Vuruşun Böylesi

Vuruşun Böylesi

İletigönderen Feza Tiryaki » Prş Mar 08, 2012 12:55

Vuruşun Böylesi


Dün, emekliliği gelmiş ama henüz çalışan bir öğretmenden ileti aldım. İletinin üstüne yazmış:

“Livaneli’den dehşet bir yorum. Çok önemli bir yazı, herkese dağıtınız.”

Önce, yazıyı okuyorum. Arkasından başlığı verilmemiş bu yazıyı ,Vatan gazetesinin ilgili köşesine gidip arıyorum. Ta, 29 Kasım tarihliymiş meğer yazı. Başlığı da: “Atatürk niye tartışılıyor?”

Açık söylemem gerekirse ben ne yandaş televizyonları izlerim, ne yandaş gazete alır okurum. Bilgisayarda bile okuyamam. Gözümüze gözümüze sokularak yapılan yıkıcı, bölücü oyunları midem kaldırmadığı için. Bu hainleri, kıvırtanları, gözü dönmüş memleket düşmanlarını izlerken üzüntüden ölecek gibi olduğum için…

Bu iletiyi önce baştan sona okudum. Baktım kim yazmış diye bir daha: Livaneli.

Önce niye yazmış diye düşündüm. Çevirdiği Atatürk filminden içyüzünü görmeyeninde gördüğü, Yunan hayranı, Yunan müziğini ortak konser adına, dostluk, kardeşlik adlı tek taraflı sevdası adına, milletimize her fırsatta dinlettiren, entel dantel bir kişi bu yazıyı şimdi durup dururken niye yazsın?

Yazıda bizden görünüp bize vuruyor. Öyle ki saflığından temizliğinden şüphe bile edemeyeceğim bir öğretmen arkadaş bunun yazısını yaymağa, dağıtmağa soyunmuş. Aracı olmuş. Yazı benim evime kadar da gelmiş. Bilgisayarımla sanal mektup kutuma girmiş, okumuşum.

Yazı eski, iki buçuk ay kadar öncesinden… Üstünden ne sular akmış… Neler yaşanmış, ne yasalar çıkarılmış, neler neler olmuş ülkemizde… Sonra birileri, yeniden bulup bu yazıyı ikinciye görücüye çıkarmışlar. İyi niyetli kişileri de aracı etmişler. Bu yazarı hiçbir zaman okumayanları…

Yazı şöyle başlıyor:

“Ey sağduyulu insanlar: Hiç dünyada böyle bir şey gördünüz mü? 1938’de vefat etmiş bir liderin bu kadar tartışıldığını, her gün köşe yazılarına konu edildiğini, taraftarlarıyla karşıtlarının kanlı bıçaklı olduğunu hatırlıyor musunuz?”

“Dünyada böyle bir örnek var mı?” dendikten sonra o dönemin liderlerinden bir kaçı sayılıp, “Bu size garip gelmiyor mu?” diye soruluyor.

Sonra satır aralarındaki bindirmeler başlıyor.

“Bütün dünya niçin işi gücü bırakmış da 130 yıl önce Selanik’te doğmuş olan bir Osmanlı çocuğuyla ilgileniyor?”

Alın size Atatürk’ü bir Osmanlı çocuğu diye tanımlama. Osmanlı diye bir millet mi var? Bir ırk, bir soy sop? Yok. Batı bizi ne gözle görmüş tarih boyunca: Türk. Ne demişler Viyana önlerine gelen Yeniçeri askerine: Türkler Viyana önlerinde.

Tarih kitaplarını açıp bakın yabancıların. Osmanlı demez, Türk der. Osmanlı biz demişiz, bize dedirtmişler.

Tam gaz Osmanlıcılığın yaşandığı, devletin radyosunda ve televizyonunda yatılıp kalkılıp eski Türkçeyle gazeller manzumeler okunduğu, böyle eski dilde şarkılar dinletildiği, Osmanlı padişah dizilerinin millete kakıştırıldığı, devleti yönetenlerin Osmanlıcı olduklarını saklamadığı bir dönemde ünlü yazarımız Atatürk’ten Osmanlı çocuğu diye söz ediyor.

