım, öldüm bittim, deyin!

Bir görün artık olanı biteni, döneni, dümeni… Geç olmadan görün…

“Görmemiş görmemiş, görmeden ölmüş…” Bir ayınamadı, durumları anlamadı, bir kafası olana bitene basmadı,” deseler sizin için, gücünüze gitmez mi?

“Görüp de görmemezlikten gelme,” ayıpların, kusurların en büyüğü…

“Görmesini bilmeyen kişiden daha körü yoktur!..” “Gözümüzü açalım, yoksa açarlar!” bu sözler, atasözlerimizdir… Denenmiş, sınanmış, söylenmiştir…

Hem suçlu hem güçlüler… Bu şehidimize yapılanlar, toplu çirkin gösteri, dini kullanma, dinle aldatma dersleri gözleri açsın bari…

“Gözün ile gör, gönlün ile esirge!..”

“Göz göze körlük, kime gerek…”



Feza Tiryaki, 17 Eylül 2015

http://webtv.hurriyet.com.tr/…/sehit-oldugu-haberini-mehmet…
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/30091541.asp Hassa Kaymakamlığı'ndan ikinci skandal
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

cron

x