Beyinlerin arkasına bir altın vuruş. Atatürk eşittir Osmanlı çocuğu. Oldu mu vuruş bir.

“Birazcık aklı olan herkes, bu işin durup durup neden köpürtüldüğünü merak etmez mi? Eder elbette. İşte benim cevabım:” dedikten sonra şöyle söze başlanıyor:

“Türkiye Cumhuriyeti anormal şartlar altında oluşmuş bir ülkedir.”

Alın size bir zehirli lâf!. Neresi anormalmiş şartların derseniz devamını okuyun:

“İmparatorluğun Batı tarafından planlı bir şekilde çökertilmesinden sonra Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkasya’daki Müslüman Osmanlı tebaası, son kale olarak Anadolu’ya göçtü. Bu -kılıç artığı- insanların kültürleri, âdetleri, yaşam biçimleri farklıydı. Bu büyük farklılıklar, Anadolu’da zaten karmakarışık olan etnik ve dini yapıya eklenince, acayip bir karışım doğdu.”

Alın size o meşhurrr mozaik sözünün başka bir anlatımını. “Karışım”, biz karışımmışız.

Alman millet, Fransız millet, İngiliz millet,Yunan millet, İtalyan millet, İspanyol millet, Portekiz millet, Rus millet, Amerikan millet… Biz? “Karışım.”

“Biz, müslüman Osmanlı teb’ası.” Anadolu’ya göçmüşüz. Anadolu’daki zaten karmaşık olan etnik ve dini yapıya bunlar eklenince acayip bir karışım doğmuş… Kılıç artığı insanlar göçmüş Anadolu’ya. Âdetleri, kültürleri, yaşam biçimleri farklıymış. Burada yeni bir tezini okuyoruz yazarın. Karışıma dair. Sanmayın ki Türk Milleti’ne dair. “ Karışım” üzerine yazı devam ediyor:

“O ‘karışım’ın hayatta kalabilmesinin ve bir arada yaşayabilmesinin tek şartı, yeni bir ulus ve yeni bir devlet oluşturmaktı.”

Bundan sonrasını dikkatli okuyun:

“Bu iş başarıldı ama Batı’daki gibi, zaten var olan homojen bir ulus, bir devlet yaratmadı. Tam tersine, yeni devlet bir ulus yarattı.”

Yani yeni bir ulus, yeni bir devlet yaratılmış. Yaratılmış yani yoktan var edilmiş. Batı’daki gibi, zaten var olan bir ulus kendine devlet yaratmamış. Yani Batı’da uluslar var. Ulusların devletleri var. Bizde ise ulus yok. Tam tersineymiş bizde durum. Ulus yok. Olmayan ulusu yeni devlet yaratmış.Yunan ulusu var. Yunan ulusu devletini yaratıyor. Alman ulusu var… 72 kökenli Amerikan ulusu bile var… Türk ulusu ise yok! Çanakkale’de savaşan karışım! Birinci dünya savaşında cephelerde çarpışan hep bu karışım! Yunan’a, Fransız’a, İtalyan’a, İngiliz’e Anadolu işgalinde karşı duran karşı cepheler, ulusal direniş cepheleri kuranlar bir ulus değilmiş meğer, Türk değilmiş. Neymiş? “ Karışım!” Buna göre düşünürsek:

Maraş’ı karışım, Kahramanmaraş yapmış. Antep karışım sayesinde, Gaziantep” olmuş. Karışım, işgalci düşmana çete kurup direnmiş.
Türk’ü unutun, karışım varmış meğer buralarda eskiden beri…

Sözün burasından sonrası, tam bir karşı saldırı. Vurun abalıya:

“Bu karmakarışık yapıdan bir ulus yaratan iradenin başında ise Mustafa Kemal vardı. Ernest Renan, “Hiçbir ulus devlet, geçmişi çarpıtılmadan yaratılamaz“ der. Türkiye Cumhuriyeti de bunun dışında değildi elbette. Tarihi kendine göre yeniden yazdı, içinden çıktığı Osmanlı’yı hain ilan etti, Ziya Gökalp adlı Kürt asıllı bir düşünürümüzün ortaya attığı “Türkçülük tezi”ne aşırı bir önem atfetti; yani bir sürü aşırılık yaptı. “

Burada yazılanların hangisini ele alalım. Yine milletimizin adı yok burada. Adımız, “bu karmakarışık yapı.” "Bu karmaşık yapıdan ulus yaratan iradenin başında Mustafa Kemal” varmış. Neyse Mustafa demiyor. Ama yine de ön ismiyle yazılmış Atatürk. Ernest Renan, bir Fransız papazı, yazar- filozofmuş, 1823 yılında doğmuş, 1892’de ölmüş. Atatürk’ün yaşadığı devrin adamı değil yani. Önceki yüzyılın adamı. Bunun sözünden örnek verilmiş, bize ne kadar örnek olursa:

“Hiçbir ulus devlet, geçmişi çarpıtılmadan yaratılamaz.“ demişmiş mübarek papaz. Bilgiağına baktım, bu sözü şöyle yazmışlar orada:

“Bir millet; ancak geçmişi çarpıtılarak oluşturulabilir. Geçmişini çarpıtmadan bir millet oluşturmak mümkün değildir.”

Yaratılamaz denmiyor, oluşturulamaz deniyor. Yaratılamaz sözü çok iddialı. Yaratmak, yoktan var etmek. Olmayandan. Oluşturmak daha başka anlama geliyor. Birleştirmek, bir araya getirmek gibi…

Gelelim yazıdaki bu söze: “Hiçbir ulus devlet, geçmişi çarpıtılmadan yaratılamaz.“ Bu sözü bir matahmış gibi yazısına aldığına göre, hem de değiştirerek aldığına göre yazarımız da aynı düşünüyor. Geçmişimizi çarpıtmış Atatürk. Zaten demiş:” Türkiye Cumhuriyeti de bunun dışında değildi elbette.”

Arkasından kusmuş:

“Tarihi kendine göre yeniden yazdı, içinden çıktığı Osmanlı’yı hain ilan etti…”

Kim? Özne, önceki cümlede: “Türkiye Cumhuriyeti.” Osmanlıyı hain ilân etmiş. Çarpıtma burada. Demek ki yazara göre neymiş? Osmanlı hain değil. Vahdettin kahraman. Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz’e teslim olan, İstanbul’un işgalinde susup pusan onlar değil. Millî mücadeleye karşı çıkan onlar değil, Atatürk’ü yakalatma emrini başkaları verdi.

Tümcenin sonu daha da vurucu. Ziya Gökalp Kürtmüş, onun ortaya attığı Türkçülük tezine aşırı önem atfetmiş Cumhuriyet. Aşırı önem, hakedilmeyen önem. Önemsiz demek. Yani diye açıklandığına göre tümcenin gerisi, Türkçülük aşırılık. Böyle bir sürü aşırılık yapılmış. Hem de Ziya Gökalp’ın kökeni yazıldığına göre burada, ne denmek isteniyor, anlayın. “Sen Kürt kökenlisin, ne bu Türkçülük? Kökenini bil, sus, aşırılık yapma. “

“Ziya Gökalp adlı Kürt asıllı bir düşünürümüzün ortaya attığı “Türkçülük tezi”ne aşırı bir önem atfetti; yani bir sürü aşırılık yaptı. “

Yazının bundan sonrası tam bir gelişme bölümü. Ne diyecekse hepsini diyor yazar. İktidarın, bölücülerin diline doladığı tezleri onaylıyor, hak veriyor. Üstelik bir de kendisi vuruyor. Ayraç içinde verdiği örnek ise evlere şenlik. Ne, ne denildiği anlaşılıyor, ne bu örneğin niye verildiği… At hırsızlarını hain diye asmışlar diye mi anlıyorsunuz bu denileni? Yoksa mahkemenin akşam yemeğinde evlerde yapıldığını mı?At hırsızlarının zavallı olduğunu mu?

“İstiklal Mahkemeleri’nin adaletsizliği ise bu aşırılıkların en acıklı örneklerine imza attı. (Mesela Orhan Kemal’in babası Raşit Kemali Bey, bu mahkemelerde görev yaptığı zaman, akşam yemeği sırasında asi sandığı birçok kişinin idamına karar verdiğini, hükmün hemen infaz edildiğini, oysa ertesi sabah bunların zavallı at hırsızları olduğunun anlaşıldığını doğrulamıştır.)

Kâzım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy gibi İstiklâl Harbi kahramanlarına yapılan muamele de korkunçtur.

Dersim de bir zulümdür.”


İstiklâl Harbi kahramanlarına korkunç muamele yapılmış yazara göre. Dersim de zulümmüş. Aynı noktada durdu bakınız bölücülerle, Cumhuriyete kini, alınacak öcü olanlarla…

“Elbette ki aradan bunca yıl geçtikten sonra bunları konuşacak ve yanlış uygulamaları eleştirerek demokrasimizi olgunlaştıracağız.

Buna aklı başında kimse itiraz etmez.

Ama bugün esen rüzgârlar, bunu amaçlamıyor. İstedikleri tek bir şey var, Mustafa Kemal Atatürk’ü, Hitler gibi bir cani haline getirmek.”


Burada içindekileri kustuktan sonra okuyucusundan onay bekliyor dediklerine. Bunları konuşacak ve demokrasimizi olgunlaştıracakmışız.

Sevsinler sizin demokrasinizi demezler mi şimdi buna. Ülkede bütün kurumlar alt üst edilmiş, sağlam bir Cumhuriyet kurumu kalmamış, tek adam yönetimi yaşanıyor yıllardır, özel mahkemeler, kişiye özel yasalarla , tek güç tarafından yönetilen ülkemizde bu ünlü yazarımız, demokrasimizin peşine düşmüş. Bunları konuşarak güçlendirecekmişiz, olmayan demokrasiyi olgunlaştıracaklar bunlar. Hadi inandık diyelim. Sonra gelen tümce aklı başındaki olanlara, buna itiraz edemeyenlere yazılmış.

“Buna aklı başında kimse itiraz etmez.”

Yani ülkemizin içinde bulunduğu şu ortamda bunlar tartışılacak ve herkes buna katılacak, aklın başındaysa itiraz edemeyeceksin. Akılsızlar itiraz edecek yalnız bu tartışmalara.

Bundan sonra yazılan evlere şenlik bir söz. Biri kim, biri kim… karşı çıkıyormuş gibi iki ismi yanyana yazmış. “Hitler gibi cani haline getirmek.” demiş amaç için.

Bunu demeye kimin gücü yeter? Kim diyebilir? Hiç kimse!

O halde bunu niye yazıyor yazarımız? Bu kadar ileri bir adımı neden atıyor?

Baştan aşırılıkları saydı saydı sonra bunu istiyorlar dedi. Neden diye sorarsanız cevabını vermiş:

“Çünkü bunu başardıkları gün, Türkiye Cumhuriyeti gayri meşru hale gelecek. Nasıl Hitler’in III. Reich’ı gayrı meşru ilan edildiyse, “bir caninin kanla kurduğu T. C.” de o hale sokulacak.

Bazılarının bilinçli, bazılarının ise bilinçsiz olarak girdikleri yol bu.”


Bu hainlerin ne demek istediklerini tercüme etmiş kendi kalemiyle.

…“bir caninin kanla kurduğu T. C.” de o hale sokulacak.”

Burdaki “bir cani “ sözünü kendi kalemiyle yazmış, okuyana da yedirmiş. Peşinden yazının ikinci bölümü, son vuruşları geliyor.

“Bilirsiniz; camilerde kubbeleri bir tek kilit taşı tutar. Bu taşı çekerseniz, ona yaslanmakta olan diğer taşlar gümbür gümbür çöker.

Mustafa Kemal, bu cumhuriyetin kilit taşıdır. Çünkü devlet ve ulus, onun iradesiyle kurulmuştur. Cumhuriyeti yıkmak isteyenler ise bu gerçeği, yani ülkenin Aşil topuğunu çok iyi bilmektedirler. Atatürk’ü Miloşeviç gibi bir suçlu haline getirebilmek için gösterdikleri bu sabırsız iştahın sebebi budur.”


Bu açıklama bölümünde yine baştaki iddiasında ısrarlı. “Çünkü ulus ve devlet onun iradesiyle kurulmuştur. “ yazmış. Ulus kurulmuş. Olmayan bir ulusmuşuz meğer. Mustafa Kemal’in iradesiyle kurulmuş.

Son bölüm de ağzındaki bakla düşüyor.

“Atatürk’ü yıkmak, onun dayandığı üç unsuru devirmekle mümkün olabilirdi. Neydi bu üç unsur?

Partisi, ordusu ve halktaki sevgi.”


Şimdi tamam diyebilirsiniz. Doğru bu yazdığı üç unsur. Ne varmış bunda?

Peki bu üç unsurun, “ Ordu” bölümüne yazdıkları. Ordumuza karşı ayraç içinde yazdığı suçlamalar? Ne Hasdal’dan, ne Silivri tertibinden söz ediliyor. Ne ordumuzun Nato çıkarlarından uzaklaştığı, ulusal bir çizgiyi benimsediği için dağıtıldığından söz var. Yazar bilmiyor demek ki. Yahut okuyanı, ordunun kendi suçlarıyla bu duruma geldiğine, şu an yok edildiğine inandırmak istiyor.

“Önce partiyi yıktılar. Cumhuriyet Halk Partisi kâğıt üstünde varlığını sürdürüyor ama artık kesinlikle aynı parti değil. CHP’nin yerinde yıllardır yeller esiyor.

İkinci sütun olan ordu ise perişan. Bunu sadece son dönemlerdeki duruma bakarak söylediğimi sanmayın sakın. Bu ordu yıllar önce, (Atatürk’ün vasiyetine aykırı olarak) iç politikaya, darbelere, işkencelere bulaştığı, Güneydoğu’daki savaşı bilerek uzatanları içinde barındırdığı ve emperyalizmin hizmetine girdiği gün bitmişti. AKP sadece, bu bitmiş kuruma son darbeyi indirdi.

Atatürk’ün üç dayanağından parti ve ordu bitirildikten sonra, sıra üçüncü ayağa geldi. Yani onu sevenlerin kalbindeki yeri. Şimdi oyunun bu son perdesi oynanıyor. Mustafa Kemal’i itibardan düşürme gayretleri sergileniyor. Bir devrim döneminde ortaya çıkan bütün fenalıklar, suçlar, kabahatler ona yüklenmeye çalışılıyor.

Bu da başarıldığı gün, bilin ki Türkiye Cumhuriyeti çökmüştür.”


Demek ki neymiş, AKP geldiğinde ordumuz bitmişmiş zaten. AKP son darbeyi indirmişmiş.

Bu kadar büyük bir çarpıtma olabilir mi? Ordumuz en parlak döneminde değil miydi on yıl önce? Deniz Kuvvetleri Amerika’ya sırt çevirmemiş miydi? Nato’dan çıkılmak istenmiyor muydu? Pırıl pırıl Atatürkçü bir ordu oluşturulmuyor muydu? PKK, ordumuz tarafından tamamen ortadan kaldırılmamış mıydı?

Şimdi sıra son perdeye gelmişmiş… “ Mustafa Kemal’i itibardan düşürme gayretleri.”

Bu gayretlere yazarın kendisi de gayret veriyor, neler neler demiyor baştan beri ama son kısımda buna üzülmüş gibi bir tavra girmiş.

“Bu da başarıldığı gün, bilin ki Türkiye Cumhuriyeti çökmüştür.” Başarma sözü olumlu çağrışım yapan bir sözdür. Böyle yıkıcı bir eylem , “Bu da başarıldığı gün,” diye yazılıyor.

Bundan sonraki bölüm yazının son bölümü:

“Bazı mesajlarda bana diyorlar ki: “Yahu bu rejim sana kötülük etmedi mi, ordu genç yaşında seni hapislerde süründürmedi mi, evini barkını yıkmadı mı, mahkemeler seni yargılamadı mı, albümlerini yasaklamadı mı, merkez basın seni kaç kere lince tabi tutmadı mı? Nasıl olur da bu düzeni savunursun?”

Sevgili arkadaşlar; doğrudur, haklısınız. Türkiye’deki zalim rejimin acılarını en çok çekenlerden birisi benim. Yapılanları anlatsam kitaplara sığmaz. Hayatım bu zulüm rejimine karşı mücadele ederek geçti. Ama hükümetlere, cuntalara karşı mücadele etmek başka, ülkeyi yıkmaya çalışmak başka. Ben hiçbir zaman ‘vatan haini’ olmadım.”

Burada öğreniyoruz ki AKP’den önceki dönemin rejimi zalim rejim. Burada yazar, bu rejime, sanki okuyucu sorarmış da o da cevap verirmiş gibi kin kustuktan sonra insafa geliyor. Lütfediyor: Cuntalarla, hükümetle mücadele başka, ülkeyi yıkmak başkaymış. Hiçbir zaman vatan haini olmamış.

“O cuntalardan, generallerden, başbakanlardan, polis şeflerinden çok daha fazla sevdim bu memleketi. Karşılıksız sevdim, kötülük gördüğüm halde sevdim. Gerçek yurtseverler bizleriz. Bu yüzden; ülkeyi yıkmak için Mustafa Kemal’i itibarsızlaştırmak oyununa karşı çıkıyorum.”

Bu memleketi kötülük gördüğü halde sevmişmiş. İnsanın memleketini sevmemesi mümkünmüş gibi. Bu yüzden, ülkeyi yıkmak için Mustafa Kemal’i itibarsızlaştırmak oyununa karşı çıkıyormuş. Sanki yazısının başında dedikleri itibarsızlaştırma oyununa katılmak değil. Sanki “Veda” filmi başka amaçla yapıldı…

“Siz 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, ordu yüzüne Kemalist maskesi takmışken benim hiç Atatürk’ten söz ettiğimi duydunuz mu?

Elbette duymadınız. Çünkü o zaman iktidar kendisine Kemalist diyen zalim bir grubun elindeydi. Atatürk’ü övmek ödüllendiriliyordu, buna tenezzül edemezdim.”


Bu sözlerinden anlıyoruz ki Atatürk’ten söz etmemesi o dönemin iktidarı olan zalim grup nedeniyleymiş. Tenezzül etmemiş, Atatürk’ü övmeye. Çünkü ödüllendiriliyormuş Atatürk’ü övenler. Nasıl da akıl şaşırtan, çarpıtan sözler. Bilmesen inanacaksın. O günleri yaşamasan kanacaksın…
İşte bunlar da son sözleri ünlü yazarımızın, şarkıcımızın, siyasetçimizin, filmcimizin…

“Ama şimdi oyun farklı. Dün Mustafa Kemal’i eleştirmek tehlikeliydi, bugün ise onu savunmak.

Ama benim de, tehlikeli bile olsa gerçeği söylemek gibi bir huyum var. Ne yapayım!”


Dün Mustafa Kemal’i eleştirmek tehlikeymiş. Hayırdır ne tehlikesiymiş bu? Hiç duymadık! Atatürk’ü koruma yasasından mı söz ediliyor burada acaba? Anaavrat sövemeyenlere serbestlik verememekten mi?

Atatürk’ü neden eleştireceksiniz sayın yazar? Neden buna gerek duyacaksınız? Neden bunu isteyeceksiniz? Veya istediniz? Tehlikeliydi demişsiniz. Tehlike hapse girmek, yasalara karşı gelmek olmasın? Atatürk neden eleştirilir ki? Neyini eleştireceksiniz hapse atılacak kadar? Size Cumhuriyetin bağımsızlığı, ulusal bakışı, duruşu, bir ulus devleti olmak mı batıyordu acaba bir zamanlar? Neyi eleştirecektiniz Atatürk’le ilgili? Eleştirseniz ne kazanacaktınız? Boyunuz mu büyüyecekti? Ne kazanacaktınız?

Şimdi Atatürk’ü savunmak tehlikeliymiş.

Yuh olsun! Atatürk’ü savunmak neden tehlikeli oluyormuş? Bütün bir millet Atatürk’ü seviyor.

Sonra savunmak ne demek? Atatürk’ü anlatmak, yolunda gitmek başka şeydir, Atatürk’ü savunmak başka.

Suçlu olan, suçlanan savunulur!

Atatürk’ü savunmak hiç kimsenin işi değildir. Siz birini savunacaksanız bir suçluyu savunun. Veya suç atılan zavallıları.

Atatürk’ü savunmak demek bile, bilinç arkasından Atatürk’ü suçlayan bir sözdür, karşı koronun sesiyle şarkı söylemektir.

Tehlikeli olsa bile gerçeği söylemek huyu varmış yazarın. Yazısını nasıl bitirmişti:

“Ama benim de, tehlikeli bile olsa gerçeği söylemek gibi bir huyum var. Ne yapayım!”

Tehlikeli olsa bile gerçeği söylemek huyu.

Burdaki tehlike ne? Atatürk’ü savunmanın tehlikesi neymiş? Keşke bunu da yazsaydı da bilseydik. Bu korkusuz, kahraman yazarı, tehlikeye(!) aldırmadan gerçeği yazan yazarı kutlardık.

Bir de böyle, Atatürk’ü savunur gibi yazı yazan ama aslında Atatürk’e düşmanları gibi sinsi bir şekilde saldıran yazıları, yazıldığı yerden çekip çıkaran, Atatürkçü kişilere yedirmeye kalkanları da kınamak gerekiyor.

Bir atasözümüz:

“Akılsız dostun olacağına akıllı düşmanın olsun.” der.

Biraz daha akıllı olalım mı?


Feza TİRYAKİ, 7 Mart 2012
Kullanıcı küçük betizi
Feza Tiryaki
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 1012
Kayıt: Sal Kas 09, 2010 14:12

Re: Vuruşun Böylesi

İletigönderen Erkan Güçiz » Cmt Mar 10, 2012 18:11

Zülfü Livaneli kimin adamı?

Resim

06.01.1996
Ne Olursan Ol, Yine Gel


Sevgi ve hoşgörü toplumu oluşturma yolunda büyük atılımlar yapan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı önceki gece büyük bir organizasyona daha imza attı. İstanbul Çırağan Sarayı'nda düzenlenen törenle "hoşgörü 1995 Ödülleri" sahiplerini buldu.
...

10 Ayrı Dalda 14 Ödül

Dr. Agah Oktay Güner, Ali Coşkun, Hülya Koçyiğit, Kamran İnan, Latif Erdoğan, Mustafa Çalışan, Prof. Dr. Nilüfer Göle, Togay Bayatlı ve Zülfü Livaneli gibi toplumun her kesiminden mozaik şahsiyetlerin oluşturduğu jüri, uzun süren çalışmaları neticesinde 10 ayrı dalda, 14 kişiyi ödüle layık gördü.

Kaynak: http://tr.fgulen.com/content/view/59/11/
Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk

Erkan Güçiz

Facebook - TC ERKAN GÜÇİZ
Kullanıcı küçük betizi
Erkan Güçiz
Genel Yetkili
Genel Yetkili
 
İletiler: 421
Kayıt: Çrş Eyl 29, 2010 5:18

Re: Vuruşun Böylesi

İletigönderen hatice kürtoğlu » Cmt Mar 10, 2012 20:44

"CEZA", Atatürk'ü anlayana verilmeyey çalışılsa da şimdi, gereği yoktur. Bizim içimizin cayır cayır yanmasına, bir tv kanalı, bir gazete başlığı yeter oldu.
Ancak, yeri gelir, bu vatan için, hepimiz birden, yeniden DELİ oluruz, defter dürer, antlaşmaları yırtarız. Dünya insanlığı her zaman olduğu gibi Türklerden öğrenir. Türk Tarihini, Türk Dili anlatır.
İşte o zaman vatana "deli olmanın" anlamını kavrayamayan hainleri, üreyebilir halde bırakmayalım. Mahkeme adil olsun bu sefer:)
"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben yapabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. O halde ya istiklal ya ölüm!"
Fakat arkadaşlar ÖLMEYECEĞİZ bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız.
Kullanıcı küçük betizi
hatice kürtoğlu
GM Yazarları
GM Yazarları
 
İletiler: 12
Kayıt: Sal Eyl 14, 2010 18:37
Konum: çorum


Şu dizine dön: Feza TİRYAKİ

Kİmler çevrİmİçİ

Bu dizini gezen kullanıcılar: Hiç kayıtlı kullanıcı yok ve 0 konuk

x